Afrin’in görmezden gelinişi

4 Ekim 2018
Afrin’in görmezden gelinişi

Türkiye’nin Efrin’e yönelik saldırısı Suriye’de bir demokrasi beşiğini yok etti. Batı medyası ise olup bitenden doğru düzgün bahsetmezken kurbanları “terörist” olarak sunmakta beis görmedi.

Bu Mart’ta 400.000 civarı insan Suriye’nin kuzeyindeki Efrin şehrinden kaçtı. Genellikle yaya olduklarından taşıyabildikleri kadar eşyalarını yanlarına aldılar. Gece olduğunda çocuklu aileler yol kenarında tehlike içinde uyudular. Kaçarken bile Efrin’in suyunu ve elektriğini kesen ve son hastanesini yok eden Türk jetleri tarafından hedef alındılar.
Şahba’ya sığınmak isteyenler oranın da rejim güçleri ve İslamcı isyancılar tarafından ablukaya alındığını fark ettiler. İnsani yardımların girişi, ölümcül hastalıkları olanların ve yaralıların ise çıkışı engellendi. Terk edilmiş evlere sığınmaya çalışanlar IŞİD’in geri çekilirken yerleştirdiği mayınlar yüzünden öldü veya yaralandı. Altyapı yok edildi ve sular kirletildi. Çocuklar ve yaşlılar dünyanın büyük kısmında unutulmaya yüz tutmuş hastalıklar yüzünden öldü.

AFP: Son 24 saatte 30 bin sivil Afrin’den göç etti

Efrin’de kalanlar ise daha şanslı değildi. İslamcı isyancılar sivilleri kaçırıp işkence yaptı ve “kaybetti”. Taşıyabildikleri her şeyi yağmaladılar. Kalan son Yezidileri İslam’ı kabule zorladılar. Esirlerin ailelerinden IŞİD tarzı infaz videolarıyla fidye aldılar. Yeni işgalciler demografik değişim uygulayıp Türkleştirme politikasını Türkiye’nin güneydoğusundan Suriye’nin kuzeyine kadar genişlettiler.

Eskiden Arapça – Kürtçe çift dilli öğrenim yapan okullar Kürtçe eğitimi durdurmaya zorlandı ve Türkçe zorunlu dil oldu. Efrin şimdi Türk bayrakları ve hatta Başkan Erdoğan posterleriyle donatıldı. Yüzde ellisinin kadın temsilcilerden oluştuğu yönetim yerine Ankara tarafından seçilen tamamen erkeklerden oluşan bir yönetim getirildi.
Bunların hepsini bilmiyor olabilirsiniz çünkü uluslararası medya umursamadı bunları.

7 yıllık anlaşmazlıkta bundan daha büyük bir ahlaki netlik örneği belki de yoktur. IŞİD’e yardım ve yataklık yapan, NATO’nun ikinci en büyük ordusuna sahip olan, İslam Devleti’yle olan çatışmalarda sadece binlerce çocuğunu kaybetmekle kalmamış 300.000 insana da sığınak olmuş bir yere saldıran bir Türk devleti. Evlere, hastanelere ve okullara hava saldırıları gibi vahşice şeyler yapıldı.

Dünya sebepsiz bir işgali ifşa edebilirdi ancak verilen tepkilerden en bariz olanı sessizlikti. Batılı devlet adamları ve uluslararası medya sorgusuz sualsiz “Türkiye’nin güvenlik çıkarları” ve “iki tarafın da kendine hakim olması gerekiyor” laflarını tekrarladı. Kamu bu olayı duyduğundaysa sadece “teröre karşı mücadele” hakkında bilgilendirildiler. Ki bu Efrin halkına yapılan iftira ve saldırıların temeliydi.

ANTİ-TERÖRİZM

Operasyonun ilk gününde Associated Press, Türkiye’nin Efrin’e attığı bombaların hedefinin IŞİD olduğunu yazdı. Ancak yüzlerce insan Efrin’de IŞİD varlığının bulunmadığını belirttikten ve birkaç basın kuruluşu daha Associated Press’in yazdıklarını sorgusuz tekrarladıktan sonra haberi kaldırdılar. Tekziplerinde bir Türk yetkilinin IŞİD’den bahsettiğini yazdılar. Ki bu da AP’nin bir Türk iddiasını inceleme yapmadan yayınlaması anlamına gelir.

Böyle haberler ilerleyen günlerde de yapıldı. YPJ’li bir Kadın savaşçı Türk destekli militanlar tarafından esir alınmaktansa kendini havaya uçurduğunda New York Times, “Suriye’nin kuzeyindeki Amerikan müttefiki Kürtler, Türk ordusuna canlı bombalı saldırı düzenledi. Bu ABD’yi canlı bombalarla ittifak yapmak gibi garip bir duruma sokar,” yazdı. Önde gelen bir uluslararası medya ajansı böylece Kürtleri canlı bomba gibi göstererek Efrin’in tek şansı olan Amerikan yardımını engelledi.

Britanya Başbakanı Theresa May, Türkiye’nin kuzey Suriye’deki varlığını destekleyen bir açıklamada “Kürt terörizmi”nden bahsederek bu söylemi pekiştirdi. Herhangi bir organizasyon veya gruptan bahsetmek yerine tüm halkı terörist ilan etti. Bu da akıllara bir soru getirdi: Terörizm ne zaman etnik bir özellik oldu?

Uluslararası medya Türkiye’nin “Kürt terörizmiyle savaş” iddiasını çabucak benimsemişti. Bu o kadar yanlıştı ki baskıcı önlemler almak isteyen hükümetin imdadına hemen “terörizm” söylemi yetişiyordu. Ayrıca muhabirlerin sözüm ona ‘terörist üssü’ Efrin’de yaşayanları basitçe “Kürtler” olarak haber yapmaları da dikkate değerdi zira Efrin operasyona kadar demokratik, çok uluslu bir yönetime sahipti. Farklı etnik grupları karıştırıp anlaşmazlığı “tipik bir Ortadoğu” ihtilafı gibi gösterirken, Türkiye’nin Efrin’e saldırısının, demokrasi ve insan haklarına büyük bir darbe olduğunu gözardı ettiler.

Bu durum YPG’nin 2015’teki Kobane savunmasını sürekli kapak yapıp öven uluslararası medyanın keskin değişimini gösterdi. O zamanlar uluslararası medya Kürt kadın savaşçıların cesaretini göklere çıkarıyor, YPG/J’nin, elindeki olanaklar son derece düşük olmasına rağmen kazandığı zaferin öneminden bahsediyordu. Kurtarıldıktan sonra şehrin gelişimi bile takip ediliyordu.

HAKİKATİ SÖYLEMEK

Uluslararası kamuoyu ve böylece hükümet eylemleri, medyanın verdiği haberlerle şekillenir. Bu sebeple, medyanın doğruları söylemekten çekinmeme, vahşete maruz kalanların yanında durma ve temel insan haklarını ihlal edenlerin karşısında durma gibi sorumlulukları vardır. Tabii ki bu hikayeleri anlatmak için canlarını tehlikeye atan ve takdiri hak eden gazeteciler de var. Ancak savaşı sorguladığı için taciz edilen, saldırıya uğrayan, hapse atılan Türkiyeli gazeteciler, akademisyenler ve öğrencilerin durumu ortadayken dış basın ajanslarının bu tutumu gerçekten trajiktir.

Region dergisinin kurucularından Mehmet Aksoy, dünyaya unutmaya çalıştığı halkı hatırlatmak için 2017 Haziran’ında Suriye’nin kuzeyine gitti. Haberlerini anaakım söylemlerden uzak kalarak anlatmaya çalıştı. Suriye’nin ilk özgür yerel seçimlerini haber yaptı. Diğer gazetecileri eğiterek daha iyi haberler yapmalarını sağladı. Rakka’da, mücadeleyi, umudu, acıyı ve IŞİD’in vahşetiyle dolu yıllarından sonra kurtarılmasını belgeledi.

Mehmet, Suriye’nin kuzeyinde yaşananları dünyanın duyması için canını feda etmeye hazırdı zaten. Ve bir yıl önce hayatını kaybetti. 26 Eylül 2017’de, IŞİD, Rakka’nın kurtarılmış bölgesindeki bir medya ofisine saldırıp Mehmet’i ve birkaç kişiyi öldürdü. Yakında Efrin’i göz ardı etmeye başlayacak olan BBC’de cenazesi canlı yayınlandı. Mehmet, hayatının büyük kısmını Avrupa’da geçirdiğinden Avrupa medyası hikayesini anlatırken aynı saldırıda öldürülen diğer gazetecileri görmezden geldi.

Mehmet’in hayatını ve bize bıraktıklarını düşünürken aklımıza, biz gazetecilerin Efrin’e karşı sorumluluğu gelmelidir. Ortadoğu’yla ilgilenen ajanslar Mehmet’e imrenmelidir. Güçlünün söylemlerine meydan okuyabilmeli, kurtarıcılar ile baskıcıları eşit tutmayı reddetmeli ve insanlığın haberi olması kimin çıkarlarına aykırı olursa olsun, görmezden gelinen olayları haberleştirmelidir.

Efrin bu ilkelerin test edildiği bir yerdi ve çoğu uluslararası medya sınıfta kaldı. Yalnız bu test devam etmekte çünkü Efrinliler hala Şahba’da ve evlerine dönemiyorlar, hala gıdaya, tıbbi bakıma ve temiz suya ulaşamıyorlar. Bunun tekrar yaşanmaması için Efrin’de yaşananlar ve medyanın rolü hakkında konuşmaya devam etmeliyiz.

Efrin’in çoğulculukta, özgürlükte ve demokraside örnek olmasına tahammül edemeyen güçlerin Efrin’i işgal etmesinin üzerinden altı ay geçti. Bu ilkeleri savunabilmek için, medya, “iki taraf da” söyleminin şiddetin faillerine yardımcı olduğunu ve şiddetin kurbanlarını canavarlaştırdığını anlamalıdır. Eğer medya güçlü devletlerin kendi çıkarlarını korumak için ürettiği söylemleri tekrarlamaya devam ederse görevinde başarısız olacağı kesindir.

Gokcan Aydogan, Rosa Burç, Meghan Bodette

Dünya'dan Çeviri: Zaphod

 

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…