Eğitim pandemi kıskacında, dümen tutmuyor.

Sibel Ersöz

29 Eylül 2020
Eğitim pandemi kıskacında, dümen tutmuyor.

Devlet okullarına giden öğrencilerden 754 bin 429 öğrencinin evinde televizyon yok, 1,5 milyonun bilgisayarı yok, 3 milyon 17 bin 718 öğrencinin interneti yok. Yani uzaktan eğitimde yok çok…  Televizyonu, interneti, bilgisayarı olmayan öğrenci nasıl eğitim alacak?

İlkokul mezuniyet yıllığıma bakıyorum… 1970’li yıllar. Siyah önlüğümün ve bembeyaz yakamın içinde, hayata ilk adımlarımla hazırlanmanın çocuksu neşesiyle, sınıf arkadaşlarımla ve öğretmenimle birlikte objektife verdiğim gülümsemeye takılıp kalıyorum… Öğrencilik yıllarımda, okuduğum tüm okullarda, kokusunu unutmadığım sınıflarda, öğretmenlerimle, sınıf arkadaşlarımla pek çok güzel, iyi, kötü anılar biriktirmişim...  Şimdi anı olarak baktığım o yaşanmışlıklar ne çok şey katmış bana… Ne çok şey öğrenmişim, tecrübe etmişim, kurduğum nice duygusal bağlarla meğer ruhumu beslemişim. Beni bugünlere getiren, mayamı şekillendiren o yıllara, öğrencilik yıllarıma minnettarım. 

Hissettiğim bu duyguları şimdiki zamanların çocukları da benim yaşıma geldiklerinde yaşayacaklar mı acaba? Nasıl bir hayat ortamında ve nasıl bir duyguyla öğrenciliklerini, çocukluklarını, gençliklerini anımsayacaklar? Yoksa o dönemlerine, kocaman boşlukların kapladığı, mahrumiyetlerle, büyüklerin beceriksizlikleri nedeniyle yaşanan acı bir zaman dilimi olarak mı, hayatta geride kalmanın ezikliğiyle mi, dudak bükerek mi bakacaklar? 

Üzülüyorum… Hem de çok… Kendimi “şanslılar” sınıfında görmeyi de kabul etmiyorum. Eğitim, dünyaya gözünü açan her yurttaşın en temel hakkı. Savaş dahil en zor koşullarda dahi devlet, anayasa ve uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınan bu en temel hakkı yurttaşına teslim etmekle, onun modern ve çağın gereklerine en uygun kaliteli eğitimle yetişmesini sağlamakla sorumludur. Bu hak sadece birilerin şansı olamaz…  Ne yazık ki, kahramanlık destanlarıyla kurulan ve yüzüncü yılına yaklaşan cumhuriyetimizin bugünkü çocukları, gençleri, yeni nesil heba olmak üzere…  İçim sızlıyor… Yanlış ve kifayetsiz ellerde kendi kaderine terk edilmiş bir nesil yetişiyor.

Bu olup bitenler nasıl açıklanacak? 

Uzaktan eğitim bilmecesi…

Çin’in Hubey Eyaleti’nin Vuhan kentinde 12 Aralık 2019’da ortaya çıkan, hızlı bir şekilde diğer ülkelere de yayılan, yüzyılımızın küresel salgını, yeni tip koronavirüs (Kovid-19), ülkemizi de en ağır bir biçimde etkilemeye devam ediyor.  Öylesine etkiliyor ki, öngörü yetisinden uzak, her olumsuzluğa hazırlıksız yakalanan hükümetin eğitim, sağlık, ekonomi alanlarında çapsız, anlık, günlük, akılcılıktan uzak plan ve uygulamalarıyla oradan oraya savruluyoruz. 

Eğitimde dümen bir türlü tutmuyor.  Hükümetin yıllardır ülkenin ihtiyaçlarına cevap veremeyen, her alana yaptığı gibi eğitime de enjekte ettiği neoliberal uygulamalarıyla eğitim sistemimiz, yetmezmiş gibi pandeminin beraberinde getirdiği kısıtlamaların da etkisiyle iyice çıkmaza girdi. 

Geçtiğimiz 11 Mart’ta açıklanan ilk resmi vakanın ardından okullarda yüz yüze eğitime ara verildi ve uzaktan eğitime başlandı.  Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, 1,5 milyon öğrencinin uzaktan eğitime ulaşamadığını açıkladı. Eğitim emekçilerinin sendikası Eğitim Sen ise 6 milyon öğrencinin uzaktan eğitime ulaşamadığını veya eğitim sürecinden tamamen koptuğunu açıkladı. 

Peki sonra?

Mart ayında eğitime ara verilmesi sonrası yaşanan sorunlar tek tek masaya yatırıldı mı?  Eğitim iş kolunda örgütlü sendikaların, eğitim uzmanlarının, sağlık uzmanlarının, velilerin eleştiri ve kaygılarını gidermek için çaba gösterildi mi? Yeni eğitim ve öğretim yılı öncesinde, pandeminin getirdiği kısıtlamalar altında gerekli alt yapı çalışmaları yürütüldü mü?

Gerçekleri yazan ve söyleyen sınırlı sayıdaki medya kanallarında, uzmanların bu yönde yaptıkları değerlendirmelere bakıyorum. Sonuç: olumsuz…   

Devam edelim… 2020-2021 Eğitim Öğretim dönemi, 31 Ağustos’ta, uzaktan eğitimle açıldı. 21 Eylül’de ise kademeli olarak, yüz yüze eğitime başlanacağı duyuruldu. Öğrenci velileri pandemi korkusuyla, çocuklarını okula gönderip göndermeme ikilemine düştü. Milli Eğitim Bakanlığı “Siz bilirsiniz” dedi ve velinin önüne bir de “Salgın hastalıklar (Covid-19 vb.) kapsamında karşılıklı (veliler, öğrenciler vb.) yapılacak taahhütname ve bilgi formu” nu koydu, “imzalamazsan çocuğunu okula almam” dedi.  Yani her şeyden veli sorumlu tutuldu. Yüz yüze eğitimde, İlkokul öncesi ve birinci sınıflar için geçerli bir takvim belirlendi. İlerleyen dönemlerde 8., 9. ve 12. sınıflar için değerlendirme gerçekleştirileceği belirtildi. 

Ve 21 Eylül’de yüz yüze eğitim başladı. Bir gün sonra, 22 Eylül sabahı bir şey oldu: Millî Eğitim Bakanlığı’nın kurduğu, uzaktan eğitimin sağlandığı, sosyal nitelikli eğitsel elektronik içerik ağı EBA, sisteme beklenenden çok kişinin aynı anda girmesiyle birlikte oluşan yoğunluk nedeniyle çöktü. Sisteme giremeyen öğretmen ve öğrenciler “çok kalabalık” uyarısıyla karşılaştı. Dünya lideri olduğumuzu söylediği online eğitimin alt yapısı çökünce Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk,  “Bu aslında olumlu bir haber, demek ki çok talep var” deyiverdi… Bu deyiş, sosyal devlet anlayışıyla bağdaşmayan, eğitimi “arz-talep” dengeleriyle işlettikleri bir piyasa olarak gören kapitalist zihniyetin izdüşümünden başka bir şey değil mi? Velilerin sadece çocukları eğitimsiz kalmasın diye, zorunlu olarak girdikleri bu sistem, gerekli hesaplamalar yapılmadığı için çökmüyor mu? Öğrenci sayıları ve ders programları dikkate alındığında bu yoğunluğun yaşanacağını öngörmek zor muydu? Dünya hızla e-öğrenmeye yatırım yaparken biz neredeydik? Her öğrencinin ücretsiz interneti ve cihazı olsa dahi alt yapı eksikliğinden dolayı erişim sıkıntısı hep olacak gibi görünüyor. Anlaşılan o ki uzaktan eğitim EBA ipliğine bağlı… 

Peki EBA’ya bağlanabilmek için kaç öğrencinin evinde televizyon ve internet var? Özel okulları hesaba katmayalım. Bu öğretim kurumlarındaki öğrencilerin toplam örgün eğitim içindeki oranı %8,8. Özel okullardaki öğrenciler salgının başından itibaren uzaktan eğitime erişimde hiçbir sorun yaşamıyor. Sorun devlet okullarında… Türkiye’de okul öncesi, ilköğretim ve ortaöğretim düzeyinde tüm özel ve devlet okullarında 18 milyon 241 bin 881 öğrenci var. Devlet okullarına giden öğrencilerden 754 bin 429 öğrencinin evinde televizyon yok, 1,5 milyonun bilgisayarı yok, 3 milyon 17 bin 718 öğrencinin interneti yok. Yani uzaktan eğitimde yok çok…  Televizyonu, interneti, bilgisayarı olmayan öğrenci nasıl eğitim alacak? Milli Eğitim Bakanlığı çatısında toplanan kampanyalar yoluyla maddi durumu iyi olmayan öğrencilere bedava tablet, laptop, bilgisayar verilecekmiş. Nihai çözüm bu mu? CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, geçenlerde öğrenci velileri ve öğretmenler ile video konferans yöntemiyle toplantı gerçekleştirdi. Bir tespit yaptı ve hükümete sordu: “Parası yok Milli Eğitim Bakanlığı'nın. Örneğin; genel bütçe dışında Milli Eğitim Bakanlığı'nın kullandığı ‘Evrensel Hizmet Fonu' var. Bu tabletler, bilgisayarlar, cep telefonları satılırken oradan belli bir miktar vergi alınıyor ve ‘Evrensel Hizmet Fonu’na aktarılıyor bu para. Evrensel Hizmet Fonu ile pek çok ihtiyaç giderilebilir. Okulların ihtiyacı giderilebilir, yoksul ailelerin ihtiyacı giderilebilir. Peki bu ve fonda ne kadar para toplandı? Ben milletvekiliyim, bilmiyorum. 600 milletvekili de bilmiyor. Hiçbir veli bilmiyor. Hiçbir öğretmen bilmiyor.”

En büyük sorun: Eğitimde fırsat eşitsizliği

Pandemi eğitimde fırsat eşitsizliğini daha da arttırdı… Kamu okullarının kendi arasındaki eşitsizlikler, özel okullarla kamu okulları arasındaki eşitsizlikler, kırsal bölgelerdeki çocuklarla kentsel bölgelerdeki çocuklar arasındaki eşitsizlikler, özel eğitim alması gereken çocukların, anadili Türkçe olmayan çocukların yaşadıkları engeller, göçmen çocukların, mevsimlik tarım işçilerinin çocuklarının sıkıntıları ile birlikte karşımıza çıkan tablo hiç de iç açıcı değil. 

Bir TV kanalında yayınlanan “Siyaset kıskacında, pandemide eğitim ve sağlık” konulu programda, Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Evrensel Gazetesi Yazarı Prof. Dr. Adnan Gümüş’ün söyledikleri dikkatimi çekiyor… Diyor ki: “Türkiye pandemi sürecinde, eğitimde iyi bir hazırlık gösteremedi. Ben daha Mart sonu Nisan başında uzaktan eğitimin verimli olmayacağını belirtmiştim. Uzaktan eğitim yöntemi, gerek bilişsel ön hazırlık gerekse katılım, bilişim, birlikte öğrenme ve duyuşsal olarak sürece aktif bir şekilde katılmayı sağlayamamakta, öğrenciye bir kimlik kazandıramamaktadır. Örgün eğitime dönebilmek için geçtiğimiz Mart’tan bu yana MEB, YÖK ne yaptı? Mesela nüfusu 9 milyonu aşan ve resmi rakamlarla günlük 800-900 vakaların görüldüğü Avusturya’da okullar tam zamanlı açıldı. Bu okullarda öğrenim gören öğrencilerin % 80-90’ı Asya kökenli, Türk, Mısırlı, Yugoslav yani göçmen çocuklar… Hatta bu öğrencilere eğitim öğretim sürecinin üzerine etütleri de okullarda geçirmeleri için nelerin yapılabileceğini tartışıyorlar. Türkiye bu süreç içinde ne yaptı? Hiçbir şey… Kimse de sorumluluk almak istemiyor.”

Faturası ağır olabilir…

Okulların uzun süre kapalı kaldığı olağandışı dönemlerde ve sonrasında, eğitime kalıcı olarak ara vermenin arttığını; çocuk işçiliğinin, çocuk yaşta evliliklerin arttığını, çocuk istismarının ciddi boyutlara ulaştığını da özellikle belirtmek gerekiyor. 

Prof. Dr. Adnan Gümüş bir başka hususta da acı tespitte bulunuyor: “Örgün eğitim ortamının sağlanamadığı ortamlarda tarikat oluşumlarının önü açılmış olur. Açıkta kalan çocuklar, aileler o sosyokültürel dayanışmalarını, birlikteliklerini, ruhsal ve sosyal ihtiyaçlarını ister istemez bu oluşumlar üzerinde karşılamaya çalışırlar. Afganistan ve Pakistan bu aşiretleşmeye, Talibanlaşmaya, tarikatlaşmaya, çocukların tarikatlara ve aşiretlere teslim olmasına çok somut bir örnektir. 3,5 milyon Suriyeli göçmenin %32’si 5-17 yaş grubunda. 24-25 yaşında olanları da dahil edersek %50’lik bir gruptan söz edebiliriz. Yani kayıtlı 1.750 binlik bir kesim. Bir miktar kayıtsız da var. Yine 2 milyona yakın Asya, Afrika kökenli göçmenimiz var. Peki, bu çocuklar nerede? Toplam 2,5 milyon göçmenden söz ediyoruz… Ne Arapçalarını, ne Türkçelerini, ne de kültürel ve sosyal gelişimlerini sağlıklı bir biçimde geliştirmeleri mümkün. Öte yandan, 35 yaş üstünü öğrenci velisi kabul edersek üniversite mezunu anne baba oranımız % 10’lar civarında. Geri kalan %90 çocuğumuz ise içinde yetiştiği ailesinin, çevresinin sosyokültürel yapısına bağlı olarak okula çok zorlanarak, utanarak, sıkılarak, kendisini ifade edemeyerek gelir. Ama okul bu çocukları farklı arkadaşlık çevreleri, farklı dil ve kültür gruplarıyla bir araya getirir. 3 ayda, 6 ayda bile çocuklarımızın okul ortamından uzak kalması çok olumsuz bir durum. Diyebilirim ki, 20 -25 milyonluk bir kitlemizi ve geleceğimizi zayıflatıyoruz. Bu durum eşitsizlikleri daha da arttırıyor. Bu durumda çocuklar tek bir dünya görüşüne sahip tarikat gibi oluşumların kucağına doğal olarak itilmiş olur.” 

Mevcut sorunların çözümü, Milli Eğitim Bakanlığının görevi ve sorumluluğunda... Gerekli tedbirlerin alınarak, yeterli bütçe ayrılarak yüz yüze eğitimin başlatılması arzu edilen ve hedeflenmesi istenen bir yol olarak görülüyor. Çünkü eğitim bilgiye ulaşmaktan öte sosyal, psikolojik, bedensel gelişim ve beceri edinme anlamını taşıyor. Devlet, eğitim hakkını sağlayamadığı, garanti altına alamadığı özel durumlarda, öğrencilere uzaktan eğitim için gerekli olanakları sağlamak zorunda. 

Eğitimde yeterli bütçe ayrılmamasının ve uzun erimli planlar yapılamamasının acı sonuçlarını yaşıyoruz. Telafisi mümkün olmayacak çok daha büyük, acı sonuçlarla karşılaşmamak için yapılması gerekenler eksiksiz yerine getirilmeli, bu yolda başarı kaydedebilen ülkeler örnek alınmalı.  

Yeni nesli heba eder ve kaybedersek hepimiz kaybederiz… 

Koronavirüs hem güçlü sosyal devletlere duyulan ihtiyacı hem de güçlü kamucu eğitim ve sağlık politikalarına, sistemlerine duyulan ihtiyacı çok net bir biçimde, iliklerimize kadar hissettirmektedir.



Yazarın Dİğer Yazıları

  1. Tek yol: Halkların Gıda Egemenliği ve hemen!
    Bir zamanlar, tarımda “kendi kendine yetebilen” güzel ülkemizde, gıda krizi yaşayacağımız hiç akla gelir miydi? Düştüğümüz şu duruma bakın… Üretememe ve gıdaya erişememe halinin giderek derinleştiği adeta bir çözümsüzlük sarmalı…
  2. Kaderimizi gıda mı belirleyecek?
    Başımıza bir bir gelmekte olan türlü türlü musibetin sorumlusu kim? Doymak bilmeyen, gözünü hırs ve para bürümüş, iktidar ve güç sahibi olmanın getirdiği iştahla milyonlarca, milyarlarca masum insana zulmeden, gezegenimizi…
  3. Bereketi Kıtlığa, Zeytini Hırsınıza Kurban Edemezsiniz!
    Her ne ile ilgileniyorsak lütfen bırakalım! Doğanın yaklaşan sessiz çığlıklarına sessiz kalmayalım! Maden uğruna zeytinlikleri yok etme yetkisi veren kararnameye topyekûn karşı çıkmanın, kâbus gibi katliamların önünde duvar olmanın zamanı…
  4. Paris İklim Anlaşması, bir anlaşma mı yoksa bir aldatmaca mı?
    “Türkiye’de sera gazı emisyonu ya da Türkiye’de sera gazı salınımı kişi başına yaklaşık 6 tondur. Türkiye her yıl 500 milyon ton sera gazı salmaktadır. Bu oranla Türkiye, dünyanın yıllık salınımının yaklaşık olarak %1'ini meydana getirmektedir'' Dünyamız ısınıyor, iklimler…
  5. Koronavirüsle birlikte eşikte bekleyen bir başka sorun: Susuzluk…
    Tüm dünyayı kasıp kavuran bir salgının ortasındayız. Koronavirüs’le (Covid-19) hayatımızın akışı değişti. Her günümüze, daha önce yaşamadığımız “hayatta kalma” endişesiyle başlıyoruz artık… Öte yandan, virüsle ilk tanıştığımız andan itibaren “maske,…
  6. Sorular bitmiyor: Aşı gerçeğinin acı yüzü
    Bize Çin aşısı geliyor…  Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan’a sormuşlar: “Siz bu Çin aşısından kendinize yaptırır mıydınız?” Yanıt şu: “Önümüzde fazla alternatifimiz yok. Bi’ tek Çin aşısı olacaksa elbette yaptırırım.”…
  7. CORONA'nın Düşündürdükleri ve Öğrettikleri - 2
    Kendini evrenin merkezi kabul eden, endüstri devrimiyle birlikte diğer canlıları, hayvanları ve eşyayı küçümseyen ve hareket tarzını da bu inanışı çevresinde şekillendiren insan, şimdi çaresizce kendi türünün yok oluş tehdidiyle…
  8. Corona'nın düşündürdükleri ve öğrettikleri
    Dozunu iyi ayarlayabildiğimiz takdirde korku, kaygı, endişe gibi duygular, hayatın genlerimize kodladığı “hayatta kal!” dürtüsüyle harekete geçtiğimiz sırada, problemlerimizin çözümünde bize itici güç oluşturabilir.   1 metrenin milyarda biri olarak…
  9. 'Tedbir tehlikeye göredir'
    “Şeffaflık kaygıyı azaltır. Bilinçli farkındalık şeffaflıkla mümkündür. Farkındalık dayanıklılığı destekler. Müdahil olmayı sağlar. Dayanışmanın, ortak amaçların zeminini oluşturur. Aynı soruna karşı çözüm arayanların ortaklaşmasını hızlandırır. Toplumu etkinleştirir ve geliştirir.” Merhaba……

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…