Marx Kölelik Konusunda Haklıydı

Kevin B. Anderson

22 Haziran 2020
Marx Kölelik Konusunda Haklıydı

Geçtiğimiz yıl, köleleştirilen Afrikalıların ilk defa Virginia eyaletine varışının 400. yıl dönümüydü. Bu korkunç olay şimdilerde derinlemesine ve keskin bir biçimde tartışılsa da ana akım medyada Yeni Dünya’nın modern kölelik biçiminin özellikle kapitalist vasfına çok az vurgu yapılıyor. Aslında Marx’ın sermaye eleştirisinin kapitalizm ve kölelik üzerine kapsamlı tartışmalarını kateden bir konuydu bu.

A crowd lingered after the memorial service for George Floyd in Minneapolis on Thursday.

Marx, 16. yüzyılın ilk döneminde Karayipler’de başlayan Afrikalıların Avrupalılarca kitleler halinde köleleştirilmesini Romalıların ya da Arapların köleliğinin bir tekrarı olarak görmedi, aksine bu olguyu yepyeni bir şey olarak ele aldı. Ona göre, bu yeni olgu, antik zorbalık biçimleriyle değer üretiminin modern toplumsal biçimini mükemmelen birleştiriyordu. Kapital için yazdığı bir taslakta, “mübadele değerinin üretimde belirleyici faktör haline geldiği (…) kapitalist üretim biçiminde” köleliğin “en menfur haline” ulaştığını söyler. Bu, iş gününün tüm sınırları aşarak uzatılmasına, kelimenin tam anlamıyla kölelerin ölene dek çalıştırılmasına yol açar.

İster Güney Amerika’da Karayipler’de ister ABD’nin güneyindeki plantasyonlarda olsun kölelik modern kapitalizmin çeperinde değildi, bilakis onun asli bir parçasıydı. Genç Marx bu ilişkiyi Komünist Manifesto’dan iki yıl önce 1846’da Felsefenin Sefaleti’nde teorileştirmişti:

Doğrudan kölelik, günümüz endüstriyalizmine, makinelerin, kredilerin vs. olduğu kadar bağlıdır. Kölelik olmadan pamuk olmayacaktı, pamuğun yokluğunda modern endüstri de var olmayacaktı. Sömürgelere değerini veren köleliktir, sömürgeler dünya ticaretini yaratmıştır ve dünya ticareti geniş ölçekli makine endüstrisi için gerekli koşul olmuştur. Böylece kölelik, muazzam önemde bir ekonomik kategori olmuştur.”Doğrudan doğruya kölelik bugün sanayiciliğin, makineler, ‘kredi vs. gibi bir mihveri­dir. Kölelik olmadan pamuk olmaz, pamuk olmadan çağdaş sanayi olmaz. Kölelik sömürgelere değer kazandırmıştır; sömürgeler dünya ticaretini yaratmıştır; dünya ticareti büyük boyutlu makineleşmiş sanayinin zorunlu şartıdır.” (Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, İstanbul: Sol Yayınları, 1966, s.208)

Kapitalizmle kölelik arasındaki bu bağlantılar Marx’ın tüm metinlerine yayılmıştır. Ayrıca köleliğe karşı çeşitli direniş biçimlerinin anti-kapitalist direnişe nasıl katkı sağlayabileceğini de düşünmüştür. Bu özellikle Amerikan İç Savaşı öncesinde ve esnasında ortaya çıkar, Marx tutkulu bir şekilde kölelik karşıtı davayı desteklemiştir.

Marx’ın ele aldığı direniş biçimlerinden biri köleleştirilmiş Afrikalı Amerikalıların direnişiydi. Örneğin, radikal köle karşıtı John Brown önderliğinde beyazların da dahil olduğu kölelik karşıtı militanların Harpers Ferry’deki silah deposuna yönelik 1859’da gerçekleştirdikleri epik saldırıyı Marx çok ciddiye almıştı. Saldırı, militanların umduğu gibi bir köle ayaklanmasına dönüşmese de Marx diğer köle karşıtlarıyla aynı fikirdeydi: bu son derece önemli bir olaydı ve bundan sonra geri dönüş olmayacaktı. Ardından uluslararası bir mukayese yaparak bunu Rus köylülerine benzetmiş ve köleleştirilmiş Afrikalı Amerikalıların eylemliğine vurgu yaparak bunun kitlesel ayaklanma potansiyeline değinmiştir:

“Bana göre, dünyada en çığır açıcı olaylardan biri, bir tarafta Brown’un ölümüyle başlayan Amerika’daki kölelerin hareketi öte yanda Rusya’daki kölelerin hareketi. … geçenlerde [New York Daily] Tribune’da gördüm, Missouri’de yeni bir köle ayaklanması olmuş, bastırılmış haliyle. Ama artık işaret verilmiştir.”

1864’e gelindiğinde Birinci Enternasyonal kurulmuştu, bu dönemde ilk aktivistleri bu kölelik karşıtı mitingleri düzenleyenlerden oluşuyordu. Bu açıdan, kölelik karşıtı bir işçi sınıfı, Marx’ın yaşamı boyunca önderlik edeceği en büyük sosyalist örgütün kurulmasına yardımcı oldu.

Bu dönüm noktasında Marx köleliğin ilgası, hatta belki de bizzat kapitalist düzene meydan okumak için kitlesel köle ayaklanmalarının asli olduğunu düşünmüştü. Kısa süre sonra Güney’in ayrılmasıyla İç Savaş çıkmış, Marx bu noktada Kuzeye destek olmaya başlamışsa da Lincoln’a keskin saldırılarını sürdürmüştür (ilk başlarda köleliği ilga etmek ve siyah birlikleri askere almak şöyle dursun bu davaları desteklemekte tereddüt etmişti).

Savaş sırasında, bu defa Amerika’da değil İngiltere’de, kapitalizm ve köleliğe karşı ikinci bir direniş biçimi ortaya çıktı. Ülkenin egemen sınıfları Birleşik Devletlere başarısız bir cumhuriyetçi hükümet deneyi diyerek onunla dalga geçerlerken, hatta pleb Lincoln’e görgüsüz diye saldırırlarken, İngiliz işçi sınıfları olayları farklı değerlendirdi. Halen belli hakları kullanabilmek için gereken katı mülkiyet sınırlamalarını ortadan kaldırmak için sert bir mücadele vermekte olan işçiler, özellikle de Kuzey’de köleliğin kaldırılmasının ardından Birleşik Devletler’i zamanın en geniş demokrasisi olarak gördüler.

Marx’ın birçok makalede yazdığı gibi, İngiliz işçilerin düzenlediği kitlesel mitingler, hükümetin Güney’e müdahale etmesini engelledi. Proleter enternasyonalizme muhteşem bir örnek teşkil eden  İngiliz işçileri, çeşitli politikacıların Birlik’in gerçekleştirdiği blokaj sonucu pamuk stoklarının azaldığı, bunun da Lancashire’daki tekstil işçilerinin topluca işsiz kalmalarına yol açtığı gerekçesiyle Kuzey’e düşmanlığı körükleme girişimlerini reddettiler. Marx’ın 1862’de New York Tribune’de belirttiği üzere:

“İngiliz işçi sınıfının büyük bir kısmı Güney’in kuşatılmasından doğrudan ve ağır bir biçimde zarar görürken, diğer bir kısmı, onlara söylendiği üzere [BD] cumhuriyetçilerin bencil “koruyucu politikalar”ı yüzünden Amerikan ticaretine getirilen kısıtlamalardan dolaylı olarak etkilenmişti (…) Bu koşullar altında, en basitinden adalet için İngiliz işçi sınıfının bu sağlam tavrının hakkını vermek gerekir, özellikle de tuzu kuru idareci John Bull’ın iki yüzlü, zorba ve aptalca davranışlarıyla kıyaslandığında.

Marx, 16. yüzyılın ilk döneminde Karayipler’de başlayan Afrikalıların Avrupalılarca kitleler halinde köleleştirilmesini, Romalıların ya da Arapların köleliğinin bir tekrarı olarak görmedi, aksine bu olguyu yepyeni bir şey olarak ele aldı.

1864’e gelindiğinde Birinci Enternasyonal kurulmuştu, bu dönemde ilk katılımcıları bu kölelik karşıtı mitingleri düzenleyenlerden oluşuyordu. Bu açıdan, kölelik karşıtı bir işçi sınıfı, Marx’ın yaşamı boyunca önderlik edeceği en büyük sosyalist örgütün kurulmasına yardımcı oldu.

Savaş sona erdiğinde Birleşik Devletler’de Radikal Yeniden Yapılanma gündeme geldi. Buna köle plantasyonlarının hane başı kırk akre ve bir katır olacak şekilde eskiden köleleştirilmiş kişilere hibe edilmesi de dahildi. 1867’de Kapital’e yazdığı önsözde Marx bu gelişmeleri coşkuyla karşılar: “Köleliğin kaldırılmasının ardından, mevcut sermaye ve toprak mülkiyeti ilişkilerinde radikal bir dönüşüm gündemde.” Ancak işler böyle gitmedi, Birleşik Devletler Kongresi’ndeki ılımlılar bunun uygulanmasına mâni oldu.

İç Savaş’tan sonra Marx yine Amerika’da, kapitalizm ve köleliğe olduğu kadar ırkçılığa da karşı üçüncü türden bir direniş biçimini ele aldı. Ona göre, yüzyıllarca süren siyah köle emeği ve formel olarak özgür beyazların emeği, hem şehirde hem de kırsalda çalışanlar arasında büyük ayrımlar yaratmıştı. İç Savaş, bu ayrımların kimi ekonomik temellerini silip süpürmüş, yeni imkanlar yaratmıştı. Yine Kapital’de, bu imkanları nasıl keyifle ele aldığı görülür, ırk ve sınıf diyalektiğine dair en dikkat çeken cümlelerini yine bu bağlamda sarf etmiştir. Aşağıdaki alıntıda bu cümleyi italikle görebilirsiniz:

“Kuzey Amerika Birleşik Devletleri’nde, kölelik kurumu cumhuriyet­ tin bir bölümünü çirkinleştirmeye devam ettiği sürece, her bağımsız isçi hareketi kötürüm kaldı. Siyah derili emeğin damgalandığı yerde, beyaz derili emek kendisini kurtaramaz. Ama köleliğin ölümünden yepyeni bir yaşam doğuverdi. İç savaşın ilk meyvesi, lokomotifin dev adımlarıy­la Atlantik’ten Pasifik’e, New England’dan Kaliforniya’ya uzanan sekiz saat mücadelesi oldu. Baltimor’da (Ağustos 1866’da) toplanan Genel İşçi Kongresi şunu ilan etti: “Bu ülkenin emeğini kapitalist kölelikten kurtarmak için şu anda ihtiyaç̧ duyulan ilk ve en önemli şey, Amerikan Birliği’nin bütün eyaletlerinde nor­mal iş gününün 8 saat olmasını sağlayacak bir yasanın çıkarılmasıdır. Bu şanlı sonuca ulaşılıncaya kadar bütün gücümüzü harcamaya kararlıyız.” (Karl Marx, Kapital Cilt 1, İstanbul: Yordam, 2011, s.292)

Elbette 1866’daki sendika liderleri kapitalizmi doğrudan hedef almak için istekliydi, daha sonrasında ABD’de pek sık görülmeyen bir şey olacaktı bu. Buna rağmen, siyah işçileri tam üye olarak kabul etmeye yanaşmayan beyaz sendikalar yüzünden Marx’ın ırklar arası sınıf dayanışması hayali o zaman gerçekleşmedi. Marx’ın öngördüğü türden bir ırklar arası dayanışma, sonrasında birkaç defa yaşandı. Bunlardan en kayda değeri 1930’lardaki kitlesel sendika hareketi girişimlerinde görüldü.

Köleleştirilen Afrikalıların Virginia’ya ilk gelişlerinin dört yüzyıl ardından, Afrikalı Amerikalılar toplu tutuklama koşullarıyla kölelik mirasını deneyimlemeye, konut ve istihdamda kurumsallaşmış ırkçılığa maruz kalmaya, ayrıca siyahlar ve beyazlar arasında artan zenginlik farkının sonuçlarını yaşamaya devam ediyorlar.

Aynı zamanda tarihimizde görülen en reaksiyoner, emek karşıtı hükümetle karşı karşıyayız. Orta ve işçi sınıfları arasında destek görmek için en iğrenç ırkçılığı, kadın düşmanlığını körükleyen bir hükümet bu. Bu açıdan, Marx’ın şu ifadesi 150 yıl önce olduğu gibi bugün de yerinde bir slogan: “Siyah derili emeğin damgalandığı yerde, beyaz derili emek kendisini kurtaramaz.”


Tribune, Çeviri: Koray Kırmızısakal /Terrabayt

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…