'HDP ayrılıkçı bir parti olsaydı AKP'nin hoşuna giderdi'

2 Mart 2018
'HDP ayrılıkçı bir parti olsaydı AKP'nin hoşuna giderdi'

HDP ayrılıkçı bir parti olsaydı, Kürtler için ayrı bir devlet talep etseydi, Türkiye’yi bölmeye çalışsaydı, bugünkü iktidarın hoşuna giderdi. Çünkü böylece HDP’yi çok daha kolay kriminalize edebilir, köşeye sıkıştırabilirlerdi.

Milletvekilliği 'cumhurbaşkanına hakaret' davası üzerinden düşürülen Ahmet Yıldırım, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik sözlerinde hakaret kavramının olmadığını savundu.

HDP'nin  barışçıl politikalarının kefaretini ödediğini söyleyen Ahmet Yıldırım, "HDP ayrılıkçı bir parti olsaydı, Kürtler için ayrı bir devlet talep etseydi, Türkiye’yi bölmeye çalışsaydı, bugünkü iktidarın hoşuna giderdi. Çünkü böylece HDP’yi çok daha kolay kriminalize edebilir, köşeye sıkıştırabilirlerdi" dedi. 

Milletvekilliğinin 'cumhurbaşkanına hakaret' davası üzerinden düşürülmesi ile ilgili Yıldırım, geçen yıl mahkemeden bu cezayı aldığında cezanın onancağını bildiğini söyledi ve Ahmet Türk'le aralarında geçen bir diyaloğu paylaştı. 

Yıldırım: HDP heyeti olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü’ne destek amacıyla yola çıktığımızda yanımda Sayın Ahmet Türk de vardı. Bu cezayı kendisine anlattığımda kararın bozulacağını düşündüğünü ifade etti. “Bozulmaz, çünkü hakarete uğradığını düşünen kişi Tayyip Erdoğan” dedim.

HDP Grup Başkanvekili Ahmet Yıldırım; hakında verilen kararı, Türkiye siyasetini ve çözüm sürecini İrfan Aktan'a değerlendirdi. 

Doç. Dr. Ahmet Yıldırım'ın Gazete Duvar'da yer alan söyleşinin bir bölümü şöyle: 

4 Kasım 2016’ya kadar hakkınızda kaç fezleke hazırlanmıştı?

20 Mayıs 2016’da dokunulmazlıklarımız kaldırıldığında hakkımda sadece beş fezleke vardı. Milletvekilliğimin düşürülmesiyle sonuçlanan “cumhurbaşkanına hakaret” fezlekesi de onlardan biriydi ve ondan ceza aldım. Oysa hakaret kavramının çok izafi olduğunu vurgulamam lazım.

Hakaret kavramından ne anlıyorsunuz?

Hakaret kavramından, kişinin onuruna ve şerefine karşı edilen söz veya davranışları anlıyorum. Fakat benim dava konusu olan sözlerimde zinhar böyle bir kasıt ve içerik yoktur. Fakat hakkımda açılan davadan sonra, Tayyip Erdoğan’ın medyada çıkan bazı sözlerini tarattım. Akademisyenlere, yazarlara, gazetecilere yönelik “mandacı artığı”, “ruhu kirlenmiş”, “terör örgütü maşası” gibi sayısız sözler sarf etmiş. Kendisi bu tür sözleri kullanırken naif bir siyasi eleştiriden çok rahatsız oluyor.

‘HDP AYRILIKÇI BİR PARTİ OLSA İKTİDARIN HOŞUNA GİDERDİ’

4 Kasım’dan sonra hakkınızda açılan dava sayısı arttı mı?

Görünür olmaya başladıktan sonra neredeyse her konuşmam bir fezlekeye dönüştü. 13 ay içinde 18 fezlekem oldu! Bunların büyük çoğunluğu referandum sürecinde mitinglerde yaptığım konuşmalara dayanıyor. Mesela Ağrı-Diyadin’deki bir mitingde Tendürek Dağı’nı göstererek, orada hayatını kaybeden iki askeri hatırlattım ve “Bu iki gencimizi anıyorum ve onların aziz hatırası için çözüm süreci bitirildiği yerden yeniden başlamalı” dedim. Bu bir fezleke konusu oldu! Ne yani, “bu ülkeye hiçbir zaman barış gelmemelidir, gençlerimiz toprağa düşmelidir” mi diyecektim! Bu ülkenin insanı da toprağı da kana ve cana doydu.

HDP’yle kendi öykünüzü, öne çıktıkça daha fazla hedef haline getirilmesi üzerinden mi benzeştiriyorsunuz?

Evet, oraya bağlamak istiyorum. HDP ayrılıkçı bir parti olsaydı, Kürtler için ayrı bir devlet talep etseydi, Türkiye’yi bölmeye çalışsaydı, bugünkü iktidarın hoşuna giderdi. Çünkü böylece HDP’yi çok daha kolay kriminalize edebilir, köşeye sıkıştırabilirlerdi. Kolluğun ve yargının değil, militarize edilmiş toplumun basıncıyla siyaset yapamaz hale getirirlerdi. Fakat HDP büyüyüp kapsayıcı hale geldikçe, radikal demokrasi fikriyatını yaydıkça, farklılıkların birliğini daha fazla savundukça ve bunu bir siyasi mücadele içinde somutlaştırıp teveccüh gördükçe daha fazla hedef yapıldı. HDP barışçıl politikalarının kefaretini ödüyor. Bizimki de HDP’nin bu kaderiyle benzeşiyor.

‘MECLİS’İ TERK ETTİĞİNİZDE GİDECEĞİNİZ BİR YER OLMALI’

Bu baskılar karşısında HDP’nin sine-i millete dönmesi, TBMM’yi terk etmesi yönünde değerlendirmeler de yapılıyor. Sizce Meclis’te parlamenter mücadele yürütmenin koşulları veya anlamı kaldı mı?

Bu önermeleri yadırgamıyorum ama biz bu alanı terk ettiğimizde yeni bir sıçrama yaratabilecek miyiz? Yeni bir mücadele kulvarı açabilecek miyiz? Siyaset alanımız genişleyecek mi? Eğer tüm bu soruların yanıtı “evet” ise, o zaman bu önermeyi tartışabiliriz.

Milletvekilliğinizin düşürülmesi üzerine Grup Başkanvekiliniz Filiz Kerestecioğlu, “Bu meclis artık gerçekten bizim ‘sadece son kişi kalana kadar burada olacağız’ dediğimiz için, halkımıza söz verdiğimiz için burada olduğumuz bir Meclis’tir” dedi…

Evet, Sayın Kerestecioğlu “halkımıza söz verdiğimiz için buradayız” derken, “burada kalmayı sürdüreceğiz” demedi. Sistem zaten iki buçuk yıldır bizi meşru mücadelenin dışına itmek istiyor. Fakat siz Meclis’i terk ettiğinizde gideceğiniz bir yer olmalı. Neresi bu? Sokak, alanlar, meydanlar. Peki, faşizm sokakta bir mücadele alanı bıraktı mı? Şu an sokak, faşizm eliyle derdest edilmiş durumda. Elbette parlamento ile sokak eşzamanlı olarak işlevselleştirilebilir. Hukukun ayaklar altına alınmasına, her türlü hak gaspına karşı yeni bir yöntemi tartışmalıyız.

Bir yandan faşizm bizi nereden atmak isterse, orada durmaya devam etmeliyiz. Öte yandan meclisi de kutsamak zorunda değiliz. Faşizm bazen tüketemedikleriyle yenilir. Onu yenmeniz için bazen sırf yenilmemeniz, varlığınızı sürdürmeniz bile yeterli olabilir. Bu açıdan HDP son Mohikan’dır, bizler son Mohikanlarız. Varlığı bile iktidarın denklemlerini bozmaya yetiyor.

HDP’nin mümkün olanın en iyisini yaptığını iddia etmiyorum ama en azından geri adım atmıyor. İktidar, “yahu şunlarda en azından birkaç istifa olabilmeli, kopuşlar yaşanabilmeliydi” diyor. İktidar partisi mensupları bize bunu bazen Meclis kulislerinde bizzat söylüyordu. “Nasıl oluyor da bir arada durabiliyorsunuz” diyorlardı. Çünkü bu kadar farklı bileşen olarak birbirimizden kopmadık.

‘ÇÖZÜM SÜRECİ İLLA AKP’YLE OLMAK ZORUNDA DEĞİL’

AKP’lilerin sorusunu biz de soralım: Farklı siyasetlerden oluşan bileşenlerinizi bir arada tutan şey ne?

Parti politikamıza en fazla eleştirel yaklaşan arkadaşlarımız bile bunca zulüm söz konusuyken eleştirilerini erteledi. Belki ortak bir direnme pratiği sergileyemedik ama sonuçta direndik. Dışsal yönelimler içsel kenetlenmeyi sağlıyor. Bizi sadece mağduriyet değil, aynı zamanda ortadan kaldırılması gereken bir faşizm gerçeği de bir arada tutuyor.

Zaman zaman yeni bir çözüm süreci ihtimalinin olup olmadığı tartışılıyor. Hatta Eş Genel Başkanınız Sezai Temelli “Her şeye rağmen yeni bir çözüm süreci olacaktır. Ama bu artık bütün toplumun, bütün toplumsal dinamiklerin, toplumsal muhalefetin ortaklaştığı bir yerden olacaktır” dedi. Siz yeni bir çözüm sürecinin ihtimal dahilinde olduğunu düşünüyor musunuz?

AKP’nin yeni bir çözüm süreci başlatmasını beklemek saflık olur. Kürt sorunu başta olmak üzere ülkenin tüm meselelerinin masaya oturularak çözülebileceğine inananlardanım. Fakat AKP’nin yeni bir çözüm süreci başlatmasına bel bağlamak sadece AKP’nin miadını doldurmuş siyasi yapısına hizmet etmek olur. Öte yandan çözüm süreci illa şimdiki iktidarla olacak diye bir kaide yok. Mevcut iktidar, ülkeyi hukuk ve demokrasiyle yönetebilme kabiliyetini çoktan yitirdi. Bu geri dönülmez bir noktadır.

Hakkınızda onca fezleke varken milletvekilliğinizin cumhurbaşkanına hakaret davası üzerinden düşürülmesi sizce nasıl bir mesaj içeriyor?

Geçen yıl Temmuz ayında mahkemede bu cezayı aldığımda, bunun onanacağını biliyordum. Bu cezayı aldıktan iki gün sonra HDP heyeti olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü’ne destek amacıyla yola çıktığımızda yanımda Sayın Ahmet Türk de vardı. Bu cezayı kendisine anlattığımda kararın bozulacağını düşündüğünü ifade etti. “Bozulmaz, çünkü hakarete uğradığını düşünen kişi Tayyip Erdoğan” dedim.

Keza bu karardan bir hafta sonra Sayın Demirtaş’ı cezaevinde ziyaret etmiştim. Kendisi kararı BirGün gazetesinde okuduğunu söyledi ve “hükmün açıklanması geriye mi bırakıldı” diye sordu. “Hayır,” dedim. “Açıklanıp ertelendi mi?” diye sordu, “hayır” dedim. “Paraya mı çevrildi?” “Hayır” dedim. “İyi de bu üçü dışında, cezayla neticelenmiş bir hakaret davası yok ki” dedi.

Gerçekten de öyle. Hakaret davaları hiçbir zaman hapis cezasıyla neticelenmemiş. Sayın Demirtaş bunun üzerine gülerek “oldu olacak TCK 53’ü de uygulasaydılar” dedi. “Onu da uyguladılar Sayın Başkan” dedim.

Ne diyor TCK’nın 53’üncü maddesi?

Siyaset yasağı ve kamu haklarından men! Sayın Demirtaş’ın morali, TCK 53’ün de uygulandığını öğrenince bozuldu. Kendisine “merak etmeyin Sayın Başkan, bundan bir hayır çıkar. Çünkü bu karar, sizin de neden ve nasıl burada tutulduğunuzun göstergesidir” dedim. Hepi topu iki kelime kullandım: “Padişah bozuntusu.” Bunu da karşımdaki kişi mücadele ettiğim biri dahi olsa hakaret amacıyla söylemem. Ben bunun hâlâ bir siyasi eleştiri olduğunu düşünüyorum.

Nitekim Sayın Kemal Kılıçdaroğlu da “diktatör bozuntusu” ve benzeri sözlerden dolayı açılan davaların ikisinden takipsizlik birinden de beraat aldı. Mahkemeye bu emsal kararları ilettik ama bize yönelik kararda bu emsal karar bile hükümsüz kaldı. Sadece milletvekilliğimin düşürülmesi değil, bu iki kelimeden dolayı siyaset yasağı ve kamu haklarından men kararı itibariyle de bu dünyada bir ilktir. Dikta rejimlerinin aktörleri olan tek adamlar faşizmi aklın almadığı noktaya kadar getirdiklerinde bu güç değil çaresizlik, sıkışmışlık ve güçsüzlük belirtisidir. Güçlü siyasi aktörler zihniyet olarak faşist bile olsalar, özgüvenli olurlar.

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…