Havalimanı inşaat işçileri, en doğal, yaşamsal hakları için “köle değiliz” diyerek isyan ettiler. Ne var ki, iktidarda devleti ortaçağın sultanlığı haline getirmek isteyen, milleti tebaası, çalışanları da köle gören bir anlayış hakim. İşçiler, adeta köle sahiplerinin öfkesi ile karşılaştılar.
Türkiye’nin “prestij” yatırımlarından biri olarak adlandırılan ve 29 Ekim 2018 tarihinde ilk bölümünün açılması planlanan, İstanbul 3ncü Havalimanında inşaat işçileri geçtiğimiz günlerde, “köle değiliz” diyerek direnişe geçtiler. Ana firmaya bağlı 247 taşeron firma altında sayıları sürekli değişen ve otuz bine ulaşan işçinin, insanlık dışı şartlarda çalıştırıldığı havalimanı inşaatında birkaç ay önce yapılmış resmi açıklamalara göre 27 işçi hayatını kaybetmiş. Açıklamadan bugüne kadar basına yansıyanlarla bu sayının 35’e ulaştığı bildiriliyor. İşyerinde örgütlü sendikalar ve çalışan işçilere göre ise gerçek rakam, çok sayıda şüpheli ölümle birlikte birkaç yüze ulaşıyor.
Bir insan ekmeğini kazanırken niçin ve nasıl ölür? Can pahasına ekmek parası nasıl bir şeydir?
Türkiye yer altından yerüstüne, ekmeği için can verenlerin ülkesi. Son 15 yılda çalışırken hayatını kaybedenlerin sayısı yirmi bin beş yüz (20.500) kişi. “Köle değiliz” diyerek isyan eden havalimanı inşaat işçilerinin çalışma koşulları da insanı, “ölsek de kurtulsak” dedirtecek cinsten. İnşaat alanında adeta bir köle düzeni kurulmuş durumda. Ana yüklenici ortaklığa bağlı yüzlerce taşeronun insafına terk edilmiş işçiler bugüne kadar şikayetlerinin karşılığında hiçbir sonuca ulaşamamışlar. Direniş sonrası bu durum daha da çıplak biçimde görüldü. Uzun süredir ücretlerini alamayan, haşaratlı koğuşlarda yatıp, iş güvenliğinden yoksun biçimde çalıştırılan işçiler, uzun süredir isteyip de alamadıkları haklarını elde edebilmek için artık bıçağın kemiğe dayandığı anda “yeter” dediklerinde, karşılarında polis/ jandarma dipçiğini ve gazını buldular.
İşçileri köle sayıp, kendilerini de köle sahibi sananlarda ise hiçbir ses, açıklama yok. Anayasal anlamda işçilerin haklarının koruyucusu olma iddiasındaki devlet adeta köle sahiplerinin devleti gibi davranıyor, işçilerin ücretlerini ödemeyen ve bunun bir kısmını da bordroda göstermeyerek, devleti sigorta primi ve vergi yönünden zarara uğratıp hırsızlık yapan işverenler hakkında hiçbir soruşturma yok. Tersine, haklarını isteyen işçiler suçlu ilan edildiler, hatta “yıkıcı- bölücü” sıfatı ile darp edilerek gözaltına alındılar, inşaatı sabote etmek niyeti ile davranmakla suçlandılar. Kimi köşe yazarları işi daha da ileri götürerek, işçilerin tahtakurusu gibi ezilmeleri gerektiğini yazdılar.
Havaalanı inşaat işçilerinin sorunları, dünya işçi sınıfının sorunu
Karl Marks, kapitalizmi ücretli kölelik düzeni olarak adlandırmıştı. Böyle derken, sadece yaşadığı dönemi değil, sistemin genel karakterini tarif ediyordu. Kapitalizm, ulusun tüm yurttaşlarını “özgür” ilan etmişti ama bu, emekçilere emeğini satma “özgürlüğü”, burjuvaziye ise işçinin artı emeğine el koyma yani sömürü özgürlüğü anlamına geliyordu. Bu düzende, nüfusun büyük kısmı, yaşamlarını sürdürebilmek için emeklerinden başka satacak hiçbir şeyi olmayacak şekilde mülksüzleştirilir ve sermayenin insafına terk edilir. Onları koruyacak yegane şey, bu tarihsel gerçeği kavramaları sonucunda kendi kuracakları örgütleri ile sürdürecekleri mücadeledir. İşçiler yıllar içinde örgütlenerek ekonomik ve siyasi taleplerle tarih sahnesine çıkmış ve bu kölelik şartlarını kendi lehlerine düzeltmeye çalışmışlar, hatta bu sömürü çarkını parçalamaya da kalkışmışlardır. Ne var ki, insanlığın umudu olarak doğan bu girişimler geçtiğimiz yüzyılın sonunda başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra uluslararası emek mücadelesinin elde ettiği tüm kazanımlar her ülkede farklı biçimlerde ama aynı yönde yok edilmeye başlandı ve bu hak gaspları artarak devam ediyor. Ekmeğini yerin altından ya da göğe ulaşan inşaatların üzerinden her nereden çıkarmaya çalışırsa çalışsın, emekçiler her yerde aynı uluslararası sermayenin ve onların yerellerdeki uzantılarının saldırısı ile karşı karşıyalar. Önümüze çıkan TOMA’da, bileklerimize vurulan her kelepçede sermaye düzeninin bu küresel niteliği var.
İşçileri açlığa mahkum eden şirketlerin arkasında AKP Devleti var
16 yıldır devam eden AKP iktidarında; özelleştirme, taşeronlaştırma ve örgütsüzleştirme hız kazanırken, sermaye de en karlı yıllarını yaşadı. Artan kârlar; bir yanıyla düşen ücretlerin, diğer yandan da yok edilen sosyal hakların, devlet teşviklerinin ve vergi muafiyetlerinin karşılığı olarak gerçekleşti. Bugün havalimanı inşaat alanını işçiler için köle kampına çeviren sermaye ortaklığı, AKP döneminin yarattığı beton zenginleridir; Cengiz-MAPA-Limak-Kolin-Kalyon. Nerede bir devlet ihalesi varsa, bunlardan bir ya da birkaçını o işin içinde görmek mümkün. Bu grup, inşaat işini almakla kalmamış, AKP’nin bütçe kaynaklarını sermayeye aktarma aracı haline getirdiği işletme hakkını da ele geçirmiş. Bu ortaklık, havalimanı açıldıktan sonra da IGA adı altında 25 yıl boyunca karlarına kar katmaya devam edecekler.
Köleci Dönemden, günümüzün Firavunlarına
Yazıya başlarken, İstanbul Üçüncü Havalimanının “prestij” yapı olarak adladırıldığından söz etmiştik. AKP’li yıllarda devlet, kalıcı istihdam yaratabilecek hiçbir yatırıma yönelmediği gibi, var olan kamu varlıklarını da yok pahasına satıp savarak yandaşlarına aktardı. Yapılan yatırımların neredeyse tamamı, yol, köprü ve hizmet binalarından ibaret. Doğanın tahrip ve talan edilmesiyle yürütülen ranta dayalı inşaat ekonomisi ile ülkenin tüm kentleri beton yığınına çevrildi. Üçüncü Havalimanı inşaatı da ormanların yok edilerek, su havzalarının kirletildiği, doğal yaşamın ve kent dokusunun bozulduğu, mevzuatın ve mahkeme kararlarının hiçe sayılarak, hukukun ayaklar altına alındığı diğer birçok inşaat ile benzer süreçlerle başlatıldı ve devam ediyor. Kazanılacağı iddia edilen “prestij”, bu süreçlerden geçilerek ve bir köle kampının üzerinden işte böyle sağlanmış olunacak.
Köleci dönemden günümüze kalan büyük sanat yapıları, örneğin Mısır’ın piramitleri, antik çağın o muhteşem sarayları hepsi büyük mimari eserler olmasının yanı sıra köle emeğinin simge yapılarıdır. Dönemin imparatorları, firavunları bu eserlerle tarihe iz bırakırken, tarih aynı zamanda onların, bu eserlere terlerini akıtan kölelere zulmünden ve isyanlarını nasıl kanlı bir biçimde bastırıldığından da söz eder.
İhtişamlı yapıları, iktidarlarının simgesi gibi gören ve bunlar üzerinden itibar ve kudret kazanacağını uman devlet yöneticilerine tarihte her dönem rastlanmıştır. Geçtiğimiz yüzyılda Mussolini ve Hitler’i buna örnek gösterebiliriz. Yapılar sadece bir dönemin sanat anlayışını değil, egemen siyasi yapıyı da yansıtır, yaşam şekli hakkında da fikir verir. İtalya ve Almanya örneklerinde faşizmin baskıcı yüzünü ve taş yüzeylerinde o iktidarların soğukluğunu hissedersiniz. Günümüz Türkiye’sinin yapılaşma şekli de iktidarın ve sınıflar ilişkisinin bir aynasıdır.
Sermayenin ve Saray’ın örgüt korkusu
Havalimanı inşaat işçileri, en doğal, yaşamsal hakları için “köle değiliz” diyerek isyan ettiler. Ne var ki, iktidarda devleti ortaçağın sultanlığı haline getirmek isteyen, milleti tebaası, çalışanları da köle gören bir anlayış hakim. İşçiler, adeta köle sahiplerinin öfkesi ile karşılaştılar. İşçilerin taleplerine, şiddet ve nefretle karşı çıkan bu anlayış kendi gerçekliğini bundan daha iyi açığa vuramazdı.
Direnişleri şiddetle bastırılan işçiler, birkaç gün sonra işlerine geri döndüklerinde, daha sıkı bir kontrol ve baskı ortamıyla karşılaştılar. Şantiye alanına işçilerden başka kimse alınmazken, olayları yerinde görmek ve işçileri desteklemek isteyen yurttaşlar da tıpkı işçiler gibi zorbaca muamele gördüler. Basın mensupları ve hatta milletvekilleri bile tartaklandılar ve provokatör olmakla suçlandılar. İşçiler eylemleriyle seslerini duyurmak, devlet yetkililerinin dikkatini yapılan adaletsizliklere çekerek, sorumlular hakkında işlem yapılmasını ya da en azından uyarılmasını beklerken, kendilerinin suçlu ilan edilmesini hayretle karşıladılar. Bir kez daha yavuz hırsız ev sahibi bastırmıştı ve işçiler, köpeklerin salınıp taşların bağlandığı bir düzende yaşadıklarını kendi yaşadıklarıyla öğrendiler. Beş yüzü aşkın işçi gözaltına alındı ve sorgularından sonra 24’ü tutuklandı. İnsanca bir ortamda barınmayı ve çalıştığının karşılığı bile olamayacak asgari düzeydeki ücretin zamanında ödenmesini isteyen işçiler, terör örgütü üyesi ya da onlar tarafından kullanılan, kendini bilmez hainler olarak ilan edildiler. Olayların üzerinden birkaç gün geçince, o ana kadar işçileri suçlayanlar birdenbire gerekli tedbirlerin alınacağından, koşulların düzeltilip, ücretlerin zamanında ödeneceğinden söz etmeye başladılar.
O zaman sormazlar mı;
Niye işçilere bu kadar hakaret ettiniz?
Gazetelerinizde sayfa sayfa yalan ve küfürle bu kadar saldırı niye?
İşçileri niye tutukladınız?
Bunca zulüm nedendir? diye.
Cumartesi annelerine neden saldırıyorlarsa, Cargill işçilerinin yürümelerine neden engel oluyorlarsa, direnen Flormar işçilerini fabrika önünden neden uzaklaştırmak istiyorlarsa ondandır. Sermaye ve onun emrindeki Saray, emekçilerin, zorbalığa direnenlerin yan yana gelmesinden, bir olup hak aramasından korkuyorlar.
Biliyorlar ki, bu sömürü ve zulüm çarkının sonunu getirecek olan bu düzenin “mezar kazıcıları” nın örgütlü gücüdür. Tüm bu direnişler, denize kavuşmak için çağlayarak ırmağın ana gövdesine ulaşmaya çalışan dereler gibi bu örgütlü gücün tarih sahnesine çıkacağının da habercisidir.
Şimdi “Deniz.. Deniz.”(*) diyerek haykırma zamanıdır.
(*) Orhan Kazbek’in, Deniz… Deniz adlı oyunundan esinlenerek.
Yazarın Dİğer Yazıları
Geleceğimizi, doğal afetleri toplu cinayete çevirenlerin elinde bırakmayacağız!
10 Şubat 2023Militarizm eleştirisi içermeyen bir demokrasi mücadelesi olur mu?
12 Kasım 2022Bir Seçime Yaklaşırken, İki Dernek, İki Farklı Tutum
23 Ekim 2021Demokrasi Konferansı; Yeniden Kuruluş İçin Halkçı Bir Seçenek Öneriyor
10 Temmuz 2021Gerici Kuşatma Karşısında Sanatın ve Sanatçının Sorumluluğu
26 Mart 2021Shakespeare'in Kralları'ndan Bugüne...
10 Şubat 2021Kim Bu ADAM'lar ?
8 Eylül 2020Saray Rejimi, Salgın Felaketini Büyütüyor
4 Nisan 2020Kaz Dağları’nda Ve Diğer Yerlerdeki Tüm Arama İzinleri İptal Edilsin
18 Ağustos 2019Rejim son eşiği de döndü, diktaya Karşı yeni bir mücadele programı kaçınılmaz
4 Temmuz 2018Şimdi, yeniden 'Bu Daha Başlangıç..' demenin zamanıdır.
23 Haziran 2018Umut içimizde saklı
2 Ocak 2018Hayır'ı Örgütlemek
3 Şubat 2017Şimdi Karar Verme Zamanı!
15 Aralık 2016Ya Birleşik Mücadeleyi Öreceğiz, Ya da Faşizmin Karanlığında yok olacağız!
12 Mayıs 2016Gülay'ın ardından..
27 Kasım 2015Silahların susması yetmez, Türkiye ve Ortadoğu’nun başına bela bu iktidardan da kurtulmalıyız…
11 Ağustos 2015Ağrı Provokasyonu ve HDP’nin Kurşunlanmasının Ardından…
21 Nisan 2015Haziran Seçimleri; Türkiye Solu'nun imtihanı
2 Mart 2015