Doğum Deneyimi Bedene Yönelik Bir Saldırı Gibi Yaşandığında

Family Resemblance

6 Ekim 2018
Doğum Deneyimi Bedene Yönelik Bir Saldırı Gibi Yaşandığında

Araştırmalara göre, düşük riskli bir hamilelik süreci geçiren kadınlara, sezaryen uygulamasının, vajinal doğuma göre komplikasyonları ve hatta ölüm riskini üç kat arttırdığı söylenmiyor. ABD’deki yüksek sezaryen oranının (yüzde 33, WHO içinse sınır yüzde 15) bu bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor olması muhtemel.

Kimberly Turbin, 2013’te doğum yapmak üzere hastaneye gittiğinde, cinsel taciz geçmişi olduğunu bir hemşireyle paylaşıyor. Doğum başlamak üzere, korkuyor ve travma sonrası stres bozukluğu panik atağı tetikliyor. Ona dokunmadan önce neyi neden yaptıklarını bilmek istiyor.

Doğumun her anı kaydediliyor ve bu görüntüler hızla yayılıyor: Yalnızca bir kez gördüğü Dr. Alex Absassi elinde makasla kadraja girdiğinde Turbin ıkınmaya başlıyor. Doktor, epizyotomi uygulayacağını söylüyor, yani doğum başlamadan önce rahim ağzı açıklığını arttırmak için perineye (vajina ve anüs arasındaki bölge) kesi atılacak.

Epizyotomi, perinenin hızla iyileşen bir bölge olduğu düşüncesiyle rutin olarak uygulanıyordu. Ancak otuz yılı aşkın süren araştırmalar, kan kaybı ve doğum sonrası ağrı riskinin arttığını gösteriyor. Şimdilerde bu yöntem yalnızca bebeğin kalp atışının yavaşladığı veya pozisyonunun sorun yaratabileceği durumlarda uygulanıyor. Turbin için bunların hiçbiri geçerli değil. (Yetkin uygulamalara rağmen, etkisi kanıtlanan ilaçlardan haberdar olmayan veya doğumu hızlandırmak isteyen kimi doktorlar epizyotomi uygulamaya devam ediyor.)

Turbin’in doktora “Neden? Henüz denemedik bile” dediği duyuluyor. Doktor ise, hiçbir dayanak göstermeden bebeğin anüsünün yırtılmasına neden olabileceğini söylüyor. Turbin başından beri uygulamaya karşı çıkıyor. Ikınmayı denemekte ısrar edince de doktor “Ne demek neden? Burada uzman olan benim, anladın mı?” diye çıkışıyor. “Öyleyse evinde doğur!”.

Tam 12 kesikten sonra bebek dünyaya geliyor. Turbin ise ağlamaklı ve dehşet içinde.

“Kayıtlara göre, Turbin’e uygulanan epizyotominin hiçbir gerekliliği bulunmuyor”. Videonun altındaki bu yorum, Michael Klein’e ait. Klein, epizyotominin etkinliğini araştıran doktorlardan biri ve Abbassi’nin perinenin genişlemesini beklemeyecek kadar sabırsız olduğunu düşünüyor.

Hamilelik durumu olsun veya olmasın her bireyin aydınlatılmış onam, tıbbi müdahaleyi red, eşit tedavi, mahremiyet ve yaşam hakkı vardır. Reşit olduğu sürece tedaviyi kabul etme veya reddetme kararı hastaya aittir. Doğum deneyimi, kadınları bu haktan mahrum etmemelidir. Ancak pratikte durum daima böyle değil. Turbin’in yaşadığı başlı başına korkunç olsa da, başka örnekler de var; 2015 yılında, Amerika’da yaşayan 2,400 kadının katıldığı bir araştırma, epizyotominin kendi rızalarıyla uygulandığını düşünenlerin oranının yarıdan az olduğunu gösteriyor. Doğum yapan kadınların çoğu, tıbbi müdahaleler üzerinde kontrolleri olmadığını söylüyor.

Doğum sırasında zor kullanılarak veya onay alınmadan gerçekleştirilen tıbbi müdahaleler, yetersiz bakım ve sözlü ve fiziksel taciz, dünyanın her yerinde yaşanan saldırılara yalnızca birkaç örnek.

En yaygın istismarlardan biri ise kadınların rıza göstermelerine yetecek kadar bilgi sahibi olmaması. Doğru ve kesin bilgi sağlanmadığı, olası uygulamaların riskleri ve faydaları belirtilmediği sürece herhangi bir prosedürü onaylamanız mümkün değil.

Geriye dönük bir araştırmaya göre, düşük riskli bir hamilelik süreci geçiren kadınlara, sezaryen uygulamasının, vajinal doğuma göre komplikasyonları ve hatta ölüm riskini üç kat arttırdığı söylenmiyor. ABD’deki yüksek sezaryen oranının (yüzde 33, WHO içinse sınır yüzde 15) bu bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor olması muhtemel.

Human Rights in Childbirth oluşumunun kurucularından, insan hakları avukatı Hermine Hayes-Klein, “Bu yanlış tedavi prosedürü daima aynı, kadınların güçsüzleştirildiği yerlerde ise daha ciddi durumlarla karşılaşmak mümkün” diyor. “Özellikle doğum kontrol veya kürtaj hakkından mahrum eden ülkeler söz konusuysa”.

Talepleri dikkate alınmayan ve susturulan bireylerin ise -beyaz olmayan kadınlar, ergenler, evli olmayan kadınlar, düşük sosyoekonomik statü grubundaki kadınlar, göçmen kadınlar, etnik azınlık grubundaki kadınlar, HIV pozitif kadınlar- hak istismarına uğrama riski daha fazla.

34 ülkeden 65 farklı çalışmanın incelendiği “Dünyadaki Sağlık Kurumlarının Doğumda Uyguladığı Yanlış Tedaviler” (The Mistreatment of Women during Childbirth in Health Facilities Globally) başlıklı araştırma, bu topluluklara dahil olan kadınların, sağlık kurumlarında fiziksel şiddetle susturulma, sözlü taciz, tedaviden mahrum bırakılma ve rızaları dışında alıkonma oranının daha yüksek olduğunu gösteriyor.

Günlük yaşamlarında güçsüzleştirilen kadınlar için bu deneyim çok daha travmatik. Doğum esnasında uygulanan yanlış tedavi, doğum sonrası depresyonu tetiklediği gibi travma sonrası stres bozukluğuna da neden olabiliyor. Bu da, kadınların gelecekte yeterli bakım talebinde bulunmalarını engelliyor.

Turbin’e uygulanan epizyotomi, geçmişte uğradığı cinsel tacizin yarattığı travmayı çağırarak fiziksel ve duygusal izler bırakıyor. Pelvik ağrı ve kanamalar aylarca sürüyor, oturmakta ve oğlunu emzirmekte zorlanıyor. Dışkısını yumuşatmak için takviye almaya devam ediyor. Hâlâ geçmişe döndüğü zamanlar oluyor, istese de bir kez daha doğurmaktan korkuyor. Hastanede yapılacak müdahalelerde bedeni üzerinde söz sahibi olmamak onu endişelendiriyor.

New Jersey’den avukat Lindsay Switzer ise, tekrar doğum yapmadan önce bunun sonuncu olmasını planlamıyor. Ancak oğlu sezaryenle dünyaya geldikten sonra, bir daha böyle bir risk alacabileceğinden emin değil. Doğum için hazırlanan doktor Switzer’in fetal monitöre bağlanmasını istediğinde rahim ağzı 10 santim kadar açık, ebe ve doula da ona yardım ediyor. Doğum çoktan başlamış ve Switzer dört ayak üzerinde ıkınıyor (rahimdeki kasların çalışmasına ve yerçekiminin yardımıyla pelvisin genişlemesine yardım eden pozisyonlardan biridir).

“Odaya girdiğinde kendi başına doğuran birini gördü ve bunu kaldıramadı” diyor Switzer. Doktor, daha sonra onu aceleyle sezaryene alıyor. Bebeğin kalp ritminin düştüğü ve bu uygulamanın gerekli olduğu kayıtlara geçiyor. Doğruluk payı var, kasılmalar sırasında bu üç kez gerçekleşse de bebek sonrasında kendine geliyor. Doktor, sezaryen yapılmaması durumunda bebekte beyin hasarı oluşabileceğini söyledikten sonra, sosyal hizmetlere haber vererek bebeği ondan almakla tehdit ediyor.

Switzer sezaryen için onam formunu imzaladıysa da “Bunu onayladığımı asla söylemedim. İmzam alındığında kendimde bile değildim. Donup kaldım. Doktor, ameliyat masasında akşam dışarı çıkmak için plan yapıyordu, zorluk çıkardığımı düşündüğü için bir isteğim var mı diye sordu alay ederek. Orada olup olmadığımın farkında bile değildim” diyor.

Doğumdan sonraki birkaç ay iyi gitse de Switzer o ana dönüyor ve anksiyete atakları yaşıyor. Daha sonra karmaşık travma sonrası stres bozukluğu teşhisi konuyor. Sağlık kuruluna yaptığı şikayetten sonuç alınamıyor. En sonunda, yazılı ifadesinde patriyarkal bir tutum sergilemek durumunda kaldığını ve doğum yapan hastalarından yazılı onay almayı gerekli görmediğini belirten doktora dava açıyor: “İnsan değil de, tamirhanedeki bir araba gibi hissediyordum”. Diğer her durumda hastanın onayı alınmadan müdahalede bulunulması akıl almaz bir şey olsa da doğum söz konusuyken bu tutum tamamen normal kabul ediliyor.

Susan Hodges 2009’da yazdığı bir makalede şöyle diyor, “Hastanede gerçekleştirilen doğumlarda yaşanan istismar aile içi şiddetle aynı kefeye konmayabilir, ancak daha az zarar verdiğini kesinlikle söyleyemeyiz. Tehdit, azarlama, alay etme, küçük düşürme, baskı, bağırma, yalan söyleme, manipüle etme, yok sayma ve bilgi vermeyi reddetme ile gelen sözlü taciz, muhatabın özgüvenini alaşağı ederken, suistimalcinin güce olan açlığını besliyor. Çoğumuz hastanedeki herhangi bir hizmet sırasında bunu fark ederiz. Kaldı ki, hem hastanelerden güvenilir ve profesyonel hizmet beklemeye hem de bize verilen talimatlara uyum sağlamaya şartlandığımız için, bu tür davranışların istismar olarak kabul edilmesi zorlaşıyor.”

Sağlık çalışanları ve hastalar arasındaki güç dengesizliği, etkisi kanıtlanan son yöntemleri takip etmeyen sıkı hastane yönetmeliği ve doğumun tabiatı gereği acı verici olduğu algısı, doğumda ve sonrasında kadınları istismara karşı savunmasız bırakıyor.

Birçok kadın, yanlış giden bir şeyler olduğunu fark etmeyip sessiz kalabilir. Yani, duyulmasa da sıkça karşılaşılan bir durum söz konusu. Fark edildiğinde ise başvurulacak çok fazla yer yok. Doğumda insan haklarını koruyan öncü oluşumlar bulunmuyor, iç hukukta ise ilgili yükümlülükler belirlenmiş değil.

İnsancıl bir sağlık hizmeti için mücadele eden hemşire Suzanne Mohammad, Ürdün’de doğum yaptığında tüm bu sorunlarla karşılaştığından bahsediyor. Rahim ağzı yeterince açılmış ve ıkınmaya hazır olmasına rağmen, hastaneye gelir gelmez zorla epizyotomi uygulanmış. Ürdün’de de ilk kez anne olan kadınlarda, tıbbi müdahale olmadan vajinanın yırtılacağı inanışı hakim. Bu mit, vajinanın dikişlerle daralabileceği düşüncesi ile birleşince epizyotomi oranı yüzde 41.1’e kadar yükselmiş.

Ne petidin ne de herhangi bir epidural alan (morfin içeriyor) Mohammad, tamamen kendinde ve her şeyin farkında olduğunu da belirtiyor. Bu uygulamaya mecbur edilmek için itilip kakılıyor, alaya alınıyor ve aşağılanıyor. Epizyotomi uygulanmazsa bebeğinin öleceği söyleniyor ve öylece bırakıp gitmekle tehdit ediliyor (Mohammad’in cevabı ise “Evet, lütfen” oluyor). İnlemelerini susturmaya ve hareket etmesini engellemeye çalışıyorlar. Doğum uzmanı hışımla odaya girdiğinde ise yenilgiyi kabul etmek zorunda kalıyor.

“Ailemle yaşantım ve evliliğim boyunca dikkate alınmamaya ve güvende hissetmemeye alıştım. Oysa bu terk edilmenin, suistimalin ötesinde bir taciz, aşağılama ve tehditti… Bedenime sahip olduğumu, kontrolün bende olduğunu düşünürken yabancılaşmış ve yılmıştım. Ne olursa olsun bebeğime zarar verecek bir şey yapmayacağımı biliyordum, sağlıklı bir şekilde dünyaya gelmesi için risk almış oldum. Eşimin müdahale etmesini, beni korumasını bekliyordum ama öyle olmadı.”

Mohammad, doğumdan sonraki bir yıl boyunca seks sırasında idrar kaçırma ve ağrı gibi yan etkilerin yanı sıra, travma sonrası stres bozukluğu yaşıyor.

Yetkin ve duyarlı doğum uzmanları -temel insan haklarına saygılı, bedenin kendiliğine, değerlere, duygulara ve tercihlere önem veren- bu problemle bireysel mücadeleyi sürdürüyor. Medyanın ilgisinin en iyi yöntemlerden biri olduğunu söyleyen Mark Merin (Turbin’in avukatı), kötü anılan bu gibi olayların durumun iyileştirilmesine yardımcı olabileceğini de ekliyor. Dünya Sağlık Örgütü de dahil birçok ulusal ve uluslararası kuruluş, hakları müdafaa, sosyal adalet, sorumluluk gibi tutumların yanı sıra araştırma alışkanlığının doğum sırasında saygılı ve özverili bir bakım sağlayacağı konusunda hemfikir.

Turbin, başhekimle görüştüğünde özür dilediğini ve bir şikayet formu doldurabileceğini ancak hastanenin Abbassi konusunda hiçbir şey yapamayacağını aktarıyor. Avukat masrafları bir fon sayesinde karşılanıyor, 18 ay ve yardım alınan 80 avukatın ardından sivil haklar avukatı Mark Merin davayı kabul ediyor. Haziran 2016’da yargıç doğumda şiddet ve insan hakları ihlalini ele alarak örnek teşkil eden bu duruşmanın devamına karar veriyor.

“Davayı açtım çünkü rızamın gerekliliği alenen reddedildi” diyen Turbin ekliyor: “Bu olayın bir taciz ve kötü muamele olarak kabul edilmesi doğum sırasında uygulanan şiddeti kanıtlamış oldu. Umarım sağlık kuruluşları düzenlemeleri yapar ve hastalarına gerektiği gibi davranır.”

Dünyadan Çeviri/ Esra Çelik

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…