Yükselen bütün sınıflar gibi, postmodern/muhafazakar burjuvazi de, eski iktidar blokunu değiştirme ve bunun için gerekli hegemonyayı tesis etme süresince demokrasi söylemlerine ihtiyaç duyar. Egemenliğini garantiledikten sonra bu söylemlere de, onları ödünç aldığı liberallere de ihtiyacı kalmayacaktır!
Bir dedektif ne yapar? Küçük bulgulardan (soyut belirlenimlerden) gerçeğe, cinayetin nasıl işlendiğine(somut duruma) ve fail veya faillere gider. Bulgulardan ilişkilerin ipuçlarını elde eder ve onlardan ilişkilerin niteliğini tasarımlar. Bu tasarımla sorgulanacak kişiler, bulgularla en somut ilişki ya da bağıntı içinde olanlar üzerinden tespit edilir sorgulanır.
İster tekil bir vakayı veya örgütlü bir eylemi, ister darbe tezgahlayanları soruşturuyor olun, genel olarak hareket tarzı budur. Mantıksal terimlerle ifade edersek, bu bir tümevarım yöntemidir. Genel olarak hukuk da bu yöntemi izler.
Peki, Ergenekon soruşturma dalgaları bu mantık üzere mi gidiyor? Yoksa ortada bir tümdengelim yöntemi mi var? Soru şöyle de sorulabilir: Savcılar "derin" bir siyasi operasyonun sahnedeki aktörleri mi, yoksa siyasi cinayetlerin, darbe tezgahçılarının peşindeler mi gerçekten?
En başta soruşturmanın yürütülüş tarzı bunu yalanlıyor. Gizlilik ilkesi alenen çiğnenerek.. Yarın hangi dalga olacak, sıra kimlerde; yandaş medyanın köşe yazarlarından öğreniyoruz! Soruşturmadan sorumlu resmi odaklar, olacakları ve iddanemeleri önce yandaş medyaya servis ediyorlar. Yandaş medya, yani sözümona liberel demokratlar ve dinci basın hedef gösteriyor, hedef gösterilenler tutuklanıyor! Başbakan "ben bu davanın başsavcısıyım", "sabırlı olun, daha neler göreceğiz" diyebiliyor! Kendine bağlı yeni bir haber alma teşkilatı var ve soruşturmaya dayanak oluşturan deliller bu dairenin "teknik takip" ve "ortam dinlemesi"nden elde ediliyor!
DAVA NEYİN DAVASI
Ümraniye'de bulunan silahlar, Danıştay cinayeti, Cumhuriyet'e atılan bomba.. Soruşturma bunlarla başlamıştı.. AKP. ne Anayasa Mahkemesinde kapatma davası açılınca, "derin" bir içerik kazandı, "Ergenekon Terör örgütü" adıyla kapsama alanı genişledi..
Hala süren bir darbe tehditi mi varki iki yıldır tutuklamalar devam ediyor? Bunun bir cevabı yok. Uzun uzun iddianemeler yazılıyor. Öbür uçtan, darbeci emekli generaller tahliye oluyor. Belli ki, Büyükanıt-RTE arasındaki Dolmabahçe mutabakatı çerçevesinde 2004'teki darbe teşebbüslerinin faillerini yargı önüne çıkarma hedefinde olduğu izlenimi veren soruşturmalar yön değiştirmiş bulunuyor.
Kuşkusuz bu bir siyasi dava. Ama önemli olan ne tür bir siyasi dava olduğunu tespit etmek. Başbakanın başsavcı rölünü üstlenmesi ve diğer bir dizi gösterge, bu davanın rejim değişikliğini hedef alan bir stratejinin önemli bir parçası ya da onun taktik bir aşaması olduğu kanısını güçlendiriyor. Dalgalarının herbirinde iktidara muhalif, laik ve cumhuriyetçi kimlikleriyle toplumda yer etmiş akademisyenler, yazarlar ve gazeteciler tutuklanıyor. Siyasi cinayetlerden sorumlu İbrahim Şahin gibi Susurlukçu'larla, Veli Küçük gibi kontracılarla aynı sepete koyulmaları toplumsal itibarlarını yoketmeye ve böylece toplumu sindirmeye yönelik. Yerel seçim sonuçları cesaret verici düzeyde olursa, hiç kuşku duyulmasın ki, sıra başka taktik aşamalara da gelecektir..
İ. Şahin'in evinde çıkan krokinin ardından heryerde toprak altından cephanelikler ortaya çıkarılıyor. Silahları oraya kim koymuş, ne için koymuş bunun üzerine odaklanan bir soruşturma yok. Ama medyada bu konuda fallar açılabiliyor.
Toplum, CİA'nın hem seneryosunu yazıp, hem de süflor olduğu bir tür "Görevimiz Tehlike" filmi izliyor sanki. Burada ulusalcı yazar, gazeteci ve akademisyenler terörist olarak niteleniyorlar, ABD'nin 11 Eylül'le yürürlüğe soktuğu rejimin terörist tanımına uygun olarak. Soruşturmanın arkası burdan da görülebilir..
Öte yandan 1990'lı yıllarda işlenen ve faillerinin dinci örgütlenmeler olduğu yargılama süreçlerinde de ortaya çıkan Uğur Mumcu, Bahriye Uçok, Kışlalı ve Muammer Aksoy gibi aydınların asıl katillerinin adresi de Ergenekon örgütü gösteriliyor, F tipi denilen medyada.. Bir başka deyişle dinci illegal örgütler aklanmaya çalışılıyor.. MLKP ve Dev-Sol ise, Ergenekon iddianamesine sokuluyor. Daha da ilginci, Youtube'da tedavüle konan videolarda, Uğur Mumcu'yu Ergenekoncu İlhan Selçuk'un öldürttüğü, Alevilere yönelik işlenen cinayet ve katliamların da bu örgütçe işlenip dinci-şeriatçı öngütlerin üstüne atıldığı teması işleniyor.
HEDEF REJİM DEĞİŞİKLİĞİ
Belli ki Ergenokon bahane. Peki, onunla yapılmak istenen nedir?
Bal gibi rejim değişikliğidir. Dava, bir korkutma, sindirme ve pasifikasyon aracı. İktidar blokunun yeniden mevzilendirilmesi ile devletin yeniden biçimlenmesi gündemdedir. Yaptıkları budur. İktidar ve rejim değişikliği uluslararası sınıf ittifaklarıyla yapılır. AKP'nin temsil ettiği sınıflar bloku bu ittifakları sağlamış durumda; ABD, AB ve Arap sermayesi.
Dava dışardan Türk Gladio'sunun tasfiyesi gibi görülüyor/ gösteriliyor ve destek buluyor. İçerde ise ahmak liberaller ve onları izleyen bazı solcular tarafından Cumhriyet tarihinin en büyük demokratikleşme girişimi olarak selamlanıyor. Yunan cuntasının lideri Papadopuos'un nasıl yargılanıp hapse tıkıldığını, Şili diktatörü Pinoshet'e İspanyol savcının nasıl dava açtığını ballandıra ballandıra hatırlatıyorlarda, 12 Eylül faşist cuntasının lideri K. Evren'in adeta yaptıklarının ödülü olarak Marmaris'teki villasında ikamet ediyor olmasını hatırlıyamıyorlar! 12 Eylül'ü yapanları yargılamak, yargılamayı engelleyen maddeleri kaldırmak ne iktidarın aklına geliyor, ne de "demokratlar"ın! Sanki 12 Eylül yargılanmadan, devlet içindeki çeteler, kontralar açığa çıkarılabilir ve gerçek bir demokratikleşme olabilirmiş gibi.
Yarısı sıkıyönetimlerle geçen 70'li yıllarda özellikle Milliyetçi Cephe iktidarları için parlamenter faşizm terimini kullanırdık. Bu terim, seçimle parlamentoda çoğunluğu sağlayan sağ iktidarların faşizan uygulamalarıni ifade ediyordu.. Terimi esinlendiren bir dönem de vardı, DP iktidarı dönemi. DP muhalefette demokrasi savunucusuyken, iktidarı döneminde parlamento çoğunluğuna dayalı bir diktatörlük kurdu. "Filipin Tipi Demokrasi" de derilen ve yeni-sömürgeci dönemin karakteristiği olan bu rejim, parlamenter demokrasinin salt seçime dayalı bir versiyonuydu. DP iktidarı egemen blok içinde güç kaybetmekte olan pre-kapitalist yapıların ve işbirlikçi burjuvazinin iktidarı olarak Soğuk Savaş politikalarının en hızlı uygulayıcısı oldu. Ülkede tam bir Mc Charty dönemi yaşandı. Dönemin sonuna doğru bu iktidar, muhalefeti susturmak ve sindirmek için vatan cepheleri kurmaya, mesliste tahkikat komisyonları ile muhalefet partilerini sorgulamaya kadar işi vardırmıştı.
AKP iktidarı da benzer bir yol izlemekte. Hatta daha da ötesi. Tarihsel koşullar farklı olsa da hatırlamakta yarar var. Reichstag'ı (Alman parlamento binası) kunduklama işi bizzat hükümeti kurmaya atanan Nazi partisinin tezgahıydı. Göbels'in propaganda makinesi tarafından komünistlerin üstüne atılan bu yangın, Hitlerin muhalifleri ve basını susturmak için parlamentodan bir Yetki Yasası çıkarmasına yaradı. 161 komünist milletvekilini tutuklatarak diktörlüğünün yolunu açmıştı bu yasayla. Bu, faşizmin parlamenter yoldan gelişine olduğu kadar, diktatörlüklerin inşasında provokasyonların rolüne de ışık tutan çarpıcı bir örnektir.
İslami hareketin nasıl yükseldiği ve hangi dönemeçlerden geçtiğini anımsıyalım.. 1994 yerel seçimlerini kazandıktan sonra "kanlı mı kansız mı" sorusunu gündeme getirmişlerdi.. 1995'te birinci parti ve ardından Refahyol'un büyük ortağı oldular. Erbakan , Susurluk çetesi ortaya çıktığında, çete için "faso-fiso" dedi! Postmodern darbe olarak siyasi tarihe geçen 28 Şubat süreci ile iktidardan uzaklaştırıldılar. Ama 28 Şubat onları kaleyi içten fethetme stratejisine yöneltti ki bu, Fetullahçıların uzun zamandan beri özellikle ordu, emniyet ve diğer kurumlarda izleye geldikleri bir straejiydi ve iktidarın emperyalizmle işbirliği içinde alınabileceğini öngörüyordu. Böylece, Erbakanın "milli görüş" gömleği çıkartılıp Fetullah Hocaefendinin Amerikancı gömleği giyildi, cemati de ahtopot gibi her alana el attı. 2002 deki seçimler böyle alındı. 2007'ye gelindiğinde, kurucu ideolojinin askeri ve siyasal temsilcileri ile uzlaşmayı reddedip Cumhurbaşkanlığı seçimini krize dönüştürdüler. CHP'nin tavrı ile bütünleşen 27 Nisan e-muhtırası, "demokrasi bizim için bir araçtır" diyenlere (RTE ve AKP'ye) darbeye karşı demokrasiyi savunan bir konum kazandırmış oldu.. Böylece %47 ile yeniden seçimleri aldılar.
Sonuçta ideolojik-kültürel ve politik hegemonya sağlandıktan sonra sıra buna uygun devlet biçiminin dönüştürülmesine gelmiştir.. Demokratik ve laik yaşam biçiminin yabancılaştırılması ya da "ötekileştirilmesi" olgusunu toplumun dikkatine sunan Binnaz Toprak'ın araştırması bu çerçevede okunmalıdır. Araştırmanın islami çevrelerde ve onların işbirlikçisi liberal "aydınlar"da tepki alması bu yüzden. Bu araştırma mikro düzeyde islami baskının egemen hale geldiğini göstermektedir. Uzun yıllardır Anadoluda gericilik belediyeler eliyle geliştirilip örgütlenmekte ve kültürel alanı istila etmekte zaten. Aşağıda iş genel olarak bitmiş sıra yukarıya gelmiştir.
TEHDİT ALGILAMASI
Sol Kemalistlerin ve "sosyal-demokrasi"nin, ulusalcılık şiarıyla büsbütün devlet koruyuculuğuna çekilmesi, modern burjuva cumhuriyetin ve onun dayandığı rasyonellerin tehdit altında olması ile açıklanabilir. Yani devletin muhaliflerini pasifize etme-yoketme stratejesi izleyen Kontr-gerillacılarla bu kesimleri aynı çizgide buluşturan bu tehdittir. Tehditi berhava etmekte ordu müdahalesini de bir seçenek olarak görmeleri, Ergenekon soruşturmasını açtıranların işini kolaylaştırdı, çeteci ve kontracılarla onları aynı çerçeve içine sokabiliyorlar. Bu bir dönüm noktasıdır da. Postmodernizmin politikaya yön verdiği bir dönemde Kemalist ideolojinin sol yorumuyla da ideolojik bir çimento olma vasfını tümüyle yitirdiğini göstermektedir. Hem Kürt sorunu, hemde İslami hareket bağlamında kendini yeniden-üretemez katılıkta oluşu tasfiyesinin koşullarını oluşturdu.
Diğer bir kolaylaştırıcı unsur, demokrasi mi cumhuriyet mi ikileminin dayatılmasıdır. Bir tarafın cumhuriyetin bekası için gerekirse demokrasiden feragat edilebilir eğiliminde olması islamcı hareketin ve iktidarının işini kolaylaştırmıştır. Onlar da demokrasiyi cumhuriyete karşı çıkarmışlardır. Hem bu cumhuriyet "jakoben bir cumhuriyet"ti.. Liberaller öteden beri bu eleştiriyi dile getiriyorlardı.. İktidar çevrelerinin bu eleştirileri sahiplenmeleri onların desteğini de sağlamış oluyordu. En son sıra sosyalist solun pasifize edilmesine gelmişti. Bu da Ergenokon örgütünün aslında kontr-gerilla olduğu izlenimi yaratılmasıyla sağlanıyor. Bu ülkede solcular 30 yıl boyunca kontr-gerillanın hedefi oldular ya. İlk kez bunun üstüne giden bir iktidar var ortada şimdi. Liberal solcular bu yemi yutmuş görünüyor. Öyle ki, demokratlıklarını bile unutmuşlar. Tutuklanan insanların fikirlerine ya da ideolojik çizgilerine bakıp hüküm veriyorlar.. "Kemalistse suçludur, mutlaka bulaşıktır o işlere". 12 Mart ve 12 Eylül'lerin mantığı gibi.."ilerici ve komünistse suçludur". Bu Mc Charty'cilik ne yazık ki sosyalist sola da sirayet etmiş bulunuyor. Kemalistlerle mi ilişkili, ergenekoncudur!
BATI'NIN KAPISINDA İSLAMIN BEKÇİSİ OLMAK
BOP'nin başarısının Türkiye'deki devletin tarihinden gelen özerk eğilimlerinden arındırılması ve onun "ılımlı" islam kalıbına sokulmasıyla mümkün olabileceğini söylemek abartı olmaz. "Eşbaşkanlık" böbürlenmesinin ardında, ABD'nin "Büyük Ortadoğu"sundan Necip Fazıl'ın "Büyük Doğu"suna ulaşma emellerinin saklı olduğunu söylemek de. Ortadoğunun temel meselelerinden biri Kürt sorunudur. Bu çözülecektir.. ABD planına uygun bir çözüme karşı çıkanlar pasifize edilmektedir. Bunlar kimlerdir, mısak-ı millicilerdir, yani ordu içinde ve dışındaki Kemalistler. Peki yalnızca kemalizm meselesi midir bu? Madalyonun öbür yüzü laikliğin tasfiye edilmesidir. Tasfiye edilmeli ki, özgürlüğün koşullarından ve tüm solun kültürel temellerinden biri ortadan kalkmış olsun; İslami devlet ve toplum yapısı realize olabilsin. Böylece Batı'nın kapısında, islami dünyanın bekçisi konumuna gelebilsin Türkiye. Emperyalizmin Türkiye'ye biçtiği "model"-rol budur.
Ne yazık ki, liberalizmle malül bir çok solcu bunu göremiyor. Buradan bir demokrasi çıkar mı beklentisi içinde, dolayısıyla, sınıfın "modern" fraksiyonuna karşı, aynı sınıfın yükselen fraksiyonunun egemenliğini savunma pozusyonuna düşüyor. Oysa, yükselen bütün sınıflar gibi, postmodern/muhafazakar burjuvazi de, eski iktidar blokunu değiştirme ve bunun için gerekli hegemonyayı tesis etme süresince demokrasi söylemlerine ihtiyaç duyar. Egemenliğini garantiledikten sonra bu söylemlere de, onları ödünç aldığı liberallere de ihtiyacı kalmayacaktır!
SEÇİM SONRASI
Bu yazı seçim öncesi yazıldı. Seçim sonuçları AKP"nin %8 oy kaybetiğini ortaya koydu. Bu sonuç nasıl okunmalıdır? Gidişata dur demek midir bu? Herkes kendi durduğu yerden belirli sonuçlar çıkarıyor.
Ama sanırım, Seçim sonuçlarına bir de konsolidasyon açısından bakmak gerekir. AKP %34 ile iktidar olmuştu. Sonra %46.5 aldı. Yerel seçimlerde ise %38. Bu %4'lük bir kitleyi konsolide ettiği ve hatta kendi ideolojik çizgisi ile eklemlediği anlamına gelmiyor mu? Ayrıca kaybedilen oyun büyük bölümü nereye gitti? Saadet Partisine değil mi?
Bu neyi gösterir? AKP'nin İslamcı ideolojiyle bağdaştırılmayan liberal politikilarına gösterilen tepkinin yine islamcı partide ifade bulmasını. Bu açıdan ivmenin kırıldığını söylemek zor.
Obama'nın ziyareti ise, ABD.nin temel politikalarında bir değişiklik olmadığını ortaya koydu.. Sıcak mesajlarıyla AKP iktidarıyla bir sorunu olmadığı izlenimini verdi Obama. O kadar ki, New York Post gazetesi, 8 Nisan tarihli bir yorumunda, "başkanın, Ankara'ının önünde diz çökerek, NATO zirvesinde neo-taliban öfke saçan, Mustafa Kemal'in cami ve devleti ayırma mirasından dönen, yavaş yavaş ilerleyen islami darbeye karşı muhalefet eden orta sınıfların şaşkınlığı içinde islami hükümete" onay vermekle eleştiriyor. Yani ABD yönetimi nezdinde BOP bağlamında Ilımlı İslam devleti hedefi hayatiyetinden bir şey kaybetmiş değil.
CHP, AKP'ye karşı stratejisini değiştirmiş olmasına karşın fazla başarılı olamadı. Laiklik ekseninden koparak, yoksulluk-yolsuzluk ekseninde bir politika yürütmesi, oylarını görece artırmasına rağmen bir sıçrama getirmedi. Ancak İstanbul'da Kılıçdaroğlu'nun sergilediği yaklaşım önemli bir oy sıçraması yarattı. Eğer CHP, bunu değişim yönünde bir enerjiye dönüştürüp sosyal-demokrat politikaları gündeme getirebilirse AKP karşısında alternatif olabilir.
Tarih her zaman tersini göstermiştir ama Türkiye koşullarında belki bu vesileyle sosyalist solu da değişim rüzgarları sarabilir! Çünkü, onca lafa karşın, 3. kutup yolunda kaydadeğer bir adım atılmadı.
Sonuç olarak, Türkiyenin önünden postmodern faşizm tehlikesi kalkmış değildir. İslami ideoloji ile 20 yıldır yoğrulan bir kitle temeli var. Evet, yavaş yavaş ilerlemektedir. Ama önemli mevziler elde etmiştir. Seçim sonrasında geçici bir duraksama olabilir. AB'ye aday bir ülkede bu olmaz diyenler arasında AB.ci olmayan sosyalistlerin de olduğunu biliyorum. Ama bu, demokratik özgürlükleri, AB.ciler gibi, AB güvencesine bağlamaktan başka bir anlama gelir mi? Bu noktada, ülkenin bu noktaya gelmesinde sosyalist solun da önemli bir payı olduğunu kaydetmek gerekiyor. Her seçim sonrasında bir başarı elde edemedik ama, gelecek için önemli birikimler sağladık, türünden analizler sorunun üstünden atlamaktır. Başkalarına iğneyi batırırken çuvaldızı kendimize batırmaktan neden kaçınıyoruz hala? Sosyalistler, -koşullar bunca elverişliyken- niye bir alternatif oluşturamıyorlar? Bunun cevabını vermekle yükümlüyüz.
SONUÇ VE 12.DALGA!
Sanırım, Ergenekonun 12. dalgası meseleyi ikna edici bir şekilde ortaya koyuyor olmalıdır . Aralarında kimler var? Cumhuriyet mitinglerinde konuşurulmayan 65 bin öğrenciye burs veren ÇYDD'nin kanser tedavisi gören başkanı Türkan Saylan! "Baba beni Okula Gönder" kampanyasını yürüten ve Milliyet Gazetesi İcra Kurulu üyesi Tijen Mergen, rektörler.. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin şubelerinde aramalar ve gözaltılar!
Emniyet İstihbarat Dairesi eski Başkan vekili Bülent Orakoğlu'un bir cümlesi durumu özetliyor: "Bu 70 yıllık tarihin temizlenmesidir" Mesele özetle budur. Demek ki, diyen "Asrın davası" nitelemesini boşuna yapmamış.
Peki bu mesele karşısında tavır almak, "despotik kemalist cumhuriyeti savunmaya kalkmak" mı olur? Bazı arkadaşlar (..) ulusalcıları eleştirirken böyle diyor ve ekliyor: "sosyalist bir cumhuriyet için mücadele, bir solcu ve sosyalist için, kemalist cumhuriyeti savunmaktan daha anlamlı değil midir?" Kuşkusuz öyledir, bunu tartışmak bile abes. Ama "onlar birbirini yesinler, bize ne" anlayışı sosyalist cumhuriyet için mücadele anlayışıyla bağdaşmaz. Bu yaklaşım "ılımlı" islam devleti hedefini küçümsemek anlamına gelir. Ortada, bir tarafın hegemonyasını kaybetme refleksi ile varolduğu, diğer tarafın rovanşist bir mantıkla sürdürdüğü bir sınıf mücadelesi var. Ve bu mücadelede, Marksizmin kaynaklarını ve işçi sınıfının kültürel kazanımlarını da içeren çağdaş ve ilerici ve bilimsel olan ne varsa onun tasfiyesi, post-modern faşizmle ikame edilmesi ve nihayet islamcı bir toplum yaratma sözkonusudur.
KIZILCIK-MAYIS 2009
Yazarın Dİğer Yazıları
Fareler, Muktedirler ve Seçim
12 Mayıs 2023TİP’in kararı, HDP’nin Çengiz Çandar Tercihi
28 Nisan 2023Faşizm ve İç Savaş
30 Haziran 2022Devrimci durum ve Emek Cephesi
8 Kasım 2021Kurucu Meclis, Halk ittifakı ve HDP
23 Eylül 2021Mihri Belli’den kalan: Devrimin güncelliği
16 Ağustos 2021Güzel bir insan, kararlı bir devrimci: Şaban Ormanlar
13 Temmuz 2021Faşist MHP Kapatılmalıdır!
4 Temmuz 2021Finale Doğru
26 Nisan 2021Yeni-Osmanlı Galaksi İmparatorluğu:)
13 Şubat 2021Demokrasi Manifestosu, Geçici Hükümet’le Erdoğan’sız seçim!
11 Aralık 2020Seçimler Amerikan toplumundaki yarılmayı açığa çıkardı
11 Kasım 2020Egemen paradigmanın içindeki ‘Muhalefet’
3 Eylül 2020Devletin emperyalist siyaseti, faşizm ve Kürt sorunu
8 Temmuz 2020Dayanışma
21 Mayıs 2020AKP-MHP’li vekiller deyyusların ‘siyasi’ temsilcileri mi?
16 Nisan 2020Cumhuriyeti mi, tasfiyesini mi kutluyorsunuz!
31 Ekim 2019Marksist Devrimci olarak Mihri Belli
16 Ağustos 2019Cumhur ittifakı değil Cürüm ittifakı
13 Mayıs 2019İkili kriz: hem iktidar hem muhalefet
27 Şubat 2019