‘Hakikat sonrası’ yanıltmacası

Rune Møller Stahl

4 Mayıs 2019
‘Hakikat sonrası’ yanıltmacası

Brexit ve Trump’ın zaferi, liberal medyayı bir aptallık yıldırımı gibi çarptı. Seçmenler, nasıl olmuştu da, bunca yorumcunun, ayık kalem erbabının ve hakikat anlatıcısının uyarılarını görmezden gelebilmişti? Neredeyse ağız birliği etmişçesine, şu cevabı verdiler: Hakikat sonrası siyaset ile karakterize olan bir çağda yaşıyoruzForbes ve New York Times gibi büyük medya kuruluşlarının itelediği bu “hakikat sonrası” tespiti, yakın zamanda Oxford sözlüklerine de yılın yeni sözcüğü olarak girdi. Huffington Post’ta yayınlanan “Hakikat Sonrası Ulusu” başlıklı bir yorum yazısı, kısa ve öz bir şekilde şu fikri dile getiriyordu: “Geleceğimizin en büyük sorunu siyasi değil; ekonomik değil; rasyonel bile değil. Hakikat karşısında kurgunun savaşı.”

Liberal yazarlar, Birleşik Krallık ile Birleşik Devletler’de bu yıl (2016) ne olduğunu açıklamak için, kendi farklı hakikat sonrası versiyonlarını sundular: sosyal medyadaki yankı odaları, yalan haberlerin yaygınlığı, kamuoyunun bariz siyasi yalanlar karşısındaki umursamazlığı veya milenyallerle ilgili sorunlar. Ama hepsi, seçmenlerin ve siyasetçilerin giderek artan şekilde gerçekleri inkâr ettiğinde, hakikati eğip büktüğünde ve duyguları uzmanlığa tercih ettiğinde birleşiyordu.

Ama bir yandan da, bu hakikat sonrası dünyasına nasıl girdiğimizi veya ondan önce yaşanmış olması gereken hakikatli çağın ne zaman bittiğini, hiçbiri bilmiyor gibi görünüyor. Savaşa zokası yutturulmadan önce tüm dünyanın olmayan kitle imha silahlarını tartıştığı 2000’ler miydi acaba? Yoksa gazetelerin Lewinsky skandalına dair yazılıp çizilenlerle dolu olduğu ve Birleşik Devletler’in süper predatörler ve uyuşturucu kullanıcılarının bebekleri ile kafayı bozduğu 1990’lar mıydı? Belki de aslında, tüm o sırları, Orta Amerika’daki savaşları, İran-kontra skandalı ve AIDS salgınını inkarıyla Reagan’lı 1980’lerdi. Ya da belki daha bile eskiye gitmek gerek: “sahtekâr değilim ben” diyen Nixon’ın 1970’lerine, George Wallace’ın kanun ve nizamlı 1960’larına veya McCarthy’nin komünist avladığı 1950’lere.

Yani öyle görünüyor ki, aniden bir hakikat sonrası dünyasına girdiğimiz tespitini gerçekler pek de desteklemiyor. Tepkisel panik, kolektif histeri ve siyasi manipülasyon uzundur bizimle birlikte ve Rusya destekli yalan haber salgını hakkındaki iddialara veya Hillary’nin seçimi kaybetmesine sosyal medyanın neden olduğu fikrine şüpheyle yaklaşmalıyız.

Aslında, liberallerin hakikatli siyaset nostaljisi, hakikatle olan kendi sıkıntılı ilişkilerini maskelemek için tasarlanmış görünüyor. Neoliberal tedbirleri sağcı muadilleri ile aynı iştahla hayata geçirmiş olan sözüm ona dürüst teknokratlar ve yöneticiler, kabullenmeyi reddettikleri maddi hakikatleri belirli bir gerçekler kümesiyle değiştirmek işlerine gelmişti. 

Alternatif yok

1990’lar, tüm nostaljilerde olduğu gibi, gerçekte hiç var olmamış bir geçmişe dair bu neoliberal nostaljinin merkezinde gibi görünüyor. Berlin Duvarının yıkılışı ve radikal siyasetin sönümlenmesi ardından, Thatcher’ın “Başka Alternatif Yok” sloganı gerçeklik halini aldı. Bugün Francis Fukuyama’nın “tarihin sonu” fikri saçma görünüyor olsa bile, bir dönem, o ve Thatcher dünyayı olduğu gibi açıkladılar: Batılı seçkinlerin arasına girecek hiçbir siyasi mesele kalmamıştı ve tüm siyasetçilere düşen, gerçekleri elekten geçirmek ve en iyi politikaları uygulamaktı.

Ancak gerçeklere olan teknokrat takıntısının temelini hakikat sonrası oluşturuyor. Bu temel, insan doğasını en iyi açıklayanın ekonomik liberalizmin değerleri – özel mülkiyet hakkı, öz çıkarın değerli oluşu ve maddi eşitlik olmaksızın formel özgürlük – olduğu inancından başlıyor. Bu temelde, liberal ekonomi, bu hareketi ilerleme olarak tanımlayarak, kendisini insan doğasını tarihte gerçekleştirmeye adıyor.

Liberalizm 1990’larda Soğuk Savaş mücadelesinden emekli oldu ve iyi yönetişimin kendisi olarak yerini aldı. Hakikat mücadelesinde muzaffer olmuş görünen liberaller, artık demokrasiyi bir tartışma alanı olarak değil, bir pazar olarak görüyorlardı. Politika ürünleri, kapitalizmin ilerleme tanımı ile uyumlu bir yön çizerken, en geniş seçmen kesimine hitap edecek şekilde tasarlanmıştı. Odak grupları ve seçmen anketleri gibi gerçekleri temel alan yöntemlere dayanarak, kendilerini orta yolcu siyasete yerleştirmek için, Clinton danışmanı Dick Morris tarafından adayını sağ-sol bölünmesinin üstüne taşımak amacıyla geliştirilen bir strateji olan veri çeşitlemesini kullandılar.

Ekonomik ve kültürel seçkinler insan kaynakları ve farklılık yönetiminin, şirketlerin sosyal sorumluluk projeleri ile birleştiğinde, cinsiyet ve ırk ayrımcılığını çözeceğinde karar kılmışlardı. İlk internet şirketleri patlaması ve yükselen bilgi ekonomisi, insanları eğitimin eninde sonunda sınıf farklarını hükümsüz kılacağına ikna etti.

Bill Clinton ve Tony Blair gibi orta yolcu teknokratlar, bu gerçeğe dayanan toplumun öncüsüydü. Kamu sektörünün bilimsel idaresinin nasıl olacağı konusunda tartışmaları, siyasal ilkeler veya değerler üzerine kavga etmeye yeğlediler. Karlılığa dayanan ve orta yolcu siyasetin itiraz edebileceği her öneriye, ne kadar adil olursa olsun karşı çıkan sahte bir ilericiliği benimsediler.

Liberaller gerçekleri ele geçirdiler, toplumsal çelişkileri gerçeklerin geçer akçe olmadığı bir alana, değerler alanına itelediler. Tahakküm ve sömürü üzerine yürütülen mücadeleler yerine, elimizde kültür savaşları kaldı. Burada ise, ilerici değerler hâkim olamıyordu; omurgasız veri çeşitlemesi ile refah devletinin ve örgütlü emeğin altını oyan politikaların ihanetine uğramaktansa, bir ahlaki üstünlük duygusuyla kabul ettirilmeye çalışılıyordu.

Gerçeklere boğulmak

Bu gerçeğe dayalı ütopyada açılan ilk çatlak, yeni milenyumun başında geldi. Fox News’ün, komplo teorisyenlerinin ve televangelistlerin başını çektiği sağcı takımı, 11 Eylül Birleşik Devletler’i – hem liberalleri hem de muhafazakarları – kötü planlanmış iki savaşa sebebiyet veren vatansever bir kitlesel histeriye sürükleyene kadar marjinal kaldı.

Liberaller, Bush yönetiminin gerçekleri ustaca kullanmasıyla baş edemiyor gibiydiler. Savaşa karşı orta yolcu muhalefet BM kararları ve doğru düzgün soruşturma prosedürleri üzerine uysal tartışmalarda ifadesini buluyordu. Bush danışmanı Karl Rove şöyle demişti: “Artık bir imparatorluğuz ve harekete geçtiğimiz an, kendi gerçekliğimizi kendimiz yaratırız.” Gerçeklere boğulan Demokratlar bir alternatif de sunamıyorlardı.

Savunma pozisyonuna düşmüş liberaller için Obama’nın seçimi rasyonelliğe geri dönüş gibi göründü. Ama göreve geldikten kısa bir süre sonra, seçkinlere karşı olan öfkeyi kullanan Çay Partisi, iklim değişikliği inkarcıları ve muhafazakârlar, gerçekleri eğip bükmeyi yeni zirvelere taşıdılar. Donald Trump Obama’nın doğum sertifikasını veya Central Park beşlisini aklayan DNA kanıtını doğru kabul etmeyi reddetti; bir kongre üyesi bir adam, iklim değişikliğine dair çevrebiliminin kanıtlarını çürütmek için kartopu yapıp fırlattı; Aile Planlaması Derneği’nin fonlarının neredeyse kesilmesine sebep olan çarpıtılmış bir video dolaşıma sokuldu.

Liberaller gerçeklere dayalı bir kahramanlar nesli yetiştirmekte teselli buldu: Nate Silver, siyasal manzaraya kesin bir nicel tahmin edilebilirlik sağlamak için kamuoyu yoklamalarını ve istatistiksel modelleri kullandı. Ezra Klein ve Matthew Yglesias’ın yönettiği Vox, eğer üzerinde çalışmaya zaman ayırırlarsa, karmaşık politikaların onlara gerçekte nasıl yardımcı olacağını okurlara açıklamayı vaat ettiler. Komedi bile – en iyi örneği Jon Stewart’ın Aklıselime Geri Dönüş Mitingiolan – kendisini gerçeklere dayalı diye sunmaya başladı. Bu gerçek takıntılı liberaller açısından siyasal tutkular, ancak rasyonelliğin çözebileceği sorunlara yol açıyordu.

Öte yandan, tarihsel olaylar da liberal hakikatleri sorguya çağırmaya başladı. 2008 mali krizi liberal ekonominin başarısızlığını gün yüzüne çıkardı. Occupy ve Black Lives Matter, veri çeşitlemesi ve işletmeci zihniyetin cevap bulamamakla kalmayıp bulmayı reddettiği yapısal sorunlara ışık tuttu. Bu olaylar, liberal gerçekçiliğin ne olduğunu açık etti: kendi çıkarını her şeyden üstün tutma ve seçicilik, işine gelmeyen hakikatleri göz ardı etme ve yukarıdan parti siyasetini toplumun bilimsel idaresi diye yutturma.

Siyasi hakikat çağının yasını tutan insanlar, aşırı orta yolculuk adı verilebilecek bir akıma aitler. Sıradan insanların deneyimlerinden ve sıkıntılarından, en az sağcı güruh kadar hararetli bir şekilde şüphe eden teknokrat ve yöneticiler onlar. Bu hakikat sonrası muhafazakarlık karşısında dehşet duyduklarını iddia ediyorlar ama pek çok ekonomi politikasında onlarla anlaşıyorlar. Orta yolculuk sağa çekmiş durumda, dolayısıyla liberaller de aynı türden “reformlar” istiyorlar, tek bir farkla: emekliliğin özelleştirilmesi, okul fişleri, parasız devlet okulları, resesyon dönemlerinde mali kemer sıkma ve zenginler için giderek daha da yüzsüzce vergi kesintileri ile birazcık daha “insan yüzlü.”

Siyasetin geri dönüşü

Başkanlık seçimleri, liberallerin gerçeğe dayalı siyasetinin içi boşluğunu gösteriyor. Clinton kampanyası, mükemmel rakip saydıkları bir adaya tosladı kaldı. Başta Trump’ın görgüsüzlüğünün işlerine yarayacağını sandılar, sonra tüm ağırlıklarını onun yalanlarını ifşa etmeye verdiler.

Bunları yaparken ise, değişim için tek bir pozitif siyasi vizyon sunmayarak önemli olan tek hakikati bastırdılar: siyaseti iyi işletme uygulamalarına ve doğru istatistiklere indirgeyemeyeceğimizi.

Nostalji içinde, muhaliflerinin daha doğru düzgün ve kendi seçmece gerçeklerine saygı gösteren insanlar olduğu bir geçmiş tablosu çizdikçe, liberal orta yolcular gerçeklikle alakalarını daha da kopardılar. Bazıları, muazzam bir ironiyle, Ronald Reagan ve George W. Bush gibi gericinin önde gideni olan şahsiyetleri romantize etmeye vardırdılar işi.

Trump’ın zaferi seçmenlerin hakikatten nefret ettiğinin kanıtı değil. Sadece, yeterince fazlasının, değişim vaat eden patolojik bir yalancıyı, gerçekleri liberalce eğip büken statükocu bir teknokrata tercih ettiğini gösteriyor. Yalan haberleri suçlamayı bırakıp onlara neden bu kadar insanın inandığını fark etme zamanı. Basit sebep, ana akım siyasi sınıfın, onlar için en iyisinin ne olduğunu akıllarından çıkararak, insanların güvenini çarçur etmiş olması. Liberal hakikatlere geri dönmenin, ülkeyi yönetmekte olan gerici demagogla mücadeleye faydası yok; bunu ancak, hem Trump’ın otoriterliğine hem de liberal işletmeci zihniyete meydan okuyacak bir demokratik diriliş yapabilir.

Böylesi bir hareket, hem muhafazakârlar hem de liberaller için en rahatsız edici hakikatlerden başlayacaktır: insanlar acı çekiyorlar ve daha düzgün bir hayatları olsun diye mücadele ediyorlar; eşitlik olmadan özgürlük olmaz. Bilginin bize gerçekliği değiştirme konusunda yardımcı olduğunu anladığımızda, gerçekler her zamankinden daha alakalı hale gelecek.

Özgün metin: Jacobin

Dünyadan Çeviri: Serap Güneş

 

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…