Göç Hikayeleri-3: İspanya

16 Temmuz 2023
Göç Hikayeleri-3: İspanya

Neden göç ederiz? Kim göç eder? Göç nasıl bir serüvendir? Göç, göç edene ne hissettir?

Göç, içinde birçok soru ve birçok hikâye barındırır. Kimi zorunlu göç etmiştir. Kimi eğitim için, kimi ekonomik nedenle, kimi bir serüven için, kimi daha iyi hayat standartlarına kavuşmak için… Fakat neredeyse herkes hayatının bir döneminde geçici bir süreliğine ya da temelli göç deneyimini yaşamıştır. Hiç göç etmeyi deneyimlemeyen birileri varsa da onlar da en az bir kere düşünmüştür başka bir yerde yaşamanın nasıl olacağını ve defalarca başkalarının göç hikayelerini ya duymuştur ya da göç eden insanlarla temas etmiştir.

Dünya nüfusunun çok büyük bir kısmını ve insanlık tarihini ve kültürlerin birbiriyle tanışmasında ve etkileşime girmesinde bu denli önemli bir fenomendir. İşte tam da bu yüzden göç hikayelerini dinlemek onlara kulak vermek ve onların deneyimlerini paylaşmalarını sağlamak amacıyla göç hikayeleri yazı serini başlatmak istedim. İster iç göç ister dış ister geçici ister temelli göç edenlerin hikayelerine yer verebilmek ve göçün göç eden üzerindeki etkisini anlayabilmek adına.

Bu göç hikayesinde kendimle röportaj yapmaya ve kendi göç hikayelerimin İspanya ayağını aktarmaya çalışacağım. Yazıyı da İspanya- Comenius ve İspanya- Doktora olarak ikiye böldüm. Bir ülkeyi yazı serisi olarak hazırlamak bana farklı zamanlarda çıktığım İspanya yolculukları anlatırken orada bulunma nedenlerimi ve yararlandığım programlardan da daha detaylı bahsetme imkânı sağlayacaktır. 

 Türkiye’den İspanya’ya göç etme süreciniz nasıl gelişti? Ne gibi hazırlıklar yaptınız?

İspanya’ya bir AB projesi Comenius ile gitmiştim. Comenius’un kendi içinde farklı dalları vardı. Bu program öğretmen adayları veya öğretmenliğe yeni başlayanlar için yurtdışında öğretmenlik staj imkânı veriyor. Gayet uzun bir başvurusu vardı. Birden fazla kompozisyon yazdığımı hatırlıyorum. Başvuru formu İngilizcenizi ölçmeye çalışıyorken, bir yandan da sizin bakış açınızı, farklılıklara karşı yaklaşımlarınızı ve bu projelerin temelini oluşturan Avrupa Birliği ortak kültürel değerleri hakkındaki farkındalığınızı ölçmeye çalışıyor. İster bir dönem ister iki dönem staj yapma hakkınız bulunuyor ve haftalık eğer yanlış hatırlamıyorsam 12-16 saat arası derse girmemiz gerekiyordu.  Sonuç olarak, bu proje, bir yıl boyunca başka bir ülkede derslere girme deneyimi, o ülkeyi tanıma fırsatı ve 11 yıldır aralıksız iletişim kurduğum sağlam dostlukların temellerini atma şansı tanıdı. Comenius projesi kısa süreli değişim hareketliliği kapsamında devam ediyor fakat asistanlık ayağı maalesef benden iki yıl sonra bitti.

Ben göç ederken belirli bir dönem için göç edeceğimi biliyordum. Her şeyden önemlisi kültürel aktarım imkânı sunan bir projeyle gitmek, karşında bir muhatabın olduğunu bilmek muhtemel birçok kaygıyı en aza indiriyor. Bu da aslında göç etmenin zorlayıcı yönlerini azaltırken, keyfini oldukça arttıran bir husus. Çünkü göç etmeye iyi hazırlanmadıysan çok büyük bir belirsizlik ormanının içinde bulursun kendini. Metroya binmekten, alışverişe, ev tutmaktan, bir yerden bir yere gitmeye basit olarak düşündüğümüz her şey çok ama çok zorlaşır. Bir de bugünkü kadar teknolojiyi en üst sınırlarda kullanmadığınızı düşünün. Dil bariyeri de varsa bu durum biraz daha zorlayıcı olabilir. Bu konuyu biraz açalım.  İspanya’ya gitmeden sadece 3 ay önce Fransa’daki bir SOHO (Sending Organization & Hosting Organization) çalıştayına katılmıştım. Gönüllülerin bilmedikleri bir ülkede ne hissedebileceğine dair bir oyun oynamıştık. Basit bir oyun. Oyun üç kere oynanacak ve her bir grup üç kişiden oluşacaktı. Gönüllünün gözü bağlanacak, bir kişi ona komutları verecek engelleri aşabilmesi için üçüncü kişi ise sadece gözlem yapacak. Her turda kurallar değişiyordu. İlk turda gözü bağlı gönüllüye refakat eden kişi kendi dilinde komut verecekti. Körebe ile refakatçı arasındaki iletişim bir kaosa döndü. Çünkü körebe de sadece kendi dilinde konuşabilirdi. İkinci turda refakatçı körebeye İngilizce komut verirken körebe ise hale kendi dilinde konuşuyordu. İşler biraz daha düzelmişti.  Son turda hem refakatçı hem körebe İngilizce konuşabilirken gerek duyulan yerlerde refakatçı körebeye dokunabilecek gözlemci de komut verebilecekti. Gözlemci gönderen kuruluş, refakatçı ev sahibi kuruluş ve körebe de gönüllüydü. Oyun boyunca herkes körebe oldu bir kere yurtdışına ilk defa giden genç bir gönüllünün neler hissettiğini anlayabilmek adına. Buradaki iletişim kurma becerilerinin ve verilmesi gereken desteğin öneminin altı çizilmek istendi. Ben bu oyunu ve hissettiklerimi bunca geçen yıla rağmen en küçük detayına kadar hatırlıyorum. Bu oyun o projenin bir simülasyonuydu elbet fakat göç ettiğinde karşılaşabileceğin zorlukları kavrama kısmında oldukça başarılı bir kurgusu vardı. Ama ne olursa olsun göç etmeye tam hazır olmak diye bir şeyin olduğunu düşünmüyorum.  

İspanya’daki ilk zamanlar nasıl geçti? Sizi en çok zorlayan, gülümseten ve şaşırtan kültürel farklılıklar nelerdi?

İspanya bana göre adaptasyonu en kolay ülkelerden birisi. En azından benim için öyle oldu. Zorluk olarak çalışma saatlerini söyleyebilirim. Hepimizin bildiği, büyük çoğunluğumuzun imrendiği siesta orada yaşarken sizi zorlayabiliyor, özellikle resmi işlemlerinizi yaparken. Bankanın sabah açılıp öğlen 2 de kapanıp 5’te tekrar açılmasına çok da alışık olduğumuzu söylemem :) Eğer İspanya’daki günde 5 öğün (Desayuno, almuerzo, comida, merienda & cena) beslenmeye alışamadıysanız bu durumda biraz farklı gelebilir.  Lakin bu öğünlerin (kahvaltı hariç) sosyalleşme ile çok yakından bir bağı var. Onun için bünyenizi buna alıştırmanın kültürel kaynaşma açısından değerli olacağı kanısındayım. Örneğin, saat 11 gibi ‘’almuerzo’’ öğününde herkesin evinden getirdiği ya da çalıştığı yerden satın aldığı ‘’Bocadillo’’larını (sandviç) yer. Bu kısa atıştırma molası aynı zamanda günün ilk sosyalleşme aktivitesidir. Ben de çoğunlukla bu zaman dilimini çalıştığım okulun karşısındaki kafede diğer öğretmenlerle geçiriyordum. Sandviç sonrası hızlı bir kahve ve sohbet. Bu molalardan birinde bugün Türkiye’de çoğu yeni nesil kahvecinin sattığını ‘’cortado’’ kahvesinin ‘’cortar’’ kesmek fiilinden geldiğini ve yarısını süt yarısını kahve olduğunu anlatmışlardı. Hatta garson terastaysa (bizdeki kullanımının aksine kafenin önündeki bahçe) ve göz göze gelindiyse elimle makasla kesme işareti yapıyordum. Bu ‘’cortado’’ istiyorum demekti. Ben de bir başka hocadan görmüştüm. İlk zamanlar ‘’americano’’ içerken sonrasında ‘’cortado’’ içmeye başlamam ve hatta konuşmadan işaret diliyse sipariş vermem İngilizce bilmeyen garsonla benim aramdaki ilişkiyi arttırdı. Küçük temasların başladığı aç değilsen bile yarım saatlik kahve molası olarak tüm hocaların bir arada sohbet ettiği doğal bir paylaşım alanı oluşuyordu. Bu paylaşım bazen dedikoduya da dönüyordu. Arada bir benim ne kadar anladığımı kontrol etmeleri de ayrı komikti. Zaten ikinci sömestr benim konuşulanları daha net anladığımı öğrenince Valencia eyaletinin ve şehrinin resmi dili Valenciano konuşmaya başlıyorlardı. ‘’Comida’’ dedikleri ve saat 14’te yedikleri öğlen yemekleri de farklı bölümlerden hocalarla tanışmamda ve onlarla daha çok vakit geçirmem sayesinde bölgenin kültürünü kavramamda çok yararlı oldu. Akşam yemeği ‘’cena’’ da özellikle dışarıda yenildiğinde uzun saatler süren sohbet arasında yemek yediğin ve hiç acele edilmeyen öğün. İster kutlama ister geleneksel bir toplanma veya haftalık dışarıda yemek yeme rutini olsun ‘’cena’’ akşam 9-10 gibi başlar ve gece yarısı biter. Doymak kadar, tat almak ve sohbet etmek önemlidir. Ne siparişi verenlerin ne de hizmet veren garsonların bir acelesi yoktur. 10-15 dakika süren siparişlere çok şahit oldum. Başlangıç ile başlayan yemek restoranın ikram ettiği yemeği hazmetmeye de yarayan ‘’chupito’’ içerek biterdi.
 
  
 
İspanya dini ve kültürel festivaller açısından da çok zengin bir ülke. Televizyonda birçoğunu görmüştüm fakat ‘’las fallas’’ festivaline hiç denk gelmemiştim. Şanslıydım çünkü yaşadığım şehir Valencia’da yapılan eski ve bölge insanı için bir o kadar da önemli bir festival. UNESCO kültür mirası listesinde de yer alıyormuş. Bir yıl boyunca marangoz ustaları, sanatçılar her yıl mart ayında gerçekleşen bu festivale hazırlanıyorlar. Mahaller kendi meydanlarındaki heykelin birinci gelmesi için inanılmaz çaba sarf ediyorlarmış. Halk şehir meydanlarında sergilenen bu büyük heykelleri (bazıları üç, dört katlı bina boyuna ulaşıyor) oyluyor. Birinci ve ikinci seçilenler festivalin son günü –  ‘’La Cremà de las Fallas’’ (19 Mart) – yakılmaktan kurtuluyor. Çocuklar için yaptıkları heykelleri akşam 21’de yakarken, yetişkinler için yapılanlar gece yarısı yakılıyor. 19 Mart gece yarısı tüm şehir yanıyormuş gibi hissediyorsunuz. Las fallas sadece baharı karşılamak için heykelleri yapıp onları yakmak değil. Mesela, binlerce falleras (kadın) falleros (erkek) Virgen de los Desamparados’u (Terk edilmiş Meryem Ana) süslemek için ellerinde karanfillerle Valencia’daki plaza de virgen’e (bakire meydanı) doğru yürür. Bu geçit töreninin en önemli figürü ise hiç şüphesiz la fallera mayor’dur. Bu arada la fallera mayor olmak çok maliyetli bir gurur kaynağı olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim. 
 
Sonuç olarak, las fallas, şehrin önemli cadde ve mahallerinin ışıklarla süslenmesinden, festival boyunca saat 14’te plaza de ayuntamiento’da (belediye meydanında) Mascletàs de las Fallas (barut patlamaları) kutlamalarına,  el Jardín del Turia’daki havai fişek gösterisinden,  la ofrenda de flores’e (şehrin koruyucu azizi Virgen de los Desamparados'a çiçek sunma töreni) kadar içinde birçok farklı aktiviteyi barından çok eğlenceli bir festival. Benim de bugüne kadar gördüğüm en gürültülü, en çeşitli ve tabii ki en ateşli festivaldi.

Sahip olduğun kimliklerin temas ettiğin İspanyol toplumunda ne gibi bir karşılığı vardı?

İspanyol toplumda sahip olduğum kimlikler yüzünden bir ayrıştırmaya, sosyal dışlanmaya hiç maruz kalmadım. Çalıştığım okulda hep el chico nuevo (yeni çocuk) oldum. Bu da keyifli bir süreçti. Onlar beni tanımaya ben onları tanımaya çalıştığım bir süreç diyebilirim. Gündelik hayatımda da kırık İspanyolcamdan dolayı yabancı olduğum anlaşılıyordu. Dış görünüş olarakta birbirimize uzak olmadığım için kuzey Avrupa’ya göre çok ama çok daha rahat yaşanılacak bir coğrafya.

Tanıştığım insanların birçoğu 3-4 günlük turlarla İstanbul’a gelmişlerdi. Bu da başlangıç sohbetini yapmak için yeterliydi. Lise öğrencileri ile çalıştığım için onların arasında Türkiye’ye gelmeyenlerin ve Türkleri bilmeyenlerin sayısı çoktu. İspanyollar için Türkiye zaten çok sık takip ettikleri bizim kültürümüzü derinlemesine bildikleri bir ülke değil. Hatta benim okul müdürüm bana dönerin Türk yemeği olup olmadığını sormuştu. Hintli ve Pakistanlı çok fazla döner dükkanının olmasından dolayı dönerin Hint yemeği olduğunu düşünmüş. İspanya’da Latin Amerikalı, Kuzey Afrikalı (özellikle Faslı), Romanyalı veya Bulgaristanlı olmak daha farklı öznel deneyimlere sahip olmayı ve daha farklı yaklaşımlara maruz kalmaya neden olabilir. Her ne olursa olsun kimliklerle birçok Avrupa ülkesine göre daha rahat yaşanılabilecek bir ülke İspanya. Bir yazıda okumuştum. Almanya’da çalışan seks işçileri bile kimlikleriyle daha özgür yaşayabilmek için İspanya’ya göç etmişler. Benim gözlemlerimde bu yazının içeriğini destekler nitelikte.
 
Göç etme sizin için ne anlam ifade ediyor?

Göç etmek benim için en azından hayatımızın bir evresinde katedilmesi gereken bir yol bir macera ve en özel hikayelerden birisi. Tabii göç, göç şartlarıyla da çok ilintili bir süreç. Büyük bir mücadele, güzel bir deneyim. Kendimizi tanımaya başladığım ilk an. Çünkü göç etmeye başladığımız anda bir ayna tutuluyor. Bu aynayı bir başkası bir öteki tutuyor. Aynanın karşısında sahip olduğun, içine doğduğun ve içinde büyüdüğün kültürü tanımaya, anlamlandırmaya ve kendini ifade etmeye çalışan birisi olarak kendini görüyorsun. Sırf bu nedenden dolayı bile göç çok özel ve biricik bir deneyimdir. Bu deneyim hangi ülkeye, hangi kültüre temas edilirse edilsin hepsi ayrı ayrı çok anlamdır.

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…