Tedbirsizlik mi cinayet mi?

2 Kasım 2011
Tedbirsizlik mi cinayet mi?

Malzemeden çalınarak yapılan temelsiz binalar, hasar onarımı yapılmayan binalar, teknik bilgi ve beceri ile değil, torpille, kayırmayla alınan ihaleler, yolsuzluklar deprem felaketinin ayrılmaz temel parçası olarak her defasında karışmıza çıkıyor. Bunun adı tedbirsizlik değil, cinayettir.

Türkiye'de son 100 yılda meydana gelen 6 ve üzeri büyüklüğe sahip 131 depremde 82 bin 372 kişi hayatını kaybederken Van'ın Erciş ilçesini merkez alarak vuran 7.2 şiddetindeki deprem bu sayıya 602 kişi daha ekliyor. Türkiye'nin yüzde 90'nin aktif fay hatları üzerinde bulunduğunu düşündüğümüzde depremin yaşam biçimimizle iç içe olduğunu farkediyoruz. Fakat ne yazık ki, insanların yaşam koşullarını hep süregelecek doğal felaketlere karşı can kayıplarını önleyen bir standarta çıkarmak mümkünken, her seferinde insanların hayatlarına malolan ihmal ve yalnış politikalarla yüzyüze geliyoruz.

1902 yılından bu yana Türkiye'deki 131 depremin sonucundaki ağır ölüm biloncosu şöyle: 28 Nisan 1903 6.7 Malazgirt 2626 kişi, 6 Mayıs 1930 Hakkari sınırı 2514 kişi , 26 Aralık 1939 Erzincan 32962 kişi, 20 Aralık 1932 Niksar-Erbaa 3000 kişi, 16 Kasım 1943 Tosya-Ladık 2824 kişi, 1 Şubat 1944 Bolu-Gerede 3959 kişi, 19 Ağustors 1966 Varto 2394 kişi, 28 Mart 1970 Gediz 1086 kişi, 6 Eylül 1975 Lice 2385 kişi, 24 Kasım 1976 Çaldıran-Muradiye 3840 kişi, 30 Ekim 1983 Erzurum-Kars 1155 kişi, 13 Mart 1992 Erzincan-Tunceli 653 kişi, 17 Ağustos 1999 Gölcük 18373 kişi, 12 Kasım 1999 Bolu-Düzce 763 kişi hayatını kaybetmiştir. [1]

Bu kadar deprem ve can kaybına rağmen hala inşaatta ve şehir düzenlemesinde deprem önlemi alınmaması, akıl alacak birşey değildir. Malzemeden çalınarak yapılan temelsiz binalar, hasar onarımı yapılmayan binalar, teknik bilgi ve beceri ile değil, torpille, kayırmayla alınan ihaleler, yolsuzluklar deprem felaketinin ayrılmaz temel parçası olarak her defasında karışmıza çıkıyor. Bunun adı tedbirsizlik değil, cinayettir.

Adapazarı bölgesini örnek alalım. Bu bölgede 1943, 1957, 1967, 1999 yıllarında şiddeti büyük yıkıcı depremler olmuştur ve toplam ölü sayısı 25.000'in üzerindedir. Depremden sonra yapım hatalarından çöken binaların müteahhitlerine yaklaşık 2100 dava açılmış, bu davalardan 1800'u hukuki boşluklardan dolayı cezasız sonuçlanmıştır. Geriye kalan 300 davanın 110 kadarında ceza verilse de çoğu ertelenmiştir. Bunun dışında kalan davalar ise 16 Şubak 2007 tarihinde 7.5 yıllık zaman aşımı süreleri dolduğu için kadük olmuştur. Düzce Ersoy Apartmanı: 36 kişi öldü, dava zaman aşımına uğradı. Düzce Ömür Hastanesi: 11 kişi öldü, dava zaman aşımına uğradı. Yalova Ceylankent Sitesi: 98 kişi öldü, 2 sanığa verilen hapis cezaları ertelendi. Kocaeli Ubay Apartmanı: 58 kişi öldü, müteahhit hakkında verilen ceza ertelendi. Yüksel Sitesi: 316 kişi öldü, 5 sanığa verilen çeşitli cezalar ertelendi. Sakarya: 695 davadan sadece 5 kişiye ceza çıktı. Kocaeli: 600 dava açıldı, 12 kişi 10'ar ay hapis cezası aldı, 6'sinin cezası infaz edildi. Düzce: Yaklaşık 220 dava açıldığı sanılıyor, yargılanmaların sonucunda hiçkimse cezaevine girmedi.

Bu acı tabloya baktığımızda Türkiye'de insan hayatının para ve hırs karşısında ne kadar önemsiz olduğunu ve ne kadar haklı olursanız olun hakkınızı arayamayacağınızı gösteriyor. Bu cinayetleri işleyenler korunuyor, müteahhitlerinin yolsuzluklarına göz yumuluyor, her depremden sonra önlemler alınacak deniliyor, vergiler toplanıyor, ve her seferinde aynı döngü devam ediyor. Gerçi Bilim ve Sanayi Bakanı'nın geçen gün yaptığı açıklamada deprem vergisi diye bir verginin de olmadığını anlıyoruz. ‘Deprem vergisi diye bir vergi yok. Zaten ortada olan vergi Özel İletişim Vergisi. 1999 yılında depremden sonra kurulmuş bir vergidir. Dolayısıyla deprem vergisi diye özel bir vergi bütçe kalemleri içerisinde zaten yer almıyor.' [2]  Ve yine yüzlerce insanın ölmesine sebep olurken, büyük ihtimalle bu cinayetten sorumlu müteahhitler hiç birşey olmamış gibi yolsuzluklarına son hız devam ederken, depremzedeler için yeni evler yapılacak ve sonunda bu evler bile vatandaşın elinden alınacaktır, Sakarya depremi sonrasında yaşandığı gibi. Vatandaşların şikayetleri sadece seçim öncesi dışında birilerinin bir kulağından girip bir kulağından çıktığı için, bir sonraki depremde ölü ve yıkılan bina sayısı pek değişmeyecektir.

İnsan, kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla, bebeğiyle; Kurdüyle, Türküyle, Çerkeziyle, Lazıyla, Gürcüsüyle, zencisiyle, beyazıyla aynı şekilde doğuyor, büyük bir emekle büyüyor, yaşıyor ve oluyor. Her hangi bir makamın, kamusal hizmet gören medya temsilcilerinin özellikle doğal felaketler karşısında ayrım yapması hiç bir şekilde affedilemez. Spiker Müge Anlı'nın "Herkes haddini bilecek. Yeri geldimi taş atacaksın, kuş avlar gibi avlayacaksın sonra yardım isteyeceksin. O polisler hemen yardımına koştu oradakilerin. O taş atanların eli kırılsın." şeklindeki ifadesi, hatırlarsanız çok büyük bir tepki toplamıştı. İnsanlar Türkiye'de develetin sorumsuzluğu, müteahhitlerin yolsuzluğu ve para hırsı yüzünden beton yığınları altında kalırken, yardım geç gelip, Van belediye başkanı sadece başka partili diye etkisiz hale getirilip yaratılan kaos içinde insanlar daha da perişan ediliyor. Ne medyanın ne de bireylerin, politikacıların kışkırtmalarıyla ırkçılık Türkiye halkında barınmamalı. Hele de söz konusu 600'un üzerinde can kaybının yaşandığı bir doğal felaketse.

Türkiye son 27 yıldır bir terör savaşının içinde. Bu savaş, neredeyse Türkiye'nin her köşesinden mehmetçiklerimizi kaybederek yüreğimizde derin yaralar açarken, etnik açıdan tanınmak ve ırkçılığa maruz kalmamak için mücadele verenleri de yaraladı. Yaralarımızı beraber sarıp, bizi bölmek isteyen her devlete güzel bir cevap vermeliyiz. Dostu, düşmanı ayırmanın vaktinin geldiğini zannediyorum.

Bu deprem sadece şu an iktidarda olan hükümetin değil, çarpık yapıya imar izni veren, yolsuzluk yapan, insanı hiçe sayıp, Kemal Sunal'ın ‘Koltuk Sevdası' filmindeki gibi ikitidar hırsına bağımlı olan her hükümetin suçu. Depremler olmaya devam edecek, Van'daki depremde, 1999 İzmit depreminden akıllanmış, daha iyi bir kurtarma çalışması sürdüren bir organizasyon beklerken, pek akıllanmadığımızı farkediyoruz. Şimdi 4 il'de daha deprem bekleniyor, büyük ihtimalle bir sürü çarpık yapı imar izni verenlerin umrunda bile değil. Dava bile açamıyorsun ki. Bu depremden sonraki tablo endişelerimizi arttırıyor. Nüfusu 15 milyona yakın İstanbul'da bu şiddette bir deprem olursa, katliamı düşünebiliyormusunuz? Üstelik, İstanbul'da üst üste yapılanmaların sonucunda inşaat yapacak alan kalmadığı gibi, her hangi bir deprem sonucunda kurulacak yardım çadırları, toplanma yerleri için bile kalmadığını da düşünürsek, durum çok ciddi.

Sözler, bahaneler ve birbirini suçlamalar derken bir dahaki seçimlerde görüşmek üzere, ta o zamana kadar hor görülmeye devam..

[1] Deprem Riskinin Araştırılarak Deprem Yönetiminde Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma   Komisyonu Raporu-Temmuz 2010

[2]  Bilim ve Sanayi Bakanı Nihat Ergü'un açıklması, Gazete Vatan 28.10.2011

 

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…