Türkiye açısından toplumun yüzde-50'sinin rızasını alan iktidarın, diğer yüzde-50'nin arıza çıkarmamasına yönelik bu söylemi yeni bir "açılım"ın işareti gibi görmek, tek kelimeyle gaflettir, Erdoğan'ın tuzağına düşmektir.
Başbakan Erdoğan'nın Kuzey Afrika seferi üzerine daha çok konuşulacak gibi. İsrail'e karşı tutumu nedeniyle Arap sokağında popürleşen Erdoğan'ı, Ertuğrul Özkök'ten tarihçi İlber Ortaylı'ya kadar bilcümle medya mensubu, Nasır'la yapılan anakronik karşılaştırmalar içinde Ortadoğu'nun yeni lideri ilan ettiler. Ancak seferin ilk durağı Mısır'ın bir TV kanalındaki konuşmasında sarfettiği başlıktaki söz şaşkınlık yaratmakla birlikte yüzeysel kalan bir tartışma yarattı. Yüzeysel çünkü seferin şifreleri bu söylemde saklıydı. Üstelik, Erdoğan açısından paradoksal bir söylemdi bu.
Erdoğan'ın laiklik üzerine konuşması şöyle:
"Türkiye'de anayasa laikliği, devletin her dine eşit mesafede olması olarak tanımlar. Laiklik kesinlikle ateizm değildir. Ben Recep Tayyip Erdoğan olarak Müslümanım ama laik değilim. Fakat laik bir ülkenin başbakanıyım. Laik bir rejimde insanların dindar olma ya da olmama özgürlüğü vardır. Ben Mısır'ın da laik bir anayasaya sahip olmasını tavsiye ediyorum. Çünkü laiklik din düşmanlığı değildir. Laiklikten korkmayın. Umarım ki Mısır'da yeni rejim laik olacaktır. Umuyorum ki benim bu açıklamalarımdan sonra Mısır halkının laikliğe bakışı değişecektir." (14 Eylül 2011 Cumhuriyet)
Bunları okuyunca, acaba ülkede olup bitenleri yalnış mı yorumluyorum diye bir an için düşündüm. Herhalde benim gibi bir çok kişi böyle bir şaşkınlık ani geçirmiştir. Ne oldu da memlekette onca laikliğe aykırı uygulama "laik" devlet eliyle hakim kılınırken, söz ve eylemleriyle bizzat bu uygularlamalardan sorumlu başbakan başka bir ülkeye laiklik önerisinde bulundu. Kendi anlatımıyla, ağacın altında düşünürken kafasına elma düşen Newton yeçekimi yasasını çarpmanın şiddetiyle keşfetmişti.. Acaba Erdoğan'nın başına da benzer bir olay mı gelmişti?
Sonra Aziz Nesin'nin Zübük romanındaki karakteri zihnimde apansız beliriverdi. Belleğimin mübalağalı bir modeli zihnime taşıdığının farkındayım. Ama romanın kahramanı kasaba siyasetçisi Zübükzade İbrahimağa, göz boyama "sanatı"nın inceliklerini ve belagatı kullanarak gerçekleri nasıl tersyüz edip inandırıcı olabildiğini, önce kasaba halkını türlü vaatlerle kandırıp kendini belediye başkanı, sonra da milletvekili seçtirdiğini Nesin'in müthiş mizah ustalığı içinde sergiliyordu. Kemal Sunal'ın sinemada canlandırdığı karakterin, filmin bir sahnesinde, adamlar peşinde öldürmek için kovalarken namaz kılmaya başlaması da kara mizahın mükemmel bir örneği idi.
Gerçekleri ters yüz etmek, sanal bir gerçeklik üretip halkı ona inadırmak. Ükemizdeki egemenlerin ve onların medyasının bir işi de bu..
Sanki bu ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı, yalnızca sünni mezhebini temsil etmiyor, Aleviler üzerindeki baskı sürmüyor, sözde Alevi Çalıştayı ile sürüdürülen "Alevi açılımı"nın özünde asimilasyon ve Sünnileştirmeyi hedef aldığını gösteren belgeler ortaya saçılmamış.. Parti başkanlarının Alevi kimliği hedef alınıp bizzat Erdoğan tarafından yuhalatılmamış.. Sanki eğitimde birlik ilkesi ortadan kaldırılmamış, hemen hemen bütün üniversitelere cami konulmamış, okullar medreseleşmemiş, imam-hatipler fiilen orta öğretimin yerini almamış, cemaat okulları pıtrak gibi yayılmamış.. Sivas katliamında yakılan şair Metin Altıok'un kızı, "sizin hiç babanız yandı mı" diye sorduğu için üniversiteden atılmamış.. ÖSYM sınavlarındaki hilelerle taraftarlara imkan sağlanmamış. Resmi nikah şartı imam nikahıyla ikame edilerek, imam nikahlı eşe nafaka vermek suretiyle ikinci, üçüncü eşler meşru hale getirilerek Medeni kanun delinmemiş.. Kadın'ın siyasette ve toplumdaki mevcut konumu "üç çocuk doğur, türbanını tak, gerisine karışma! Yoksa töre kurbanı olursun." mesajı verilerek değiştirilmiyor..
Daha yüzlerce örnek vermek mümkün.. Başbakan bu lafları sarfederken, Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, bakanlığa neşteri vuruyordu. Yürürlüğe giren KHK ile, "Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun" yürürlükten kaldırılarak, bakanlık merkez teşiklatlanması yeniden yapılandırılıyordu. Yapılan değişiklik ile bakanlığın görevleri arasından ",laik ve sosyal hukuk devletine uygun vatandaşlar yetiştirmek" ibareleri çıkartılıyordu. Bakanlık, yakın günlerde, ilköğretimde "okul imamlığı" uygulamasını da başlattı. Devamsızlık yapan öğrencilerin aileleriyle yapılacak görüşmede imam da bulunacak. Herhalde okulu asmanın günah olduğunu söyleyecektir! Bunun yanına Diyanetin başlattığı aile imamı uygulamasını da koyun ve oluşan kompozisyonu düşünün..
Ömer Dinçer kim?
1995 yılında bir sempozyuma sunduğu ilmi bildirideki görüşlerinin -geçen 24 aralıkta yaptığı bir açıklamada- arkasında duran, gelişmelerin kendisini haklı çıkardığını söyleyen tutarlı kişilik. ‘‘Türkiye cumhuriyeti'nin başlangıçta ortaya koyduğu laiklik, cumhuriyet ve milliyetçilik gibi birçok temel ilkenin yerini daha çok katılımcı, daha adem-i merkezi, daha müslüman bir yapıya devretmesi zorunluluğunun ve artık bunun zamanının geldiği düşüncesini taşıyorum.'' diyen zat-ı muhterem.
Müslüman Kardeşler de şaşırdı
Ne var ki, Erdoğan'ın "Mısır'ın laik bir anayasaya sahip olmasını tavsiye ediyorum. Laiklik ateizm değildir" sözlerine daha düne kadar onu kendilerine örnek aldıklarını söyleyen Müslüman Kardeşler'in tepkisi sert oldu. Kasım ayında yapılacak genel seçimler öncesinde yeni anayasayı kabul edecek olan parlamentoda hakimiyeti ele geçirmesi beklenen Müslüman Kardeşler örgütü, Başbakan Erdoğan'ın verdiği laiklik mesajıyla büyük bir hayalkırıklığına uğradı. Örgüt, havaalanında "Sen liderimiz olsan Kudüs'ü bile geri alırdık" pankartıyla kahraman gibi karşıladıkları Erdoğan'ın sözlerine tepki gösterdi. Hareketin siyasi ayağı Özgürlük ve Adalet Partisi başkan yardımcısı Essam el Erian, El Ahram'a yaptığı açıklamada, "Erdoğan'ın sözlerinde Türkçe'den Arapça'ya çevirirken bir hata olmuş olabilir. Onun gibi çok saygı duyduğumuz bir kişinin bu sözleri söylediğine inanmak istemiyoruz" dedi.
Hareketin sözcüsü Mahmud Gazlan ise, "Atatürk'ün Türkiye'si laik olabilir ama Mısır Türkiye'den farklıdır. Biz İslami kurallara dayalı bir devlet yönetimi istiyoruz. Erdoğan'ın sözleri Mısır'ın içişlerine karışmaktır" ifadesini kullandı. Gazlan, Amerikan AP ajansına verdiği röportajda ise, "Türkiye'de bir erkek, karısını yatakta başka bir erkekle yakaladığı zaman kadına hiçbir ceza verilemiyor. Türkiye şeriat ilkelerini ihlal ediyor. Biz bunun Mısır'da da olmasını istemiyoruz" dedi.
Gazlan bilse ki, sadece zina ile suçlananlar değil, zorla evlendirilmek istenen, ya da küçük yaşta kendisinden iki-üç kat büyük bir erkekle evlendirilen kadınlar buna direndiklerinde, kocalarından şiddet gördüğü için boşandıklarında sokak ortasında infaz ediliyorlar ve devlet her ne hikmetse hiç bir olayda bu infazları engelleyemiyor. Yani uygulamanın adı recm değil ama recmi aratmıyor. Bu iktidarın son 7 yılında 4 bin 190 kadın erkekler tarafından öldürüldü (İHD raporu). Gazlan Türkiye'deki dönüşümü bilse "ılımlı İslami"in ince ayarlarını geliştirmiş bir liderin laiklik önerisiyle ne kadar stratejik düşündüğünü kavramakta güçlük çekmeyecekti.
Teslimiyetçi laikçiler
"Hem laik, hem Müslüman olunmaz." "Tutturmuşlar bir laiklik elden gidiyor... Millet istemedikten sonra tabii gidecek yahu!" diyen bir başbakan, nasıl oluyor da laikliği savunuyor, ve islami hareketin güçlü olduğu başka toplumlara öneriyor?
Bu soruya yanıt ararken, girişte andığım yazarların dışında laiklik hassasiyeti yüksek köşe yazarlarının ne yazdıklarını merak ettim. Bugüne kadar bu sözlerine ters düşen bir tutumu gözlenmeyen Erdoğan'nın laiklik tavsiyesini, yeni bir "açılm" gibi karşıladıklarını görmek de şaşırtıcı oldu. (Ruhat Mengi, Fikret Bila) "Eğer "Arap Baharı" demokrasiyi hedefleyen bir hareketse, bunun yolu önce laiklikten geçiyor. Laik bir rejim kurulmadıkça, Arap Baharı'nın gerçek bir demokrasiye ulaşması da mümkün değil." diyorlar. Bu doğru tespit elbette. Ama buna dayanarak Erdoğan'nın Türkiye modelini önermesine seviniyorlar! Sanki laiklik gözlerinin önünde adım adım tasfiye edilmiyor, yukarda değindiğimiz gelişmeler başka bir ülkede yaşanıyor. Belki bundan sonra "hayırlara vesile olur" düşüncesiyle "endişeli modern"nin ahmaklık düzeyindeki nikbinliği ile karşılıyorlar durumu. Zamanında özgürlükleri elitist laikçiliğe feda etme anlayışının sıkı takipçileri şimdi varolanı koruma teslimiyetçiliği ile ‘Mısır'da, Tunus'ta söylediğini, Türkiye'de de söyle' temennisinde bulunuyorlar. Daha serinkanlı, daha nesnel analizleriyle dikkat çeken Murat Yetkin bile içeriğindeki özsel çelişkileri sorgulamadan Erdoğan'nın laiklik söylemini "neo-laiklik" olarak adlandırıyor (20 Eylül, Radikal). Liberaller ise, Erdoğan ne yöne dönerse o yöne döndüklerinden, "özgürlükçü laiklik işte budur" demeye başladılar. Bugüne kadar iktidar çevrelerinin hiç bir uygulmasına ses çıkarmayan bu zevat sol'un kavramını aşırarak alkış tutuyor.
Ama hiç biri, Batılı çevrelerce Mısır ayaklanmasının ardından daha yaygın olarak gündeme getirilen "Türkiye modeli" önermesi üzerinde durmuyor. Sadece Nuray Mert gibi bir iki istisna var. Türkiye modeli dedikleri şey, "ılımlı" İslam elbette. Büyük Ortadoğu Projesi'nin (BOP) icadından beri bu model gündemde. Elbetteki Erdoğan'nın sözleri, bugüne kadar laikliği dinsizlik olarak suçlamış islami çevreler açısından bir çelişki yaratacaktır. Nitekim şaşkınlık o kesimde de var. Bu söylemin bir çeşit ezber bozma etkisi yarattığı bir olgu. Tepki koyan islamcı yazarlar var. Ama Erdoğanın konuşmalarını ılımlı İslam çerçevesi dışında algılamak gaflettir, safdilliktir. BOP'un eş başkanlığının yüklediği sorumlulukla konuşuyor Erdoğan. Kendisine biçilen rolü, post-modern "devrim"le modeli Türkiye'de inşa etmiş, bu "devrim"in önündeki en büyük engel olan Ortadoğu'nun en modern hareketi Kürt Özgürlük hareketine ve onun müttefiklerine karşı topyekün savaşa hazırlanan bir lider edasıyla oynuyor.
Erdoğan'ın Laiklik ve Demokrasiyle uyuşmazlığı
Nitekim Erdoğan'nın Tunus'ta aynı konuya değinen sözleri, meselenin özünü deşifre eder nitelikte.
Erdoğan, Türkiye'deki din-devlet ilişkileri ve Tunus'taki İslamcı Ennahdha (Nahta) Hareketi ile ilgili sorulan bir soru üzerine şunları söyledi:
"Biz demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletiyiz. Demokrasi ile ilgili düşüncelerimi zannediyorum anlattım. Herhalde onları yeterli buluyorsunuzdur. Laiklik konusunda; Anglosakson bir laiklik anlayışı veya batılı anlamda bir laiklik anlayışı değil... Kişi laik olmaz. Devlet laik olur. Bir Müslüman, laik bir devleti başarılı bir şekilde yönetebilir. Şunu bilmemiz lazım. Laik devlet her inanç grubuna eşit mesafededir. İster Müslüman olsun, ister Hristiyan olsun, ister Musevi olsun, ister ateist olsun... Hepsinin güvencesidir. Olayın aslı budur. Bu tartışmalara vesile olabilir. Biz böyle inanıyoruz, böyle düşünüyoruz."
Laiklik Batı'da ortaya çıkan bir kavram. Orta Çağ engizisyon mahkemelerinden başlayarak tüm haayatı yönlendiren kilisenin baskısına karşı hangi mücadelelerin sonucu olarak geliştiği biliniyor. Herşeyden önce aklı ve bilimi referans alarak geliştirilen bir sistem. İnanç özgürlüğü dahil, bütün özgürlüklerin varolma koşulu, dolayısıyla, demokrasinin de koşulu. Bizimki "Batılı anlamda laiklik anlayışı değil" dediğinizde, üstelik, laikliğin Fransız tarzına göre daha yumuşak olan Anglosakson biçimini de dışladığınızda, laikliği tümden reddetmiş olursunuz. O zaman diğer lafların bir anlamı kalmaz. Kavramı ya da sistemi özümsemeyen biri ancak böyle konuşur. Konuşan takkiye sanatını belagatla sürdüren bir siyasi lider olunca belli ki, burada bir demagoji vardır.
Erdoğan'ın demagoji yaptığının bir kanıtı da şudur: ‘laik bir devleti yönetiyorum ama ben laik değilim' diyor. Yunanca'da laikos (Latince'de laicus), halka ait, ruhban olmayan veya dinsel olmayan demektir. Bu kelimenin karşıtı kleros ise ruhban sınıfını temsil eder. Yani laik olmak inançlar karşısında nötr olmak ya da inançsız olmak demek değil. Ama papaz ya da imamsanız laik olmayabilirsiniz. Bu durumda Erdoğan, İmam-Hatip'ten mezun bir imam olarak laik olmayabilir. Ama imamlık yapmadığına ve farklı inançlardan tüm yurttaşları yöneten bir başkakan olduğuna göre, "ben laik değilim" diyemez. Üstelik, ‘devlet laik olur kişiler olmaz' mantığı, topluma laiklik karşıtı bir mesaj olduğu gibi, ‘devlet demokratik olur, kişiler olmaz' demekle eş anlamlı değil midir? Çünkü sözkonusu olan "Batılı anlamda laiklik değil" ise, bu, "Batılı anlamda demokrasi değil"İ de ima eder.
Belli ki, Erdoğan'ın kültürel ve ideolojik kodları laiklik ve demokrasi ile uyuşmuyor. Uyşmazlık mantıksal çelişkilerle suyuzüne çıkıyor. Nitekim İslamcı yazar Ali Bulaç da, Erdoğan'nın ontolojik bir çelişki içinde olduğunu şu sözlerle dile getiriyor: "Bir dindar laik bir aygıtı başarıyla yönetebiliyorsa', inancını kalbinin dışına çıkarmıyor demektir." Çünkü Bulaç'a göre, "laiklik veya Arapçasıyla 'İlmaniyye' tabii ki ateizm veya dinsizlik değildir, ama geldiğimiz noktada.. nihilizmdir; gündelik hayatın materyalizme, hazcılık ve hedonizme dönüşmesidir." Ancak bu sözleriyle de kapitalist sistemin yarattığı kötülükleri laikliğe yüklüyor. Bir kavramın yozlaştırılmasından, kendisini sorumlu tutmak abesle iştigaldir. "İslami terör"den Müslümanlığı, Engizisyondan Hristiyanlığı sorumlu tutmakla aynı şeydir. Yine de kabul etmek gerekir ki, ‘Erdoğan'ın laiklik teması"nın "jeopolitik bir mesaj" değeri vardır, yorumu ile, laikçi geçinenlerden daha nesnel bir yaklaşım içinde. (Zaman,17 Eylül 2011)
Devam edelim. Tunus'ta önümüzdeki aylarda gerçekleşecek Anayasa referandumu ve parlamento seçimlerine değinirken şöyle diyor Erdoğan: "Tunus, bu seçimlerde şunu ispat edecektir; İslam ile demokrasi yan yana olabilir. Türkiye halkının yüzde 99'u Müslüman olan bir ülke, biz rahatlıkla bunu yapabiliyoruz, bir sıkıntımız yok. Oldu ve oluyor, demek ki olabilir. Farklı yaklaşımlar ortaya koymak suretiyle bunun önünü kesmeye gerek yok."
"İslam ile demokrasi yan yana olabilir" ne demek? Birileri kendi yorumlarına dayanarak dini siyasal bir ideolojiye dönüştürüp, baskı ve hile (takkiye) ile bu ideolojiye uygun bir toplum ve devlet düzeni kurmaya girmedikten sonra, inançlı ya da dindar insanların inançlarını yaşamalarında, ifa etmelerinde, gerçekten demokratik ve laik bir düzen içinde hiç bir engel yoktur. (Tabii ki laikliği kılık-kıyafete indirgeyen elitist anlayıştan sözetmiyorum). Aksine demokrasi ve laiklik, inancın da inançsızlığın da güvencesidir. "Yan yana olabilir" dediğinizde bunun ötesinde bir şeyi kastediyorsunuzdur. O da belli ki, siyasal İslamdır. Peki demokrasi ve siyasal İslam yan yana olabilir mi? Ancak bir geçiş sürecinde bu mümkündür. Şu anda Türkiye işte böyle bu sürecin içinden geçiyor..
Bu nedenlerle, Erdoğan'nın Kuzey Afrika'daki İslami harketlere vermek istediği mesaj oldukça somuttur. Demokrasiyi kullanarak pekala islami bir toplum ve devlet düzeni kurmak, kansız bir şekilde adım adım, (Bülent Arınç'ın sık sık kullandığı gibi) "alıştıra alıştıra" ilerlemek mümkündür. Biz yaptık, oluyor. Radikal yollara gerek yok. Farklı inançlar mı? Alevi Çalıştayı ile, onların inançlarını, kültürlerini özgürce yaşamalarının önünü açar gibi yapıp gerçekte Sünnileştirme programını uyguluyoruz.. Hristiyan azınlıklar mı? Toplamda Mısır'daki Kipti'ler'den bile çok azlar..
Erdoğan'dan Batı'ya örtülü mesaj ve Füze Kalkanı
Peki, öyleyse Erdoğan neden laikliği savunmak zorunda kaldı?
Bu mesajın çift yönlülüğünden kaynaklanıyor. Erdoğan hem Doğu hem de Doğu'daki Batı ülkesinin başbakanı olarak konuşuyor. Bu iki kavram, tarihsel ve kültürel çelişkileri olduğu kadar, kesişmeleri de içeriyor. Müslüman bir toplum ama Batı ittifkanın, NATO'nun, AB'nin bir parçası. 200 yıllık batılılaşma serüveni olan ve halen resmen batılı değerlere bağlı bir ülke, bu değerlerin içeriği boşaltılıyor olsa da. Bunun ötesinde 9 yıllık iktidarının başlıca destekçileri ABD ve AB. Bu yüzden, ‘İslamla demokrasi yan yana gelebilir' sözüne inandırıcılık katmak için Batıya laiklik kavramı üzerinden mesaj verdi.
Teslim etmek lazım ki, medyada buna ilk işaret eden Cengiz Çandar oldu. Çandar, Haber Türk'teki konuşmasında Erdoğan'nın laiklik vurgusunun sembolik bir anlamı olduğunu söyledi.: Yani Batı dünyasına "Ben dünya, kamp değiştirmiyorum, sizden kopuyor değilim mesajını" iletmeyi amaçlıyordu. Bu öneri Batı ülkelerine Türkiye'nin oynayacağı rol konusunda kafalarının karışmaması için söylenmiş sözler"di. Bu doğru bir saptama.
Bir kaç yıldır Batı çevrelerinde, AKP'nin izlediği yeni-Osmanlıcı dış siyasetin Türkiye'de eksen kaymasına yol açtığı kaygıları dillendiriliyordu. Son olarak Batı'nın Ortadoğu'daki uzantısı olarak kabul edilen İsrail'le ters düşme bu kaygıları artırdı. Ne var ki, bu noktada Çandar, Erdoğan'nın "Batıya dönüp, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da attığım her adım ile İran seçeneğine karşı Türkiye seçeneğini ortaya koyuyorum. Bu bölgede Türkiye'den başka çareniz ve Türkiye modelinin dışında geçerli bir formül yok' demeye getiriyor." (16 Eylül 2011, Radikal) Bu saptamasıyla da bir iktidar yareni olarak gerçeğin özünü perdeliyor. Sanki AKP iktidarı bölgede kendi inisyatifiyle politika yürütüyormuş gibi bir ima yaratarak.
Çandar', Türkiye seçeneği dediği şeyi, BOP stratejisinden, ABD ve AB'nin en az on yıldır Türkiye'ye biçtiği rol-modelden bağımsız gibi yorumluyor. AKP'nin iktidar olmasının nedeni bu zaten. Türkiye'yi Batının Ortadoğu'daki "çaresi" olacak bir modele, "Ilımlı" İslam nodeline sürükleyen onlar. Sermaye ve AKP iktidarı, BOP çerçevesinde "Bölge Gücü" rolünü kapmak peşindeler. ABD de AKP'nin "islami" kimliğini, açıkçası AKP'yi bölgede bir Truva atı olarak kullanmaktadır. Bu nedenle AKP, her türlü ikiyüzlülüğe başvurmak durumunda. Dün "NATO'nun Libya'da işi ne" diye soran Erdoğan, şimdi NATO güçlerinin Libya halkı üzerine yağdırdığı bombalarla otuz bin kişiyi öldürdükten sonra kurulan talan masasında sandalye kapma peşinde. Altı ay öncesine kadar can ciğer kuzu sarması olduğu Esad yönetimini bugün "sabrımızı taşırıyorsun" diye tehdit ediyor. Obama ile yapılan görüşmenin ardından Suriye'ye yaptırım kararı açıklıyor.
Öte yandan, AKP iktidarı dış politikada her inisiyatifi kendi kararlılığıyla alıyor, ABD gibi emperyalist odaklara rağmen bölgede aktif politika izliyor değildir. Metin Çulhaoğlu'nun söylediği gibi, "böyle yapmaya, ‘aktif dış politika' izlemeye teşvik edilmektedir; bu anlamda dolduruşa getirilmektedir. Örneğin, denmektedir ki, ABD'nin bir yol göstericiye ihtiyacı vardır; bunun için en iyi seçim Türkiye olacaktır: "Birleşik Devletler, Müslüman ülkelere karşı politikalarını şekillendirirken ve yürütürken yanına Türkiye'yi almalıdır.' (Stephen Kinzer, Ezber Bozmak, İletişim s.221.). Üstelik bu işin haritası bile çizilmiştir: Ortadoğu, kuzey Afrika ve güneydoğu Avrupa'yı içine alan "Türk Etki Alanı 2050" (age. s.219). (2 Eylül 2011, Birgün)
"Sıfır sorun"dan sıfır barışa
Bu nedenle, çubuğu tersine bükme işi Obama'ya değil de Erdoğan'a düşüyor. "Arap baharı" rüzgârinin emperyalizme dönük fırtınaya dönüşmemesi için, siyasi İslam'a karşı kırmızı cizgileri Batı adına Erdoğan çiziyor. Yoksa başına Newton'nun elması düşmüş değil. Dolayısıyla, Türkiye'nin AKP iktidarı ile bir "emperyal vizyon" misyonu üstlenmesi gerçekte taşeronluktan öte değildir. Temel stratejik hedeflerinden biri İsraili korumak olan Füze kalkanının Türkiye'ye yerleştirilme kararı, Erdoğan Kuzey Afrika'da İsrail-karşıtı nutuklar attığı sırada gerçekleşti. Böylece Türkiye sermayesi ve AKP devleti "bölgesel güç" olabilmenin karşılığında, "bölgesel bir savaşın aktif gücü" olmayı kabul etmiş oldu. Çünkü Füze kalkanı, yaygın olarak söylendiği gibi sadece İran'ı değil, Rusya ve Çin'i de kuşatmaya yönelik küresel bir projenin parçası.
Komşularla "sıfır sorun" politikasına bakarmısınız? Emperyalizmin bölgedeki çıkarları uğruna sıfır barış politikasına dönüştü.
Sonuç olarak, İsraille yaratılan gerilim, Kuzey Afrika ülkelerinde İsrail-karşıtı söylevler, Filistin davasını Araplardan çok sahiplenme ve nihayet "laiklik ateizm değildir" söylemi, bütün bu gerçekleri "karartma operasyonu"nun öğeleri olarak beliriyor. Dolayısıyla, Türkiye açısından toplumun yüzde-50'sinin rızasını alan iktidarın, diğer yüzde-50'nin arıza çıkarmamasına yönelik bu söylemi yeni bir "açılım"ın işareti olarak görmek, tek kelimeyle gaflettir, Erdoğan'ın tuzağına düşmektir.
Yazarın Dİğer Yazıları
Fareler, Muktedirler ve Seçim
12 Mayıs 2023TİP’in kararı, HDP’nin Çengiz Çandar Tercihi
28 Nisan 2023Faşizm ve İç Savaş
30 Haziran 2022Devrimci durum ve Emek Cephesi
8 Kasım 2021Kurucu Meclis, Halk ittifakı ve HDP
23 Eylül 2021Mihri Belli’den kalan: Devrimin güncelliği
16 Ağustos 2021Güzel bir insan, kararlı bir devrimci: Şaban Ormanlar
13 Temmuz 2021Faşist MHP Kapatılmalıdır!
4 Temmuz 2021Finale Doğru
26 Nisan 2021Yeni-Osmanlı Galaksi İmparatorluğu:)
13 Şubat 2021Demokrasi Manifestosu, Geçici Hükümet’le Erdoğan’sız seçim!
11 Aralık 2020Seçimler Amerikan toplumundaki yarılmayı açığa çıkardı
11 Kasım 2020Egemen paradigmanın içindeki ‘Muhalefet’
3 Eylül 2020Devletin emperyalist siyaseti, faşizm ve Kürt sorunu
8 Temmuz 2020Dayanışma
21 Mayıs 2020AKP-MHP’li vekiller deyyusların ‘siyasi’ temsilcileri mi?
16 Nisan 2020Cumhuriyeti mi, tasfiyesini mi kutluyorsunuz!
31 Ekim 2019Marksist Devrimci olarak Mihri Belli
16 Ağustos 2019Cumhur ittifakı değil Cürüm ittifakı
13 Mayıs 2019İkili kriz: hem iktidar hem muhalefet
27 Şubat 2019