Kurduğunuz sistemlere yakıt olması adına yaktığınız ateşlerle katlettiğiniz canların yaşanmamışlıklarında nefes aldığınız her an, insanlık onurunun ayaklar altına alınmasıdır. Yanık et kokusu burnunuzdan hiç eksik olmasın, lakin yanan insan tarafınızdır...
“Bütün yok etme araçlarının en etkileyicisi ateştir. Çok uzaktan görülebilir ve daha da çok insanı kendine çeker. Geri dönüşsüz biçimde yok eder, ateşten sonra hiçbir şey eskisi gibi olamaz. Bir şeyi ateşe veren kitle kendisini karşı konulmaz hisseder, ateş yayıldığı sürece herkes kitleye katılacaktır ve ona düşman olan her şey yok edilecektir.” Der Ellias Canneti kitle psikolojisini anlattığı Kitle ve İktidar adlı kitabında.
Uygarlığın başlangıcından beri insanların ateşle imtihanına tanık oluruz. Egemen sistemler tarafından en çok da din soslu hikayelerle uyutulan kitleler kimi zaman namus derler adına, kimi zaman hain, kimi zaman heretik olmakla suçlayarak cadı derler, kimi zaman vatan ve birlik derler, kimi zamansa gelenek ve görenek...
İşte ağızlarından salyalar saçan bir güruhun katlettiği 33 yazar, ozan, aydın ve sanatçıyla birlikte iki de otel görevlisinin katledildiği Sivas Katliamının yıl dönümü yarın. Tam 27 yıl geçmiş bu insanlık dramının üzerinden. Değişmeyen tek şeyse zihniyet. Lakin Sivas’ta insanları diri diri yakan zihniyet bugün hala iktidarda. "Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir." Demişti dönemin başbakanı Tansu Çiller. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ise olayın münferit olduğunu ve "Alevi-Sünni çatışması” na dönüşmemiş olmasını vurguluyordu: "Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş... Güvenlik kuvvetleri ellerinden geleni yapmışlardır... Karşılıklı gruplar arasında çatışma yoktur. Bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı vardır." Bu kadar basitmiş meğerse.. Kalan sağlar bizimdir kısaca.
Madımak Katliamı gerçekleştiğinde Sivas Belediye Başkanı olan Temel Karamollaoğlu’nun olay esnasında ve sonrasında da “katliam” sözcüğünü vurgulamaktan nasıl imtina ettiğini anımsayalım. Saadet Partisi Genel Başkanı Karamollaoğlu’nun, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın "eşcinsellerin lanetlendiği, zina ve eşcinselliğin hastalığı da beraberinde getirdiği" yönündeki sözlerine nasıl destek verdiğini de anımsayalım. Her yıl Haziran ayında yapılan LGBTİ Onur yürüyüşüne polisin biber gazıyla hunharca saldırarak bu barışcıl eyleme katılanları göz altına alması, bahsettiğimiz zihniyetin nasıl aramızda sinsice dolaştığının bir diğer örneği değil mi?
Evet tekrarlıyorum Madımak’ı yakan zihniyet bugün hala aramızda ve hala iktidarda. 13 Mart 2012 tarihli Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Sivas Katliamı davasının zaman aşımına uğraması ile bazı sanıklar hakkında dava düşürülmüştü. Mahkemenin zaman aşımı kararını o dönemin Başbakanı R.T.Erdoğan, 'hayırlı olsun' sözleriyle değerlendirmişti. 27 yıldır adalet bekleyen Madımak davasında idam cezasına çarptırılan ve cezası ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrilen Ahmet Turan Kılıç'ın kalan cezası gene AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kaldırılmıştı.
“Devletin şefkatli eli” kimi zaman alevlerle kimi zamansa alev kullanmadan yakmaya devam ediyor insanları.
2000 yılında kimyasal silahların, gaz ve sinir bombalarının kullanıldığı 14 saat süren “Hayata Dönüş Operasyonu”yla Bayrampaşa’da altısı kadın 12 mahkûm diri diri yakılarak katledilmedi mi? Hayata dönüş operasyonuyla, hayatla bağları kesilen insanlar... ne kadar da ironik değil mi?
"Yanıyor duvarlar beton yanıyor
Bombalar yağıyor duman çöküyor
Cehennemi dünyada yaşıyoruz biz
Kahkahalar atıyor zebanilerimiz
biz altı kadındık mahpus damında
Açlığımızla yürürdük halkın bağrına
Yüreğimiz yanarken vatan aşkıyla
Bedenimizi yaktılar kahkahalarla"
Grup Yorum’un Diri Diri Yaktılar ağıtından alıntıladığım yukarıdaki satırlarda anlatıldığı gibi, kitle o denli tehlikeli hale gelir ki, bu tarz katliamlarda sanki damarlarındaki kötülüğün temizleneceğini düşünür attığı sloganlarla, ağızlarından saçılan salyalar bin yılların zihniyetinin dışa vurumudur. Onların savaşı bilimledir, onların savaşı sanatladır, heykelledir. İnsanı insan yapan farklılıklarladır.
Ve onlara en güzel cevabı da katlettikleri insanlar verir.
İtalyan filozof ve gökbilimci Giordano Bruno, Rönesans felsefesini biçimlendiren filozofların en önemlilerinden biriydi ve şair yönüyle de edebiyata en yakın duranıydı.
Bruno; Tanrı'nın ve evrenin birbirinden farklı iki felsefe olmadığı, ama aynı gerçekliğin iki sonsuz görünümü olduğunu kabul ettiği için dinsizlikle suçlandı, 8 yıl hapiste tutulduktan sonra Hristiyanlığın önemli ilkelerinden biri ile, “kanı akıtılmadan eziyet edilerek öldürülmesine karar verildi.
Ölüm kararını Bruno'ya bildiren yargıç, ondan şu cevabı almıştı: "Ölümümü bildirirken siz benden daha çok korkuyorsunuz". Kilisenin bu kararı, 1600 yılının Şubat ayında, Roma'da Campo de' Fiori meydanında Bruno'nun diri diri yakılması ile yerine getirildi.
Giordano Bruno, "Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar." demiştir...
Bruno haksız olsaydı 27 yıl önce Sivas’ta hunharca katledilen insanlar hala aramızda olabilirdi ve belki de Türkiyeli kadınları araştırmak için ülkesi Hollanda’dan Türkiye’ye gelmiş olup Alevi kültürü ile tanışmasının ardından Pir Sultan şenliklerine katılan ve otelde bulunan Carina günlüğüne şu cümleleri yazmazdı. “Sonunda bu şehrin bir Türk kökten dinciler topluluğunun bulunduğu bir yer olduğunu öğrendim. Bir sürü sloganlar atılıyordu ve bağrışmalar vardı. Bununla birlikte bir sürü de polis vardı. Fakat ben bütün bunlardan ne anlarım ki?… Dışarıdan yüksek tonda bağırmalar geliyor ama ne olduğunu anlamıyorum……."
Fotoğraf makinası ile çektirilip tab ettirilmiş o eski resimlere bakmak hep hüzünle karışık bir sevinç verir insanlara. O fotoğrafların bir ruhu vardır, çoğunlukla da fotoğrafı çekilen kişi hafif bir utanma duygusuyla ve hatta biraz da gergin ama tüm dikkatiyle bakar objektife. O eski fotoğraflarda kadınlar hep mahçup ve ürkek ve özellikle de kontrollü bakışlar sergilerler. Ki büyük ihtimalle deklanşöre basılmadan önceki son saniyelerde ya saçını başını toparlamış, ya kıyafetinin yakasını çekiştirmiş ya da başındaki örtünün düzgünlüğünü iki eliyle kontrol etmiş olurlar. Ama bazı fotoğraflar da vardır ki, canınız yanar onlara baktıkça, İşte aşağıdaki fotoğrafa bakın... Hikayesini bilmiyorsanız muhtemelen ya evdeki fakirliğe gözünüz takılır, ya da ufaklıkların muzip hallerine dalarsınız. Kollarını bağlamış olan kadının 7 aylık hamile olduğunu farketmezsiniz muhtemelen. Oysa genç anne, sanki bu foto çekildikten sonra başlarına geleceklerinden haberdar, içindeki canı korumak istercesine kucaklamıştır karnını.
1993 yılında, Muş’un Altınova beldesinde Hasköy Jandarma Komutanlığı, 2 Ekim 1993 günü bir operasyon başlatır. PKK’liler ile çatışma çıkar, bir PKK’li ve bir astsubay yaşamını yitirir. Görgü tanıklarının iddiasına göre, çatışma sonrası beldeye gelen bir grup asker, belediye binasını kurşunlar ve “Gece gelip beldeyi yakacağız” tehdidinde bulunur.
O geceyi “İnsanlığın bittiği an” diye tarif eden İsa Öğüt , korku dolu anları şu sözlerle dile getiriyor: “Gece askerler köye girdi. Biz en fazla ev baskını olur ve ismi olanlar gözaltına alınır diye düşündük. İnsanların cayır cayır yakılacağını hangi insan düşünebilirdi ki. Belde tümden ateşe verildi. Nasır Öğüt ve İbrahim Sayılgan’ın evleri ateşe verildi. İbrahim’in evi iki kapılı olduğu için o çocuklarıyla arka kapıdan kaçarak abisinin evine sığındı. Ancak Nasır’ın evi merkezdeydi, etrafı sarılmıştı. Çıkmasına izin vermediler. Çocuklarıyla birlikte yaktılar. Ahırı da eviyle bitişikti. Ahırda olan bütün hayvanları yanarak kül oldu.”
Bir fotoğrafın dile getiremediği hikayesi... Nasır Öğüt ile hamile eşi dahil 7 çocukları yakılarak katledilir. Geriye kalansa tarihe yapışmış utancın külleridir...
Davanın sonucu mu?
10 Haziran 2015 tarihinde 9 ölümün her biri için 20 ila 25’er yıl, yani toplamda her sanık için 180 yıldan 225 yıla kadar hapis cezası verilmesini isteyen savcı, her ne olduysa 1 Mart 2016 karar duruşmasında mütalaasını değiştirir. Kasten ev yakmak suretiyle birden çok kişinin ölümüne sebebiyet vermekten” yargılanan tüm sanıklar beraat eder.
Kah Nijeryada hırsızlık yaptığı için diri diri yakılan 15 yaşındaki bir çocuk, kah Mynmarda din adına Budistler tarafından diri diri yakılan Müslümanlar, Kah Bosna Hersek'te 1992-1995 yılları arasında yaşanan savaşta, ülkenin doğusundaki Visegrad şehrinde yakılarak öldürülen 140'tan fazla Boşnak, kah Pakistan'ın kuzeybatısındaki Abbotabat eyaletine bağlı Makol köyünde arkadaşının sevgilisiyle kaçmasına yardım ettiği gerekçesiyle, aşiret yaşlılarından oluşan aşiret konseyinin kararıyla yakılarak öldürülen 16 yaşındaki bir kız...
Devirler değişiyor, yönetimler değişiyor ama aklın düşmanı, insanın düşmanı yobaz zihniyet her dönem farklı biçimlerde ortaya çıkıyor. Bu yobaz zihniyetin en çok uğraştığı da kadınlar oluyor ilk planda. Sözde sistemi korumak adına hiç düşünmeden insanları yakan eril düzenin eril yöneticileri tüm pratiklerinde kadınları hedef alan politikalar izliyorlar. Bu politikalar bir gün kadınların doğuracağı çocuk sayısını belirleyecek biçimde çıkıyor karşımıza, bir başka gün kıyafetleri üzerinden ahlak sorgulamalarıyla, bir başka gün katillerinin aklanmasıyla, bir başka gün kadınlıklarının yok sayılıp annelik kavramı ile sözde yüceltilmeleriyle...
Malleus Maleficarum, cadı olarak adlandırılan kadınlara yapılacak akıl almaz işkencelerin ayrıntılı olarak anlatıldığı kitaptı. Onbeşinci yuzyılın ikinci yarısında, iki rahip tarafindan yazılmıştı. Orta Çağ Avrupası’nda cadılık suçlamasıyla yakılan 200.000 kadını yakan güç Engizisyon Mahkemeleriydi. Engizisyon Mahkemelerini görevlendirerek cadı avlarına resmiyet kazandıran kiliseydi. Kur’an yaktığı iftirasıyla 2015 yılında 27 yaşındaki Farkhunda Malikzade’yi Afganistan’ın başkenti Kabil’de yakan molla zihniyetiydi. Muska satan bir adamla girdiği tartışma sonrası Kur’an yaktığı iftirasıyla karşılaşan Farkhunda, dövüldü, taşlandı, bir çatıdan aşağı atıldı, bedeni parçalara ayrılarak hunharca yakıldı. Tıpkı Sivas katliamında olduğu gibi, vahşi güruhu koruyan polis, Farkhunda’nın katledilişini de sadece izledi.
Dul kadınların ya da gelinlerin yakılması olayına “Sati” adı veriliyor. Kelime aynı zamanda Hintçe’de “iyi kadın” anlamına geliyor.
Cambridge, Harvard ve John Hopkins Üniversitelerinden araştırmacılar 2001 yılında Hindistan’da yanarak ölen kadınlar üzerinde bir araştırma yaparlar. Araştırmaya göre 2001 yılında, Hindistan’da yanarak ölen 163 bin kişinin % 65’inin kadın olduğu, her saat başı 12 kadının yandığı belirlenir.
Peki bu kadınlar neden tıpkı Orta Çağ Avrupası’ndaki cadı avlarında olduğu gibi odun ve samanlarla dolu bir yığının üzerindeki kazığa bağlanıyor derseniz, cevap çok akıl almaz ama bir o kadar net. Kocası ölen kadın Hindu geleneklerine göre yaşamayı haketmiyor da o yüzden. Peki bu hastalıklı zihniyetin kökleri nereye dayanıyor dersek , bu sorunun cevabının binlerce yıl öncesinde yatmakta olduğunu kolaylıkla görebiliriz. Hristiyanlığın ilk zamanlarında Tertullianus, Tevrat’ın 1. Kitabı olan Tekvin’in 3. Bölümüne ithafen kadınlara şöyle seslenmiştir.“ Siz kadınlar, acı ve ıstırap içinde doğurursunuz. Kocalarınızın büyüsü altındasınızdır ve kocanız sizin efendinizdir. Ve Havva olduğunuzu bilmiyor musunuz? Tanrının sizin cisminizle ilgili hükmü olarak o hala dünyada yaşıyor. O halde bir lanetli olarak yaşamanız müstehaktır. “
Kadın tarihin her döneminde lanetlenmiş, hor görülmüş, ezilmiş ve yok sayılmıştır. Onlar her dönemin muhalifleridir. Ve ona keza, mevcut sistemler her dönem kendilerine yeni muhalif arayışındadırlar. Sivasta yakılan canlar Alevi oldukları için yakılmadılar sadece. Onlar şeytanlaştırılırken günümüz iktidarının yakıtı oldular bir anlamda. Kimi zaman Kürtler, kimi zaman Aleviler, kimi zaman muhalif gazeteci, yazarlar, düşünürler. Her seferinde ötekileştirilecek bir yenisi...
Allah Allah nidalarıyla Sivastaki 33 canı yakan uğursuzlar, gelenek görenek diyerek kadınları yakanlar, dinsiz ilan ederek bilimin neferlerini yakanlar, İskenderiye kütüphanesini talan ettikten sonra 900.000 nadide el yazmasıyla hamamları altı ay boyunca ısıtanlar, Cizre’de Nusaybin’de bodrum katlarında insanları yakanlar, Palmira Antik kentini yakıp yıkan barbar Işıd zihniyetini taşıyanlar ...
Kurduğunuz sistemlere yakıt olması adına yaktığınız ateşlerle katlettiğiniz canların yaşanmamışlıklarında nefes aldığınız her an, insanlık onurunun ayaklar altına alınmasıdır. Yanık et kokusu burnunuzdan hiç eksik olmasın, lakin yanan insan tarafınızdır...
Yazarın Dİğer Yazıları
Çölde Vaha Misali Bir Etkinlik
8 Ağustos 2023Afetler Ayrımcılık Yapmaz, İnsanlar Yapar
13 Şubat 2023Afgan kadınlar köleyken biz özgür olabilir miyiz?
13 Ocak 2023Suçlu bulundu : İç Barışı Tehdit Eden Kadınlar!
25 Kasım 2022Kafeslere sığmayan bedenler
11 Temmuz 2022Savaş, Hafıza ve Toplumsal Cinsiyet
10 Nisan 2022Fıs Fıs İsmail, Will Smith ve Bir Süreklilik Teması Olarak Ataerkillik
3 Nisan 2022Eril Aktörlerin Yitik Kurbanları
27 Mart 2022Dünya emekçi kadınlar gününde elleri düşünmek
7 Mart 2022Metaverse dünyasında kadınlar ve taciz.
12 Şubat 2022Sen Ne Çektin Be Havva
26 Ocak 2022Başarılı kadınların enselerinde vızıldayan erkekler
12 Ekim 2021İşgal ve İç Savaşın Ardından, Gericiliğin Kıskacında Afgan Kadınları
17 Ağustos 2021Peki ya insanın ürettiği kesin olan şiddet virüsünün aşısı?
11 Ağustos 2021Özgürlüğe Pedallayın Kadınlar!
5 Haziran 2021Kadın Katillerini Yetiştiren Kim?
1 Nisan 2021Kadınların Sahnesi Yeni Başlıyor
27 Mart 2021Hepimizin İçinden Yükselen Seslerin, Soruların Yankılandığı Bir Kitap; Uğultular
1 Mart 2021Makbul Analık Sorgusu
9 Şubat 2021Bir Sonra Katledilecek Kadın Ya Sen İsen?
5 Şubat 2021