Henüz vakit varken, inanmalıyız insanlara. İstanbul yakılıp-yıkılmadan önce. İnsanların ilki, kendimizdir. Kendimize inanmalı. Henüz vakit varken, düşmüşken dehşet dehlizlere. Kırım kırım kırılmışken ümitsizlikten, gülümseyebilmeli insan. Getireceğimiz günlerin hatrına, boşuna çıkmadı o gözler, boşuna ölmedi o çocuklar.
Kocaman bir hapishane de yaşıyoruz. Üzülecek ne çok şey var değil mi? Hangisinden bahsetsek? Üzülecek kadar uzun mu ki hayat? Değil..
''Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar.''1
Ne güzel demiş Edip Abi.. Belki de tercümandır bize. En azından bana. Nina Simone, o muhteşem sesiyle ''feeling good'' diyor, aslında pozitif bir şeyler.. Ama insansın ve caz dinliyorsun, hüzünleniyorsun. Caz hep hüzünlü müdür? Sanırım yaşama ait olan her şey hep hüzünlüdür. Istırapta kavuruyoruz ruhumuzu sanırım. Çile dolduruyoruz. Çile.. Seçimlere kafayı takıyoruz mesela, ama bizim işimiz seçimlerle değil ki? Hiç sorduk mu seçenekleri kim belirliyor diye? Seçimi A partisi veya B partisi kazanmaz, seçimi seçenekleri belirleyen kazanır. İllüzyon, sadece bir illüzyon... Demokrasi illüzyonu... Belki de Vassaf'ın dediği gibi; özgürlük seçmemektir. Seçiyoruz ve seçimimiz önde gelmediği için üzülüyoruz. Ne saçma.. Bir sürü insan eğer senin gibi düşünüyorsa, düşünceni sorgulamalısın. Yanlış bir şeyler olmalı. Farklı düşündüğün için sevinmelisin. Düşüncen egemen olursa, düşüncen diktatördür. Egemenlik diktatörlere özgüdür. Ne diyorduk Ahmet Abim, güzelim; çile. Bugünlerde kiminle konuşsam üzgün, kimle konuşsam berbat. Karanlık günler, psikolojiler bozuk. Herkes gitmek istiyor ama nereye?
''Bu günlerde herkes gitmek istiyor
Küçük bir sahil kasabasına
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi
Bu yeter zaten.
Her şeyi, herkesi götürdün demektir..
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hani kendimizden razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani her şeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
...''2
Nereye gidelim? Gidecek yer var mı? Gittiğin yere geliyor dertler, gittiğin yere geliyor varoluş sancısı.. Kafan yanında gidiyor, yüreğin. Gitmek çare değil, çare ne? Bilmiyorum..
''...
Fakat devam ediyor bizimkisi,
sevmek, düşünmek ve anlamakta devam ediyor kafam,
dövüşemeyişimin affetmeyen öfkesi devam ediyor.
ve sabahtan beri karaciğer sancımakta berdevam.''3
Dövüşemiyoruz değil mi? Dövüşecek ne çok şey var. Daha da artacak.. Bir yol olmalı. Mutlaka bir yol. Belki daha önce denenmemiş, belki bir sürü kez denenmiş. ''dünyayı düzeltecek çocukların ellerini işlemeli dantel gibi tel tel'' belki de. Belki 'hesap dağlarladır, umut dağlarla''. Ama öncesinde 'zemin kayması' var, ondan sakınılmalı belki de. Ne istiyoruz, ne yapmalı, nasıl yapmalı? 'ustalaşmalı, dostu düşmandan ayırmakta'. Kimse kahraman değil, kimse önder değil. Düşmanımın düşmanı dostum değil, elbet eylem birliği olmalı ama 'zemin kayıyor'. O heyelanın altında kalmamalı.. Bir diktatörlüğü, başka bir diktatörlükle yıkmamalı. O zaman yeni diktatörlüğü de yıkmak gerekir, iki iş. Rubicon'u yine bir diktatör geçmemelidir. Evet zarlar atılıyor, evet ok yaydan çıktı ve çıkacakta. Ama tarih bize göstermiştir ki, kimse ölümsüz değildir. Her çıkışın bir inişi vardır. Hepsi bitecek, hepsi geçecek. Bazen şöyle diyeceğiz:
''ne atom bombası,
ne londra konferansı;
bir elinde cımbız,
bir elinde ayna;
umurunda mı dünya!''4
Tükenene kadar birbirimizi yiyeceğiz sanırım. Belki iyidir bu, yanıp kül olmak. Küller belki yine var eder bizi, anka kuşu misali. Otuz kuş çıkmaz mı bizden? Çıkar. Sadece bilmeli işte, durduğumuz yeri. Sadece bilmeli, dostu düşmandan ayırmayı. Belki 'ne zaman bir dosta gitsem evde yoklar' diyeceğiz ama olsun, bir kişi yeter. Her şey bir kişiyle başlar. İlk taş atılır, ilk banka yakılır, ilk diktatör devrilir, ilk öpücük... Her şey 'bir' ile başlar. O bir sizsiniz. Farkında mısınız acaba? Gitmek çaredir bazen, gidin ama yine gelin. Susmak çaredir bazen, susun ama yine konuşun. Bir barikatta olmak çaredir bazen, barikatta olun. Bırakın oy vermeyi, onlar yalancılar. Oy vermek neyi değiştirir ki? Bu sistemin kendi kendisini yok etmesini bekleyemezsiniz herhalde, tabii sistemi değiştirmek istiyorsanız. Bu sistemi olduğu gibi kabul edip, başına geçmek istemiyorsanız. Elbette açıkları var sistemin, mesela Dersim'in Ovacık'ı gibi kullanılan.. Mesela geçen seçimde Antakya'nın Samandağ'ı gibi, Mazgirt gibi. Onlar ayrı, sistemin açıklarını kullanmalı, sisteme 'düşman' olduğumuzu unutmadan.
Henüz vakit varken, inanmalıyız insanlara. İstanbul yakılıp-yıkılmadan önce. İnsanların ilki, kendimizdir. Kendimize inanmalı. Henüz vakit varken, düşmüşken dehşet dehlizlere. Kırım kırım kırılmışken ümitsizlikten, gülümseyebilmeli insan. Getireceğimiz günlerin hatrına, boşuna çıkmadı o gözler, boşuna ölmedi o çocuklar. Yenilmedik, ölene kadar de yenilmeyeceğiz, belki öldükten sonra bile yenilmeyeceğiz. Henüz vakit varken, bunu hatırlamalı. En ufak bir şey bile yeter, en ufak. Bir yardım çığlığı, bir kahvede bir insanla dertleşmek, ufak yardımlar, çocuklar. En ufak şey bile mücadele saflarında bir şeydir. Gereklidir. Olmalıdır. Henüz vakit varken, İstanbul-Ankara yakılıp yıkılmamışken, Prometheus ateşi çalıp bize teslim etmişken, meşalelerimizi yakmalı. Öyle bir büyük ateş yakmalı ki; kimliklerimizi, çek defterlerimizi, pasaportlarımızı, oy pusulalarını, tapuları, bonoları, hisse senetlerini... hepsini o ateşe atmalı ve harlamalı. Büyük bir yangın çıkacak elbet bir gün. O gün gelecek, biliyorum. Nereden mi biliyorum, biliyorum işte, inanıyorum. Böyle olmalı, olmak zorunda. Belki göremem, belki görürüm ama olacak. Meşalem hazır, ateşi çaldık. Korksunlar, titresinler. Gülümsüyorum işte ben, o günleri düşündükçe. Sinirleniyorum, öfkeleniyorum ama hiç bir şey keyfimi bozmuyor uzun süre, ''bir caz parçası kadar''. Henüz vakit varken, inanmalı insanlara.. İnanmalı kendimize..
''Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
şu Mayıs gecesi rıhtımdan geçmeliyiz
söğütlerin altından, gülüm,
ıslak salkım söğütlerin.
Paris'in en güzel bir çift sözünü söylemeliyim sana,
en güzel, en yalansız,
sonra da ıslıkla bir şey çalarak
gebermeliyim bahtiyarlıktan
ve insanlara inanmalıyız.''5
1 Edip Cansever- Mendilimde kan sesleri
2 Can Yücel- Gitmek
3 Nazım Hikmet- Diz boyu karlı bir gece
4 Orhan Veli- Cımbızlı şiir
5 Nazım Hikmet- Henüz vakit varken gülüm
kalender.nc@gmail.com
Yazarın Dİğer Yazıları
AKP bir gün düşecek, referandum bunun ne kadar hızlı olacağını söyleyecek sadece!
16 Nisan 2017Cinnet, III. Paylaşım Savaşı, Cennet!
26 Aralık 2016'Çok acı var, dayanamıyorum'
20 Mayıs 2016Ankara’da, Silvan’da, Reyhanlı’da.. hep bizim parmağımız var. Paris’teki katliamda da, Fransızların.
16 Kasım 2015Sıkıldım bu tekrarlardan.. Bu sistem yıkılmalı artık..
9 Ağustos 2015İç savaşın ayak sesleri
25 Temmuz 2015AKP'nin ölüm korkusu..
12 Haziran 2015Ben, benim 8 Haziran’ımı biliyorum. Ya siz?
26 Mayıs 2015Yaşasın 1 Mayıs! Her Yer Taksim!
30 Nisan 2015Hepimiz çok öldük bu topraklarda…
22 Nisan 2015Ağrı, HDP, Seçimler ve anlamsızlık
14 Nisan 2015Suriyeli aç çocuktan, Cizre'deki çocuklardan bahsetmeyeceğim..
25 Ocak 2015'bat dünya bat, iki gözün kör olsun da piyango bileti sat!'
8 Ocak 2015Vivaldi'nin ithaka'ya yeşil yolculuğu..
29 Ekim 2014Bir insanlık tragedyası: yaşamak veya ölmek
19 Ekim 2014Efendiler! Adalet hissiyatı yaralanmış halklardan korkun!
28 Mayıs 2014Bir kapak, Üç aday; Tek 'oyun'...
7 Aralık 2013Diktatatörler için aşk biter, nefret başlar
30 Kasım 2013Kan..kan.. sokaklardan akan..
15 Ekim 2013