Bir insanlık tragedyası: yaşamak veya ölmek

Nesimi Cem Kalender

19 Ekim 2014
Bir insanlık tragedyası: yaşamak veya ölmek

Devlet intiharı sevmez, din intiharı sevmez. Senin bedenin üstünde tasarrufunu, sen sağlamamalısın. Sen kendi bedenine bile sahip değilsin. Sen ölemezsin, ölsen de devletin bildiği şekilde ‘son yolculuğuna’ uğurlanmalısın. Sen bir kölesin. Sen ‘boş bir hayal’ in peşinden koşan bir kölesin.

“Yalnızca gerçekten ciddi bir tek sorun var: İntihar. Yaşamın yaşanmaya değip değmediğini düşünmek, felsefenin temel sorusunu yanıtlamaktır. Dünyanın üç boyutlu olması, zihnin dokuz ya da on iki kategorisi olması gibi sorunlar sonra gelir. Bunların hiç önemi yok.”

Albert Camus, Sisifos Söyleni kitabına bu cümlelerle başlar. Hayatın anlamı, anlamsızlığı, saçma kavramı ve intihar. Sisifos’u bilirsiniz, yine de yeniden hatırlayalım:

"Tanrıların, hep yeniden aşağıya yuvarlanacak olan taşı tepeye çıkarmakla cezalandırdıkları Sisifos, cezasını bilinçli olarak kabul etmiştir, tekrar yuvarlanacağını bildiği halde taşı bütün gücüyle yukarı taşır. Camus saçma kavramını işte burada tanımlar: boşuna olduğunu bildiği halde direnen insan. Yaşamın anlamı ancak, dünyanın saçmalığını ve yenilginin daima tekrarlanacağını bile bile kötülüğe direnmek olabilir, insanlığa gerçek boyutlarını ancak bu başkaldırı kazandırabilir."

Hepimiz bu acınası hayatımızda öyle ya da böyle direniyoruz. Mesela eve ekmek götürmek için, mesela kariyerimiz için, mesela yeni bir ev almak için, mesela sadece ve sadece yaşamak için, yaşayabilmek için. İşte bu en temel dirençti; yaşayabilmek. Ama insanca yaşamak, insanca bir iş, insanca muamele... En temel gereksinimlerimizden, en ‘lüks’ gördüğümüz gereksinimlere kadar, hepsi hakkımız. Ama biz hakkımız için bir bedel ödüyoruz.

Mesela istediğimiz bir evde oturmak için, daha çok çalışıyoruz. Daha fazla mesai, daha fazla iş, daha çok para. Peki o evde yaşıyor muyuz? Araba için çalışıyoruz ama o arabayla işe gidiyoruz. Bundan daha acınası bir ironi var mıdır: işe gitmek için araba almak istemek, araba almak için işe gitmek. Biz ve acınası hayatımız. Tabii bu örnekler çoğaltılabilir ama şu an için kafi. Örnekleri çoğaltmak sana kalıyor sayın okur. Tabii herkesin standardı farklı, mesela Ortadoğu'da mesela Rojava da yaşayan bir insanın ilk düşüncesi, ilk isteği, hayatta kalabilmektir, tecavüz edilmemek. Ama İstanbul da bir beyaz yakalı için bu standart, daha iyi araba, daha iyi ev, daha popüler bir yerde tatil olabilir. Veya Doğu Karadenizli bir çay işçisi için, kiradan kurtulmak, eni konu ahırdan hallice bir ev sahibi olmak olabilir. Veya Batı’daki bir maden işçisi için bir daha o deliğe girmemek olabilir.

Standartlar.. standartlar kişiye ve yere göre değişir. Hepsi bozulmuş evrimimizin bir parçası sanırım. Kapitalizmle kirlenmiş evrimimizin. Yazık ki her aşamada kapitalizm devreye girer, Rojava’ya silah satar veya ‘sosyal sorumluluk’ satar. Siz onların mallarını alırsınız tasarrufunuzla, iyi niyetlisinizdir ama yine onlar kazanır. Mesela İstanbul’daki beyaz yakalıya, ‘aç gözlülük’ satar. O açgözlü davrandıkça, kapitalizm daha fazla beslenir. Nietzsche’nin şehvet için dediği şeyi kapitalizme uyarlayabiliriz: 'Kapitalizm, topuklarımızı kemiren bir orospudur! Ve bu orospudan bir parça et esirgendiğinde bir parça ruh için yalvarmayı çok iyi becerecektir.

Çok uzattım, biliyorum. Neyse konuya gelelim.

Birkaç gün önce sosyal medya bir ölümle çalkalandı, tabii geçici bir çalkalanma. Bir an için yükselen, şimdi çoğu kişinin unuttuğu bir olay: Mehmet PİŞKİN. ODTÜ mezunu, güzel bir işi olan, Nişantaşı’da oturan, muhtemelen kültürlü ve zeki, madden pek sıkıntısı olmayan bir ‘tip’. Tabi burada mesele O’nun şahsı değil. Kişilik hakları, tercihleri, birikimi, yaşantısı..vs..hepsi kendine. Burada mesele kapitalizmin bize ‘sattığı’ hayata sahip olması: güzel bir iş, güzel bir yerde ev, araba, pahalı mekanlar, güzel tatiller, güzel kadınlar, popülarite… Çoğu kişi bunları arzuluyor; onun var.

Ama bir terslik var ortada: o bu hayattan vazgeçti. Neden? Nasıl? Asıl vurucu yan bu, asıl insanları etkileyen yan bu: her şeye sahip neredeyse, ama ölümü seçti. Ve bu seçimi, insanlar üzerinde gayet etkiliydi. Bir çok kişi bunu çoktan unuttu bile. Ama bunun yanında bir çok ‘uyuyan intihar hücresini’ belki de harekete geçirdi. Belki o yüzdendir o videonun kaldırılmaya çalışması her geçen gün. Kişisel haklar bahanedir. Ki O, sanırım bunun silinmesini değil, aksine yayılmasını istedi. Tahminen içgüdüsel olarak. Belki de kurtulmak için, ölmemek için. Bu belki de onun için bir ‘imdat’ çağrısıydı. Ki malum video kaydını, mesai saatine yakın bir zamanda yayınladı ve en az 35 dakika bekledi bilgisayar karşısında. Listesindeki o kadar insan bu sefer pek bir işe yaramadı. Görmediler videoyu, geç gördüler. İlkin inanmadılar. Ve ölüme yürüdü. Kendi tercihi, kendi hayatı.

Yaşamak nasıl bir seçimse, ölmekte bir seçimdir. Buna karşı güzelleme de hatalıdır, kötüleme de. Elbet herkesin bir fikri var. Ama o fikir, insanın kendisini bağlar. Başkası söz konusu olunca, yapılan bu şahsi yorumlar çirkin kalır. İnsanlıktan ne kolay kopuyoruz değil mi? Herkes bizim istediğimiz gibi yaşamalı, istediğimiz gibi ölmeli. Ölmezse eğer nefretimizi kusuyoruz ona. İçimizdeki şeytan, içimizdeki diktatör… Faşizmin küçük şubeleriyiz. Ne zaman bu kadar çıktık insanlıktan, bilmiyorum. Peki bu insan neden ölümü seçti? Mutsuzum diyordu, nasıl mutsuz olur?

YABANCILAŞMA

“Çeşitli iç ve dış nedenlerle bireyin, kendini bir eşya gibi duyması olgusu. Yabancılaşmada her ne kadar iç ve dış nedenler aynı ölçüde baskın görülse de, bir başka deyişle, yabancılaşma, yabancılaştırmaya uygun ortamla yabancılaşmaya uygun kişiliği gerektirse de kişilik oluşumları dış koşullara büyük ölçüde baş eğmiş bulunduğuna göre yabancılaşmışlık daha çok yabancılaştırıcı dış nedenlerden kaynaklanır. Yabancılaşmada birey toplumun kendi sunduğu simgelere ve kurumlara körü körüne uyarlar, böylece kendi durumunun bilincinden sessizce uzaklaşmış ya da bu bilince ulaşamamış olur”

“Yabancılaşma doğrudan doğruya meta üretiminden ve özel mülkiyetin varlığından kaynaklanır; iktisadî yabancılaşma başka alanlardaki yabancılaşmayı doğurur. Böylece yabancılaşmış emek kavrayışı ortaya çıkar. Bir nesne, onu üreten işçinin karşısına “yabancı bir varlık olarak, üreticisinden bağımsız bir güç olarak” çıkar. Böylece üretenin çalışması üretmeyene güç kazandırmış olur. Bu görüşe göre üretici ne denli çok üretirse ürünün ya da ürünüyle büyüyen sermayenin o denli egemenliği altına girer; üretimi arttıkça, kendisi yoksul düşer. Emeğin yabancılaşması emekle sermaye arasında uçurum açılması anlamına gelir. Bu durumda ücretli “kendini onaylamaz, kendini yadsır, kendini esenlik içinde duymaz, mutsuz duyar”, giderek kendini köle saymaya başlar. Ancak bedensel isteklerini giderdikçe ve çalışmadıkça kendini rahat duyar, bu da tam tamına insanın kendine yabancı düşmesidir.”

Marx’ın ‘yabancılaşma teorisinden’ kesitler bunlar. Artık ‘yabancılaşma’ bordrolu kölelerde de mevcut. Beyaz yakalılar, bordrolu köleler. Şöyle diyordu: ‘…bilen bilir aylardır mutsuzum’’. Kurtulmaya çalışmış ama olmamış. Ve gelmiş çöreklenmiş: var olamamanın dayanılmaz ağırlığı. Ve saçma kavramı, ‘yaşama nedeni denilen şey, aynı zamanda çok güzel bir ölme nedenidir’ (A.C.). Belki de ölme arzusu tam bu yüzdendi: yabancılaşma. Ve belki de bu yabancılaşmanın dışavurumu bir psikilojik buhran vasıtasıyla olmuştur. (kimi arkadaşlarına göre, 8 ay önce ayrıldığı sevgilisinden sonra toparlanamamış). Fark etmez. Yabancılaşma bir şekilde tezahür eder. En azından benim anladığım bu, o intihar notundan.

Nietzsche’nin, Schopenhauer’in, Camus’un bahsettiği intihar gibi ‘soylu’ bir şey değil ama bu galiba. Bunlarla karşılaştırılmamalı. Sanırım öyle olsaydı, arkada nota dahi gerek kalmazdı. Bizim bilmemize hiç gerek kalmazdı. Karıştırmamak gerek.

Hepimiz bir şekilde intihar ederiz, en basit formuyla yaşayarak. ‘bile bile’dir intiharımız. Kimimiz uyuşturucuyla, kimimiz alkol-sigara, hızlı araba kullanma, savaşma, ‘feda’…hepsi bizi ölüme götürebilir. Metin TULU ‘üç ölüm, üç nokta’ adlı yazısında güzel anlatmış, çeşitli ‘intiharları’. Bu içgüdüsel bir hareket sanırım. İçgüdülerimiz var olmayı istediği kadar, yok olmayı da istiyor galiba. Çünkü belki de en nihayetinde farkındayız: varlığın, hiçliğe eşit olduğunu.

Devlet intiharı sevmez, din intiharı sevmez. Senin bedenin üstünde tasarrufunu, sen sağlamamalısın. Sen kendi bedenine bile sahip değilsin. Sen ölemezsin, ölsen de devletin bildiği şekilde ‘son yolculuğuna’ uğurlanmalısın. Sen bir kölesin. Sen ‘boş bir hayal’ in peşinden koşan bir kölesin. O hayale sahiplerin de mutlu olmadığı bir dünyadasın. Sen mutsuzluğa hapsedilmişsin, mutsuzluk içiyorsun ve bir kadeh daha mutsuzluk için eşek gibi çalışıyorsun. Sen neye sahip olduğunun farkında değilsin, sen gücünün farkında değilsin. Bu çarkı sen döndürüyorsun, sen durdurabilirsin. Ama devir, bireysellik devri, toplumsallaşma nerede kaldı? Eylem birliği bile yapılamıyor maalesef. Bir düşman var karşıda, güçlü bir düşman. Tek tek saldırdıkça ölüyorsun, oturdukça saldırmadıkça yine ölüyorsun, sen ölmeye mahkumsun. Ama sen istediğin gibi ölemezsin. Vasiyetin yerine gelmez mesela. Bıraktığın not alelacele kaldırılır, kimse görmesin. Çünkü sen ters gidensin. Kötü örnek. Halbuki gerçeksin. Vasiyetin yerine gelmez mesela. Bıraktığın not alelacele kaldırılır, kimse görmesin. Çünkü sen ters gidensin. Kötü örnek. Halbuki gerçeksin. Tanrı ya inanmazsın, gömülmek istemezsin, güzel bir hayat yaşayıp ölümü seçmişsindir, incelikli olmaya çalışmışsındır ve bir sigara, bir şarap ve bir şarkı sonra ölüme yürüyeceksindir. M. Pişkin gibi. Gerçeksin. Balıklar gelir aklına, balıklara yem olmak hoş gelir, kalan hayatını yaşamaktan. devlet seni sevmez, beyaz yakalı olsan da sevmez.

Sanırım yakın zamanda bunun gibi birçok video peydah olacak. Belki gelecekte bu bireysel eylemlerin çokluğu düşürecek hükümetleri. Bireysel ve ortak bunalımlar, toplumsal bir hal alacak belki. Aslında çoktan toplumsal bir hal aldı ama bireysellik bunu fark etmemizi engelliyor. Siz, O adamın sözlerini ‘tanıdık’ bulmuyor musunuz? Daha vahimi, kendinizden mi tanıyorsunuz o kelimeleri?

Elinizde bir kaya var, buzdan bir kaya. Bir kar tanesiyken siz büyüttünüz onu. Bir çığ yaptınız. Ve şimdi size emredilen şey onu yukarıya çıkarmanız. Çıkarınız, o hep aşağı yuvarlanacak. Kötülüğe direnmeyecek misiniz? Her şeyin saçma olduğunu bile bile, tekrar tekrar yenileceğinizi bile bile. Yoksa siz, insanlığa, sizin kendi insanlığınıza gerçek boyutlarınızı kazandırmak istemiyor musunuz?

Baş kaldırın! Tepemizde masmavi bir gök var. Bazen kara kara bulutlu. Baş kaldırın, göğe bakın. Göğü görün, gök var tepemizde..

Yazarın Dİğer Yazıları

  1. Cinnet, III. Paylaşım Savaşı, Cennet!
    Dünya Üçüncü Paylaşım Savaşı çoktan başladı sanırım. Tahmin ettiğimiz gibi ultra gelişmiş silahlarla, ‘görkemli’ bir başlangıç olmadı ama oraya da geleceğiz daha. Anlaşılıyor ki bu savaş; vicdan ile vicdansızlık arasında…
  2. 'Çok acı var, dayanamıyorum'
    "Çok acı var, dayanamıyorum. Lütfen beni affedin ve kendinizi üzmeyin, siz elinizden geleni yaptınız. Çok özür dilerim. Çok çaresizim. Özür dilerim. Lütfen çıtçıta iyi bakın. Ve paramı ve her şeyimi…
  3. Sıkıldım bu tekrarlardan.. Bu sistem yıkılmalı artık..
    Sabah uyandım... Haberlere baktım önce.. Sonra, sonra tarihe baktım: Ağustos.. 18 Ağustos mu diye endişelendim.. Hayır.. 7 Ağustos.. Tarihleri mi karıştırıyorum derken, baktım 1992 mi diye?Hayır.. 2015 yılındayız.. Bir zaman…
  4.  İç savaşın ayak sesleri
    Zor bir dönem bekliyor bizi. Burada denge unsuru HDP olacak muhtemelen ve HDP’nin izleyeceği akılcı siyaset, onu parlamenter sistemde iktidara bile taşıyabilir. kendini ifade etmeli ..PKK savaştan kaçınmalı mağrur bir şekilde.. Sosyalist…
  5. AKP'nin ölüm korkusu..
    AKP'nin ölüm korkusu..
    12 Haziran 2015
    Zor görünüyor.. Hdp kendini anlatmalı milliyetçilere, milliyetçiler de çaba göstermeli. Chp’nin ulusalcı kitlesi nasıl değişti, gördünüz mü? Zor değil, olur bu da. Seçimler bitti, AKP tek başına iktidar olma durumunu…
  6. Ben, benim 8 Haziran’ımı biliyorum. Ya siz?
    İspanya da Baskların gördüğü zulme üzülürsün, İngiltere'de İrlandalıların, Amerika’yı lanetlersin, Kızılderililere yaptıkları için, İsrail zaten zalim bir siyonisttir, Filistin Halkı aha şurada duruyor. Ağlarsın Filistin için, hatta boykot edersin İsrail…
  7. Yaşasın 1 Mayıs! Her Yer Taksim!
    Yarın 1 Mayıs! İlk kez 1856’da yürüyüş yapıldı, Melboure’de. Gayet basit bir mesele: 12 saatlik çalışma süresinin 8 saate düşürülmesi. Sonra 1886. Haymarket. Ölenler, öldürülenler, idamlar. Kirli eller… ve o…
  8. Hepimiz çok öldük bu topraklarda…
    ..Ve şayet insansanız, göz pınarlarınız nemlenir. Belki ağlarsınız. İnsanlığın belki en büyük göstergesi, başkasının acısını acınız gibi hissedebilmenizdir. Başkasının suratında patlayan tokadı, kendi suratınızda hissedebilme kabiliyetidir insanlık. İnsan mısınız? "Çok…
  9. Ağrı, HDP, Seçimler ve anlamsızlık
    Ağrı olayından sonra seçimlerde oy kullanmanın bir işe yaradığını düşünmememe rağmen tutupta oyumu HDP’ye vereceğim. Derin devlet ve sığ devletin bu kadar korktuğu ‘şey’ neyse, onun yanında saf tutmak lazım! Hem %50…
  10. Suriyeli aç çocuktan, Cizre'deki çocuklardan bahsetmeyeceğim..
    Umut, gözü dönmüş taşlı, sopalı, ellerinde gaz bidonları olan güruhu, örgütlenmiş cehaleti bir ufak süpürgeyle yenebileceğimizi bilmektedir. O süpürgeyle yenilecek karanlık, o süpürge süpürecek bu ‘pisliği’… Umut gece uyuyamayışımızdadır. Sevdiğimizi,…
  11. Vivaldi'nin ithaka'ya yeşil yolculuğu..
    Hayal gücünün iktidari, Kavafis'in "ithaka"sı gibidir. "Her yürek devrimci bir hücre gibidir" ve önemli olan İthaka'ya varmak değil, o yolda olmaktır. Hayal gücünün iktidarının yolunda. Bazen bu yol kobane'den geçer.…
  12. Efendiler! Adalet hissiyatı yaralanmış halklardan korkun!
    Bir toplumda adalet hissiyatı, bir zerre bile yoksa o artık bir toplum değildir. Dokunulmazların, ayrıcalıklıkların olduğu yerde adaletten bahsedilmez. Ki bu kapitalist sistemin adalet anlayışı tamamen bir aldatmacadır. Toplumun gazını…
  13. Henüz vakit varken.. İstanbul yakılıp-yıkılmadan önce
    Henüz vakit varken, inanmalıyız insanlara. İstanbul yakılıp-yıkılmadan önce. İnsanların ilki, kendimizdir. Kendimize inanmalı. Henüz vakit varken, düşmüşken dehşet dehlizlere. Kırım kırım kırılmışken ümitsizlikten, gülümseyebilmeli insan. Getireceğimiz günlerin hatrına, boşuna çıkmadı…
  14. Bir kapak, Üç aday; Tek 'oyun'...
    Time dergisinin kapağında kim olacak? Dergi 3 isim belirliyor; Sisi, Erdoğan ve Miley Cyrus.. Aslında mesajını vermiş bulunuyor o meşhur dergi; üçünüz aynı klasmandasınız. Yılın kişisi hanginiz olsun :) Sonra,…
  15. Diktatatörler için aşk biter, nefret başlar
    Büyük Usta, Milli Şef, Führer, El Caudillo, Duce, Büyük Amca... Örnekler çoğaltılabilir, yakın tarihe dair kimi ‘liderler'e takılan lakaplar... Hepsi diktatörlerin sıfatları. Hepsi uzun yıllar boyunca iktidarda kaldı, ‘karşı-devrimci' hamleler…
  16. Kan..kan.. sokaklardan akan..
    Kan dökülecek... Bu çağda hala şarklı toplumlarda kan çok önemlidir. Kah bir hayvanın boğazında, kah bir kadının kasıklarında... Kan kutlamadır, "iyi şeyler" için kurban etmektir birşeyleri. Kan dökülür... alna sürülür,…

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…