Diktatörlerin ilk işi, yargıyı yani az-çok çalışan vicdanı söküp atmaktır. Onun yerine kendi hastalıklı, monolitik beyninin ürettiği her kararı aynen onaylayan bir vicdan mekanizmasını yani vicdansızlığı ikame ederler.
İnsanda, davranışlarını, düşünce biçimlerini, kişiliğini (karakterini), yani profilini oluşturan ve kendi içinde düzenli çalışan üç mekanizma vardır.
Birincisi; mantığımızın, inançlarımızın, düşüncelerimizin ve davranışlarımızın karşılıklı ilişkilerini düzenleyen beynimizin ürettiği AKIL.
İkincisi; insanın beyniyle doğrudan irtibatlı, ordan talimatlar alan, rahatsızlıkları kayda geçen ve kişiyi yanlış veya doğru yönde yönlendirebilen bir mekanizma VİCDAN.
Üçüncüsü ise; bu iki mekanizmanın da emrine girebilen, onların tek tek veya ortak talimatlarına göre harekete geçen İRADE.
Dolayısıyla bu mekanizmada BELİRLEYİCİ OLAN beynimizin sentezlediği akıl ve bilinçtir. Vicdan ise, beyinden gelen talimatların dışında özgürce kararlar oluşturan bağımsız bir mekanizmaya dönüşebilirse onun sağlıklı işlediğinden bahsedebiliriz. Eğer bağımsızlığını kazanacak bir işleyişe kavuşmamış ve bu yönde geliştirilmemişse, beyinde üretilen akıl, inanç vb. düşünce biçimleri tarafından istendiği gibi yönlendirebilmekte ve yapılan hatalar, yanlışlar, kötülükler vicdanın kabul edebileceği formlara sokulabilmektedir. Çünkü vicdanınıza, beyaz yalanlar gibi, bilinciniz de akladığınız yüzlerce hatalı verileri yüklemişinizdir. Dolayısıyla vicdan kendisine verdiğiniz VERİLERE VE TALİMATLARA göre hareket etmeye zorlanacaktır. Vicdansızlık aslında, ona yüklediğiniz hatalı, yanlış bilgilerin ve beyninizin verdiği talimatların bir ürünü olarak var olur.
Demek ki inançlarınız ve çıkarlarınız öncelikle beyninizi, beyin de vicdanınızı etkilemekte ve düzenlemektedir. Sonuçta, irade dediğimiz, kişinin eylem mekanizması ortaya çıkmaktadır. İRADE, aslında beynin ve vicdanın ortak uyumu yani demokratik işleyişleri sonucu sağlıklı hale gelir. Beynimizdeki bilgiler, davranış biçimleri, inançlar, hedefler vb. veriler vicdanımıza gönderilerek orada aklanır veya elenerek bir sonuca ulaştığında, bu sonucu hayata geçiren iradedir.
Beyin, vicdan ve iradeyi yani bu üçlü organizasyonu daha iyi anlayabilmek için toplumsal yaşamdan örnek verebiliriz. Akıl cemdir, insanların ilkeleri, kuralları, yasaları tartışıp saptadığı meclislerdir. Vicdan, insanın yargı sistemi yani adalet mekanizmasıdır. İrade ise, uygulama, eyleme geçme yani yürütmedir. Toplumsal alanda YASAMA, YÜRÜTME VE YARGI, insanlarda akla, vicdana ve iradeye tekabül eder. Toplumlar bu üç mekanizmayı birlikte, uyum içinde kullanarak sağlıklı bir işleyiş doğrultusunda ayakta kalabilirler. Burjuvazi, köleci ve feodal sistemin tekçi (monolitik) sistemini yıkarak yerine bu üçlü sistemi koymuştur. Fakat aşırı kar hırsı nedeniyle, proletaryanın iktidara alternatif olduğunu görmesiyle bu yarattığı değerleri terk edip gericileşmiş ve onları sadece görünüşte savunur olmuştur.
Tartışılmayan, kritik edilmeyen görüşler, inançlar, beynin tek düze çalışmasını sağlar. Bu da onu, dogmatik, sekter ve hastalıklı bir ruh haline sokar. Bu hastalıklı fikir yapısı, kendini kutsal değerlerle korumaya alarak kimsenin ona dokunamayacağı, kritik edemeyeceği bir inanç halesiyle kaplar. İşte bunlar tarihte ve bugün gördüğümüz diktatör bozuntulardır. Böylece, inanç dünyasının boş umutlarına sığınan milyonlar da, bu dogmatik anlayışın peşine düşebilirler. Diktatörlerin ilk işi, yargıyı yani az-çok çalışan vicdanı söküp atmaktır. Onun yerine kendi hastalıklı, monolitik beyninin ürettiği her kararı aynen onaylayan bir vicdan mekanizmasını yani vicdansızlığı ikame ederler.
İnsan ve toplum, ancak yaşamda sorunlar, çatışmalar çıktığında yargı mekanizmasına başvurur. Örneğin her Pazar dağ gezisine çıkma kararını almışsanız, bu kararı vicdana göndermeden doğrudan uygulamaya geçebilirsiniz. Çünkü vicdanı gerektiren bir durum yoktur! Fakat vicdan ne zaman devreye girer? Bu dağ geziniz, birilerini zora sokan veya esas yapmanız gerekenleri erteleyen, görmemezlikten gelen vb. bir soruna neden olursa, işte o andan itibaren vicdan devreye girecektir. Tıpkı iddia olarak kalsa bile, suçluların yargıya intikali gibi. Eğer vicdan, tamamen inançlarınız doğrultusunda işletiliyorsa ordan çoğu zaman yanlış kararlar çıkacaktır. Tıpkı şeriatla yönetilen ülkelerdeki adalet sisteminin sakatlığı gibi! Çünkü buralardaki adalet sistemi şeriat yasalarına göre işler, yani savunma, eleştirme, karşı görüş-belge sunma vb. süreçler işletilmez. Adalet sistemi ilkel ve şeriat yasalarının hayata geçirilmesi üzerinedir. Buradan çıkan sonuç: inançlar tartışılmaz olduğu için adalet sisteminde (yani vicdanın işleyişinde) kullanılmazlar. Çünkü bağımsız işleyen bir yargı sistemi, tartışarak, belli delil ve kanıtlara dayanarak kararlarını oluşturur. Eğer kazara sağlıklı işleyen vicdanınızda dogmatik düşüncelerinizi kritik ederseniz, oradan size ret gelecektir. Ama buna rağmen yanlış kararı uyguluyorsanız siz vicdanı yani yargı sistemini kapatmışsınız demektir. İşleyiş artık inançlarınızla iradeniz arasındadır. Vicdan tümüyle devre dışı kalmıştır. Tıpkı Hitler, Mussolini, Franko, Pol-Pot ve RTE’nin uygulamaları gibi!
Anormal insan profili: yalancı, üçkâğıtçı, eli uzun, uçkuruna düşkün, ikiyüzlü, acımasız, kıyıcı, cahil, bencil, yok edici, iftiracı, dedikoducu, sevgisiz, kindar ve kıskanç, militarist, inançsız, güce ve paraya tapıcı (güçlüye biat, güçsüze eziyet eden), korkak, sekter, dogmatik, grupçu, takıntılı, aşırı mükemmeliyetçi vb. vb. özelliklerle teçhiz edilmiştir
Normal insan profili: sevgiyle dolu, hoşgörülü, barışçıl, empati duygusu gelişmiş, dürüst, güvenilir, tutarlı, dayanışmacı, paylaşımcı, bilgili, çevreci, mücadeleci, yaratıcı, bilimden yana, özgürlükleri ve kişisel yetenekleri toplumsal olanla uyumlu hale getirebilen, kişilerle değil düşünce ile mücadele eden, yargılayıcı olmayan, dedikoduyu defterinden silmiş, fedakâr, kararlı, dirençli, araştırmacı, ikna yöntemini kullanan, insani olana duyarlı vb. vb. özellikleri olandır.
İşte her Marksist grubun amaçladığı ve bir türlü başaramadığı, kadroların özellikleri bunlardır.
Yazarın Dİğer Yazıları
2.ci 'Allahın büyük lütfu' yaklaşıyor mu?
19 Şubat 2020Yüzbaşı İlyas Aydın: Devrimin iyileşmeyen yarası
23 Ocak 2020Ülkemizin sosyo-ekonomik, siyasi yapısı-1
26 Kasım 2019Aydınların Sefaleti
22 Ekim 2019Kitleleri birleştiren iki güç: Demirtaş ve İmamoğlu
19 Eylül 2019Erdoğan nereye koşuyor?
24 Temmuz 2019Devrimci hareketin can alıcı sorunu
13 Temmuz 2019İmamoğlu'nun cesareti nereden geliyor?
20 Mayıs 2019CHP: umut mu yoksa çaresizlik mi?
24 Mart 2019Erdoğan'ın (ve AKP'nin) krılma noktaları ve HDP
12 Mart 2019Bidon Kafalılar ve Chape varya Chape
27 Şubat 2019Allahsız Müslümanlar ve İslamcı Laikler -1
14 Şubat 2019Devrimci ve Sosyalist kamuoyuna
21 Haziran 2018Adalet Yürüyüşü ve Ortak Mücadele Anlayışı Üzerine
8 Temmuz 2017Ya biat ya mevt ya da ortak hareket!
4 Ağustos 2016R.T. Erdoğan'ın 12 Eylül'lünün sonu mu?
7 Temmuz 2016Türkiye'de sağ partilerin paradigması ve AKP'nin geleceği
9 Mart 2016Enseyi karartmak yok!
5 Kasım 2015AKP'nin düşüş eğrisi
26 Ekim 2015