Sana söz veriyoruz açtığın yolda yürümeye, yaşamı ve hakları ve halkları savunmaya, savunmakla kalmayıp yaşamaya kalkışmaya söz veriyoruz. Çiçeklerden, bağlardan, renklerden, dağlardan, bir de maviden vazgeçmeyeceğiz…
“Pimi çekilmiş bir coğrafya”da, denemesi bile tehlikeli ve yasaktır yaşamanın..
Yaşamaya kalkışırsan da az gider, çok biter ve dere tepe düz ölemezsin .. Engebelidir ovaları, yamaçtır dağları. Eziyetli ve meşakkatlidir yolculukları…
Küçük bir çocukken büyüdüğümüz yollarda öğrendik bütün bunları…
Yorulduğunda, nefessiz kaldığında, “ düş bozumu” anlarında ; “Dağlar, insanlar; hatta ölüm bile yorulduysa, şimdi en güzel şiir, barıştır.” diyen bir çınara yaslarsın ruhunu, bir kucak mavi salınır dallarından. “İnce Memed“ tutuverir elinden. Ve silkinirsin yeniden ve daha güçlü kalkarsın eskisinden.
Eksilirsin ölümlerden bin geldikçe. Ezildikçe ekilirsin ekim mevsimlerinde … Bilirsin ki; çok yanlış az doğruyu gölgeler. Ama hiçbir yanlış tek bir doğruyu bile yok edemez…
Bir Yaşar Kemal geldi ve kaldı bizde. Yetmez ölümün gücü hayat ağacını kesmeye.. Bizde bıraktığı izleri silmeye.
Gençlerin, bir dosta yemeğe gider gibi ölüme gittiği, gitmek zorunda bırakıldığı yıllarda, yaşam savunucuları bizler, insan hakları aktivitelerimizde yanı başımızda duran bir dostumuzu, babamızı, rehberimizi, öğretmenimizi kaybettik.
İnsan Hakları Derneğinin kuruluşundan bugüne kadar her etkinliğimizde, hak arama mücadelemizde yanı başımızdaydı. Bizzat kendisi gelemediğinde bile bir telefon mesafesinde, ahizenin öbür ucundaydı.
Tesadüf değildiki koca çınar oluşu, kökü derinlerdeydi…
90’ lı yıllarda İHD; yazarların, yazı işleri müdürlerinin, gazetecilerin, STK temsilcilerinin ve düşüncelerini ifade eden yurttaşların bugünkü gibi cezaevlerine doldurulmasına karşı “Düşünce ve ifade özgürlüğü“ için kampanya başlatmış ve Türkiye’nin dört bir yanından Ankara’ya yürüyüş kararı almıştı. Biz, İHD İstanbul şubesinin o zaman bulunduğu Tünel’ deki binasında buluşup Taksime yürüyecek ve oradan otobüslere binip Ankara‘ya hareket edecektik. Buluşma saatimize saatler kala İHD binasının etrafı ve Tünel-Beyoğlu ve İstiklal caddesi yeşil polis üniformasına bezendi. Telsiz sesleri kilometrelerce uzaktan duyulacak yoğunlukta. O kadar yani.
Yaşar Kemal dernek binasında bize hikâyeler anlatıyor. Öyle hikayeler ki bizim kahkahalarımız da telsiz seslerini bastıracak güçte:) Bu arada İHD yöneticisi avukat arkadaşlar binadan çıkıp kapıda barikat kuran polis şefleri ile görüşmeye çalışıyor. Yaptıklarının hak ihlali olduğunu anlatıyor.
Trafik yoğun. Sokakta hava gergin. Bizim moraller yerinde ve coşku çok yüksek.
Biz içerde Yaşar Kemal'i dinlerken buluşma saatimizi bekliyoruz, dışarıya çıkan avukat arkadaşlarımız polisin tavrını aktarıyor. Biz de durum değerlendiriyoruz. Görev dağılımı yapıyoruz, yaşlı analarımızı, tansiyon hastalarını eğer müdahale olursa nasıl koruyabiliriz, çaktırmadan da Yaşar Kemal’i korumaya almalıyız diye konuşuyoruz. Çünkü duysa bize kızar, biliyoruz.
İlan ettiğimiz buluşma saati geldiğinde, dernek binasında bulunan sanatçı dostlar, üyelerimiz, şube yöneticilerimiz hazırlanıyor ve çıkıyoruz. Kortejin önünde Yaşar Kemal ve şube başkanımız Ercan Kanar.
İki üç adım zor atıyoruz ve göğüs göğse bir polis barikatı adeta duvar olmuşlar. “Yasak!” diyor polis şefi hoyratça salladığı telsiziyle, bize dağılın anonsları yapıyor. Ercan Kanar, yaptıklarının hak ihlali olduğunu, uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu anlatıyor. Polis şefi “dağıtacağız Ercan bey, emir geldi“ diyor. Kararlılar müdahale edecekler. Bizler kolkola safları sıklaştırıyoruz. Analarımızı, yaşlıları ortaya alıyoruz. Gençler güvenlik zincirinde. Biz de kararlıyız. Yaşar Kemal tam önümüzde. Heybetli duruşu ve hafif bir beden devinimiyle bizleri biraz gerileterek öne çıktı. Başı yukarda gökyüzüne bakıyor. Omuzları dik meydan okuyan bir duruşla öylece duruyor. Tam önünde o zamanın Beyoğlu emniyet müdürü, boyu Yaşar Kemal‘in yarı boyunda olduğu için, Yaşar Kemal ile göz teması kurmak için o da yukarıya bakıyor) telaşlı bir ses tonuyla “biz de emir kuluyuz efendim. Emir aldık. Dilerseniz ben sizi Sayın valimle görüştüreyim” dedi. Ve telaşla telsizden Vali ile temas kurmaya çalışıyordu ki, Yaşar Kemal, hiçbir göz teması kurmadan, başı gökyüzüne bakar pozisyonda hafif kaşını kaldırdı, sol elinin tersiyle kararlı, hafif bir dokunuşla emniyet müdürünü çekilin komutu içeren bir itişle, “Sayın valine söyle bizi aramak isterse biz Ankara‘ya gidiyoruz “ dedi ve adım attı yürümeye başladı. O adım attıkça karşısındaki etten duvar geri adım atmak durumunda kaldı. Yaşar Kemal önde biz arkasında kortej “İnsan,Haklarıyla İnsandır“ sloganlarıyla yürürken emniyet müdürünün şaşkın bakışları, ezberi bozulmuş ruh hali ve sanırım telsiz hattının öbür ucunda “sayın vali“ geride kaldı.
Yine bir gün, silahların susması ve kalıcı adil bir barışın gerçekleşebilmesi için düşüncelerimizi ve önerilerimizi açıklamak istediğimiz bir etkinlikte yaka paça gözaltına alındık. Emniyet, ifade, vesaire, süreç gece yarısı 2-3 e kadar sürdü. Ve bizi gece yarısı serbest bıraktılar. Emniyetin kiri üzerimizde, yorgun uykusuz ve sanırım açtık. Ve doğal olarak gündemimizde, o an için dilimizde emniyet, polis, gözaltı vs konuları vardı gecenin o saatinde. Belki açık bir büfe kalmıştır yiyecek bir şeyler buluruz umuduyla Taksim meydanında dolaşıyorduk ki, o zaman sanırım Divan otelinde gerçekleştirilen Barış konferansı toplantısından çıkan Yaşar Kemal ve Ercan Kanar‘ı karşımızda bulduk. Tatlı bir sürprizleri vardı bize. Yaşar Kemal “gelin benle, siz şimdi bırakın o size yaka-paça dokunan… (küfür) ları , sizi meşhur bir kelle-paçacıya götürcem“ dedi. Ardından bizi götürdüğü Pangaltında bizler için özel açtırdığı meşhur kelle-paçacıdaki ziyafet anlatılır türden değil. Yaşar Kemal ‘in her vesilede çağrışım yaptı deyip anlattığı gerçek hikayeler ve bize tek tek takılarak yaptığı tatlı, küfürlü espriler ile attırdığı kahkahalar ve sabahın ilk ışıklarına kadar ruhumuza yaşattığı ziyafet ise doyulur cinsten değildi.
Koca çınar yapacağını yapmış, gündemimizi değiştirmeyi, dilimizden, ruhumuzdan yaşanılası olmayan “şey”leri silmeyi ve yorgun bedenlerimizde saklanmış direngen “çocuk-ben”leri ortaya çıkarmayı başarmıştı. Sen çok yaşa Yaşar Kemal. ÇOK YAŞA!
Sana söz veriyoruz açtığın yolda yürümeye, yaşamı ve hakları ve halkları savunmaya, savunmakla kalmayıp yaşamaya kalkışmaya söz veriyoruz. Çiçeklerden, bağlardan, renklerden, dağlardan, bir de maviden vazgeçmeyeceğiz…
Yazarın Dİğer Yazıları
Yedirmeyiz 'Büyük İnsanlığı' küçük hesaplara..
17 Haziran 2015Bir nefes hayat için..
6 Haziran 2015Sel almış insanlığı..
25 Ekim 2014Ağacı yakan ormanı da yakar!
18 Ekim 2014'Devlet' aslında yoktur!
11 Aralık 2013Öldürdüğümüz için ölürüz..
2 Kasım 2013'Güvercinleri de vururlar'!
17 Eylül 2013Dünyanın tüm renkleri, birleşin!
5 Eylül 2013Bağzı Şeyler!.
15 Ağustos 2013Gel! Gel! Gel!
9 Ağustos 2013Her daim savaşı yitirenler
3 Ağustos 2013