“Şeffaflık kaygıyı azaltır. Bilinçli farkındalık şeffaflıkla mümkündür. Farkındalık dayanıklılığı destekler. Müdahil olmayı sağlar. Dayanışmanın, ortak amaçların zeminini oluşturur. Aynı soruna karşı çözüm arayanların ortaklaşmasını hızlandırır. Toplumu etkinleştirir ve geliştirir.”
Merhaba… Politez'e benim de katkıda bulunmam önerildiğinde, hangi konu ile ilgili yazacağımı, tahmin edeceğiniz üzere, uzun uzadıya düşünmeme gerek yoktu. Corona virüs ile yatıp kalktığımız şu günlerde aklımı başka hangi konuyla meşgul edebilirdim ki?
Yazıma, 2011 yılında kapatılan Devlet Planlama Teşkilatı'nın (DPT) eski müsteşarı ve CHP İstanbul Milletvekili İlhan Kesici’nin bence şimdiki zamanların popüler olmaya aday sözünü başlık atarak dikkat çekmek istedim… Kesici, konuk olduğu bir TV programında Corona virüs hadisesinin ülkemizde tam olarak kavranamadığını ve özellikle alınan ekonomik tedbirlerin de “güdük” kaldığını söyledi… Neden güdük kaldığını şöyle bir karşılaştırma ile ifade ediyor: “İlk önce ABD Merkez Bankası sisteme 700 milyar dolar enjekte etti. IMF 1 trilyon dolarlık “hızlı kredi imkânı” açtı. Avrupa Merkez Bankası 750 milyar Euro'yla girdi. ABD 2.2 trilyon dolarlık paket açıkladı. Dünya işin ciddiyetini çok iyi algıladı ve yönetiyor.” Peki, bizim devletimiz ne yaptı? Önümüze 100 milyar liralık janjanlı (!) bir yardım paketi koydu, yani “idare ediverin” dedi. Yetmedi, “Biz bize yeteriz Türkiyem” milli dayanışma kampanyası başlatarak yardım hesabı açtı, o 100 milyarlık yardım paketinin yanına bir de bu kampanyanın IBAN numarasını koydu ve “pamuk eller cebe” dedi… Şaşırdık mı? Hayır. Böylece bu müthiş kampanya ile birlikte, milletinden para isteyen Sri Lanka, Lübnan, Irak, Senegal ve Güney Afrika Cumhuriyeti gibi ülkelerle aynı fotoğraf karesine giriverdik.
Corona virüse karşı yeterince silahlanamaz ve gerekli önlemleri alamazsak kısa bir süre sonra tanı ve ölüm vakalarında, 60 milyonu aşan nüfusa sahip İtalya’yı geride bırakacağımız ifade ediliyor. Yaklaşık 350 milyon nüfuslu Amerika, mevcut aşamada salgının merkezi olma yolunda. Süper güç, hastalığın pençesinde ama kuyruğu dik tutmaya çalışıyor.
Ya biz? İşte size tarihten bir yaprak: İstanbul’da 1811 yılının sonlarında veba ortaya çıkar, 1812 yılı boyunca devam eder ve ancak 1813 yılının başlarında son bulur. O dönemde Şânîzâde Atâullah Mehmed Efendi isminde bir hekim, ailesiyle birlikte evine kapanmayı tercih eder. Hastalığa karşı tedbir alınması ve bu doğrultuda “tecrid” uygulanmasına gidilmesi gerektiği konusunda defalarca uyarılarda bulunmasına rağmen görüşleri umursanmaz ve alaya alınır. Sonuç: Yüz binlerce ölü, tükenen zahire ve bomboş ambarlar, her açıdan tükenmişlik... O tarihlerden bugüne değin değişen bir şey yok, ne yazık ki… Durumun vahameti ancak o vahamet yaşandığında anlaşılıyor.
Ölüm kalım savaşı yaşadığımız şu günlerde milletçe bize uzanacak güçlü bir el bekliyoruz. Ama o el bi’ görünür gibi oluyor sonra hemen kayboluyor… Kendi OHAL’imizle baş başa bırakılıyoruz. Ucu görünecek mi görünmeyecek mi bilemediğimiz bir tünelde, hepimiz en az 1,5 - 2 metre mesafede yürümeye çoktan başladık…
Halk Sağlığı Uzmanları Derneği HASUDER’in web sitesinde, 31 Mart tarihli haber postasını okuyorum. Posta, bir öneri ile başlıyor ve diyor ki: “Şeffaflık kaygıyı azaltır. Bilinçli farkındalık şeffaflıkla mümkündür. Farkındalık dayanıklılığı destekler. Müdahil olmayı sağlar. Dayanışmanın, ortak amaçların zeminini oluşturur. Aynı soruna karşı çözüm arayanların ortaklaşmasını hızlandırır. Toplumu etkinleştirir ve geliştirir.” Ben buradan devam edeyim… Dayanışma ortak akıl gerektirir. Her alanda ayrıştırıldığımız, kategorize edildiğimiz bu ülkede birbirimize danışmamız, dayanmamız, dayanışma oluşturmamız mümkün olabilir mi? Cevabı belli galiba…
HASUDER’in bu kez 30 Mart tarihli “Umut ve Endişe” başlıklı yazısı dikkatimi çekiyor. Özellikle pandemi çalışmalarıyla ilgili bütün girişim, ölçüm ve bulguların her türlü kaygıdan arınmış olarak daha şeffaf biçimde uzmanlarla ve halkla paylaşılmasının gerekli olduğunu dile getiriyor.
Yazının şu son bölümü önemli:
“İl Koordinasyon Kurullarının hayata geçirilmesi ve bu kurullarda Halk Sağlığı Uzmanlarına yer verilmesi yönünde alınan kararı önemsiyor; varlığımızın bu kurullara önemli katkı sağlayacağına inanıyoruz. Bununla birlikte, Halk Sağlığı Uzmanlarının merkez düzeyindeki Bilim Kurulunda da daha güçlü biçimde yer almasının ve il operasyon ve koordinasyon çalışmalarına aktif katılımlarının sağlanmasının sürece yapacağı katkıyı vurgulamak istiyoruz.
Ülkemizin dört bir yanındaki üniversitelerimizde ve tıp fakültelerinde görev yapan bütün halk sağlığı alanındaki akademisyen, asistan ve sahadaki uzmanlarımız bu göreve her türlü fedakârlığı içerecek şekilde hazırdır.”
Bu aralar sıklıkla takip ettiğim ve görüşlerine çok değer verdiğim bir uzman var: Dr. Serdar Savaş. Bir toplum sağlığı ve Genombilim uzmanı. Tüm meslek hayatını, sağlık ocağı hekimliği, il sağlık müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı’nda yöneticilik, Dünya Sağlık Teşkilatı’nda yöneticilik, Avrupa Program Direktörlüğü gibi doğrudan insanların sağlığını koruyan ve geliştiren hizmetlere harcamış. Resmen çırpınıyor, virüse karşı bütün aktörlerin, uyumlu bir birlik içinde topyekûn savaş vermesi gerektiğini anlatıp duruyor… Devlete, Cumhurbaşkanına sesleniyor, adeta yalvarıyor. Özellikle halk sağlığı uzmanlarının etkin bir sürveyans ve test politikası çerçevesinde, sahada olması gerektiğini söylüyor, söylüyor… Dilinde tüy bitinceye kadar.
Evet, bu virüsle birlikte bazı sözcükleri artık sık sık duyar olduk. Bunlardan biri de sürveyans. Kaba tabirle; şüpheli vakaların izinin sürülmesi... İzi sürülen şüphelilerin karantinaya alınması ve gerektiğinde test yapılması, sürecin diğer önemli safhaları ve vakaların azaltılması için şart! Peki, bu süreç en sağlıklı biçimde nasıl işletilmeli? Dr. Savaş’ın bu konuya da ilişkin açıklamalarını şu şekilde özetleyebiliriz: Önce kontrollü sokağa çıkma yasağı uygulanmalı. Altı gün sokağa çıkma yasağı, iki gün çarşı izni, sonra yine altı gün sokağa çıkma yasağı, iki gün çarşı izni. Bu yasak, vakaları aşağı çekene kadar devam etmeli. Bu esnada valilik kararıyla özellikle halk sağlığı uzmanları sahada olmalı, vakalar tespit edilmeli, her vakanın etrafında o vakayla temas etmiş insanların evlerine girilmeli, şüpheliler bulunmalı, bu insanları evlerinden çıkartmadan boğaz ve burundan örnek alınmalı, bu örnekler en yakın PCR laboratuvarına götürülmeli ve testi yapılmalı… Test yirmidört saatte de çıkabilir, üç günde de… Bir PCR makinasıyla günde iki ya da üç vardiya usulü ile çalışılırsa yüzlerce, binlerce test yapılması da mümkün. Savaş’ın dert yandığı konu ise Türkiye’nin şu anda elindeki PCR laboratuvarlarını bir türlü kullanmadığı... Gerek kamu sağlık kurumlarında, gerek özel sektörde, gerekse üniversitelerde yeterince PCR makinası var ama atıl… Buna gerçekten anlam vermek zor. Türkiye PCR kapasitesini mutlaka kullanmalı. Günde 100 binden fazla test yapacak kapasitesi var. Maliyeti mi yüksek? Bir test 250 TL. Günde bin kişiye yapılırsa toplam maliyeti 250 bin TL., 10 bin kişiye yapılırsa toplam maliyeti 2, 5 milyon TL., günde 100 bin kişiye yaparsan toplam maliyeti 25 milyon TL. yapar. Bunu ödemek mümkün değil midir? Ciddi bir yönetim ve organizasyon sorunuyla karşı karşıyayız…
Şaka değil, böyle gidersek birkaç ay içinde en az 20 bin ölümle büyük bir trajediye yol alacağız.
Şunun altını çizmekte fayda var: Salgın bir hastalık değil; bir durumdur. Kontrol edilebilir bir durum… Kontrol ise akılcı ve bilimsel kararlarla sağlanabilir…
Yarınımızdan endişe duymayacağımız günlere ulaşabilmek dileğiyle yeniden bu satırlarda buluşalım.
Yazarın Dİğer Yazıları
Ekoloji örgütleri: Tüm varlıklar için özgür, eşit ve adil bir yaşam!
29 Ocak 2023Kooperatifler halkların gıda egemenliği anlayışına uygun örgütlenmeli!
26 Haziran 2022Tek yol: Halkların Gıda Egemenliği ve hemen!
22 Mayıs 2022Kaderimizi gıda mı belirleyecek?
11 Nisan 2022Bereketi Kıtlığa, Zeytini Hırsınıza Kurban Edemezsiniz!
8 Mart 2022Paris İklim Anlaşması, bir anlaşma mı yoksa bir aldatmaca mı?
7 Şubat 2022'Kanal İstanbul' müsilajı bitirir mi? Yoksa her ikisiyle yaşam mı biter?
20 Haziran 2021Koronavirüsle birlikte eşikte bekleyen bir başka sorun: Susuzluk…
24 Nisan 2021Sorular bitmiyor: Aşı gerçeğinin acı yüzü
25 Kasım 2020Eğitim pandemi kıskacında, dümen tutmuyor.
29 Eylül 2020CORONA'nın Düşündürdükleri ve Öğrettikleri - 2
17 Nisan 2020Corona'nın düşündürdükleri ve öğrettikleri
9 Nisan 2020