CHP'li Eryılmaz: 'Suriye halkı ölümlerden AKP'yi sorumlu tutuyor'

12 Şubat 2013
CHP'li Eryılmaz: 'Suriye halkı  ölümlerden AKP'yi sorumlu tutuyor'

Suriye'deki savaşın yavaşça Türkiye sınırından içeri sokulduğu günlerde, CHP Hatay Milletvekili Refik Eryılmaz, Suriye'deki savaşı, bölgeye AKP müdahalesini, Suriye üzerinden başlatılan Çağdaş Hukukçular Derneği operasyonunu, devam eden barış sürecini ve CHP içerisindeki tartışmaları anlattı.

Suriye'deki kriz Türkiye'yi de etkilemeye devam ediyor. Suriye'de her gün çok sayıda insanın ölümüne neden olan bombalı araçlarla yapılan saldırıların bir benzeri Hatay'ın Reyhanlı İlçesi Cilvegözü Sınır Kapısı'nda gerçekleşti ve 14 kişi hayatını kaybetti. Bu kanlı saldırının kim tarafından yapılmış olduğu hakkında spekülasyon yapmaktan çok sivil insanların ölümüne neden olan ve kapımıza dayanan bu krizin arka planına bakmakta fayda var.

Demokrat Haber'den  Doğu Eroğlu konuya ilgisiyle bilinen CHP Hatay Milletvekili Refik Eryılmaz'a, Suriye'de olanları sordu...

CHP'li Eryılmaz: "Suriye halkı ve idarecileri, ölümlerden AKP'yi sorumlu tutuyorlar. Suriye'de duvara toslayan AKP, barış sürecinde de samimi değil" iddiasında.

***

"AKP SAVAŞA TARAF OLMUŞ DURUMDA"

Suriye'deki kriz hakkında şu ana dek Meclis'e sunduğunuz tam 15 adet soru önergesi var. Bu sorulara tatmin edici yanıtlar alabildiniz mi?

Hayır, işin doğrusunu söylemek gerekirse bu soru önergelerini sağlıklı cevaplar alma umuduyla vermiyoruz artık. Önergelerin tek işlevi, olayları basının ve kamuoyunun gündemine getirebilmek. İktidarın objektif, doğru cevaplar vermeyeceğini zaten biliyoruz. AKP hükümeti açık bir şekilde Suriye'deki savaşa taraf olmuş durumdadır. AKP, Suriye yönetimine karşı mücadele ettiğini söyleyen silahlı gruplara açık destek veriyor. Yalnızca silah değil, maddi destek, koruma, istihbarat ve lojistik de sağlıyor. Bizim ceza kanunumuz açıktır; silahlı gruplara yardım ve yataklık yapmanın yaptırımı ağırdır. "Suriye'deki yönetim meşru değil; bakın, halka neler yapılıyor" diyorlar. Durum ne kadar vahim olursa olsun, hiçbir şey Türkiye'deki hükümetin silahlı gruplara desteğini haklı kılmaz. Silahlı gruplara bu desteği verenler, ileride uluslararası ceza mahkemelerinde yargılanacaklardır.

"DEMOKRATİK DİYALOG YOLLARINI İŞARET ETTİK"

İkinci yılına girilen Suriye krizinin en başından beri Türkiye olayların merkezinde. CHP olarak Suriye krizine ilk müdahaleniz nasıl oldu?

Suriye krizi ilk ortaya çıktığında, durumun bölge halklarına ve ülkelere yapabileceği olumsuz etkileri öngörerek bir heyet oluşturduk. 2011 Ekim ayında Suriye'ye giderek sorunlu olduğu ileri sürülen kentleri ziyaret ettik; halkla, belediye başkanlarıyla, sivil toplum örgütleriyle görüşmeler yaptık. Hazırladığımız raporda, izlenen politikaların Türkiye'nin ulusal çıkarlarına hizmet etmediğini, hem Türkiye'nin ulusal güvenliğine tehdit oluşturacağını, hem de bölgeyi felakete sürükleyeceğini belirttik. Suriye halkına "demokrasi" değil, "ölüm, kan ve gözyaşı" götürüleceğini söyledik. Aynı şeyleri sürekli gündemde tutmaya çalıştık, demokratik diyalog yollarını işaret ettik. Ama maalesef iş bu noktaya dayandı; yalnızca Suriye'deki gruplar silahlandırılmadı, Arap ülkelerinden ve Afrika ve Asya'dan getirilen paralı askerler de Suriye'ye sokuldu. Hiçbir ülke dışarıdan kendi rejimine yapılan müdahalelere müsamaha göstermez. Sayın Başbakan ve Davutoğlu bu şekilde mi Suriye'ye demokrasi götürecekler? 50-60 bin insanın ölümünden kimlerin sorumlu olduğu belli.

"AKP'LİLER OLAN BİTENİ GÖRMEK İSTEMEDİLER"

TBMM İnsan Hakları Komisyonu'na Suriye'ye yapılacak bir inceleme gezisi için teklif verdiniz ancak bu ziyareti 7-8 Ekim 2012 tarihlerinde tek başınıza yapmak zorunda kaldınız. Niçin diğer partilerden bu konuda destek bulamadınız?

Yazılı talebimizden sonra komisyon başkanı, konuyu Dışişleri Bakanlığı'na iletti. Bakanlık, güvenlik sorunlarından ötürü böyle bir geziye sıcak bakmadığını ifade etti. AKP'li vekiller bunun üzerine gitmeme kararı aldılar. MHP'li vekiller ise uçak krizi ve daha sonra Şam'daki Savunma Bakanlığı binasındaki patlamanın etkisiyle katılmadılar. Süreç uzayınca tek başıma gitmek zorunda kaldım. Açıkçası AKP'lilerin gelmesini beklemiyordum zaten, oradaki olan biteni görmek istemediler.4

"ŞİDDET ŞİDDETİ DOĞURUR"

Suriye'ye yaptığınız ziyaretleriniz boyunca ülkedeki değişime ilişkin gözlemleriniz neler? Suriye halkının ve yönetiminin Türkiye hakkındaki görüşleri bu dönemde değişti mi?

Görüşmelerimiz sırasında Devlet Başkanı Beşar Esad, muhalefet liderleri, ve Suriye Cumhuriyet Müftüsü, Türkiye halkıyla bir sıkıntılarının olmadığını, sorunun siyasi iktidarla olduğunun altını çizdiler. Hepsinin ortak görüşü, Suriye'deki çatışmaların ve yıkımın en büyük sorumlusunun AKP iktidarı olduğu yönünde. İlk gidişimle son ziyaretim arasında şöyle bir fark oldu; yaşamını yitirenlerin sayısı arttı, çatışmalar yoğunlaştı, birçok şehirde ciddi yıkımlar yaşandı. "Şiddet şiddeti doğurur" diye bir söz vardır; siz muhalifleri ağır silahlarla donatıp gönderirseniz, yönetim de kendini korumak için aynı şiddette cevap verir. Savaşın halklara barış getirdiği görülmemiştir. Ne Türkiye halkının, ne de Suriye halkının bu çatışmalardan herhangi bir menfaati olmadığı, aksine, çok ciddi bedeller ödendiği ortada. Suriye'deki olayların tek kazananı, bu çatışmayı körükleyen, silah satışından, bölgenin istikrarsızlaştırılmasından çıkar elde eden, doğal kaynaklara göz diken küresel güçler oldu. Orta Doğu ve dünya halklarının Türkiye'ye bakışı çok değişti. Şu anda Türkiye'nin küresel güçlerce kullanıldığına ilişkin haklı bir algı var. Böyle bir ülkeye de kimsenin itibar etmeyeceği aşikar.

"DUVARA TOSLADILAR"

Türkiye savaştan ötürü uğradığı tüm zarara karşın, Suriye'ye yapılacak müdahaleyi hem BM'de hem de NATO'da en radikal biçimde savunan ülke. AKP hükümetinin Suriye ajandası nedir?

Esad rejimi gitsin istiyor. Ancak sürecin bu kadar uzayacağını, böylesi bir direnç olacağını hesaplayamadılar. Suriye olayının İran, Rusya, Çin, Irak boyutları da olduğunu göremediler ve duvara tosladılar. Suriye'deki asıl hedef, yönetimi değiştirmekten çok, Suriye'yi kendi kendine devamlı çatışan, etrafında olup bitenlerle ilgilenemeyecek durumda bir ülke durumuna sokmak. Asıl hedef İran'dır. Beşar Esad'la yaptığımız ilk görüşmede kendisi bize, "Şayet küresel güçlerle anlaşma yapmış, talepleri kabul etmiş olsaydık bu çatışmalar yaşanmazdı" demişti. Suriye'nin Hizbullah'la, İran'la olan ilişkileri ile Filistin davasını sahiplenmesi, başta İsrail olmak üzere ABD'yi, Batı bloğunu rahatsız etti. Bu rahatsızlık üzerine, demokratikleşme bahane edilerek bu saldırılar başlatıldı. AKP de bu saldırıların taşeronudur.

"ARTIK MUHALİFLERİ OYALAMAYA BAŞLADILAR"

Türkiye paramiliter gruplara yaptığı yardımın yanı sıra, Suriye Ulusal Koalisyonu'nu en başta tanıyan ülkelerden biri oldu. Türkiye'nin Koalisyon'la olan ilişkisi ne boyutta?

NATO ve BM'den müdahale kararı çıkmadığı için artık muhalifleri oyalamaya başladılar. Suriye Ulusal Koalisyonu'nun oluşturulduğu Doha'daki toplantılar da bu oyalamanın bir parçası; bu ve benzeri toplantılardan hiçbir sonuç çıkmadı. Sorgulamamız gereken, Suriye'de muhaliflerin niçin başarılı olamadıklarıdır. Çünkü bu hareketin Suriye halkında bir karşılığı yok.

"REJİME KARŞI OLANLAR DAHİ YÖNETİME DESTEK VERİR HALE GELDİ"

Halkla yaptığınız temaslarda bunun izdüşümlerini nasıl tespit ettiniz?

Muhalif grupların Suriye halkında karşılığı olsaydı, bu kadar kuşatmaya ve baskılara rağmen yönetim ayakta kalamazdı. Halkın desteği olmadan bu süreç bu kadar uzayamazdı. Muhalif kanadın tek parça olarak hareket etmediğini; adam kaçırma, gasp, yol kesme, rehin alma, yağma ve talan gibi uygulamaları benimseyen çeteleri de kapsadığını biliyoruz. Bu da halkı soğuttu, rejime karşı olanlar dahi bu olanlar yüzünden yönetime destek verir hale geldi.

"TÜRKİYE FİİLEN SAVAŞIN İÇİNDE"

İşin sizin için bir de Hatay boyutu var. Hem sınır çatışmalarına olan yakınlığı hem de mülteci kamplarına ev sahipliği yapmasından ötürü Hatay savaşın sıcaklığını hissediyor. Kentte neler oluyor?

Çatışmalar zaten yoğun olarak Türkiye sınırına yakın birkaç bölgede yaşanıyor. Diğer bölgelerdeki çatışmalar daha düşük yoğunluklu. Çünkü Türkiye'den giriyorlar, çatışıp tekrar Türkiye'ye gidiyorlar. Burada lojistik destek ve sağlık sorunları çözüldüğü için çok rahat hareket edebiliyorlar. Türkiye bu sebeple fiilen savaşın içinde, Suriye'ye savaş açmış durumda. Türkiye'de bu savaştan en çok etkilenen de Hatay halkı oldu. Tüm ticari ilişkiler bitme noktasına geldi. Bir yandan da kentte dış görünümlerinden ayırt edebileceğiniz, bıyıksız ve sakallı, nereden geldiği belli olmayan bir takım radikal grupların varlığı söz konusu. Bu kişilerin devamlı olarak otobüsler ve uçaklarla Türkiye'ye giriş-çıkış yaptıkları görülüyor. Devletin muvafakati dışında hareket etmedikleri, bazı güvenceler aldıkları çok açık. Kentteki devlet yetkilileri de bu kişilere karşı hiçbir şey yapamıyor. Yukarıdan, "Bunlara dokunmayacaksınız" diye talimat geldiği için valinin de, emniyet müdürünün de, savcı ve hakimlerin de elleri kolları bağlı. Silahlı gruplara bağlı kişiler, hukuksuz bir şey yaptıkları zaman, "Başbakan'ın talimatı var" diye kendilerini savunuyorlar. Antep, Urfa ve Kilis'teki durum da Hatay'dan farksız. Önümüzdeki süreçte sadece bu bölgede değil, Türkiye'nin tamamında büyük sorunlar yaşanacak.

"HOMOJEN BİR YAPI YOK"

Nicel olarak bir ayrıma gitmek belki çok doğru değil ama, Hatay'daki kampları ziyaret ettiğinizde, bahsettiğiniz gruplara mensup, işlevleri sebebiyle oraya konuşlandırılmış kişilerle mi karşılaştınız yoksa mağduriyetlerinden ötürü mülteci olmak zorunda kalmış kişileri mi gördünüz?

Hepsini tek bir potaya koymak imkansız. Can güvenlikleri sebebiyle çatışmadan kaçan, çocuklarını alıp Türkiye'ye sığınan vatandaşlar var. Görüştüklerimizin bir kısmı muhaliflerin tehditleriyle gelmek zorunda kaldıklarını söylediler. Bir kısmı ise muhaliflere taraf; aileleriyle geliyorlar ve her gün Suriye'ye gidip orada savaştıktan sonra geri dönüyorlar. Homojen bir yapı yok yani.

"HÜKÜMETİN BU KADAR ANGAJE OLMAMASI GEREKİYORDU"

Türkiye bu krizin başlamasında çok önemli bir rol üstlendi. Suriye krizinden Türkiye nasıl çıkacak?

Suriye'deki olayın daha ne kadar süreceği, nasıl sonuçlanacağı belli değil. Esad yönetimi yarın düşse, Suriye bugünleri arar. AKP'nin desteklediği muhalif gruplar, Suriye halklarının tüm bileşenlerini temsil eden bir yapıda değil. İktidarı ele geçirmeleri, diğer gruplar üzerinde katliamlara girişilebileceği ihtimalini de taşıyor. Toplumsal gruplar arasında ciddi husumetler oluştu bile. Suriye'yi önümüzdeki dönemde daha kötü günler bekliyor. Ancak Türkiye de bu olacaklardan aynı şekilde hissedecektir.

Hükümetin bu kadar angaje olmaması gerekiyordu. Bölge ülkeleriyle bir araya gelip diplomatik çözüm aranmalı. Ama bu çok düşük bir ihtimal, çünkü Türkiye'nin Suriye politikası AKP'ye ait değil. AKP kendisine biçilen görevi yerine getiriyor. Kendi inisiyatifiyle oluşturduğu bir politika olsaydı, belli başlı dönemeçlerde geri adım atabilirdi.

‘OPERASYONLAR VE İDDİANAMELER EMNİYET'E AİT'

Suriye'deki savaş, Türkiye'nin iç gündemindeki önemli gelişmelerle de ilişkileniyor. Çağdaş Hukukçular Derneği'nin merkezinde olduğu baskınlar ve tutuklamalar, ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı'nın Suriye'deki temasları sırasında gerçekleşti. "Başka ülkeler lehine ajan faaliyeti yürütmek" iddiası da Emniyet'in açıklamalarında yer buldu. Suriye'deki savaşla, emniyetin son operasyonlarını nasıl ilişkilendiriyorsunuz?

Tutuklanan ÇHD'li arkadaşları Kandıra Cezaevi'nde ziyarete gittiğimde, bu iddiaları da sordum. Suriyeli yetkililer, oradaki fabrikaların Türkiye plakalı araçlarla yağmalandığını, oradan kaçırılan malzemelerin Türkiye'de satıldığını, buğday, arpa, pamuk depolarının aynı silahlı gruplarca talan edildiğini anlatmışlar. Bu olaylara ilişkin fotoğraf ve görüntü kayıtlarını Kozağaçlı'ya vermişler. Bu konuda bir dosya hazırlanıp uluslararası hukuk kurumlarına başvuruda bulunulmasına ilişkin bir mutabakat sağlanmış.

Suriyeli yetkililer bu yağma olaylarında Türkiye'nin parmağı olduğunu mu düşünüyor?

Bu kadar çok fabrikanın, deponun talan edilip, sınırdan rahatça Türkiye'ye geçirilmesi devlet yetkililerinin bilgisi ve izni olmadan mümkün değil. Bu hem Suriye yönetimine, hem de halkına yönelik işlenmiş bir suçtur. İşin ilginç yanı, soruşturma esnasında Suriye'yle ilgili hiçbir soru sorulmamış. Görüşmemizde, "Bize Suriye'yle ilgili soru sormadılar ama tutuklanmamızda bunun da payı olduğunu düşünüyoruz" dediler.

İktidar açısından, bir sivil toplum örgütünün Suriye'yi savunmak istemesi katlanılamaz bir durum mu?

AKP iktidarı, Suriye'deki savaşa olan dahlinin uluslararası platforma taşınmasından rahatsız olmuş olabilir. Savaş sırasında kimse masum kalamaz ama bu savaşın tarafı olmak, bu yaşanan katliamlara ve hukuksuzluklara onay vermek Türkiye'yi ayrı bir pozisyona sokuyor.

Bir hukukçu olarak operasyon ve tutuklamalardaki yargı ve polis usulleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Zorla tükürük alınması, ellerin kelepçelenmesi, ikametgahlarının normalde ceza muhakemesi kanunlarına aykırı biçimde, baro temsilcisi ve savcı olmadan aranması gibi hususlar çok endişe verici. Bunlar ayrıntı gibi görünebilir ama bundan böyle hiç kimsenin bu ülkede güvende olmadığı anlamına geliyor. Sadece ÇHD avukatları değil, askerler, gazeteciler, öğrenciler, bilim adamları, rektörler de bu itibarsızlaştırma yöntemiyle göz altına alındılar. Keyfiliğin hangi boyutlara ulaştığını, kimsenin can veya mal güvenliğinin bulunmadığını görüyoruz. Yargı tamamen siyasi iktidarın etkisi altına girmiştir, yargıçlar ve savcılar bağımsız hareket etmemekte. Operasyonların çoğunun emniyet tarafından gerçekleştirildiği, iddianamelerin onlar tarafından hazırlandığı herkes tarafından biliniyor.

Görüşmeniz sırasında yargı ve polis usullerine ilişkin aldığınız geribildirimler ne yönde?

ÇHD'li arkadaşlar, sorgu sırasında polis amirlerinin şahsi bir husumet içerisinde olduklarını, kendilerini aşağılamaya çalıştıklarını söylediler. 15 kişi üstlerine çullanıp ellerini kelepçeliyor, biri ağzından, biri burnundan, biri boğazından sıkıp zorla tükürük örneği alıyor. "Bizi işkenceci olarak lanse ediyorsunuz. Bunun için sizi görmeye geldim" gibi soruşturmayla ilgisi olmayan, tamamen taciz edici bir takım ifadelerle karşılaştıklarını söylediler. Çıplak arama yöntemi sadece zorunlu olduğu durumlarda uygulanması gerektiği halde, bu da rutin bir uygulamaya dönüşmüş halde. Bu da çok rahatsız edici bir şey, onlara da aynı muamele yapılmış.

‘MECLİS DEVRE DIŞI'

Bir süredir CHP'nin parti içindeki görüş farklılıkları da gündemden düşmüyor. Hüseyin Aygün ve Birgül Ayman Güler'in açıklamalarından sonra parti içindeki farklı görüşlere ilişkin basında ciddi bir tartışma var. Hüseyin Aygün'ün, Sakine Cansız'ın cenazesi için ailesini ziyareti CHP içinde tepki çekti. Daha sonra, "Türk ulusu-Kürt milleti" karşılaştırması yapan Güler'in sözleri tartışıldı. Parti içindeki bu farklılıkları ve medya görünürlüğünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

CHP'nin AKP'den bir farkı var. AKP biat kültürünü kendi içinde dayatırken, bizde ise farklı görüşte olanların kendi görüşlerini özgürce ifade edebilecekleri demokratik bir ortam var. "AKP'de neden böyle olmuyor da CHP'de oluyor" sorusunun cevabı, AKP'nin düşünen, tartışan bir partiden çok lider talimatıyla sorgulamadan hareket eden bir parti olmasında yatıyor. CHP'de farklı görüşlerin rahatlıkla ifade edilmesi, bazen istemediğimiz tartışmalara da yol açıyor. Her milletvekilinin ayrı görüşleri olabilir ama neticede biz bir partinin mensuplarıyız ve partinin ilkeleri, tüzüğü çerçevesinde hareket etmek durumundayız. Her milletvekilinin de partinin zarar görmemesi noktasında sorumluluğu vardır. Siyaseten partiye ve ülkeye bir şey kazandırmayacak tartışmaları da doğru bulmuyorum. Hem AKP, hem de yandaş medya ellerini açmış, açık yakalamak için bekliyor. Bu malzemeyi vermemeliyiz.

"SAKİNE CANSIZ AYNI ZAMANDA AYGÜN'ÜN HEMŞEHRİSİ"

Hüseyin Aygün veya Birgül Ayman Güler'in parti programına uymayan açıklamalarda bulunduklarını düşünüyor musunuz?

Aygün'ün taziye ziyaretini sorgulayanlara şunu sormak isterim, hem kalkıp Başbakan düzeyinde bir örgütün başıyla pazarlıklar yapacaksınız, hem de suikasta kurban giden bir örgüt temsilcisinin ailesine taziye ziyaretinde bulunulmasına kızacaksınız! Sakine Cansız aynı zamanda Aygün'ün hemşehrisi. Tamamen insani amaçlarla yapılan bu ziyareti normal karşılamak lazım.

Güler'in de ilgili açıklamayı ırkçı bir dürtüyle yaptığına inanmıyorum. CHP kafatasçı, ırkçı bir parti değildir. Ne Türk milletinin Kürt milletinden, ne de Kürt milletinin Türk milletinden bir üstünlüğü yoktur. CHP'nin de ırkçı politikaları benimsemesi söz konusu olamaz. Bu ülkede Kürt milleti de, Türk milleti de, diğer milletler de eşittir.

Geçtiğimiz hafta Birgül Ayman Güler'in, bir televizyon programındaki mülakatının Kılıçdaroğlu'nun talimatıyla iptal ettiği ileri sürüldü. Kılıçdaroğlu'nun "konuşma yasağı" koyduğu iddia edildi. CHP'de konuşma yasakları var mı?

Yasak olarak algılanmamalı. Partinin yıpratılması engellenmeye çalışılıyor sadece. Birgül Hanım'ın açıklamaları bilimsel tabandaydı ancak farklı yönlere çekildi ve suistimal edildi. Suistimale bu kadar açık konularda daha fazla konuşma yapmamak lazım.

Tüm bunların daha çok tartışılmasının sebebi, geçtiğimiz ay başlayan "Barış süreci." AKP'nin bu konudaki ilk adımları sonrasında Kılıçdaroğlu'nun yorumu, "AKP'ye yeni bir kredi açıyoruz. Çözün sorunu" şeklinde olmuştu. AKP şimdiye dek bu desteği nasıl değerlendirdi?

10 yıldır tek başına iktidarda olan AKP bugüne kadar çıkardığı yasaların hiçbirinde başkalarının görüşlerine başvurmadı, kimsenin fikrini önemsemeyerek dayatmacı bir anlayışla hareket etti. Bu sekter tutumla, "Bende sayısal çoğunluk var, istediğimi yaparım" anlayışıyla bugüne dek ülkeyi yönetmeye çalıştılar. Kürt meselesinde de AKP'nin sorunu çözme noktasında samimi olduğuna inanmıyorum. Dışarıdan yapılan baskı karşısında bir adım atılıyor gibi gözüküyor. AKP'nin demokratik, özgürlükçü bir anayasa yapma niyetinde olduğuna da inanmıyorum. Kürt meselesine bakış açıları da temel haklar çerçevesinde değil, ümmetçi bir temeldedir.

"BARIŞ SÜRECİNDEN SONUÇ ALINMASINI GÖNÜLDEN ARZULUYORUM"

CHP barış sürecine destek vereceğini ifade ettiğinde, Tayyip Erdoğan'dan olumsuz bir karşılık buldu. CHP'nin sürece halihazırdaki katkısı nedir?

Kürt meselesinin çözümüne CHP köstek oluyormuş gibi bir algı oluşturmak istiyor Başbakan. Biz muhalefetteyiz; karar alıcı değiliz yani. İktidar partisi sorunu çözmek istiyorsa tasarladığı yöntemleri bize anlatsın, biz de ona göre katkı sunalım. 40 yıldır süregelen ve karmakarışık olmuş bu meselenin çözümünün bizim sorumluluğumuzda olduğu algısı çok yanlıştır. Biz muhalefet partisi olmanın sorumluluğuyla çözüme katkı sunabiliriz. Çözüm noktasında samimilerse bize planlarını anlatsınlar. Hiçbir konuda bizle bilgi paylaşımında bulunmuyorlar. Şu anda meclis devre dışıdır; bütün önemli konularda çıkarılan yasalarda meclis devre dışıdır. Yasa taslakları Başbakan ve yakın çevresince hazırlanıyor, komisyondan aynen geçiyor ve Genel Kurul'da da değişikliğe uğramadan yasalaşıyor. Barış sürecinden sonuç alınmasını gönülden arzuluyorum ama AKP'nin sorunlara geleneksel yaklaşım şekli yüzünden bu çabaların da sonuçsuz kalacağını düşünüyorum.

 

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…