15/16 Temmuz gecesi kâbus gecesiydi. Ülke iç savaşın eşiğine geldi, F tipi darbe girişimi bastırıldı, iç savaş savuşturuldu (belki de ertelendi), 248 insan canından oldu. O gece insanlar can verirken, bir siyaset zorbası yaşanan kâbusu “Allah’ın lütfu” sayma telaşındaydı.
Kâbus gecesinin üzerinden dokuz ay geçti. Toplumsal belleğe kazınan görüntülerin dışında o gece neler olup bittiğini hakkıyla bilen yok; bilen(ler) varsa da anlatmaya yanaşmıyor(lar).
O geceyle ilgili toplumsal belleğe çizilen resim belli: FETÖ, ordu içindeki gücünü harekete geçirdi, darbeye teşebbüs etti; lakin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısıyla halk meydanlara çıktı, darbeciler yakalandı, şimdi hesap verecekler...
Demokrasi destanı niyetine çizilen resim görünüşte doğru olmasına doğru da hakikatin tam bir resmi midir? Daha açık bir ifadeyle, o gece gerçekten demokrasi destanı mı yazıldı; yoksa Türkiye bir darbe uçurumundan diğerine mi yuvarlandı? Başka bir deyişle, o gece girişilen askeri darbe daha büyük bir resmin parçası mıydı? Daha net bir ifadeyle, 15 Temmuz aslında başlamadan önlenebilir bir girişim miydi? Ya da güncel siyaset esnafının diliyle ifade etmek gerekirse, 15 Temmuz kontrollü bir darbe girişimi miydi?
***
İDDİANAMELERE GÖRE 15 TEMMUZ
O gece neler olup bittiğine dair epey senaryo yazıldı. Nihayet iddianameler ortaya çıktı. Ne ki, hukuki analiz ve titizlikten yoksun, kes yapıştır yöntemiyle şişirilen binlerce sayfalık iddianamelerde hakikatin tam bir resmi çizilmedi.
Gerçekten de, 15 Temmuz’un ana iddianameleri Akıncılar Üssü ve Genelkurmay Başkanlığı iddianameleri, o gece neler olup bittiğine ilişkin soru işaretlerini silmek yerine daha da kalınlaştırdılar.
Resmi iddianamelere göre hikâye şöyle:
Üst akıl, taşeronları vasıtasıyla önce İstanbul Gezi Parkı’nda ağaçların kesilmesini bahane edip sokak eylemleriyle yönetimi değiştirmeye teşebbüs etti.
Bu ilk cümle hukuki bir iddianameyle değil ideolojik bir belgeyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Bu ilk cümleyle ilgili olarak elbette çok şey söylenebilir. Biz “15 Temmuz kontrollü bir darbe girişimi miydi” sorusuyla devam edelim.
Gezi’nin ardından üst akıl, 17/25 Aralık’ta başka bir taşeronu (yani FETÖ/PDY) eliyle bir kere daha teşebbüs etti; sonra seçimleri bekledi, seçimlerde beklediği sonuç çıkmayınca son çare olarak FETÖ/PDY’nin TSK içindeki gücünü kullanmaya karar verdi.
Bu amaçla, ilki 27 Aralık 2015’te olmak üzere Temmuz 2016’ya kadar Ankara’da Hava Kuvvetleri İmamı Adil Öksüz’ün eşgüdümünde bir düzineden fazla darbeye hazırlık toplantıları yapıldı; 6,7,8,9 Temmuz 2016 tarihlerinde de nihai toplantılar yapıldı, darbe günü ve saati olarak 16 Temmuz 03.00 tespit edildi.
Lakin 15 Temmuz saat 16.16’da Kara Havacılık Okulu’ndan bir subay MİT’e giderek, FETÖ üyesi askerlerin MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı almak için kuruma saldıracaklarını haber verdi.
Bunun üzerine bir MİT müsteşar yardımcısı Genelkurmay’a giderek İkinci Başkan Orgeneral Yaşar Güler ile görüştü.
Yaşar Güler’in Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ile görüşmesinden sonra MİT Müsteşarı Hakan Fidan karargâha çağrıldı.
Saat 18.10’da Hakan Fidan karargaha geldi. Durum değerlendirildi, 18.30’da havadaki tüm askeri uçakların inmesi emredildi, 19.05’te de tüm askeri uçuşlar yasaklandı.
Saat 19.25’te Ankara’nın en kritik askeri birliği 4’üncü Kolordu’ya zırhlı araçların kışla dışına çıkmaması talimatı verildi.
19.26’da Hakan Fidan, Marmaris’te bulunan Cumhurbaşkanı’nı aradı; ulaşamayınca koruma müdürü ile görüşüp Cumhurbaşkanı’nın güvenliğiyle ilgili bir problem olup olmadığını, ek güvenlik tedbirlerine ihtiyaç duyulup duyulmadığını sordu.
Darbeci cuntanın kilit isimlerinden Genelkurmay Personel Plan Yönetim Daire Başkanı Tuğgeneral Mehmet Partigöç 19.26’da tüm bu görüşmelerden ve emirlerden haberdar oldu. Yine kilit isimlerden Genelkurmay Personel Daire Başkanı Korgeneral İlhan Talu da, Adil Öksüz’ün onayı ile, 03.00 olarak belirlenmiş başlama saatini 20.30’a çekti.
Saat 20.22’de Hakan Fidan karargâhtan ayrıldı.
Darbeci cuntanın başka bir kilit ismi Genelkurmay Stratejik Daire Başkanı Tümgeneral Mehmet Dişli saat 21.00’de Hulusi Akar’ın odasına girdi, “Operasyon başladı, herkesi alacağız, taburlar tugaylar yola çıktı” dedi. Hulusi Akar karşı çıkınca özel harekât timi içeri girip kelepçe taktı. Emir subayı Levent Türkkan silahını doğrulttu, Hulusi Akar “Sık ulan sık, ne yaparsanız yapın, bu girişiminizi desteklemeyeceğim” diyerek tepki gösterdi.
İddianamelere göre, bu andan itibaren F16 uçakları havalandı, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları derdest edilerek Akıncılar’da toplandı. Saat 22.28’de televizyonlarda İstanbul’da köprülerin trafiğe kapatıldığı haberleri başladı. 23.02’de Başbakan Binali Yıldırım, NTV’de “Bir kalkışma olduğu anlaşılıyor” diye açıklama yaptı.
00.20’de Cumhurbaşkanı uçağının takibi için Akıncılar’dan 2 adet F16 kalktı.
00.24’te Cumhurbaşkanı CNN Türk’te halkı meydanlara çıkmaya çağırdı.
01.30’da Cumhurbaşkanı’nı taşıyan helikopter Dalaman Havaalanı’na indi.
01.43’te Cumhurbaşkanı uçağı Dalaman’dan havalandı.
02.35’te TBMM bombalandı.
03.14’te TÜRKSAT tesisleri bombalandı.
03.20’de Cumhurbaşkanı uçağı İstanbul’a indi.
04.54’te Erzurum’dan 2 adet F16 darbecilere karşı havalandı, iddianamedeki ifadeyle “darbenin önlenmesi için ilk karşı harekat bu saat itibariyle başladı.”
09.06’da Hulusi Akar’ı taşıyan helikopter Çankaya’ya indi. Yanında Mehmet Dişli de vardı. Dişli, saat 16.30’a kadar Başbakanlık’ta oluşturulan kriz merkezinde görev yaptıktan sonra tutuklandı.
Nihayet 16 Temmuz 12.57’de Başbakan Binali Yıldırım, televizyonların canlı yayınında kalkışmanın bastırıldığını açıkladı.
***
BEKLENEN VE OLMASI İSTENEN KALKIŞMA
İddianamelerdeki bu anlatı, toplumsal belleğe nakşedilen resimle de uyumlu. Özetle, MİT Müsteşarı’nı hedefleyen hava harekâtı ihbarıyla başlıyor öykü. Genelkurmay, tüm askeri uçuşları ve Ankara’daki kışlalardan zırhlı araç çıkışını yasaklıyor. Cumhurbaşkanı’nın güvenliğiyle ilgili bir sıkıntı olup olmadığı da değerlendiriliyor.
Alınan bu kararlar gösteriyor ki, MİT’e saldırı istihbaratı, sıradan bir terör saldırısı olarak değil, darbe girişiminin parçası olarak değerlendirilmiş. Yoksa sırf MİT Müsteşarı’nın güvenliği için bu denli geniş kapsamlı önleme ihtiyaç duyulmazdı. Darbe kalkışması olarak değerlendirilmiş ama, kalkışmayı önleyecek asıl karar nedense “ihmal” edilmiş, yani TSK’ye ülke genelinde alarm verilmemiş. Genel alarm verilmiş olsa, tüm askeri personel kışlalarda kalacak, kalkışma muhtemelen kışla sınırları dışına taşmadan engellenmiş olacak, 248 insan canından olmayacaktı.
İkinci olarak, tüm askeri uçuşlar ve zırhlı araç çıkışı yasaklanmış ama bu olağanüstülükten nedense kuvvet komutanlarıyla jandarma komutanının haberleri olmamış. Görev başında olmaları gerekirken düğüne gitmişler, düğünün ortasında paketlenmişler.
Üçüncü olarak, MİT Müsteşarı saat 20.22’de Genelkurmay karargâhından ayrılmış. Genkur. Başkanı’nı derdest edecek kadar karargâha hakim cunta, Müsteşar’ı karargâhtayken tutuklamaya tenezzül etmemiş!
Dördüncü olarak, iddianamelerde cuntanın Fetullah Gülen’den sonraki ismi olarak gösterilen Adil Öksüz, darbe girişiminin merkez üssünde gözaltına alınıyor, onca delile karşın serbest bırakılıyor. İster istemez, 9 Mart 1971 cuntası içindeki MİT ajanı Mahir Kaynak geliyor akla.
Bütün bu hususlar önemli olmasına önemli ve kuşku uyandırsalar da, en önemlisi, F tipi cuntanın varlığı ve darbeye hazırlandığı biliniyor. İddianamelerde elbette böyle bir ifade yok ama biliniyor. 15 Temmuz'dan birkaç ay önce Ağacın Kurdu ve İmamların Öcü adlı kitaplarda F tipi cunta mercek altına alınmış, darbe yapacak güçte olduğuna dikkat çekilmiş. Çok daha ilginci, uğursuz bir yazar gazetesindeki köşesinde “Gülen’in yeşil cübbesinin sırrı” (24 Mart 2016), “Cemaat’in ‘Hususiler’i darbe için Ankara’da toplandı” (2 Nisan 2016) başlıklı yazılarında darbe hazırlıklarına dikkati çekmiş. Nihayet “Cemaatçi askerlere son uyarı: Tavuk ‘tar’da sayılır!” başlığı altında Talat Aydemir ve Namık Kemal Ersun girişimlerini hatırlatarak, açık açık uyarmış: “Bir Anadolu deyimi. Tar, odun demek. Tavukların akşam kümese girmeden önce odunun üzerine çıkıp hizalandıkları anda çok daha kolay sayılabileceğini anlatır. (...) Devlet onları izliyor. İstihbaratıyla, tüm silahlı kuvvetler hiyerarşisi olarak komuta kademesiyle, hükümetiyle, emniyetiyle, halkıyla, siyasetçisiyle, STK’larıyla bir bütün olarak devlet ‘suç’ işlemelerini bekliyor. Yani TAR üzerinde hizalanmalarını. Teker teker sayacaklar hepsini. (...) Tekrar cemaatçi kripto askerleri uyarıyorum. Devlet ve komuta kademesi her şeyi biliyor ve suç işlemeye teşebbüs etmenizi bekliyor. Hayır, kimsenin; ne Devletin ne de TSK’nın bu olası kalkışmadan çekindiği yok.” (Fuat Uğur, Türkiye, 21 Nisan 2016, siyahlar FU’nun).
Yinelemek gerekirse, F tipi cuntanın varlığı ve darbeye hazırlandığı biliniyordu. Bir köşe yazarının bildiğini, köşesinde ayrıntısıyla yazdığını MİT’in, Genelkurmay’ın, hükümetin bilmemesi (moda deyişle) hayatın olağan akışına ters düşer!
***
15 TEMMUZ GECESİ AYDINLANIR MI?
Sonuç olarak, 15 Temmuz akşamı girişilen F tipi darbe girişimi bilinmeyen, ansızın geliveren bir kalkışma değildi. Biliniyordu, bilmenin ötesinde vuku bulması bekleniyor ve hatta isteniyordu. 15 Temmuz günü uçuş yasağı, zırhlı araç çıkış yasağı gibi darbecilerin uymayacakları emirler vermek yerine genel alarm verilmiş olsa, tüm askeri personel o gece kışlalarda kalacak, kalkışma muhtemelen kışla dışına taşmadan engellenecek, “demokrasi destanı” niyetine 248 insan canından olmayacaktı.
Buna karşın, Genkur. Başkanı ve tüm kuvvet komutanlarının derdest edildikleri, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın kaçacak delik aradıkları bir kalkışma için “kontrollüydü” nitelemesi hakikate pek uygun düşmüyor. Kontrollü ifadesi, 15 Temmuz akşamı yapılan işlere aktif veya dolaylı olarak kısmen katılmayı ifade eder ki, Cumhurbaşkanı, hükümet ve TSK üst yönetiminin böyle bir katkısından söz edilemez. Olsa olsa, bildikleri, başlamadan önlemek ellerindeyken vuku bulmasını bekledikleri darbe girişiminde kontrolü elden kaçırdıklarından söz edilebilir.
Belirtmeli ki, kontrollü müydü kontrolsüz müydü tartışması başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere iktidar yetkililerinin eylem ve söylemlerinden kaynaklanıyor. Darbe girişimi daha tam bastırılmamışken “Allah’ın lütfu” sayıldıktan sonra içyüzünün aydınlatılması için iktidar hep ayak sürüdü. TBMM’de komisyon kurulmasına uzun süre direndi, kurulan komisyona üye vermeyi geciktirdi, Genkur. Başkanı’nı ve MİT Müsteşarı’nı komisyona göndermedi, komisyonun çalışma süresini uzatmaya yanaşmadı, şimdi de komisyon raporunu geciktiriyor. F tipi cuntanın iç iletişim programı ByLoc’a dahil siyasetçiler açıklanmıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Şu an bildiklerimi söyleyemeyeceğim ama günü geldiğinde belki kitaba yazabilirim. Çünkü her bildiğinizi her zaman söyleyemeyebilirsiniz” diyor.
Sahi, mağduriyet istismarının ustası Erdoğan ve “dava” arkadaşları, kendilerine karşı girişilmiş bir eylemin içyüzünü aydınlatmaktan neden kaçınırlar?
Bilinen beklenen F tipi darbe kontrollü müydü kontrolsüz müydü, tartışmalıdır; lakin 20 Temmuz’da Türkiye’nin maruz kaldığı T tipi darbenin kontrollü ve taammüden olduğu kesindir!
Yazarın Dİğer Yazıları
Can'ları Bağlıyorlar İtleri Salıyorlar
3 Ocak 2024Vatan Haini Bile Sayılmamıştık
19 Aralık 2023Askeri Faşizmden Dİnci Faşizme Cezaevleri
13 Aralık 2023'Müslümanların Ahlakla İmtihanı'
7 Aralık 2023Müslümanların Ahlakla Bitmeyen İmtihanı
1 Aralık 2023Gazze İçin Timsah Gözyaşları
11 Kasım 2023Kutlanacak Cumhuriyet Kaldımıki?
1 Kasım 2023Firanvunlardan Netanyahu'ya ve Erdoğan'a
23 Ekim 2023Dİnci Faşizmin Kabusu Gezi Direnişi
12 Ekim 2023Ordu gözbebeğimizdir!
28 Eylül 2023İslam Temizlik Diniyse Neden Ortalığı..?
1 Eylül 2023Barış da Düşman Ceza Hukukunun Kurbanı
26 Ağustos 2023İslami Magandalık
15 Ağustos 2023Maganda Politik
7 Ağustos 2023Mizah Bahçelerindeki Sararmanın Hüznü
2 Ağustos 2023Halkçı Hayal Kırıklığı
28 Temmuz 2023Şu Zalim Zamcının Ettiği İşler
20 Temmuz 2023Tayyip NATO'yu Dİze Getirdi!
14 Temmuz 2023Osmanlı Nasıl Savaşıyordu, Rus Nasıl Savaşıyor?
11 Temmuz 2023Merdan'a Namerdan Hukuk
4 Temmuz 2023