HDP: Kuzey-Doğu Suriye’den kimin buğdayı, kim tarafından Türkiye’ye satılıyor?

10 Ocak 2020
HDP: Kuzey-Doğu Suriye’den kimin buğdayı, kim tarafından Türkiye’ye satılıyor?

Haftalık gelişmeleri değerlendiren HDP Sözcüsü Günay Kubilay ''Süleymani suikastının uluslararası hukuka meydan okunarak gerçekleştirilmiş olması ve İran’ı misillemeye kalkıştığı takdirde ‘kültür varlıkları’nı vurmakla tehdit eden Trump’ın temsil ettiği emperyalist ABD’nin elinde kalan yegâne enstrüman silikleşmiş bir medeniyet ufku, kapitalist aç gözlülük ve geleneksel beyzbol sopasından başka bir şey değil'' dedi.

Girê Spî’den 20 bin ton hububatın ithal edileceğine ilişkin haberler kamuoyuna yansıdığına dikkat çeken HDP Sözcüzü Günay Kubilay, “Basit bir soru soruyoruz: Kuzey ve Doğu Suriye’den kimin buğdayı, kim tarafından Türkiye’ye satılıyor, açıklayın” diye sordu.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Günay Kubilay, partisinin Genel Merkezi'nde basın toplantısı düzenleyerek gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Kubilay, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler gününü kutlayarak, sözlerine başladı. HDP olarak basın özgürlüğü ve gazeteciliğin suç sayılmadığı özgür ve güzel günler için mücadeleye devam edeceklerinin sözünü veren Kubilay, 8 Ocak 1996 yılında katledilen Evrensel gazetesi muhabiri Metin Göktepe’yi de andı.
 
Göktepe’nin katledilişine dair Kubilay, “Dönemin devlet yetkilileri önce Metin’in gözaltına alındığını inkar ettiler. Sonra duvardan düşerek öldüğünü söylediler. Ancak mücadele arkadaşları, meslektaşları ve tabii ki Fadime Ana’nın mücadelesi katillerin yakasını bırakmadı. Nihayet Metin’in gözaltına alındığı ve dövülerek katledildiği kabul edildi. Evet Metin’in yüreği hiç susmadı. Metin şahsında katledilen tüm gazetecileri bir kez daha minnetle anıyoruz” dedi.
 
PARİS KATLİAMINDA ÖMER GÜNEY'İN MİT'TEN EMİR ALDIĞI İFADESİ YALANLANMADI
 
Fransa’nın başkenti Paris’te 9 Ocak 2013 tarihinde Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in katledildiğini hatırlatan Kubilay, şunları söyledi: “3 Kürt kadını, 3 devrimci yürek alçakça katledildi. Failler belli. Bu sefer hedeflerinde devrimci kadınlar vardı. Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez. Paris Katliamı üzerinden tam 7 yıl geçmiş olmasına ve katliamı planlayanlar, emri verenler bilinmesine rağmen Fransa yetkilileri, yargısı ve adaleti katliamı yargılamadı, katiller cezalandırılmadı.
 
Katliamdan hemen sonra Erdoğan, Hüseyin Çelik ve Mehmet Ali Şahin’in açıklamaları ve akabinde katil Ömer Güney’in MİT elemanı olduğunun açığa çıkması, Ömer Güney’in katliam emrini Hakan Fidan yönetiminde ki MİT’ten aldığını söylemesi ve  Güney’in söylediklerinin yalanlanmamış olması katliamın içi yüzünü ortaya koyuyor.
 
Katil Ömer Güney katliamdan birkaç ay sonra yakalanmış olmasına rağmen yargılanması 4 yıl boyunca yapılmadı. Sonrasında ise mahkeme başlamadan bir ay önce öldü denilerek dava sona erdirildi. Oysa Ömer Güney ölmüş veya öldürülmüş olsa dahi MİT elemanı olması ve emri MİT’ten aldığını söylemiş olması davanın genişletilerek sürdürülmesini ve Ömer Güney’e bu görevi verenlerin yargılanmasını gerektirirdi. Ancak Fransa Devleti, Türk hükümetiyle arka planda yaptığı pazarlıklar sonucu davanın üzerini kapatarak katliamın suç ortağı oldu. Paris Katliamını gerçekleştirenler yargılanmış ve cezalandırılmış olsaydı bugün birçok katliamın önüne geçilmiş olabilirdi.
 
'AYNI ZİHNİYET SİLOPİ’DE 3 KÜRT KADINI KATLETTİ'
 
Paris’te 3 Kadın siyasetçiyi katleden zihniyet 5 Ocak 2016’ta Silopi’de özgür yaşamı savunan 3 kadın siyasetçi Seve Demir, Pakize Nayır ve Fatma Uyar’ı da katledecekti. Paris’te ve Silopi’de katledilen devrimci kadınlar şahsında barış, demokrasi, eşitlik ve özgürlük mücadelesinde yaşamını yitiren tüm kadınları saygıyla ve minnetle anıyoruz.”
 
Hafta içerisinde görülen HDP önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın duruşmalarına da değinen Kubilay, açıklamalarına şöyle devam etti: “Figen Yüksekdağ hakkında ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ iddiasıyla açılan davanın karar duruşması Van 7'nci Asliye Ceza Mahkemesi'nde, Selahattin Demirtaş’ın tutuklu olduğu davanın duruşması Ankara Sincan'da görüldü. Yüksekdağ ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ten para cezası verildi.
 
Eş Genel Başkanlarımız yaptıkları savunmalarla tek adam rejimini ve bu rejimin temel ayaklarından biri olan yargı sistemini, despotik siyaset tarzını yargılamışlardır. Yüksekdağ’ın belirttiği gibi ‘Bu yargılamalar iktidarın ömrünü daha çok uzatmak için bizlere yönelik geliştirdikleri bir siyaset tarzıdır, bir fikri ve düşünceyi cezalandırmadır, halk iradesine darbedir.’ Demirtaş’ın da belirttiği gibi ‘bu yargılamalar iktidarın, özellikle de Erdoğan’ın siyasi amaçlarına erişebilmesi yapılan çalışmalardır.’
 
'YARGI YÜRÜTME KOL KOLA OLDUĞU İÇİN…'
 
22 Kasım 2018’de Demirtaş hakkında AİHM kararının açıklandığı gün, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman Saray’da Erdoğan’la bir araya gelmiş ve fotoğraf paylaşmakta da bir sakınca görmemiştir. Daha sonra Erdoğan AİHM kararını tanımadığını açıklamış, Kocaman da ikinci tutuklamayı bizzat organize etmiştir. Demirtaş'ın aslen tahliye olduğu dosyadan ikinci kez tutuklanmasının nedeni işte bu yargıyla yürütmenin kol kola verdiği pozlar, iç içe geçmiş ilişkilerdir. Tekrar etmek gerekirse siyasetçilerimizi, yoldaşlarımızı, arkadaşlarımızı tutuklamakla, savunma ve adil yargılanma haklarını ellerinden almakla yıldıramazsınız, geri adım attıramazsınız. Eninde sonunda bu devran dönecek, bugün yargılayanlar yarın yargılanacaklar. Bugün hukuku çiğneyenler yarın hesap verecekler.
 
ABD-İRAN GERİLİMİ
 
Geçtiğimiz günlerde de ABD, Bağdat Havaalanında İran Devrim Muhafızlarına bağlı Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymanî’yle birlikte Iraklı Haşdi Şabi komutanlarını hedef alarak bir suikast gerçekleştirmişti. İran da misilleme olarak ABD’nin Irak’taki askeri üslerini balistik füzelerle vurmuştu. ABD Irak işgaline kadar bölge devletleri üzerinde kurduğu hegemonya eşliğinde bölgede oyun kurucu rolü oynuyor, genel düzenleyici ve regülasyon merkezi işlevi görüyordu. İşgal sonrası askeri üstünlüğüne rağmen hegemonyasını ve regülasyon merkezi işlevini yitiren ABD, Trump liderliğinde siyasi stratejik vizyondan yoksun devlet siyasetinin artık bir tehditten, şantajdan daha fazla bir anlam ifade etmediğini ortaya koymaya başladı.
 
Süleymani suikastının uluslararası hukuka meydan okunarak gerçekleştirilmiş olması ve İran’ı misillemeye kalkıştığı takdirde ‘kültür varlıkları’nı vurmakla tehdit eden Trump’ın temsil ettiği emperyalist ABD’nin elinde kalan yegâne enstrüman silikleşmiş bir medeniyet ufku, kapitalist aç gözlülük ve geleneksel beyzbol sopasından başka bir şey değil.
 
Trump İran’ın hiçbir zaman nükleer silah sahibi olamayacağını söylerken, dünyanın en büyük nükleer silah cephaneliğine sahip kendi ülkesinden söz etmemesi, bizatihi o nükleer gücü arkasına alarak konuşan emperyalist saldırganlığın ve muktedir olmanın verdiği, kibrin tipik bir örneğiydi. İran’a gelince, İran da Kasım Süleymani’nin öldürülmesiyle Molla aristokrasisinin de Trump’tan daha gelişkin bir medeniyeti, demokratik bir toplumu ve özgürlükçü siyaseti temsil ettiği söylenemez?
 
GENÇLERİ ASARKEN HANGİ MEDENİYETTEN SÖZ ETMİŞ OLUYORUZ?
 
Bölgede izlediği sömürgeci, yayılmacı ve mezhepçi politikaya dayalı bir bölge gücü olma kibri, Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’de mezhepçi bir nüfuz sahibi olma dürtüsü her halinden belli molla rejimi kadınları kırbaçlayıp kapanmaya zorlarken, insanları pazar yerlerinde vinçlere asıp protestocuları kurşunlarken, Kürt özgürlük mücadelesinin bastırmak için gençleri asıp katlederken hangi medeniyetten, hangi insani değerlerden, hangi siyaset düzeyinden söz etmiş oluyoruz?
 
LİBYA
 
AKP-MHP iktidarı, Kürt düşmanlığına dayalı şoven milliyetçi bir iç ve dış politika eşliğinde izlediği sömürgeci, yayılmacı, mezhepçi ve militarist politikayla bölgede güç merkezi olma ve kapitalist hiyerarşide bir üst basamağa çıkmak için ihvan aşkıyla oradan oraya at sırtında koşmaya devam ediyor.
 
AKP-MHP iktidarı, Kürt düşmanlığına dayalı şoven milliyetçi bir iç ve dış politika eşliğinde izlediği sömürgeci, yayılmacı, mezhepçi ve militarist politikayla bölgede güç merkezi olma ve kapitalist hiyerarşide bir üst basamağa çıkmak için ihvan aşkıyla oradan oraya at sırtında koşmaya devam ediyor. Mısır’da olmadıysa Suriye, Suriye olmadıysa Libya, Libya olmadıysa bir başka bölge ülkesi.
 
AKP-MHP iktidarı iki stratejik bölge politikasını eş zamanlı uyguluyor. Birincisi Kürtlerin Türkiye’de de, Suriye’de de herhangi bir siyasal statü sahibi olmasını engellemek için askeri, siyasi, diplomasi dahil her türlü yönteme başvurarak geleneksel sömürgeci devlet politikasını sürdürmek istiyor.
 
TÜRKİYE KAPİTALİZMİN DIŞ PAZARLARINI GENİŞLETMEYE ÇALIŞIYOR
 
İkincisi, yanı sıra savaş ve işgal girişimleriyle Türkiye kapitalizminin dış pazarlarını genişletmeye çalışıyor, yeni nüfuz alanları açıyor ve Neo Osmanlıcı hayallere dayalı yayılmacı bir bölge politikasını uyguluyor. Her ne kadar, savaş istenmiyor olsa da savaş olacakmış gibi ülke halklarını ‘iç düşman’dan uzak tutma eğilimi azlin eşiğindeki Trump’ın da iktidara tutunmak isteyen molla rejiminin de yakıcı ihtiyacı. Süleymani suikastı bir ay öncesine kadar işsizliğe, yoksulluğa ve yolsuzluğa karşı ayağa kalkan yüz binlerce İranlı muhalifi molla rejimi karşısında anti ABD’cilikten başka kim pasifize edebilirdi? Aynı savaş eğilimine hakikatleri savaşın gölgesinde gizlemeye ve meşruiyetini yitirmiş iktidarını ayakta tutmak için Erdoğan’ın yakıcı ihtiyacının olmadığını kim iddia edebilir. Bu nedenle emperyalizme karşı mücadeleyi onların şu ya da bu düzeyde organik bir parçası haline gelmiş kendi kapitalist ve sömürgeci güçlerine karşı mücadeleyle birleştirmeyenler, emperyalizmin değirmenine su taşımaktan başka bir şey yapmış olmazlar.
 
CİHATÇILAR LİBYA’DA KULLANILACAK
 
 
HDP olarak Suriye’deki bütün yabancı güçlerin tamamen çekilmesini ısrarla dile getiriyorsak, Irak’tan da yabancı güçlerin çekilmesi gerektiğini, sorunların diyalog ve müzakere yoluyla çözülmesini savunuyoruz. Demokratik bir Ortadoğu’nun inşasının ve halklar arasında demokratik konfederal ilişkilerin kurulmasının başlangıç adımı bütün yabancı güçlerin bölgeden çekilmesiyle mümkün olabilir.
 
Bu ilkesel görüşümüz Libya için de geçerlidir. Ancak görüyoruz ki, Libya’da çatışan iki tarafın da silahlandırılmasına devam ediliyor. Erdoğan İktidarı, silah göndermenin de ötesinde Suriye’de savaştırdığı çeteleri bu kez de Libya’da kullanmaya başladığını öğrenmiş bulunuyoruz. Suriye’den transfer edilen ve Libya’da savaştırılan çete üyelerine maaş dışında ayrıca vatandaşlık da verileceği iddia ediliyor. İktidar bu iddiaya açıklık getirmek zorundadır. Çünkü bu çeteler El-Kaide ve IŞİD gibi örgütlerin içinde bulunmuş ve Suriye’de sayısız savaş suçu işlemişlerdir.
 
Erdoğan Neo-Osmanlıcı hayal dünyasından çıkmamakta ısrar ediyor. Evvelki gün yaptığı konuşmada Türkiye’nin Akdeniz’deki menfaatlerini savunduğunu, hedeflerine emin adımlarla yaklaştığını, ecdadın tarih yazdığı yerlerde karşılarında kim olursa olsun zafere kadar devam edeceklerini söylemiştir.
 
'LİBYA’DA YENİ İŞGALLERE GEREKLİ YANITI VERECEK'
 
Erdoğan’a göre Libya’ya askeri müdahaleyi meşrulaştırmanın gerekçesi ‘ecdad’ ise Libya’yı Romalılar 600 yıldan fazla yönetti. Yani Libya’yı deniz korsanlığı ve köle ticareti ile sömüren sömürgeci Osmanlı’dan iki kat fazla. Bu mantıkla Romalıların ardılı olan İtalya’nın Libya’da varlık göstermesi Türkiye’den daha fazladır. Bu düz mantıkla Anadolu üzerinde kaç milletin veya milliyetin hak talebinde bulunabileceğini varın siz düşünün. Nasıl ki Libya’nın ulusal kahramanlarından Ömer Muhtar İtalyan emperyalizmine karşı nasıl ki destansı bir direniş gösterip onurlu bir duruş sergilediyse Ömer Muhtar’ın torunları da yeni işgallere karşı gereken yanıtı verecektir.
 
Yeterince anlaşıldı ki, AKP-MHP iktidarından kurtulmaksızın içerde ve dışarıda barışçıl politikalara dönüş mümkün olmayacaktır. Öyleyse, içerde de dışarıda da ülke ve bölge halklarına kan ve gözyaşından başka verecek bir şeyi olmayan saray rejiminden kurtulmak 2020’nin öncelikli görevi olmalıdır.
 
Son olarak Kuzey ve Doğu Suriye’de Girê Spî’den 20 bin ton hububatın ithal edileceğine ilişkin haberler kamuoyuna yansımaya başladı. Öncelikle bunun ‘ithalat’ olmadığının altını çizmek gerekiyor. Efrin’de olduğu gibi Gire Spî’de de toprak sahiplerinin büyük bir kısmı bölgeyi terk etmek zorunda kaldı. Bu topraklara Erdoğan’ın öve öve bitiremediği yağmacı çeteler yerleştirildi ve demografik yapı bütünüyle değiştirildi. Basit bir soru soruyoruz: Kuzey ve Doğu Suriye’den kimin buğdayı, kim tarafından Türkiye’ye satılıyor, açıklayın! Ama biliyoruz ki, açıklamayacaksınız. Çünkü, ortada yapılan bir ticaret, bir alışveriş yok. Doğduğu büyüdüğü topraklardan silah zoruyla sürülen Kürtlerin alınterine, göznuruna, rızkına el koyuyor, gasp ediyorsunuz. Bu açık bir savaş suçudur. Bu suçu ikinci kez işliyorsunuz. Tarihi istediğiniz gibi yazıyor, istediğiniz gibi çarpıtıyorsunuz ama hakikatin ışığını asla söndüremezsiniz. Sizlerden öncekilerin söndüremediği gibi.
 
SİBEL ÜNLİ OLAYI
 
İstanbul Üniversitesi’nde bir öğrenci Sibel Ünli de intihar etti. İntihar etmeden önce ‘sadece bir liram kaldı’ demişti. Daha önce de pek çok kez intihar vakaları yaşandı. İktidar önlem alacağına ‘cinayet’ demekle yetindi. Bir iktidar eğer ekonomik nedenlerden kaynaklanan intiharlara ‘cinayet’ diyebiliyorsa, o iktidar büyük bir aymazlık ve duyarsızlık içindedir ve ipin ucunu çoktan kaçırmış demektir. O iktidardan çare beklemek nafiledir. Bir noktanın altını çizmek yerinde olacaktır. Kesinlikle intihar siyaset malzemesi yapılamayacağı gibi savunulacak bir şey de değildir. Yaşamak ve yaşatmak bizim için esastır.
 
Bunun için yaşamın her alanında örgütlü mücadelenin yanı sıra kapitalizmin insanı insana yabancılaştıran, insanı insandan tecrit eden, yalnızlaştıran ve umutsuzluğa iten ilişki biçimleri karşısında dayanışma ağlarımızı büyütmeliyiz, yanımızdaki, çevremizdeki herkesle ilişki içinde olmalıyız. Ancak böyle örgütlülük alanını genişletebilir, dayanışmayı güçlendirir ve yaşam bağlarını güçlendirebiliriz.”
 
KADIN CİNAYETLERİ
 
Son olarak Erdoğan’ın dün kadına yönelik şiddete dair açıklamalarını eleştiren Kubilay, “Kadınlar katledilmiyormuş da öyle gösterme çabaları varmış. Şu tabloya bakınız. 2016’da 329; 2017’de 409; 2018’de 440 ve 2019 yılında 474 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Oysa, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında bu sayı 83’tü. Görüldüğü gibi 16 yıldaki dehşet verici artış yüzde 471 civarında. 17 yıldır iktidar olan AKP iktidarı hiçbir soruna kalıcı ve gerçekçi çözüm bulamadığı gibi kadın cinayetleri de katlanarak artmaya devam etti.  ‘Ülkemizin her köşesinde her an kadınların katledildiği gibi gösterme çabaları var’ söylemi Erdoğan’ın aslında kadın cinayetlerinden değil kadın cinayetlerinin gündeme getirilmesinden rahatsızlığını gösteriyor. İki hafta önceki açıklamamızda Adalet Bakanlığı’nın yayınladığı genelgenin kadın cinayetlerini gizlemeye ve kamusal alana taşınmasını engellemeye yönelik olduğunu dile getirmiştik. Biz HDP olarak kadınların ve bu topraklarda yaşayan istisnasız herkesin bu cendereden kurtulacağı günlere kavuşması için mücadelemize durmadan devam edeceğiz” ifadelerinde bulundu.

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…