Eski düzen, bir tür post-modern "devrim"le çökertilmiştir. 1. Cumhuriyet bitmiştir; yerine "Ilımlı" İslam Cumhuriyeti ikame edilmektedir. Bu "devrim"i tamamlamanın önündeki tek engel, asıl direnç noktası, Ortadoğu'nun en modern hareketi olan Kürt halkının özgürlük mücadelesidir. Modern ve seküler siyasal ve toplumsal hareketler bunu böyle kavramalıdır. Zamana ruhunu veren budur.
Çukurca'da, 10 Ekimde 7 PKK üst yönetcisinin öldürülmesine misilleme olarak PKK'nın saldırısı ile vuku bulan çatışmada 26 asker öldü.. Halkın evlatları.. emekçilerin, dar gelirlilerin çocuklarıydı onlar da..
Acının insanın tinini ele geçirdiği, beynini duraksattığı böyle anlarda düşünmek zordur. Egemenler, onların medya uzantıları bunu çok iyi bilir ve duyguları kendi çıkarları için yönlendirirler. Ülkenin tepesindeki adam intikamımız korkunç olacak dediğinde, sokaklar da, Tv ekranları, gazetelerin manşetleri de alabildiğine acıyı, barışa karşı, kardeşliğe karşı, ırkçı-şoven ve saldrgan söylemlerle ve hatta dualarLa ambalajlayıp sundular.
NEDEN HEP YOKSUL ÇOCUKLARI?
Ama herşeye rağmen düşünmelisiniz. Duygularınızı kontrol etmek, içinizdeki öfkeyi gerçekte kime, kimlere yönelteceğinizi tayin etmek zorundasınız. Duygularınızı başkalarının yönlendirmesine, bu acıyı onların politik sermaye yapmasına izin vermeden. Geçen 30 yıldır aynı şeylerin tekrar ettiğini; hep aynı manşetlerin, aynı nutukların atıldığını hatırlayarak. Bize bugüne kadar devletiyle, medyasıyla her zaman hep bir ağızdan dayatılan imal edilen, tekçi anlayışın vizöründen geçirilen "gerçeği" redederek. Onun ardındaki ikiyüzlülüğü, sahtekarlığı görmek zorundasınız artık. Daha fazla acı çekmemek için.
Düşünün..
Siz bugüne kadar hiç bir politikacının, bir iş adamınının, yüksek bir bürokratın, bir generalin çocuğunun ölüm haberine rasladınız mı? Bir villaya giren şehit cenazesi gördünüz mü hiç? Tanrı onların çocuklarına şehit olmayı nasip etmiyor mu dersiniz? Neden halk çocukları cephede, ateş hattındadır hep? Ve bir şehit babasının, oğlunun tabutu başında, devlet erkanının önünde "neden zengin çocukları değil de hep bizim çocuklarımız" diye sitem ettiğini zihninize kazıyın. Şu mahut "mesele"nin nedenselliği bu soruyu yükselterek kavranabilir çünkü. 30 yıllık bu kısır döngü bu kavrayışla kırılacak..
Ateş düştüğü yeri, yoksulların mahallelerini, yüreklerini yaktığı içindir ki, bu egemen zevat, her şehidin ardından timsah gözyaşları döküyor ve lanet okuyor, bir dramı yüzlerce kez sahneleyen tiyatro oyuncularının replikleriyle. Rollerini çok iyi ezberlemişler. Ülkenin cumhurbaşkanı intikamımız korkunç olacak dediğinde, Sabah gazetesinin nevzuhur bir köşe yazarı hızını alamayarak açıklamayı şu sözlerle destekliyordu: ""Tek kelimeyle ulusun hissiyatına tercüman oldu: 'İntikam!' Ve ilk kez 864 rakımlı tepeden yükseldi: 'İntikam!' Koca bir devlete kafa tutacağını sanan itlerin başına gelecekler Cumhurbaşkanı'nın söylediği tek kelimede saklıydı: 'İntikam!' hemen Türk Silahlı Kuvvetleri'ne emir verildi..."(20 Ekim, Sabah, E.Ramoğlu)
25 Ekim'de Zaman Gazetesininin "Fethullah Gülen Hocaefendi, Kürt meselesi konusunda önemli tespitlerde bulundu" alt başlığı ile vediği 'Evlerine ateş sal, köklerini kurut' duası ise şöyle bitiyordu: "Herkes bu meselenin halli için duanın gücüne de sığınmalı; her fırsatta gönüllerini Yüce Dergâh'a açıp 'Allah'im, birliğimizi sağla, aramızı te'lif büyür, bizi vifak ve ittifaka muvaffak kıl .. Şayet düşmanlık yapanlar arasında ıslahını murat buyurmadığın ve kendileri hesabına ıslah istemeyen kimseler varsa ['Hakkı kotek olanlar'], onların altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sal, köklerini kurut ve işlerini bitir' diye niyaz etmelidir."
Başbakan bütün bunlardan feyz alarak "vatanı böldürmeyiz" nakaratını yineliyordu. Ve bu söylem, sokaklara çıkıyordu. Şimdi bütün bu teatral söylevleri yeni saldırılar, içerde ve dışarda yeni operasyonlar izliyor.
MUSTAFA KEMAL EN BÜYÜK BÖLÜCÜ MÜYDÜ?
Vatanı bölmek isteyen mi var? Nasıl bölünür vatan? Demokratik özerklik istemek midir vatanı bölmek? Tek etnisiteli değil de, çok etnisiteli demokratik ulus istemek midir? O zaman Mustafa Kemal, vatanı bölmek mi istemişti Kürtlere muhtariyet (özerklik) vaadinde bulunmakla?
Ey CHP'liler, ulusalcılar, kemalistler. Mustafa Kemal'in en büyük bölücü olduğuna mı inanmaktasınız gizlice? Bilmezmisiniz, o vaadin tutulmamasından temayüz etmektedir bütün mesele? Ne yazık ki, Mustafa Kemal'in, belki o günkü hal ve şerait içinde, o vaadi tutmamasının gerekçeleri vardı, ama bugün yok diyecek basireti, siyasi cesareti gösteremiyorsunuz. Seçimler öncesinde 24 Mayıs Hakkari mitinginde önerdiğiniz Yerel Özerklik Şartı'nı dahi unuttunuz. Bu yüzden sizlerin de, "bir adım ileri, iki adım geri" tutumunuzla bu ölümlerde payınız var. Tarih ve toplum size öncü bir rol oynama fırsatı sunduğu halde, savunduğunuz cumhuriyet kazanımlarının önündeki en büyük tehlikenin yaratıcılarıyla aynı hizada durmaktasınız.
Bu bir savaş! Bu savaşta her iki taraftan da insanlar yaşamını yitiriyor. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Sadece Türk anneleri değil, Kürt anneleri de ağlıyor. Acının iki taraflı olduğunu kabul etmek zorundasınız. Sizin bir tek üstünlüğünüz var onlardan. Siz yavrularınızın ölüsüne sarılıp teselli bulabilirken, onların çoğu yıllar sonra dere yataklarında, toplu mezarlarda evlatlarının ancak kemiklerine kavuşabiliyorlar. Ve anlamalısın artık. Bu savaşın kazananı yoktur. Kandil dağı bombalarla yok edilse, Kürt illerinde polis devleti baskısı hakim kılınsa bile kazanmış olmayacak kimse. Sorun çözülmedikçe yenileri çıkacak.
SAVAŞ ÖLDÜRME "SANATI"DIR, PUSU DA VARDIR TUZAKTA
Evet bu bir savaş. Eğer devlet ordusunu, özel kuvvetlerini sinir boylarına sevk ediyorsa, aylardır hava harekatları yapılıyorsa, dağlar, ormanlar bombalanıyorsa, askeri birlikler arazide ava çıkmışsa bunun adına savaş denir. Ve savaşta insanlar ölür. Öldürürler ve ölürler. Savaşın kuralıdır bu, öldürme "sanatı"dır çünkü.
26 asker öldüğü gibi, Genelkurmay başkanının açıklamasına göre, hava harekatının başladığı 17 Ağustos'tan buyana 250-270 civarında PKK gerillası öldürüldü.. Ardından 26 askerin "intikamı"na yönelik Hakkari bölgesindeki ve sinir ötesindeki harkatta 49 gerilla öldürüldü. Ama medya onları sayısal değer olarak anıp görünmez kılıyor. Kılıyor ki, toplumda infial yaratabilsin; öfkeyi çözüm üretmeyen devletten, politikaciardan uzaklaştırabilsin. Onların herzaman ki gibi, karşı tarafı işaret etmelerini kolaylaştırsın. Sürdürdükleri savaşı genişletmek, topyekün savaşa dönüştürmek için toplumu bunun kaçınılmaz olduğuna inandırabilsinler. Kılıyor ki "hain pusu", "kalleş tuzak" gibi söylemlere inandırıcılık kazandırılabilsin. Oysa savaş oyununda pusu da vardır tuzak da. Öldürmek için her şeyi kullanıyorlar. Ama askerlerin canını korumak için, saldırının olacağına dair onca ipucu olmasına rağmen hiç bir tedbir almıyorlar. PKK'nın üst düzey yöneticilerini öldürmek için ABD'den istihbarat alıyorlar ama 8 saat boyunca çatışan askerlere yardım gitmiyor..
Bunun içindir ki büyük bir ikiyüzlülük karşısındayız.
İşte bunun için, bu devlet, bu iktidar Kürt halkının da Türk halkının da evlatlarını kıyıma uğratmaktadır. İşte bu yüzden iki halk, acılarını paylaşmalı, evlatlarını korumak için, barış için omuz omuza vermelidir.
O yüzden en büyük aldatmaca "terör"dur. Çünkü "terör" ve "terorist" dediğiniz zaman savaşı ve gerçek nedenlerini, bu savaşın ardında haklı bir isyan olduğunu görünmez kılarsınız. Demirel "bu 29.cu isyandır" demişti. Ve hala sürüyor en uzun ışyan. Ve sürecek de.
Seçimlerden bu yana hergün bu savaşta 5-10 kişi ölmüyor muydu? Sayı 26'ya çıkınca işin özü mü değişti? Yoksa, savunma zaafını ortaya çıkardığı ve sinir ötesi harekat için cesaret kırıcı olduğu için mi bu saldırı bu denli önemli oldu? Böyle olduğu anlaşılıyor. Başbakan medyanın temsicilerini topluyor. Terör haberlerinin yansıyış biçiminden, yapılan eleştirilerden şikayetçi. Bir zamanlar bu tür toplantılar genelkurmay başkanlığında olurdu. Aynı taş aynı hamam, değişen sadece mekan. Generaller de savaşın medyasını yaratmak istemişti, Erdoğan da aynısını yapıyor.
"ARTIK UÇURUMUN KENARINDA DEĞİLİZ, AŞAĞI YUVARLANIYORUZ"
Gelinen nokta krtik bir eşiktir. Ya barışa doğru yürünecek ya da BDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın "artık uçurumun kenarında değiliz, aşağı yuvarlanıyoruz" şeklindeki sözleri gerçeklik kazanacaktır.
PKK ile 5 görüşme yapan, Öcalan'la İmralı'da mutat görüşmeler sürdüren iktidar seçimlerden sonra çark edip bir gerilim ve çatışma politikasını gündeme koydu. Bunu kimse atlamasın. Kürt sorununun siyasi zeminlerde çözümünü yokuşa süren iktidarın kendisidir. 13 askerin öldüğü Silvan'daki çatışmanın ardından iktidar topyekün savaş söylemini gündeme sokmuştur. O güne kadar iktidarın "Kürt Açılımı"nı yere göğe sığdıramıyan, özerkliği savunan, "analar ağlamasın" diyen yandaş medya yazıcıları önce topyekün bitirme planı olarak Tamil modelini tartıştılar. Şimdi de, "sonuna kadar", "kana kan, intikam" pozisyonuna geçtiler. KCK tutuklamaları günbegün dolidizgin süregelmektedir. Bu, Kürt sivil siyasi kadrolarının tasfiyesi demektir, BDP'yi fiilen yok etme çabasıdır.
Kürt siyasetinde barışçı yönlendirmeleri olduğu herkes tarafından kabul edilen Öcalan'a 3 aydır görüş yasağı uygulayan da bu iktidar. Neyi amaçlıyor? Kürt siyasetinin bileşenlerini onun akılcı ve barışçı uyarılarından yoksun bırakmayı, hataların meydana gelmesini, eşgüdümün bozulmasını, kısacası Kürt halkının önderliğini zaafiyete uğratmayı. Çünkü AKP devleti, onurlu bir barıştan değil, tıpkı BDP-Blok vekillerinin Meclisi boykot etmesi nedeniyle "kuzu kuzu gelecekler" söylemi gibi boyun eğdirmekten yana.
"HEM MÜZAKERE HEM SAVAŞ"!
Öte yandan bölgedeki gelişmelerin iktidarı duraksatan, kararsızlaştıran bir rol oynadığı da bir olgu. Erdoğan'ın güya PKK ile Kürt sorununu birbirinden ayırma niyeti içeren "hem müzakere hem terörle mücadele" denklemi bu kararsızlığın bir ifadesi. IRA ile savaşı bitiren, barışı mümkün kılan eski Britanya başbakanı Tony Blair, 12 Ekim'de Bilgi üniversitesinde verdiği konferansta "hem müzakere hem çatışma olmaz" mesajını verdi. Sorunu çözen bir siyasetçi böyle konuşuyor. Ne var ki iktidar, seçim süreci bittikten sonra operasyonları hızlandırıp çatışmaların yolunu yeniden açtı. Ayrıca, aynı zamanda müzakere derken de demagoji yapıyor. Müzakere etmek için muhattap kim? Öcalan'la müzkereyi bitirip görüş yasağı koymuşsun, BDP'yi muhattap almıyorsun. Kürt halkını temsil etmiyor diyorsun. İslamcı Hamas'ı "terörist" olarak nitelendiren Batı'ya karşı, "halkın iradesini temsil ediyor" diye savunuyorsun ama 36 milletvekili ile parlamentoda 4. parti olan BDP halkı temsil etmiyor!
Erdoğan'nın bu çelişkili tutumu yine bir oyalama, zaman kazanma taktiği. Türkiye-İran- Suriye ittifakının, AKP iktdarının bölgede ABD güdümünde, onun taşeronluğunu üstlenen politikaları nedeniyle çökmesinden kaynaklanıyor. Batı emperyalizmi adına ve bölgesel güç olma hayalleriyle Suriye'ye karşı baskı ve yaptırım politikalarının icrasını üstlenmesi, bu komşu ülkeyi açıkça tehdit etmesi ittifakın çöküşünün en büyük nedeni. Şimdi İran'la ittifakı onarma çabasında. Çünkü biliyor ki, bölgenin bu siyasi yapısı içinde askeri harekatların sonuç alma şansı yoktur. Bu yüzden, son sınır ötesi harekat, ABD ve müttefiki Bölgesel Kürt Yönetiminin desteğiyle, 2 bin kişilik özel komanda birlikeriyle mümkün olabildi.
PKK'NIN TAKTİĞİ VE SİYASİ MÜCEDELE
PKK'nın saldırısını bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Merkez yönetiminin Karayılan'dan sonraki ikinci ismi Cemil Bayık, 7 Ekim'de Fırat Haber Ajansında yayımlanan açıklamasında şöyle diyor: "Bir kara harekatı operasyonu çok önemli sonuçlar doğuracaktır. Şiddetle bu sorunun çözülemiyeceği anlaşılacak, demokratik çözümün yolu açılacaktır. Bu açıdan biz tabii ki girsinler demeyiz, ama girmelerinin de Kürt sorununun demokratik çözümü ve Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından hayırlı sonuçlar doğuracağına inanmaktayız."
Belli ki, hükümetin stratejik adımlarına PKK de karşılık vermekte, orduyu Kuzey Irak'a çekme taktiği izlemektedir. Güçlerin birbirine karşı yürüttüğü taktik manevralar açısından baktığımızda bu anlaşılır bir şeydir. Ama yalnızca savaş stratejisi açısından değil, bir halkın haklı mücadelesinin temsilcisi olma noktasından baktığımızda bu perspektifte bir çelişki, dolayısıyla da eleştireceğimiz bir yön vardır. Birincisi, BDP-Blok milletvekilleri boykotu sona erdirmiş meclise girmişlerdir. Üstelik Kürt halkının demokratik iradesiyle olmuştur bu. Demokratik Toplum Kogresi, sivil toplum örgütleri bu yönde eğilim ortaya koymuştur. Öte yandan Kürt halkının mücadelesiyle sosyalistler ve demokratik güçler arasında ittifakı derinleştiren Kongre Hareketi bir gerçeklik kazanmıştır. Böyle bir saldırı açıktır ki, hem BDP-Blok'un Meclis eksenli siyasal mücadelesini etkisizleştirecek, sözlerinin ağırlığını azaltacak hem de ittifakın kitlesel bir güce erişmesini yavaşlatacaktır. Çünkü demokratik ortam, bu saldırıya verilen ırkçı-şoven reaksiyonlarla zehirlenmektedir. Toplumun algısını büsbütün değilse de, değiştirmiştir bu saldırı.
Bu bakımdan savaşın genişletilmesinin "Kürt sorununun demokratik çözümü ve Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından hayırlı sonuçlar doğuracağına" inanmak, Türk-İslam ideolojisinin sokağa hakim kılınmak istendiği bir süreçte oldukça zor. Bir başka ifadeyle, bu savaşla birlikte açık diktatörlüğün temayüz etme ihtimalinin daha yüksek olduğuna işaret eden çok sayıda gösterge var. Bunun için AKP devletinin seçimlerden buyana izlediği politikaya bakmak yeterli olacaktır.
ERDOĞAN'IN SON SAVAŞI, "OSMANLI'DA OYUN ÇOK"
Dolayısıyla, meseleye nereden baktığımız önemlidir. Karşımızda farklı bir devlet biçimi var. Dış politikada yeni-Osmanlıcı bir hat izleyen iktidar, iç politikada da "Osmanlı'da oyun çoktur" deyişine de gerçeklik kazandırmaktadır. Bu söylem, Osmanlı saltanatının kendi çıkarı ve geleceği için her türlü hileye, oyuna başvurduğunu ifade etmek için kullanılmıştır. Devletin bekası için kardeş katlinin vacip olduğu, baba, amca, kardeş, oğul demeden iktidar için aile içi ölümleri meşrulaştırmış olan bir iktidar geleneğini şimdi AKP devleti sahiplenmekte..
Seçimlerden bu yana şifreleri ortaya çıkan bu oyunun nirengi noktalarına başka bir yazıda değineceğim. Ama şimdiden şunu söylemek istiyorum:
Bu savaş, 27 Nisan Muhtırası ve Genelkurmayla yapılan Dolmabahçe mutabakatından sonra, adım adım yürürlüğe sokulan İslami bir cumhuriyet kurma hedefine yönelik stratejinin son halkası ve dolayısıyla, AKP ve Erdoğan'nın da son savaşıdır. Eski düzen, bir tür post-modern "devrim"le çökertilmiştir. 1. Cumhuriyet bitmiştir; yerine "Ilımlı" İslam Cumhuriyeti ikame edilmektedir. Bu "devrim"i tamamlamanın önündeki tek engel, asıl direnç noktası, Ortadoğu'nun en modern hareketi olan Kürt halkının özgürlük mücadelesidir. Modern ve seküler siyasal ve toplumsal hareketler bunu böyle kavramalıdır. Zamana ruhunu veren budur.
Yazarın Dİğer Yazıları
Fareler, Muktedirler ve Seçim
12 Mayıs 2023TİP’in kararı, HDP’nin Çengiz Çandar Tercihi
28 Nisan 2023Faşizm ve İç Savaş
30 Haziran 2022Devrimci durum ve Emek Cephesi
8 Kasım 2021Kurucu Meclis, Halk ittifakı ve HDP
23 Eylül 2021Mihri Belli’den kalan: Devrimin güncelliği
16 Ağustos 2021Güzel bir insan, kararlı bir devrimci: Şaban Ormanlar
13 Temmuz 2021Faşist MHP Kapatılmalıdır!
4 Temmuz 2021Finale Doğru
26 Nisan 2021Yeni-Osmanlı Galaksi İmparatorluğu:)
13 Şubat 2021Demokrasi Manifestosu, Geçici Hükümet’le Erdoğan’sız seçim!
11 Aralık 2020Seçimler Amerikan toplumundaki yarılmayı açığa çıkardı
11 Kasım 2020Egemen paradigmanın içindeki ‘Muhalefet’
3 Eylül 2020Devletin emperyalist siyaseti, faşizm ve Kürt sorunu
8 Temmuz 2020Dayanışma
21 Mayıs 2020AKP-MHP’li vekiller deyyusların ‘siyasi’ temsilcileri mi?
16 Nisan 2020Cumhuriyeti mi, tasfiyesini mi kutluyorsunuz!
31 Ekim 2019Marksist Devrimci olarak Mihri Belli
16 Ağustos 2019Cumhur ittifakı değil Cürüm ittifakı
13 Mayıs 2019İkili kriz: hem iktidar hem muhalefet
27 Şubat 2019