Marx ve Feminizm – Silvia Federici

22 Ekim 2022
Marx ve Feminizm – Silvia Federici

Bu katkı, Marx’ın teorisinde feminizm ve cinsiyet (gender) konularına odaklanmaktadır. Marx’ın metodolojisi bize cinsiyet ve sınıfı, feminizm ve anti-kapitalizmi birlikte düşünmemizi sağlayan araçları ve kategorileri vermiştir. Ancak onun katkısı dolaylı bir katkıdır çünkü Marx hiçbir zaman bir cinsiyet teorisi geliştirmemiştir. Yeniden üretim emeğinin, köle emeğinin, göçmen emeğinin, Küresel Güney’deki emeğin ve işsizlerin rolünü kapitalizmin ve onun işbölümünün eleştirel analizine dahil etmek önemlidir. Yeniden üretim/üreme emeği bu gezegendeki en büyük faaliyettir ve işçi sınıfı içindeki bölünmelerin ana zeminidir.

1970’lerde, kadınların ezilmesinin kökenlerini sınıfsal bir bakış açısıyla açıklayabilecek bir teori arayışıyla onun çalışmalarına yönelen feministler tarafından farklı bir Marx keşfedilmiştir.Sonuç, hem Marksizm’i hem de feminizmi değiştiren teorik bir devrim olmuştur. Kadınların evdeki ücretsiz emeğinin işgücü üretimindeki merkeziliğinin farkına varılmasıyla yeniden tanımlanan şey yalnızca ev işi değil, kapitalizmin doğası ve ona karşı verilen mücadeleydi aynı zamanda. Bu, Marx’ın çalışmalarını feminizm açısından önemli kılmak için onu ters yüz etmek anlamına geliyordu.

Bu makale Hannah Schurian tarafından [Rosa Luxemburg Vakfı’nda Silvia Federici ile yapılan bir söyleşiye dayanarak] derlenmiştir. Almanca versiyonu “Über Marx hinaus. Feminismus, Marxismus und die Frage der Reproduktion” başlığı altında, LuXemburg, sayı 2-3/2017 içinde yayımlanmıştır.

1. GİRİŞ

Marksizm ve feminizm çağımızın en önemli radikal hareketlerinden ikisidir. Aralarındaki ilişkiyi anlamak, kapitalizmin küresel proletarya içinde yarattığı bölünmenin üstesinden gelme olasılığı ve daha adil bir toplum inşa etmek için hangi stratejilere ve hangi mücadelelere ihtiyacımız olduğu sorusu açısından hayati önem taşımaktadır.

Marx’ın çalışmalarının çağdaş feminist teori ve feminist hareketler için anlam ve öneminin ne olduğunu ve aynı zamanda ana sınırlarının neler olduğunu ve Marx’ın ötesine geçmemiz gereken yerleri değerlendirmeye çalışacağım.

Buradaki argümanım, Marx’ın feminist perspektifin gelişimine önemli bir katkıda bulunduğu ve aynı zamanda feministlerin Marx’ın analizinin sınırlarını ortaya koyduklarıdır; çünkü bu analiz belirli bir işçi kesiminin, ücretli sanayi işçilerinin, Birinci Enternasyonal’in adına kurulduğu işçi sınıfının bakış açısıyla yapılmıştır ve emeği ile kapitalist birikimi besleyen ama sözleşme ilişkilerinin dışında kalan dünyanın ücretsiz kesiminin (kadınların) deneyimini marjinalize etmektedir. Bunu yaparken de bize kapitalist ilişkilere dair kısmi bir kavrayış kazandırır.

2. MARX’IN ESERLERİNDE CİNSİYET İLİŞKİLERİNİN VARLIĞI VE YOKLUĞU

Marx’ın feminizme katkısı dolaylı olmuştur. Bu, onun metodolojisinde, materyalist tarih anlayışında, emeğin kapitalist sömürüsüne ilişkin analizinde bulunur. Benim gibi toplumu aşağıdan yukarıya değiştirmedikçe cinsiyet baskısını ortadan kaldıramayacağımıza inanan feministler için onun metodolojisi bize cinsiyet ve sınıf, feminizm ve anti-kapitalizmi birlikte düşünmemizi sağlayan araçları, kategorileri verdi.

Ancak onun katkısı dolaylı bir katkıdır çünkü Marx hiçbir zaman bir cinsiyet teorisi geliştirmemiştir. İlk yazılarından itibaren, eserlerinde cinsiyet ilişkilerinin önemini anladığını gösteren ve kapitalist toplumda, özellikle de burjuva ailesinde kadınların ezilmesini eleştiren birçok açıklama buluyoruz.

Marx (1844, 296), 1844 tarihli Ekonomik ve Felsefi El Yazmaları’nda, Fourier’yi yankılayarak, kadın-erkek ilişkisinin toplumsal ilerlemenin bir ölçüsü olduğunu, bunun bize, “insanın doğal davranışının ne ölçüde ve ne kadar insani hale geldiğini” gösterdiğini ileri sürmüştür. Alman İdeolojisi ‘nde, babanın kadın ve çocukların emeğine el koyması nedeniyle “ailede gizli kölelikten”(Marx ve Engels 1845/46, 33) söz eder. Jaques Peuchet’nin İntihar Üzerine adlı makalesini çevirirken, burjuva ahlakının kadınların yaşamları üzerindeki yıkıcı sonuçlarını ve onları genellikle intihara sürüklediğini göstermiştir (Marx 1845). Komünist Manifesto‘da burjuva ailesinin zina üzerine kurulu olduğunu ve kadınlara özel mülk gibi davrandığını söyler (Marx ve Engels 1848). Bu yazılar boyunca hedef özel mülkiyettir; kapitalist sınıfın kadınları mülk olarak görmesi, onlara mülk muamelesi yapması ve onları özel mülkiyetin aktarımı için kullanmasıdır. Marx (1867), Kapital Cilt 1‘de kadın emeğinin kapitalist sömürüsünü analiz eder, ancak odak noktası fabrika işçisi kadınlardır.

Kölelik dışında kapitalist çalışmanın vahşetini, çok az siyasi yazar Marx’ın fabrika sisteminde kadın ve çocuk emeğinin sömürülmesini anlatırken yaptığı gibi güçlü bir şekilde anlatmıştır. Ancak etkileyiciliğine rağmen, anlatımı analitik olmaktan çok betimleyicidir ve ortaya çıkardığı cinsiyet meselelerini tartışmaması dikkat çekicidir.

Örneğin, fabrika işçiliğinin gelişigüzel (cinsel) davranışları teşvik ettiği, kadınların “ahlaki karakterini” bozduğu ve annelik görevlerini ihmal etmelerine neden olduğu yönündeki bazı ahlakçı yorumlar dışında, fabrikalarda kadın ve çocuk istihdamının işçi mücadelelerini nasıl etkilediği, işçi örgütleri içinde hangi tartışmalara yol açtığı ya da kadınların erkeklerle ilişkilerini nasıl etkilediği bize anlatılmaz. Kadınlar hiçbir zaman mücadelenin özneleri olarak, kendi adlarına savaşabilecek kişiler olarak resmedilmemiştir[1]. Marx’ın bu yazılarında kadınlar çoğunlukla mağdur olarak görünseler de, aynı dönemde kadınlar, bağımsızlıklarına, yaygaracı davranışlarına ve fabrika sahiplerinin kendilerini ıslah etme girişimlerine karşı çıkarlarını savunma kapasiteleri ile dikkat çekmişlerdir.

Marx’ın fabrika sisteminde kadın emeğini ele alışı, kapitalizmin ve özellikle de büyük ölçekli sanayinin daha yüksek bir aile ve toplum tipi ve kadınlarla erkekler arasında daha eşitlikçi ilişkiler için maddi temel oluşturduğu inancıyla şekillenmiştir. Marx,  Kapital Cilt 1‘de modern sanayinin, kişisel bağımlılıktan kurtulmuş ve belirli bir beceride sabitlenmemiş, dolayısıyla çok çeşitli faaliyetlerde bulunabilen ve insan kapasitelerini sürekli geliştirebilen farklı bir insan tipi yarattığını savunur. Marx için endüstriyel çalışma daha yüksek bir çalışma biçimidir ve (Marx için her zaman boğucu olan) tüm uzmanlaşmanın üstesinden gelerek işçilere Alfred Marshall’ın daha sonra “genel çalışma yeteneği” olarak adlandıracağı şeyi kazandırır.

Böylece Marx, fabrikalardaki barbarca çalışma koşullarını kınarken, kadınların endüstriyel işlerde istihdam edilmesini olumlu bir faktör olarak görmüştür. Ona göre sanayi, onları ev içi üretim sanayiinde maruz kaldıkları babanın ataerkil baskısından kurtarmış, erkeklerle işbirliği yapmalarını sağlayarak daha eşitlikçi ilişkiler yaratmış ve tüm sosyal ve biyolojik ayrımları ortadan kaldıran daha yüksek bir çalışma biçimine maruz bırakmıştır.

Bu gözlemleri Marx’ın 1. Ciltteki dağınık ifadelerine dayanarak yapıyorum. Önceki yazılarında olduğu gibi Kapital‘de de cinsiyet meselesi marjinal bir yere sahiptir. Binlerce sayfalık üç ciltlik metnin sadece yüz kadar sayfasında aileye, cinselliğe, ev işlerine ve genel olarak genel geçer gözlemlerle atıfta bulunulduğunu görüyoruz.

Cinsiyete yapılan atıflar, en çok beklenen yerlerde (toplumsal işbölümü veya ücretlerle ilgili bölümlerde olduğu gibi) eksiktir.  Kapital Cilt 1 ‘in tamamında ev içi emeğe sadece iki kez ve dipnotlarda atıfta bulunulmaktadır. Emek-gücünün yeniden üretimine ilişkin analizinde bile, “Basit Yeniden Üretim” başlıklı bölümde (Marx 1867, bölüm 23) kadınların işinden/çalışmasından hiç söz edilmez.

3. YENİDEN ÜRETİME/ÜREMEYE İLİŞKİN KISMİ BİR ANLAYIŞ

Marx, emek-gücünün, yani çalışma kapasitemizin verili olmadığını kabul eder. İş sürecinde her gün tüketildiği için, sürekli olarak (yeniden) üretilmelidir ve bu (yeniden) üretim, sermayenin değerlenmesi için “makinelerin temizlenmesi” (Marx 1867, 718) kadar önemlidir, çünkü kapitalistlerin en değerli üretim aracının, yani işçinin kendisinin üretimidir. Ancak o, bunun gerçekleşmesini yalnızca meta üretimi döngüsü içine yerleştirmektedir. Marx’a göre işçiler ücretlerini yaşamın gerekliliklerini satın almak için kullanırlar ve bunları tüketerek kendilerini yeniden üretirler. Başka bir deyişle, emek-gücünün üretimi, işçinin üretimi, ücretli işçiler tarafından üretilen metaların tüketimi yoluyla gerçekleştirilir. Dolayısıyla, “emek-gücünün değeri, sahibinin geçimi için gerekli geçim araçlarının değeridir”(Marx 1867, 274) ve işçilerin tükettiği metaların üretimi için gerekli emek-zamanı tarafından belirlenir.

Marx, Kapital ‘in hiçbir noktasında emek-gücünün yeniden üretiminin kadınların ücretsiz ev içi emeğini -yemek hazırlamak, çamaşır yıkamak, çocuk büyütmek, sevişmek- gerektirdiğini kabul etmez. Aksine, ücretli işçiyi kendi kendini yeniden üreten biri olarak tasvir etmekte ısrar eder.

İşçilerin karşılaması gereken ihtiyaçlar söz konusu olduğunda bile, onları kendi kendilerine yeten meta alıcıları olarak resmetmekte, yaşam gereksinimleri arasında yiyecek, barınma ve giysileri sıralamakta, ancak ister ailevi bir düzende elde edilsin ister satın alınsın, cinselliği garip bir şekilde atlayarak, sadece kadınların endüstriyel emek tarafından ahlaki olarak kirletildiği tertemiz bir erkek işçi yaşamı önermektedir(Marx 1867, 275). Fahişe böylece bir işçi olarak olumsuzlanır ve kadınların aşağılanmasının bir örneği haline getirilir; Louis Bonaparte’ın On Sekizinci Brumaire‘inde “tüm sınıfların çöpü” olarak tanımladığı lümpen proletarya, artı nüfusun en alt tortusuna ait olarak resmedilir (Marx 1852, 149).

Marx, işgücünün nesilden nesile yeniden üretiminden bahsederken bile kadınların buna katkısından hiç söz etmek ve üreme konusunda kadınların özerk karar verme olasılığını dışlayarak buna “nüfusun doğal artışı” olarak atıfta bulunur (Marx 1867, 788), “Kapitalist, işçi sınıfının sürekli olarak mevcut tutulması ve yeniden üretilmesi işini, işçilerin kendini ve neslini devam ettirme içgüdüsüne iç rahatlığıyla bırakabilir,”(Marx 1867, 718) yorumunu yaparak, üremenin doğal bir olgu olduğunu öne sürer ki bu, daha önce alıntılanan, kadın fabrika işçilerinin annelik görevlerini ihmal etmelerinin pratikte çocuk öldürme anlamına geldiği yorumuyla çelişir.

Marx ayrıca, teknolojik devrimler yoluyla sürekli bir “artı nüfus” yarattığı göz önüne alındığında, kapitalizmin kendi genişlemesi için kadınların üreme kapasitesine bağlı olmadığını ima eder. Gerçekte, sermaye ve devlet nüfus hareketleriyle o kadar ilgiliydi ki, kapitalizmin ortaya çıkışı, bugün bile pek çok durumda yürürlükte olan her türlü doğum kontrolüne karşı yasakların genişletilmesine ve üremeyi engelleyen kadınlara yönelik cezaların yoğunlaştırılmasına işaret ediyordu.

Marx ayrıca, Avrupa’da emek-gücünün yeniden üretimi için en önemli metaların, Sanayi Devrimi’ni besleyenlerin -şeker, çay, tütün, rom, pamuk- köle emeğiyle üretildiğini ve en azından 17. yüzyılın sonlarından itibaren, sanayi işgücünün üretim maliyetini düşüren, ücretli ve köleleştirilmiş işçileri birbirine bağlayan, göçmen emeğinin bugünkü kullanımını önceleyen ve sanayi işgücünün üretim maliyetini düşürmeye hizmet eden uluslararası bir işbölümünün, uluslararası bir montaj hattının yaratıldığını görmezden geldi. Plantasyon sistemi, kölelerin çalışmalarını Avrupalı endüstriyel işgücünün (yeniden) üretimine entegre ederken, köleleştirilmiş ve ücretli işçileri coğrafi ve sosyal olarak bölünmüş halde tutan uluslararası bir işbölümünün oluşumunda önemli bir adımdı. Ancak Kapital’in işgünü ve birikim sürecine ilişkin tartışmalarında köle emeğine ilişkin hiçbir analiz yoktur, sadece geçici atıflar vardır, oysa Enternasyonal, İç Savaş sırasında pamuk boykotunu desteklemiştir.

Bu körlük neden? Ev işleri söz konusu olduğunda, yeniden üretim faaliyetini doğallaştıran ve endüstriyel emekle karşılaştırıldığında, sanayileşmenin ilerlemesiyle kaybolacak arkaik bir biçim olarak görünmesine neden olan eril bir önyargı görebiliriz. Buna ek olarak, işçi sınıfı ailesinin tamamı fabrikada çalışıyordu ve evde çok az ev işi yapılıyordu. Bir başka olası neden de Marx’ın her zaman örgütsel açıdan düşünmesi ve ev işlerini devrimci bir yönde dönüştürebilecek toplumsal güçleri görememesidir.

4. ÜCRET YANILSAMASI VE SONUÇLARI

Ancak Marx’ın eserlerinde çok merkezi olan bir şey daha var. Marx ücretsizleri sermaye birikiminin ve anti-kapitalist mücadelenin merkezi özneleri olarak görmez. Keynes’ten uyarlayarak, ücretli endüstriyel çalışmanın sermaye birikiminin temel alanı ve aynı zamanda insani kurtuluş mücadelesinin verileceği alan olduğuna, diğer çalışma biçimlerinin ise kapitalist gelişme tarafından ikame edileceğine inanarak ‘ücret yanılsaması’ndan mustaripti.  Caliban ve Cadı‘da (Federici 2004) gösterdiğim gibi, ilkel birikim analizi ücretli emeğin oluşumuna odaklanırken, ev içi yeniden üretim faaliyetlerinin örgütlenmesindeki değişimin analizi yapılmamıştır.

Bunun Marksist teori ve politika için önemli sonuçları olacaktı. Marx, işgünü ve işgünü üzerindeki mücadele anlayışında, ücretin sadece ücretli işçileri değil, aynı zamanda ücretlendirilmemiş emeği de harekete geçirdiğini, artı emeği ücretlendirilmemiş olanlardan da aldığını, yani işgününün atölyede hesaplanandan çok daha uzun ve geniş olduğunu göz ardı etmektedir. Marx’ın ev işlerini yeterince teorileştirmemesinin bir sonucu, kapitalist sömürüye ilişkin açıklamasının ve komünizm anlayışının bu gezegendeki en büyük faaliyeti ve işçi sınıfı içindeki bölünmelerin ana zeminini görmezden gelmesidir.

Marx’ın kapitalist birikim ve mücadelede ücretli olmayan işçilerin önemine karşı körlüğünün siyasi açıdan en sorunlu sonucu, sosyalist harekette hakim olan, ücretli sanayi işçisinin çıkarının tüm işçi sınıfının çıkarını temsil ettiği varsayımına karşı mücadele edememiş olmasıdır, ki bu varsayım birçok sömürge karşıtı teorisyenin Marksizmin kendi mücadeleleriyle ilgisiz olduğu sonucuna varmasına da yol açmıştır. Kapitalist sınıfın ücret ilişkisi ve özellikle de cinsiyet, ırk ve yaş çizgileri boyunca ücretli ve ücretsiz emek arasındaki fark aracılığıyla inşa edebildiği bölünmelerin sınıf mücadelesinin kontrol altına alınmasında ne kadar önemli olduğunu göremedi. Ayrıca, küresel proletaryayı birleştirmek yerine, kapitalizmin sömürgeci, ‘azgelişmiş’ bir dünya yaratarak dünya çapında genişlemesinin bu bölünmeleri derinleştireceğini de göremedi.

Son olarak Marx, Kapital ‘de sık sık alıntıladığı müfettişlerin ve reformcuların çalışmalarının boş ve ikiyüzlü bir egzersiz olmadığını, proleter ailenin yeniden inşası sürecinin bir parçası olduğunu fark etmemişti – aile ücretinin getirilmesi, kadınların fabrikadan kademeli olarak çıkarılması ve işgücünün yeniden üretimine yatırım yapılmaya başlanması, işçi sınıfını pasifize etmenin yanı sıra yeni bir kapitalist birikim biçimini teşvik etmek için kapsamlı adımlar olacaktı.

Bu hamleyle sermaye, işçi sınıfı isyanı tehdidini ortadan kaldırmayı ve yeni bir işçi tipi yaratmayı başardı: daha güçlü, daha disiplinli, daha dirençli, sistemin hedeflerini kendi hedefleri haline getirmeye daha yatkın – aslında kapitalist üretimin gerekliliklerine “apaçık doğal yasalar” olarak bakacak bir işçi tipi (Marx 1867, 899). Bu tür işçiler, yüzyıl sonu İngiliz ve ABD kapitalizminin, hafif sanayiden ağır sanayiye, tekstilden çeliğe, işgününün uzatılmasına dayalı sömürüden sömürünün yoğunlaştırılmasına dayalı sömürüye doğru teknolojik ve sosyal bir geçiş yapmasını sağladı. Bu, işçi sınıfı ailesinin ve tam zamanlı proleter ev kadınının yaratılmasının, “mutlak” artı-değer üretiminden “nispi” artı-değer üretimine geçişin temel bir parçası ve koşulu olduğu anlamına gelmektedir. Bu süreçte, ev işinin kendisi de bir “gerçek kapsama/boyunduruk altına alma” sürecinden geçerek, ilk kez, onu işgücü piyasasının ihtiyaçlarına ve kapitalist çalışma disiplinine daha sıkı bir şekilde bağlayan belirli bir devlet girişiminin nesnesi haline geldi.

Bu eleştiriler, Marx’ın eserlerinde neyin önemli olduğunu ve görevimizin -ki burada Marx’la hemfikiriz- yaşamın üretim ve özel servet birikimi için işlevsel olması yerine üretimin yaşam için, topluluğun mutluluğu için olduğu bir toplum inşa etmek olduğuna inanıyorsak neleri terk etmemiz gerektiğini ayırt edebilmemiz için gereklidir.

5. FEMİNİZM, MARKSİZM VE “YENİDEN ÜRETİM” SORUNU

Marx, çoğunlukla endüstriyel emek olarak anlaşılan toplumsal üretime katılım yoluyla “kadınların özgürleşmesinin” savunucusu olarak sosyalist nesillere ilham vermiştir. Ancak 1970’lerde ev işlerine, ev kadınlığına ve erkeklere olan ekonomik bağımlılığa isyan ederek, kadınların ezilmesinin kökenlerini sınıfsal bir bakış açısıyla açıklayabilecek bir teori arayışıyla onun çalışmalarına yönelen feministler tarafından farklı bir Marx keşfedildi. Sonuç, hem Marksizm’i hem de feminizmi değiştiren teorik bir devrim olmuştur.

Bu devrim, Mariarosa Dalla Costa’nın (1975) emek-gücü üretiminde kilit unsur olarak ev işinin analizi ya da Selma James’in (1975) ev kadınını yine de sermaye birikimi sürecinin merkezinde yer alan “dünyanın ücretsizleri” ile bir süreklilik içinde konumlandırması, hareketin diğer aktivistleri tarafından, ücret ilişkisinin, tüm sömürü alanlarının doğallaştırılması ve proletarya içinde yeni hiyerarşilerin yaratılması için bir araç olarak yeniden tanımlanması gibi çabaları içeriyordu. Onların teoride yaptığı tüm bu katkılar ve bunların yarattığı tartışmalar, o dönem, genellikle ev işinin üretken olup olmadığı sorusuna odaklanan “ev tartışması” olarak tanımlanmıştır. Ancak bu büyük bir çarpıtmadır. Kadınların evdeki ücretsiz emeğinin işgücü üretimindeki merkeziliğinin farkına varılmasıyla yeniden tanımlanan şey yalnızca ev işi değil, kapitalizmin doğası ve ona karşı verilen mücadeleydi aynı zamanda.

Kapitalist sınıfın, onu sömürme olanağını görmemiş olsaydı, bu kadar çok ev işinin devam etmesine asla izin veremeyeceğine dair kuşkumuzun teyidi olarak, Marx’ın “basit yeniden-üretim” tartışmasının bu süreçte teorik bir aydınlanma olması şaşırtıcı değildir. Emek gücünü yeniden üreten faaliyetlerin kapitalist birikim için elzem olduğunu okumak, reddimizin sınıfsal boyutunu ortaya çıkardı. Bu çok hor görülen, her zaman hafife  alınan, sosyalistler tarafından her zaman geri kalmış bir iş biçimi olarak reddedilen emeğin, gerçekte kapitalist iş organizasyonunun temel direği olduğunu gösterdi. Bu, cinsiyet ve sınıf arasındaki ilişkiye dair can sıkıcı soruyu çözdü ve bize yalnızca ailenin işlevini değil, aynı zamanda kapitalist toplumun kökenlerindeki sınıf karşıtlığının derinliğini kavramsallaştırmak için araçlar sağladı. Pratik bir bakış açısıyla, kadınlar olarak işçi sınıfının bir parçası olmak ve anti-kapitalist mücadele yürütmek için fabrikalarda erkeklere katılmak zorunda olmadığımızı doğruladı. İşgücünün üretiminin “sinir merkezi” olarak evdeki kendi işimizden başlayarak özerk bir şekilde mücadele edebilirdik. Ve mücadelemiz ilk olarak kendi ailelerimizin erkeklerine karşı yürütülmeliydi, çünkü kapitalizm erkek ücreti, evlilik ve aşk ideolojisi aracılığıyla erkekleri ücretsiz emeğimize hükmetme ve zamanımızı ve mekanımızı disipline etme konusunda yetkelendirmişti.

İronik bir şekilde, Marx’ın emek-gücünün yeniden üretimi teorisiyle karşılaşmamız ve onu sahiplenmemiz, bir bakıma Marx’ın feminizm için önemini kutsarken, aynı zamanda bize Marx’ı baş aşağı çevirmemiz ve analizimize ve mücadelemize tam da onun çalışmalarından dışladığı “toplumsal fabrika” kısmından başlamamız gerektiğine dair kesin bir kanıt sağladı.

Yeniden üretim işinin sermaye birikimi için merkezi öneminin keşfedilmesi, kapitalist gelişim tarihinin, ücretli proletaryanın oluşumu açısından değil de emek-gücünün günlük ve nesilden nesile üretildiği mutfaklar ve yatak odaları açısından bakıldığında nasıl olacağı sorusunu da gündeme getirdi.

6. FARKLI GELECEKLER TASAVVUR ETMEK

Kapitalizmin tarihine – “kadınların tarihi” ya da ücretli emeğin tarihinin ötesinde- cinsiyetli bir bakış açısı getirme ihtiyacı, diğerlerinin yanı sıra beni de Marx’ın ilkel birikim anlatısını yeniden düşünmeye ve kadın emeğinin değersizleştirilmesi ve özellikle kapitalist cinsel işbölümünün yükselişinde temel anlar olarak 16. ve 17. yüzyıl cadı avlarını keşfetmeye itti.

Marx’ın öngörüsünün aksine, ilkel birikimin kalıcı bir süreç haline geldiğinin de eşzamanlı olarak fark edilmesi, Marx’ın kapitalizm ile komünizm arasındaki zorunlu ilişki anlayışını da sorgulanır hale getirmektedir. Marx’ın kapitalizmi özgürlük dünyasına giden yolda içinde yaşamamız gereken bir araf olarak tasvir eden ve sanayileşmeye özgürleştirici bir rol atfeden aşamalı tarih görüşünü geçersiz kılmaktadır. Marx’ın ve Marksist sosyalist kuşakların bu yanlış hesabı bugün çok açıktır. Bugün hiç kimse, August Bebel’in(1904Sosyalizmde Kadın kitabında yaptığı gibi, gıdanın tamamen kimyasal olarak üretileceği ve herkesin yanında, günün hangi saatinde ya da yılın hangi mevsiminde olursa olsun gıda ihtiyacını karşılayabileceği, albümin, yağ ve karbon hidratlardan oluşan küçük bir kimyasal madde kutusu taşıyacağı bir günü hayal etmeye cesaret edemez.

Marx’ın kadınları ve yeniden üretimi değersizleştirmesi ile insanlığın tarihsel misyonunun doğaya hükmetmek olduğu görüşü arasında bağlantı kuran eko-feminizmin yükselişi duruşumuzu güçlendirdi. Özellikle Maria Mies (1986) ve Ariel Salleh’in (1997) çalışmaları, Marx’ın yeniden üretim faaliyetlerini dışlamasının Kapital‘e atfettiği görevlere bağlı tesadüfi bir unsur değil, sistemsel bir unsur olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Salleh, Marx’ın tüm külliyatının, insan ve teknoloji tarafından yaratılan şeylerin daha yüksek bir değere sahip olduğunu ortaya koyduğunu vurguluyor. Tarih, ilk üretim eylemiyle başlar. İnsan kendisini çalışma yoluyla gerçekleştirir. Kendilerini gerçekleştirmelerinin bir ölçüsü de doğaya hükmetme ve onu insan ihtiyaçlarına uyarlama kapasiteleridir. Ve tüm olumlu dönüştürücü faaliyetler eril olarak düşünülür: Emek babadır, doğa ise anne olarak tanımlanır, toprak da dişil olarak görülür – Marx buna, Monsieur le Capital‘e (Bay Sermaye) karşı Madame la Terre (Bayan Toprak) der.

Eko-feministler, ev işlerinin göz ardı edilmesi, doğanın değersizleştirilmesi ve insan endüstrisi ve teknolojisi tarafından üretilenlerin idealize edilmesi arasında derin bir bağlantı olduğunu göstermişlerdir.

Sanayileşme dünyayı yiyip bitirirken ve kapitalist kalkınmanın hizmetindeki bilim insanları yaşamın kadınların bedenleri dışında üretimiyle uğraşırken, sanayileşmeyi tüm üreme faaliyetlerimize yayma fikri, tarımın sanayileşmesiyle yaşadığımızdan daha kötü bir kabustur.

Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, radikal çevrelerde bir “paradigma değişimine” tanık oluyoruz: “tarihsel ilerlemenin” itici gücü olarak Makine’ye duyulan umudun yerini, siyasi çalışmanın yaşamlarımızın yeniden üretimine ve içinde yaşadığımız ekosistemlerin yaşamına bağlı konulara, değerlere ve ilişkilere yeniden odaklanması alıyor.

Marx’ın da hayatının son yıllarında tarihsel perspektifini yeniden gözden geçirdiği ve Kuzey Doğu Amerika’nın eşitlikçi, anaerkil topluluklarını okuduktan sonra kapitalist, endüstriyel kalkınma idealini yeniden gözden geçirmeye ve kadınların gücünü takdir etmeye başladığı söylenir.

Bununla birlikte, Marx’ın ve tüm Marksist geleneğin teşvik ettiği Prometeci teknolojik gelişme görüşü, cazibesini kaybetmek bir yana, geri dönüş yapıyor; dijital teknoloji bazılarına göre Marx’ın otomasyona atfettiği aynı özgürleştirici rolü oynuyor, böylece feministlerin dönüşüm ve mücadele alanı olarak değerini geri kazandırdığı yeniden üretim ve bakım emeği dünyası bir kez daha onun gölgesinde kalma riskiyle karşı karşıya kalıyor. Bu nedenle, Marx çalışmalarında cinsiyet teorilerine sınırlı bir yer ayırmış ve muhtemelen daha sonraki yıllarda bazı görüşlerini değiştirmiş olsa da, bunları tartışmak ve bu konudaki sessizliklerinin bir dikkatsizlik değil, teorik ve politik çalışmalarının aşamadığı ama bizim aşmamız gereken bir sınırın işareti olduğunu vurgulamak önemini korumaktadır.

O halde, Marx’ın eserini kutlarken, politikalarımızı maddi yaşamımızın üretimine ve içinde yaşadığımız ekosistemlerin yaşamına yeniden odaklamamız ve bugünün mücadelesi için bu yaşamın korunmasına en çok katkıda bulunanların deneyimlerinden ilham almamız önemlidir: Bakım işçileri, geçimlik çiftçiler ve yerli halk olarak kadınlar, şimdi ne yazık ki geleceklerini dünyanın kapitalist sömürüsüne katılmakta görmeye devam edenlerle (Trump’ın seçilmesini alkışlayan madenciler gibi) ya da mücadelenin görevini daha fazla kapitalist kalkınma olarak görenlerle sık sık çatışan yeni bir Enternasyonal oluşturuyor.

REFERANSLAR

Bebel, August. 1904. Woman Under Socialism. New York: New Labor News.

Dalla Costa, Mariarosa. 1975. Women and the Subversion of the Community. In The Power of Women and the Subversion of the Community, Mariarosa Dalla Costa and Selma James, 21-56. Briston: Falling Wall Press. Third edition.

Federici, Silvia. 2004. Caliban and the Witch: The Body and Primitive Accumulation. New York: Autonomedia.

James, Selma. 1975. Wageless of the World. In Sex, Race, and Class. The Perspective of Winning. A Selection of Writings, 1952-2011, 102-109. Oakland, CA: PM Press.

Marx, Karl. 1867. Capital: A Critique of Political Economy: Volume One. London: Penguin.

Marx, Karl. 1852. The Eighteenth Brumaire of Louis Bonaparte. In Marx & Engels Collected Works (MECW), Volume 11, 99-197. New York: International Publishers.

Marx, Karl. 1845. Peuchet: On Suicide. In Marx & Engels Collected Works (MECW) Volume 4, 597-598. London: Lawrence & Wishart.

Marx, Karl. 1844. Economic and Philosophic Manuscripts of 1844. In Marx & Engels Collected Works (MECW) Volume 3, 229-346. London: Lawrence & Wishart.

Marx, Karl and Friedrich Engels. 1848. Manifesto of the Communist Party. In Marx-Engels-Collected Works (MECW), Volume 6, 477-517. London: Lawrence & Wishart.

Marx, Karl and Friedrich Engels. 1845/46. The German Ideology. In MECW Volume 5, 19-539. London: Lawrence & Wishart.

Mies, Maria. 1986. Patriarchy & Accumulation On A World Scale. Women in the International Division of Labour. London: Zed Books.

Salleh, Ariel. 1997. Ecofeminism as Politics. Nature, Marx and the Postmodern. London: Zed Books.

YAZAR HAKKINDA

Silvia Federici

Silvia Federici Marksist-feminist bir teorisyen, yazar ve aktivisttir. 1970’lerin başında Uluslararası Feminist Kolektif’in kurucuları arasında yer almış ve Selma James, Mariarosa Dalla Costa ve diğerleriyle birlikte Ev İşi İçin Ücret Kampanyası’nın başlatılmasına yardımcı olmuştur. “Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlkel Birikim” ve “Sıfır Noktasında Devrim: Ev İşi, Yeniden Üretim ve Feminist Mücadele”  kitaplarının yazarıdır.

[1] Kadın fabrika işçilerinin mücadelesine tek atıf 551. sayfadadır ve burada Wiltshire’da zaman tutma sorunu nedeniyle greve giden dokumacılardan bahseder (Marx 1867, 551).

SEÇME KAYNAKÇA (MONOSKOP ARACILIĞIYLA)

KİTAPLAR

·       Wages Against Housework, New York: Power of Women Collective, and Bristol: Falling Wall Press, Apr 1975, 8 pp.

·       Salario contro il lavoro domestico, Naples: Collettivo femminista napoletano per il salario al lavoro domestico, and Padova: Comitato per il salario al lavoro domestico, 1976, [13] pp. (Italian)

·       Lohn gegen Hausarbeit, Berlin: P. Biemann, 1977, 11 pp. (German)

·       with Nicole Cox, Counter-Planning from the Kitchen: Wages for Housework: A Perspective on Capital and the Left, New York: New York Wages for Housework, and Bristol: Falling Wall Press, Nov 1975, 23 pp. (English)

·       Contropiano dalle cucine, Venice: Marsilio, 1978, 78 pp. [1] (Italian)

·       Ē politikē oikonomia tēs gynaikeias apeleutherōsēs, trans. Nikos V Alexiou, Athens: Eleutheros Typos, 123 pp. (Greek)

·       with Leopoldina Fortunati, Il grande Calibano: storia del corpo sociale ribelle nella prima fase del capitale, Milan: Franco Angeli, 1984, 306 pp. (Italian)

·       Reproduksi dan perjuangan feminis dalam pembagian kerja internasional baru, trans. Nug Katjasungkana, Jakarta: Kalyanamitra, 2000, ix+60 pp. [2] (Indonesian)

·       editor, African Visions: Literary Images, Political Change, and Social Struggle in Contemporary Africa, Westport, CT, and London: Praeger, 2000.

·       editor, with George Caffentzis and Ousseina Alidou, A Thousand Flowers: Social Struggles Against Structural Adjustment in African Universities, Trenton, NJ: Africa World Press, 2000, 241 pp.

·       editor, Enduring Western Civilization: The Construction of the Concept of Western Civilization and Its “Others”, Westport, CT: Praeger, 1995, xvi+210 pp.

·       Caliban and the Witch: Women, the Body and Primitive Accumulation, Brooklyn, NY: Autonomedia, 2004, 288 pp.

·       Calibán y la bruja: mujeres, cuerpo y acumulación originaria, trans. Verónica Hendel and Leopoldo Sebastián Touza, Madrid: Traficantes de sueños, 2010, 368 pp. (Spanish)

·       Caliban und die Hexe. Frauen, der Körper und die ursprüngliche Akkumulation, trans. Max Henninger, Vienna: Mandelbaum, 2012. (German)

·       Caliban ve cadı: kadınlar, beden ve ilksel birikim, trans. Öznur Karakaş, Istanbul: Otonom Yayıncılık, 2012, 370 pp. (Turkish)

·       Kaliban i veštica. Žene, telo i prvobitna akumulacija, trans. Aleksa Golijanin, Zrenjanin: Burevesnik, 2013. (Serbian)

·       Caliban et la sorcière: femmes, corps et accumulation primitive, trans. Senonevero, Genève: Entremonde, and Marseille: Senonevero, and Geneva: Entremonde, 2014, 403 pp. [3] (French)

·       Ο Κάλιμπαν και η Μάγισσα: Γυναίκες, Σώμα και Πρωταρχική Συσσώρευση, trans. Ίρια Γραμμένου, Λία Γυιόκα, Παναγιώτης Μπίκας and Λουκής Χασιώτης, Thessaloniki: Xenon [Ξένων], 2014. (Greek)

·       Calibano e la strega: le donne, il corpo e l’accumulazione originaria, Milan: Mimesis, 2015, 343 pp. Preface. (Italian)

·       Kyariban to majo: Shihon shugi ni kosuru josei no shintai, trans. Rin Odawara, 2017, 517 pp. (Japanese)

·       Revolution at Point Zero: Housework, Reproduction, and Feminist Struggle, Oakland, CA: PM Press, and Brooklyn, NY: Common Notions, 2012, 188 pp, PDFEPUBMOBI. Collection of essays from 1974-2012.

·       Aufstand aus der Küche. Reproduktionsarbeit im globalen Kapitalismus und die unvollendete feministische Revolution, trans. Max Henninger, Münster: Assamblage, 2012, 128 pp. [4] (German)

·       Revolución en punto cero: trabajo doméstico, reproducción y luchas feministas, trans. Scriptorium (Carlos Fernández Guervós and Paula Martín Ponz), Madrid: Traficantes de sueños, 2013, 285 pp. (Spanish)

·       Hyŏngmyŏng ŭi yŏngjŏm: kasa nodong, chaesaengsan, yŏsŏngjuŭi t’uchaeng, trans. Hwang Sŏng-wŏn, Seoul: Kalmuri, 2013, 336 pp. (Korean)

·       Il punto zero della rivoluzione: lavoro domestico, riproduzione e lotta femminista, trans. Anna Curcio, Verona: Ombre corte, 2014, 159 pp. [5] (Italian)

·       Point zéro: propagation de la révolution. Salaire ménager, reproduction sociale, combat féministe, trans. Damien Tissot, rev. & notes Oristelle Bonis, Donnemarie-Dontilly: iXe, 2016, 258 pp. [6] (French)

·       Witch-Hunting, Past and Present, and the Fear of the Power of Women / Hexenjagd, Vergangenheit und Gegenwart und die Angst vor der Macht der Frauen, trans. Astrid Wege, Ostfildern: Hatje Cantz, 2012, 30 pp. (English)/(German)

·       Beyond the Periphery of the Skin: Rethinking, Remaking, and Reclaiming the Body in Contemporary Capitalism, Oakland, CA: PM Press, 2020, 171 pp. [7] (English)

·       Re-enchanting the World: Feminism and the Politics of the Commons, forew. Peter Linebaugh, Toronto: Between the Lines, 2018, xviii+227 pp; Oakland, CA: PM Press, and Brooklyn, NY: Autonomedia, 2018. Collection of texts spanning over twenty years. (English)

·       Witches, Witch-Hunting, and Women, Oakland, CA: PM Press, and Brooklyn, NY: Autonomedia, 2018, 106 pp. (English)

·       Beyond the Periphery of the Skin: Rethinking, Remaking, and Reclaiming the Body in Contemporary Capitalism, Oakland, CA: PM Press, 2020, 171 pp. [7] (English)

·       Re-enchanting the World: Feminism and the Politics of the Commons, forew. Peter Linebaugh, Toronto: Between the Lines, 2018, xviii+227 pp; Oakland, CA: PM Press, and Brooklyn, NY: Autonomedia, 2018. Collection of texts spanning over twenty years. (English)

DERGİLER

·       editor, with Camille Barbagallo, The Commoner 15: “‘Care Work’ and the Commons”, Winter 2012, ix+432 pp. (English)

Literatür

·       Camille Barbagallo, Nicholas Beuret, David Harvie (eds.), Commoning With George Caffentzis and Silvia Federici, Pluto Press, 2019.

Dünyadan Çeviri

 

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…