Devletin Alevisi olmak ya da olmamak, asıl sorun bu

Rıza AYDIN

12 Temmuz 2016
Devletin Alevisi olmak ya da olmamak, asıl sorun bu

''Dergâhlar ile tekkeleri kapatan 677 sayılı yasada, Alevilerin hem tariksel olarak hem de toplumsal olarak dini önderleri olan Çelebilik, Dedelik, Dervişlik, Babalık gibi unvanları büyücülük, falcılık gibi şeylerle özdeş görüp yasaklamasa Aleviler acısında bu yasa fazla bir sorun teşkil etmezdi.'

2016 yılının, 2 Temmuz anması sırasın atılan sloganlardan özellikle biri çok dikkatimi çekti, üzerinde durup düşünmeye başladım. 2 Temmuz anmasına katılan kitle, zaman zaman “Devletin Alevi’si olmayacağız” diye slogan atıyordu.

Peki, ne demekti “Devletin Alevi’si olmak?

İnsan nasıl olursa devletin Alevi’si olurdu?

Devletin Alevi’si olmak nasıl bir şeydi?

Bu kitle, tarihinin hiçbir döneminde Devletin Alevi’si olmuş muydu acaba?

Atılan bu slogan, tarihsel bir tecrübenin özeti miydi, yoksa sadece bir tehlikeye mi dikkat çekiyordu?

Anma bitip anmaya gelen canlar sağ salim Sivas’tan ayrılınca bu soruları düşündüm durdum. Şimdi bu yazımda bu soruları sizinle beraberce düşünüp, üzerinde tefekkür etmek istiyorum.

***

Hıristiyanlık İsa’dan 300 yıl sonra, Roma İmparatorluğunun Hıristiyanlığı kabul edip Devletinin dinini Hıristiyanlık olarak belirlemesiyle beraber Hıristiyanlık bir devlet dini haline dönüşür. Bu süreç üzerine yazılmış çok kitap vardır, meraklısı için bu bilgilere ulaşmak zor değildir. Bence bu dönem, önemle incelenmesi gereken bir süreçtir.

İslam ise başından itibaren, yeni doğan bir devletle beraber devletin dini olarak doğmuştur. “İslam’da Termidor” adlı yazımda, yeni oluşan bu devlet içinde Emevi ailesinin ne tür gelişmeler sonucu güçlenip bu devleti ele geçirdiğini, bu günkü Sünniliğin buradan nasıl evrildiğini anlatmaya çalışmıştım. Konuyu merak edenlerin bu kitapçığımı okumalarını öneriyorum.

Peki devletin dışında doğup gelişen Alevilik, nasıl olursa devletin dini haline gelebilir?

Alevilik, tarihinin hiçbir döneminde böyle bir evre (böyle bir dönem) yaşanmış mıdır? Aleviliğin böyle bir deneyi var mıdır? Gelin bu yazı boyunca, bunların üzerinde durup düşünelim diyorum.

***

Önce şunları düşünelim:

Bugün bildiğimiz Alevilik nasıl olursa devlet dini olur?

Ya da bugünkü bildiğimiz Aleviler nasıl olursa devletin Alevi’si olurlar?

Eğer bir gün, Aleviler de, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir devlet kurumunun içinde temsil edilmeye başlanır, Alevilerin temsilcileri de tıpkı Diyanet İşleri Başkanının atandığı gibi atanırsa; Alevi dedeleri de, cami hocaları gibi, devletten maaş almaya başlayıp, onların emirleri altına girerlerse, Alevilik de devlet dini haline gelir, bu dinin cemaati da işte o zaman devletin Alevi’si haline dönüşür.

Bu dönüşüm gerçekleşirse eğer, dönüşümden sonra, Devlet kendi Alevilerine, Muharrem orucu tutmayın, Aşure yapmayın, Hacıbektaş etkinliklerine katılmayın, cem birlemeyin demez; tam tersine bunları daha görkemli de yapabilir. Peki o zaman Alevilere ne der, Alevilerden ne ister devlet? O zaman devlet Alevilere, devletin başındakilere yanı “ulü’l Emr’e iteat edin” der sadece. Alevi kitle içinde, uzun bir zamandan beri, “Cumhuriyetçi Eğitim Vakfı” adıyla kurulan, ama daha çok “CEM Vakfı” diye kısaltılmış adı ile bilinen çevrenin bunu isteyip, bunun için uğraştığı ayan beyan bilinir. Diğer Alevi kurumları ile “CEM Vakfı” arasındaki fark, temel olarak buradan doğup gelişir. Yani burda ki sorun ideolojik ya da dinsel farklılıklar değildir, bu kesimler arasında ki farklılık devlet ile olan ilişkilerde aranan düzeyden kaynaklanan politik farklılıklardır.

***

Peki hal böyleyse, ki böyledir, kendi kendimize şunu sormamız gerekir: Alevilerin tarihinde “Ulü’l Emr’e iteat” etmeyi temel alan, yöneticilerini devletin (Padişahın) atadığı bir Alevilik olmuş mudur?

Evet, olmuştur, Alevi yolundaki ilk ayrılık da buradan doğmuştur.

***

Anadolu’da Hacı Bektaş Dergâhı’nı Serçeşme olarak kabul eden, Alevi yolunda, Hacı Bektaş Dergâhı’nın oluşum süreci, Babalıların 1239 -1240 yıllarındaki huruç eyleminden Hacı Bektaş’ın bu dünyadan göçtüğü tarihler olan 1272 -1273 yıllarıdır diye düşünürsek, Hacı Bektaş Dergâh’ı, Çelebilerin başında olduğu Alevilerce yönetilmiş, kendi yöneticilerini kendileri seçmişler, dışarıdan yapılacak hiçbir müdahaleyi kabul etmemişler. Bu gelenek 1240 yıllarından 1550 yılına kadar –tam 300 yıl- böyle sürmüş.

1517’ye kadar, Anadolu’da bulunan Türkmen beyliklerinin tümünü Osman oğulları devleti işgal etmiş. En son olarak da 1522’de Osmanlı Devleti, Dulkadiroğlu Devletini ilhak etmiştir. Kuruluşundan o zamana kadar Hacı Bektaş Dergâhı, Dulkadiroğlu beyliğinin içinde bulunuyormuş. Bu işgale karşı “1526 -1527 yıllarında, Dulkadiroğlu Veli Dündar ile Hacı Bektaş evlatlarından Kalender Çelebinin önderliğinde bir huruç eylemi başlamış. Osmanlı Devleti 1527 yılında Kalender Çelebi ile Veli Dündar önderliğindeki bu Huruç eylemini bastırmış. Bundan sonra yani 1527’den 1550 yılına kadar Hacı Bektaş Dergâhı uykuya çekilmiş; kapanmış demeye dilim varmadığı için böyle diyorum.

1550 yılında, Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman, kayınbiraderi – Eşi Mahidevran’ın abisi, Server Ali Paşayı Hacı Bektaş Dergâhını yönetmekle görevlendirerek Hacıbektaş’a göndermiş. Server Ali Paşa, adını Sersem Ali Baba diye değiştirerek gelip Hacı Bektaş Dergâhını yönetmeye başlamış. İşte bu tarihte, Padişahın atadığı Server Ali Paşanın Dergâhı yönetmesini kabul edip, buna boyun eğenler ile bunu Kabul etmeyenler arasında bir ayrılık baş göstermiş. Bu ayrılık döneminde, Osmanlı Devletinin atadığı Dedebabalın yönetimini kabul edenlere Osmanlı Devletin başka bir kurumu olan Nakubül Eşraflık makamınca şecereler verilmiş; Osmanlı Devletinin Hacı Bektaş Dergâhına atadığı yönetimi kabul etmeyenlerse sürülmüş, türlü türlü cezalara çaptırılmış. Bazı dede ocaklarında bulunan, Osmanlı Devletince verilen şecerelerin tümü bu dönemin vesikalarıdır.

Osmanlı Padişahınca atananlara, Alevi yolunda “Babaganlık” deniyor, bunlar da kendi kendilerini “DEDEBABA” diye adlandırıyorlar.

Dedebabaları Osmanlı Devleti yani Padişah atıyor, bunlar da Ulü’l Emr’e itaat ediyorlar.

Bu konuyu en çok Babagan denilen Dedebabaların kitapları ile bazı tarih kitaplarından aldığım alıntılarla kısaca anlatmak istiyorum.

Bakınız bu konuda Babağan kolunda çok tanınan, bir hayli ünlü bir Baba olan, Şevki Koca, Cem Vakfınca yayınlanan, “Bektaşilik ve Bektâşî Dergâhları” adlı kitabında şöyle diyor: “Sersem Ali Baba Kanuni Sultân Süleyman Han’ın zevcelerinden Mâh-ı Devran Sultanın ağabeyidir. Asıl ismi Server Ali Paşa olup Kanuni’nin vezir-i azamlarındandır. Enderun’da yetişmiş bir devşirmedir. Acemi oğlanlığı esnasında Bektaşiliğe intisab etmiştir. Mürşidi Balım Sultandır. Muhtemel Kalenden Çelebi İsyanı’nda tarafsız kalabilmek amacıyla veziriazamlık görevinden sarfınazar ederek Pîrevi’ne yerleşmiştir. … Hicri 927 (M. 1520) Hacıbektaş İlçesi Pir Evi Postnişinliği’ne atanır. Bektâşi kültürü boyunca dedebaba mahlâs-ı şerifini ilk kullanan tarikat şeyhi Sersem Ali Dedebaba’dır. … Kalender Çelebi’nin Huruc-u Alel Sultân etmesinden ürken padişâh, dedebaba ile organik bağı olan Yeniçeri ordusu üzerinde mutlak etkisini sürdürebilmek amacıyla, ikinci eşi Hürrem Sultân’ın önerisi ile Kanuni üzerinde etkinlik sağlayıp Mâh-ı Devran Sultân’ı gözden düşürmüştür. Pîrevini kapatır ve Sersem Ali Dedebaba’yı dönemin Yunanistan sınırları içinde bulunan Vardan Yenicesi’ne zorunlu ikamete icbar eder. … Bu arada 1527 yılında Kalender Çelebi İsyanı oldukça kanlı olarak bastırılır. Kalender Çelebinin kesik başı Pirevine getirilerek defnedilir. Bugün Balım Sultan’ın hemen yanındaki türbe Kalender Çelebiye aittir. Bu tarihten sonra İstanbul’da veba (taun) salgınının baş göstermesi üzerine bir şefaat arzusu duyan Kanuni, bu defa Sersem Ali Babayı yeniden Pirevi’nin başına getirir. Hicri 957 (Miladı 1550) yılında yeniden Pirevi postişinliğine getirilen Dedebaba, Hicri 977 (Miladi 1569) yılında Hakk’a yürür.”[1]

Sersem Ali Dedebaba ile ilgili Badri Noyan Dedebaba ise şu bilgiyi verir: “Dedebaba’lık, Balım Sultan dervişi olan Sersem Ali Baba tarafından başlatılmıştır. ... Sersem Ali Baba’nın Dedebaba unvanı ile posta oturmasıyla Dedebaba’lık müessesesi esaslı olarak kurulmuştur.”[2] “Dergâh-ı Pîr’de 958-977 H (1551-1969 M) yılları arasında 19 yıl Dedebaba’lık yapmıştır. Mîr-i Mîrân (Beylerbeyi- Paşa) rütbesinde bir kişi imiş. Onun “Sadr-ı a’zam olduğunu” yazan kaynaklar var ise de, bu yanlıştır. … Kanûnî Sultan Süleyman’ın nikâhlı ilk karısı M’ah-ı Devrân Sultan’ın ağabeyidir. Mâh-ı Devrân, Şehzâde Mustafa’nın da anasıdır.”[3]

Burada dikkatinizi çekmek istediğim bir konu da şudur: Dedebabaları, Osmanlı padişahı ile Yeniçeri ordusu atıyor. Bu konuyu 2011 yılında, Şakir Keçelinin bana yönelttiği eleştirilere cevap verirken şöyle anlatmıştım:

Adülbâki Gölpınarlı, düşüncelerini İsmail Hakkı Uzunçarşılı’ya dayandırarak, Dedebaların Osmanlı ile ilişkisi hakkında şöyle yazıyor: “Hacı Bektaş tekkesindeki[4] Dedebaba ölünce yerine geçen baba, İstanbul’a gelir, Ocaklı, onu Ağakapısına götürür, Yeniçeri ağası, tacını giydirir, alayla Bâbıâli’ye gider, orda vezîria’zam, ona bir ferace giydirirdi. Dedebaba, Pirevine gidinceye dek ocağın misafiri sayılırdı.”[5]

Cevdet Paşa tarihinde de, Yeniçeri Ocaklarının kapatılması anlatılırken, vakti zamanında (yanı kapatılmadan önce) bunların Dedebabalarla ilişkileri şöyle anlatılıyor: “O kadar ki Bektaşî babalarından biri daima Hacı Bektaş vekili namı ile 94 kışlasında otururdu.” “Hacı Bektaş türbesinde bir şeyh ölünce, halife İstanbul’a gelir, ocaklılar onu merasimle Ağakapısı’na götürürlerdi. Burada şeyhe Yeniçeri ağası taç giydirir, sonra şeyhe Babıâli’de ferace giydirilirdi.”[6]

Buna benzer bir tasviri Bedri Noyan, Mithat Sertoğlu’nun Osmanlı ansiklopedisinden şöyle naklediyor: “Pir - Evindeki Baba (Dedebaba), Hacı Bektaş Veli türbesinde oturan Baba’ya verilen isim. Bu vefat edip yerine yenisi geçtiği vakit, İstanbul’a gelir ve Yeniçeriler kendisini alıp alayla Ağakapıs’ına götürürler, Baba orada da sadr-ı a’zam’dan kürk giyerdi. Kendisinin, pir-Evi’ne dönünceya kadar Ocak’ta misafir olması kanundu.”[7]

***

İşte böylece, 1550’de Hacıbektaş Dergâhına gelen, Osmanlı Devletinin atadığı Server Ali Baba adlı Dedebabanın Dergâh’ı ele geçirmesiyle beraber hem Alevilikte bir yol ayrımı olmuştur, hem de Devletli Alevilik dönemi başlamıştır.

Padişahın (yani Osmanlı Devletinin) atadığı Dedebabalara bağlı olan guruba Alevi yolunda “Bababağanlar” denir, onlar ise kendi kendilerine “Babagan Bektaşiler” derler. Bunlara “şehir Alevileri” dendiği de olmuştur.

Kendilerine Bektaşiler denilen Dedebabaların başını çektiği akım 1550’den 1826 yılına kadar Hacı Bektaş Dergâh’ı ile şehirlerdeki tekkeleri yönetmişlerdir.

***

1826 da, yani İkinci Mahmut döneminde, Alevilerin “Vakayı Şerriye”, Osmanlı Devletin ise “Vakayı Hayriye” dediği dönemde, Aleviler, Bektaşiler kitleler halinde katledilerek, bu dönemde de Bektaşilik yasaklanır, Bektaşilerin elinde bulunan dergâhlar ile Tekkeler, onların elinden alınıp Nakşibendî Tarikatına verilirler. Bu dönemde yani ikinci Mahmut’un başlattığı Vakayi Hayriye döneminde Hacı Bektaş Dergâhının başına da Nakşibendi Şeyhi Mehmet Sait Efendi atanır. 1826 da başlayan Vakayi Hayriye döneminden sonra Alevi –Bektaşi dergâhları ile Alevi –Bektaşi tekkelerine yerleşen Nakşibendî tarikatı buraları camiye dönüştürüp cami minareleri yapmaya başlarlar. Hacıbektaş Dergâhının içine yapılan cami minaresinin yapılış tarihi 1834 yılıdır.

***

Marx “Şeytan ayrıntıda gizlidir” der. Süreç içinde yaşanan tarihsel ayrıntılara dikkat etmezsek, bu süreçlerde olan birçok şey birbirine karışır. Bunun için her şeyde olduğu gibi, bu konuyu da tarihsel süreci içinde incelememiz gerekir. Belki bunun içindir Pir Sultan Abdalın “Seyir var seyir içinde” demesi.

Cumhuriyet Kurulduğunda Hacıbektaş Dergâhı başta olmak üzere, Alevi Dergâhları ile Alevi tekkelerinin durumu kısaca böyledir.

Cemal Bardakçi, “Kızılbaşlık Nedir?” adlı kitabında, 1921 yılının Nisan ayında Hacıbektaş’a geldiğinde durumun nasıl olduğunu anlatırken, Hacıbektaş’ta üç ayrı gurubun olduğunu açık seçik yazar. Bunlar, Dergâh dışında olmalarına rağmen, tarihsel misyonlarından dolayı, Aleviler üzerinde nüfusunu olan Çelebiler yani Cemalettin Çelebi, Salih Niyazı Debebabanın başında bulunduğu -daha çok Arnavutlardan oluşan[8]- Babagan Bektaşileri ile Vakfın gelirinden maaş alan Nakşibendî Tarikatı şeyhidir. Bu bab’ta bu kitaba bakmakta yarar vardır.

Şimdi gelin, bu tabloyu önümüze alıp, durumu beraberce düşünelim.

Cumhuriyetin kurucu iradesi 1925 de bu ahval içindeki Alevi Dergâhlarını ne yapabilirdi?

Dergâhlar ile tekkeleri olduğu gibi bıraksa, buralar Nakşibendî tarikatının elinde kalacaktı.

Dergâhları Nakşibendî tarikatının elinden alıp, Babaganlar denilen Dedebabaların denetimine verse buna Çelebiler başta olmak üzere diğer Aleviler razı olmayacaktı.

Bu durumda Cumhuriyetin kurucu iradesi, çareyi Dergâhlar ile tekkeleri kapatmakta bulmuş.

Dergâhlar ile tekkeleri kapatan 677 sayılı yasada, Alevilerin hem tariksel olarak hem de toplumsal olarak dini önderleri olan Çelebilik, Dedelik, Dervişlik, Babalık gibi unvanları büyücülük, falcılık gibi şeylerle özdeş görüp yasaklamasa Aleviler acısında bu yasa fazla bir sorun teşkil etmezdi sanırım.

***

Devletin Alevi’si olmayacağız, sloganı bana bunları düşündürdü. İstiyorum ki konuyu tarihsel gelişim süreci içinde düşünüp, yeniden tefekkür edelim.

Aşkı niyazlarımla.

---------------------------

[1] Şevki Koca, Bektâşîlik ve Bektâşî Dergahları, sayfa 290 - 291. Bu bilgilerin aynısı, Şevki Kocanın yayınladığı “Es-Seyyid Halife Koca Turgut Baba Divanı” adlı kitapta da vardır.

[2] Doç. Dr. Bedri Noyan Dedebaba, Bütün Yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik sayfa 319, birinci cilt

[3] Doç. Dr. Bedri Noyan Dedebaba, Bütün Yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik sayfa, 325 cilt 1

[4] Doğrusu Hacı Bektaş Dergahı demektir ama gördüğünüz gibi bazen böyle küçük dil sürçmeleri oluyor, bu konuda beni uyarıp hatamı görmeme yol açtığı için Şakir Babaya teşekkür ediyorum. O hatamı o yazımda da düzelttim.

[5] Abdulbâki Gölpınarlı Velayet –Namene sayfa, 128, yeni baskı 126

[6] Ahmet Cevdet Paşa, Cevdet Paşa Tarihinden seçmeler 2cilt, Sayfa 273-274, MEB. Yayınları 1994

[7] Doç. Dr. Bedri Noyan Dedebaba, Bütün Yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik sayfa 320

[8] Salih Niyazi Dedebaba da dâhil 40 kişiden oluşan bu babağan Bektaşilerin 39’u Arnavut’muş, Dergâhlar kapatılınca hepsi Hacıbektaş’ı terk etmişler.

Yazarın Dİğer Yazıları

  1. Osmanlı Türk'ü niye sevmezdi?
    Osmanlı aristokrasisi ile Osmanlı münevveri Türkü sevmezdi, onların dilinde Türk bir küçümseme sözüydü. Hatta Osmanlı münevveri Türkçeyi de küçümsediği için, Türk sözünü Arap aksanıyla ifade ederek "TERK" derdi, "Terk" sözünün…
  2. Erdoğan rejiminin tek dayanağı, korku siyaseti
    Machiavelli, hükümdarım diyor, eğer halk sizden uzaklaşacak olursa onları ezin, gözlerinin yaşına bakmayın, onları sürüm sürüm sürüdürün. Halk hükümdarı sevmezse, başına türlü uhubetlerin geleceğini çok iyi bilmelidir, o zaman halk sizi…
  3. Anayasa değişikliği ve kıçına kazık çakılan adam hikayesi
    Kendini aydın, halktan yana gören birinin, apaçık görülen bu tehlikeyi (diktatörlüğü) önemsizleştirmesi, mesela boykot sözünü ağzına alması AKP diktatörlüğüne destek olması demektir; bunun başka bir adı, lami cimi  olmaz. Bu işin şakası bile…
  4. Başkanlık rejimi savaş ve felaket demektir
    Şimdi düşünün, AKP'nin istediği başkanlık rejimi Türkiye'de oluşursa eğer, ne olacak? Meclis'in böyle bir yetkisi olamayacağı için, ABD şuraya asker gönder derse, bay başkan da gecikmeden bu isteğin gereğini yapacak.…
  5. Kalender Çelebi'nin hurucu
    Kalender Çelebi'nin hurucu
    21 Haziran 2016
    "Avın tarihini avcılar değil de, Aslanlar anlatmaya başlarsa, bu başka bir tarih olacaktır", okuyucu bu kitapta, aslanların ağzından kendi ülkelerine saldıranlara karşı nasıl direndiklerinin destansı tarihini okuyacak. Okuyunca da Anadolu’nun…
  6. Laiklik sürecinin gelişimi
    Devletle birleşen din (Hıristiyanlık) özgür aklı dışlayıp, her şeyi kelamda aramaya başladı. Kutsal kitaba uymayan, onun dışında kalan her şey, örneğin eski kültürün tümü dışlanır oldu. Özgür aklın, bilimin, araştırmaları,…
  7. Marksizm ve devlet üzerine
    ''Toplumun azınlığını oluşturan egemen sınıfın, toplumun çoğunluğunu oluşturan sınıflar üzerindeki tahakkümünü sağlama aracı olarak muazzam bir şekilde örgütlenmiş yapılar toplamı olan devlet, emekçi sınıfların işine yaramaz, bu yüzden biz bu…
  8. İslamda Termidor
    İslamda Termidor
    24 Şubat 2016
    ''İslam’ın gelişiminde de, özellikle Hudeybiye antlaşmasıyla başlayan süreçte, o güne kadar İslam’ın gelişmesinin karşısında duran, “Beni Ümeyye soyu” ya da “Emevi oğulları” adıyla simgeleşen kesimlerin, İslam’a geçtik görüntüsü altında, iktidarı ele geçirip,…
  9. 'İnsan politik bir hayvandır'
    Köleci toplum içinde, şekil şimal olarak birbirlerine benzeyen, “köle” ile, “insan” denilen özgür yurttaşları birbirinden ayırmak için, bu toplumda yaşayan Aristo, “İnsan politik bir hayvandır” demiştir. Aristo bu meşhur sözünü,…
  10. AKP'nin Alevi hareketini bölmek için yeni hamlesi: İrfan evleri
    AKP, Alevilerin tarihsel süreç içinde yarattığı, demokratik Alevi örgütlülüğü ile bunun bir üst boyutu olan Cem evlerini toplumun gözünde itibarsızlaştırıp, bunların yerine kendisinin kurduğu “irfan evleri” adlı kurumları geçirmek istiyor. AKP…

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…