Aysel Tuğluk: 'Süreç, sonuç değil başlangıç'

11 Nisan 2013
Aysel Tuğluk: 'Süreç, sonuç değil başlangıç'

"Son dönemlerde ‘Türkiye'den kopuş', ‘diğer seçeneklere yönelim' vb. ifadelerle sosyolog ve siyaset bilimcilerce de tespit edilen eğilimlere adeta set çekercesine, Türk ve Kürt birliğinin gelecekte de baki kalması için çok güçlü bir niyet ve irade beyanı ortaya konmuştur."

Tuğluk, 'PKK'nin geleceğini ve süreci' yazdı...

Aysel Tuğluk, PKK'nın 25 yıllık geleceğinde ne olduğunu yazdı: PKK, Suriye'de bir süre daha silahlı; İran'da yakın gelecekte tekrar silahlı; Avrupa'da kurumsal olacak
Bağımsız Van Milletvekili ve DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, Radikal gazetesine PKK'nin geleceğini yazdı.

Tuğluk, "En az önümüzdeki çeyrek asır boyunca Kürtlerin var olduğu her yerde PKK de çeşitli biçimlerde olacak. Suriye'de bir süre daha silahlı; İran'da yakın gelecekte tekrar silahlı; Avrupa'da kurumsal vs. Bunu herkes bilmek durumunda" dedi.

"PKK, Türkiye'de de çeşitli biçimlerde olacak" diyen Tuğluk, PKK'nin gelecekte kullanacağı yöntemler arasında "programları, etki alanındaki siyasi ve sosyal kurumları, demokratik aktiviteleri" saydı. Tuğluk, Abdullah Öcalan'ın "Yeni dönem kurgusunda PKK'nin silahlı güçlerini Türkiye siyasal sahasının dışına geri dönüşsüz biçimde çıkarmak" olduğunun altını çizdi.

Aysel Tuğluk'un Radikal'ın Yorum sayfasında yayımlanan (11 Nisan 2013)  "Süreç, sonuç değil başlangıç" başlıklı yazısı şöyle:

Türkiye siyasetinde ilk bakışta simetrikmiş gibi görünen iki argüman oldukça uzun bir zamandır etkili olmaktaydı.İlk argüman; Kürt sorununu Türkiye'nin tüm sorunlarının nedeni olarak tanımlayıp olası çözüm realitelerinde zorunlu bir öncelik tanımaktaydı. İkinci argüman ise demokrasinin yokluğunu Kürt sorunu da dahil Türkiye'nin tüm sorunlarının kaynağı olarak tanımlayıp demokratikleşmeyi çözümlerin esası olarak ortaya koymaktaydı.

Kanımca bu iki argüman nihayet diyalektik bir süreç içerisinde buluştu. İmralı'da yapılan görüşmeler konusunda birçokları gibi ben de ‘ihtiyatlı iyimserlik' içindeyim. Ancak Sayın A. Öcalan'ın Newroz'daki deklarasyonu başta olmak üzere, milletvekili arkadaşlarla yapılan görüşmeleri daha derinlikli analiz ettiğimde (ki buna Kandil'deki görüşmelerimizi, mektupları ve Başbakan'ın son zamanlardaki kararlılık ifade eden açıklamalarını da eklemeliyim) mevcut sürecin dinamiği konusunda orta ve uzun vadede güvenli iyimserlik taşıdığımı söylemeliyim.

Öcalan'ın analizleri

Öncelikle evrensel ölçülerde bir demokratikleşme perspektifinin Türkiye'nin Kürt sorunu da dahil tüm sorunlarının çözümü olarak sunulması, yukarıda belirttiğim gerilim simetrisinin bozulması bakımından büyük önem arz etmesi bir yana, önümüze sıkı bir mücadele dönemi de koyuyor.

Kürt sorunu Türkiye'nin tarihsel sorunlarından biri. Ve Kürt sorununun demokrasi dışında çözümlerinin mevcut olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Nitekim 50'li ve 60'lı yıllarda dünyanın birçok yerinde yaygın bir şekilde ulusal kurtuluş mücadeleleri bağımsız devlet kurma biçiminde başarıya ulaştı. Kürtler bu konuda tarih sahnesine belli yönleriyle gecikmiş olarak çıktılar. Doğrusu bu ‘gecikme' bir şans mıdır yoksa bir dezavantaj mıdır; buna şu anda karar vermek zor. Ancak Kürt siyasal hareketi bir yanıyla bağımsız devlet süreci sonrası tabloyu görme, yaşanan demokrasi yoksunluğu, iktisadi ve sosyal adaletsizlikleri gözlemleyip analiz etme şansını özellikle Sayın Öcalan'ın İmralı sürecindeki okuma ve yoğunlaşmalarıyla oldukça çarpıcı bir biçimde yakaladı.

İşte bu son sürecin esas dinamiğinin bu gözlem ve analizler tarafından oluşturulduğunu tespit etmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Nitekim görüşme tutanaklarına da yansıyan Sayın Öcalan'ın kendine güveni ve vurguladığı felsefi yeterlilik de bu arka plana dayanmaktadır

İmralı'da yapılan görüşmelerin ve bağlantılı diğer çalışmaların oluşturduğu bir tablo var. Benim tüm tablodan (görüşmelerden, açıklamalardan vs.) çıkardığım sonuçlar şunlar:

1- Türkiye'nin tüm sorunlarının çözümü demokratikleşmeden geçmektedir.

2- Demokratikleşme hem bir mücadele metodu hem de bir ilkeler manzumesi olarak işleyen bir süreçtir. Her mücadele zamanla bir ilke olarak somutlaşırken her ilke yeni mücadele alanları açmaktadır.

3- Belirttiğimiz demokratikleşme süreci, Türkiye'deki Kürt sorunu açısından yeni bir dinamik gerektiriyor. Demokratikleşme geliştikçe Kürt sorunu tedrici bir çözüme kavuşurken politikleşmiş ve örgütlü -mobilize- Kürt siyasal kitlesi de hem demokratikleşmeye katkı sağlamakta hem de demokrasinin mevzi konumlarını savunmakta büyük bir rol oynayacaktır.

4- Bu son süreç konusunda Kürt siyasal hareketinin kararlı ve tereddütsüz şekilde konumlandığı bu demokrasi perspektifi işin temel bir yanını oluştururken, bence oldukça önemli bir diğer yanı da, A. Öcalan tarafından ilan edilen kati niyettir. Bu niyet ilanı oldukça önemli. Zira son dönemlerde ‘Türkiye'den kopuş', ‘diğer seçeneklere yönelim' vb. ifadelerle sosyolog ve siyaset bilimcilerce de tespit edilen eğilimlere adeta set çekercesine, Türk ve Kürt birliğinin gelecekte de baki kalması için çok güçlü bir niyet ve irade beyanı ortaya konmuştur.

5- "Bir niyet, bir metot" olarak özetleyebileceğimiz bütün bu olgular, aslında İmralı'da yapılan görüşmelerin ve mutabakatın da özünü ifade ediyor. Bu çerçeveden ötesi spekülasyon, çarpıtma ve manipülasyondan başka bir anlam ve gaye taşımaz. Elbette Kürt sorununun bir ‘sorun' olarak var olmasında ve kördüğüme dönüşmesinde de bölge stratejilerinin ve küresel gelişmelerin etkileri mevcut. Ancak belirttiğim "Bir niyet bir metot" çerçevesinin bu sürecin tarihi nitelini oluşturduğunu unutmamak gerekiyor.

Oslo görüşmelerinde eksik olan husus, kanımca tam da bu olmaktaydı.

PKK'nin geleceği

Kürtlerin "Acaba yine aldatılıyor muyuz?" endişesi sıklıkla dile getirilirken dostlarımız tarafından ise -nazikçe söylense de- AKP 'nin yedeğine takılmamızdan ve diktatörlük heveslerine tampon vazifesi görmemizden duyulan kaygı her vesileyle ifade ediliyor. Elbette bazı riskler var. Ancak bir temel hatırlatmada bulunmak gerekiyor. Bu defaki ‘süreç', bir sonuç değil bir başlangıçtır. Bu başlangıç ‘Demokratik mücadele stratejisi' olarak özetlenebilir. Esas olarak da Kürtlerle Türkler arasında demokratik bir ilişki ve sorunlara karşı demokratik mücadele süreci inşa ederek silahları iki halk arasındaki ilişkilerde geri dönüşsüz olarak denklem dışına çıkarmaktır.

Tam burada en can alıcı soru çıkar karşımıza: "İyi güzel de PKK ne olacak?" PKK'nin ne olacağına dair soruya verilecek cevap konusunda açık yürekli olmak gerekiyor. En az önümüzdeki çeyrek asır boyunca Kürtlerin var olduğu her yerde PKK de çeşitli biçimlerde olacak. Suriye'de bir süre daha silahlı; İran'da yakın gelecekte tekrar silahlı; Avrupa'da kurumsal vs. Bunu herkes bilmek durumunda. Ve bu tespiti yaptıktan sonra Türkiye ile PKK konusunda bir hususu tekrar ve özenle vurgulamak gerekiyor; PKK, Türkiye'de de çeşitli biçimlerde olacak. Programları, fikirleri, etki alanındaki siyasi ve sosyal kurumları, demokratik aktiviteleri vs. ile olacak. Ancak Sayın Öcalan'ın yeni dönem kurgusunda PKK'nin silahlı güçlerini Türkiye siyasal sahasının dışına geri dönüşsüz biçimde çıkarmak var. Ve bunun tüm sorumluluğu ile riskini de üstlenmiş durumda. Açıkçası böyle bir görevi onun dışında taşıyabilecek bir aktör de mevcut durumda yok. Hepimizin ve demokrasiden çıkarı olan herkesin bu görevde Öcalan'a destek olması gerekiyor. Özellikle legal Kürt siyaseti ve Türkiyeli dostlarımızın bu konuda daha aktif ve sorumlu davranması elzemdir.

Gazeteci jargonuyla da olsa "Al başkanlığı, ver anayasal vatandaşlığı" tarzında, biraz da incitici bir ifade yoğunca dolaşıma sokulmuş durumda. Bu haksız ve itham edici bir yaklaşımdır. Sürece bir katkı sunmadığı gibi, politik bir değer de taşımaz. Biraz da risk alarak bir öngörüde bulunmak istiyorum:

AKP'nin bizlerin istediği ve herkese demokrasi içeren bir anayasa yapmaya yanaşmayacağına inanıyorum. Aynı şekilde onların isteyeceği ‘Güçler Birliğini' içeren korporatist bir anayasayı bizlerin kabul etmesi de imkânsızdır. Buna rağmen yeni süreç yine de işleyecek, işlemelidir de. Belirttiğim ‘Demokratik Metot ve İlkeler' kapsamında AKP ile her konuda müzakere yürütmenin bu ülkede demokrasiye önemli bir katkı sunacağına inanıyorum.

Bu bağlamda Başbakan Sayın Erdoğan ‘baldıran zehri' içmekten bahsediyor. Buna gerek olduğunu, olacağını zannetmiyorum. Çözüm süreciyle birlikte Türkiye'nin demokratikleşmesinde Başbakan Erdoğan'ın büyük ve tarihi bir rolü olacaktır. Bundan rahatsızlık duymanın da bir gereği yok kanısındayım.

Umut, inanç ve başarı zamanı

‘Tam Demokratik Türkiye' tezi bu coğrafyanın gerçeğine oldukça uygun bir formül. Kaygılardan, korkulardan, önyargı ve karşıtlıktan kurtulup bu projenin silahsız siyaset ve demokratik mücadele yöntemleriyle gerçekleşmesi için sürece daha fazla risk ve sorumluluk alarak dahil olmalıyız.

Umutlu olmak için çok sayıda nedenimiz var. Başarılı olmak için ise büyük çaba sarf etmemiz gerekecek. Başarısızlık bir olasılıktır ama sonrasında tekrar başlayacak kadar inatçı olmayı unutmamak kaydıyla.

"Artık yorumlamanın değil değiştirmenin zamanıdır." Marx'ı anımsayalım ve ‘Tam Demokratik Türkiye' için işe koyulalım...

 

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…