Çetin Altan nasıl biriydi?

Rahmi Yıldırım

26 Ekim 2015
Çetin Altan nasıl biriydi?

Çetin Altan, 12 Mart 1971 darbesi döneminde hapse atılınca uyandırmayı bırakıp kendisi “uyandı”. Kendisi uyandıktan sonra ilk olarak halkı defterinden sildi; neo-liberalizm devrinde ise işçi sınıfını da tarihin mezarlığına gömdü ve gönlünün başköşesindeki yeri burjuvaziye verdi.

Editörün notu: Çetin Altan, 27 Aralık 1973’te cezasının bitmesine dört gün kala dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün özel affı ile tahliye edilmiştir..Gözlerinin kör olacağı gerekçesini öne sürerek sağlanan bu tahliye, sosyalist çerelerde Altan'ın devletle uzlaşması olarak yorumlandı.. Çetin Altan'ın 74'ten sonraki duruşu ve yazıları bu tespiti doğrular niteliktedir..

**

Türkiye siyaset ve medya tarihinin önemli bir ismiydi, kalem ve kelam ustasıydı.

1960’lı yıllarda Türkiye sosyalizminin sesiydi. 68 ve 78 kuşağı gençlerinin sol bilinçle aydınlanmalarında, İlhan Selçuk’un yanı sıra Çetin Altan’ın eserleri de çok etkili olmuştu. En azından benim sol siyasi bilinç edinmemde bu iki yazar öncü rol oynadı. Hakları vardır üzerimde.

Ne ki, sınıf mücadelesinin seyri içinde, Çetin Altan sosyalistlerle yolunu kesin olarak ayırırken İlhan Selçuk da mesafeli davrandı.

Ekteki yazı, Çetin Altan’ın emekçi sınıflarla vedalaşıp egemen sınıf sofrasına kurulmasının öyküsüdür.

Sevenlerinin başı sağ olsun.

Kiralık Dönek: Çetin Altan

Modern devşirmeler olarak ezilen sınıf mücadelesinden ezen sınıf hegemonyasına transfer olan döneklerin öncelikle kişilik bozukluğuna bağlı ahlaki sapma içinde olduklarını, dönek ahlakının kendilerince “aldatma, sadakatsizlik, ikiyüzlülük ve ihanet” diye tanımlandığından söz ediyorduk.

İtirafçılık gibi dönmek de sicilini temizleyerek, yeni bir hayat ve o hayata uygun yeni bir kimlik, kişilik ve ahlak edinmektir. Yeni hayatında dönek, yeni ahlakı, kimliği ve kişiliğiyle artık maddi gücü elinde tutan sınıfın hizmetindedir.

Aldatma, sadakatsizlik, ikiyüzlülük ve ihanet ezilen sınıfadır, mazlumadır. Muhabbet ve biat ise artık burjuva sınıfınadır. İtirafçı için olduğu gibi dönek için de kural, itiraf ederek geçmişini kusmak, dahası, ezen sınıfın tetikçiliğini yapmaktır. Entelektüel tetikçi olarak dönek, ihanet ettiği sol değerleri sermayenin pazarında işportaya çıkartacak ya da hastalık diye itibarsızlaştırıp dönekliği meşrulaştıracak, sermaye düzenini kutsayacak ve güce tapınacaktır.

Dünyada ve Türkiye’de sosyalizmin itibarın zirvesinde olduğu yıllarda “Onlar Uyanırken” adıyla “Türk Sosyalistinin El Kitabı”nı yazan kıdemli dönek Çetin Altan da öyle yaptı. 12 Mart 1971 darbesi döneminde hapse atılınca uyandırmayı bırakıp kendisi “uyandı”. Kendisi uyandıktan sonra ilk olarak halkı defterinden sildi; neo-liberalizm devrinde ise işçi sınıfını da tarihin mezarlığına gömdü ve gönlünün başköşesindeki yeri burjuvaziye verdi.

Çetin Altan gönlünün başköşesindeki yeri burjuvaziye verse de döndüğünü hiçbir zaman kabul etmedi. Zaten dönekler iki türlüdür. Kimisi ruhunu, beynini ve vicdanını tapusuyla birlikte satar; kimisi de kiraya verir.

Ruhunu, beynini ve vicdanını tapusuyla birlikte satanlar hiperaktif saldırgan olurlar, arkadaşlarını ölümcül tuzaklara düşüren itirafçılar gibidirler. İtirafçı, terk ettiği mücadeleyi mahkûm etmeye, itirafıyla eski yol arkadaşlarını avlamanın erdemli bir davranış olduğuna kendisini ve muhataplarını ikna etmeye çalışır. Tapusuyla transfer olan dönekler de kendi bireysel zafiyetleri yerine hasbelkader katıldıkları mücadeleyi mahkûm ederler, mücadelenin bazı yanlışlıklarını ve aşırılıklarını genelleştirirler. Yanlış olan kendileri değil, mücadeledir! Nitekim, rol modeli “pseudo dönek” yanlışlığın sol mücadelede olduğunu, yeni başkaldırı ruhunun siyaset düzleminde değil bilim, ekonomik girişimcilik ve iletişim düzleminde aranması gerektiğini söylüyordu: “‘Elveda Başkaldırı’ kitabını yazdım. Komünizmin yıkılışını gazeteci olarak Rusya’da yaşadım. Ve Hürriyet'in genel yayın yönetmeniyim. Ya o yanlıştı. Ya bugün bizler yanlışız...”[1]
Elbette mütevazılık edip bugün durduğu noktanın yanlış olabileceğini söylememektedir. İsyankâr bir özgeçmişi olmasa da Ertuğrul Özkök dönekliği sahiplenmekte ve dönekliğe methiye düzmektedir. Çünkü, akademisyenliği de gazeteciliği de tapusunu elde tutamayacak kadar sığdır, yüzeyseldir; mecburen ruhunun, beyninin ve vicdanının tapusunu vermiştir.

Çetin Altan ise dönekliği sahiplenmez, döndüğünü kabul etmez. Çünkü, tapusuyla satmak yerine kiraya vermiştir. Hayat tecrübesi, entelektüel donanımı ve birikimi, tapusunu elde tutmaya yeterlidir. Bu yüzden kiralıktır, dönekliği kabul etmek yerine en fazla günah çıkartır, değişip geliştiğini, değişimin ve ilerlemenin misyoneri olduğunu savlar. Değişimin misyoneri ve filozofu rolünde, kendi tekil günah çıkarmalarını ve nedametini toplu terapiye dönüştürmeye çabalar, ola ki rüzgârın yönü değiştiğinde bir kez daha dönmeye kapıyı açık tutar.

Elveda Yoksullar Merhaba Para Babaları

Kıdemli döneğin ömrünün bir döneminde sosyalizme meyletmesi, sonra dönüp burjuvaziye biat etmesi, başlı başına kitap konusu olacak ayrıntıda ve önemdedir. Eksik kalma pahasına bir özet verirken vurgulanmalı ki, Ertuğrul Özkök’ün isyankârlığı ve dönekliği ne denli sahte ise Çetin Altan’ınki o denli gerçektir.

Kendi anlatımına göre, paşa torunu olarak köşklerde doğup büyümesine karşın çocukluğunda sevgiden ve ebeveyn ilgisinden yoksun kaldı. “Sekiz yaşında yatılı okula bıraktılar, bir daha da kimse aramadı. Sevgi görmeyince insan, beğenilmek ister. Sevilmemiş çocuklar farkında olmadan kendilerini beğendirmek isterler. (...) Sevilmemiş insanlar, insanları mahkûm etmeye çalışırlar kendilerini beğenmeye.”[2]

Ahmet Tulgar’la söyleşisinde, “Hazin bir hikâyedir benim hayatım” diye acındırır kendisine. Büyük Gözaltı, Bir Avuç Gökyüzü, Viski romanlarına da malzeme yaptığı çocukluk ve gençlik anıları ıstırap duyulacak acılıktadır. Zengin yoksul ayırt etmeden, çocukların ezici çoğunluğunun yaşadığı acılıktadır. Eşi Solmaz Kâmuran, İpek Böceği Cinayeti adlı biyografide Çetin Altan’ın çocukluğunun yalnızlık ve can sıkıntısı içinde geçtiğini vurgular. Sekiz yaşında Galatasaray Mektebi’ne yatılı verilmiştir. “Okul, Pazar akşamı, henüz sekiz yaşında küçük çocuk için korkutucu ve ıssızdır. Ondan başka iki öğrenci daha vardır. Akşam yemeğini yer ve kendisine gösterilen yatakta uyur. Sabah, belki de rüya görmüş olduğunu umarak uyanır, etrafına bakar, gri metal dolabı görür. Hayır, bu bir rüya değildir… Sekiz yaşındadır ve yapayalnızdır. Galatasaray’da bir Pazar gecesi başlayan bırakılmışlık duygusu onu çok etkiler ve tüm yaşamına duygusal anlamda damgasını vurur. Yeteri kadar sevilmediğini ya da en azından diğer çocuklardan daha az sevildiğini düşünür hep.”[3]

Çetin Altan yaşlılığında bile çok sık olarak annesiyle ilişkilerinden yakınır. Solmaz Kâmuran da “Annesi onu yeteri kadar sevdi mi sevmedi mi, bunun kararını bizler veremeyiz ama, belki de bu sevgi açlığının yirmi bini aşkın köşe yazısı ve kırk iki cilt kitabın yaratılmasında payı vardır...” diye yazar.

Yalnız ve mutsuz bir çocukluk yaşayan Çetin Altan, çocukluk ve ilk gençlik dönemindeki sevgi, ilgi ve cinsellik açlığıyla, kendini beğendirme içgüdüsüyle, yetişkinlik döneminde düzinelerce kitap, binlerce yazı kaleme alır.

Özcesi, Çetin Altan çocukluğunda ve ilk gençliğinde acısını çektiği ilgi, sevgi ve cinsel açlığı doyurma, beğenilme, alkışlanma isteğiyle yüklüdür. Galatasaray Mektebi’nden sonra paşazadeliğin de yardımıyla başladığı gazetecilik yaşamında, alkışlanma isteğini doyuracak olanaklar bulsa da daha fazlasını istemektedir. Devir sosyalistlik devridir, o da sosyalistlikte karar kılar. 1965 yılında Türkiye İşçi Partisi (TİP)’in önerisini kabul ederek milletvekili seçilir, yazılarından dolayı açılmış davalarda dokunulmazlık da kazanır. Meclis’te, mitinglerde sosyalizmin sesi olur, alkışlandıkça alkışlanır. O hızla, Türk Sosyalistinin El Kitabı’nı yazar. “Türkiye’nin ezilen horlanan, çağının dışında bırakılmış emekçilerini” kendi gücüyle iktidara gelip kurtulmaya çağırır.[4]

Meclis’te öldüresiye linç girişimi belki de hayatının dönüm noktasıdır. Usul usul TİP ve sosyalizmle arasına mesafe koyar. Zaten, sosyalizmden esinlenen kitle hareketi zirveye ulaşmış, inişe geçmek üzeredir. TİP’in hezimete uğradığı 1969 seçimlerinde yeniden aday olmaz, peşinden 12 Mart 1971 darbesi gelir ve Çetin Altan gözaltına alınır.

Sosyalizm selinin kapıp sürüklediği yüzlerce entelektüelden biriydi. Malum, sel gider kum kalır. Gidenlerden biri de Çetin Altan’dır. Büyük Gözaltı’da (1972) can korkusuyla başladığı uyanma serüvenini Bir Avuç Gökyüzü (1973) altında tamamlar, nihayet sosyalistliği Viski (1974) kadehinde eritir!

Gözaltına düşen ve işkenceye yatırılan biri, hayattan koparıldıkça kendi içine gömülür, çocukluğuna sığınır. Çetin Altan da Büyük Gözaltı’nda öyle yapar; kendi içine gömülür; ama, çocukluğuna sığınamaz. Çünkü çocukluğunda sevgisiz, yalnız ve mutsuzdur. Romanda fırsat buldukça mutsuz bir çocukluk yaşadığından yakınır. Annesi kapıları çarpıp duran bir kadındır. Çoğu kez odasına kapanıp kapıyı kilitlemektedir. Kendisiyle ilgilenen olmamıştır. Mızmızlandığı zaman, anne, kapıları açıp kaparken dayakla korkutmuştur. Şrak diye vurmuştur da. Buna karşın, anne odasına kapandığında kapısında oturup öyle beklemiştir. Annesi kapıyı açtığında otururken görsün ve sevsin, dövmesin umuduyla. Yakınlığa ve şefkate öylesine açtır. Sonra küçücük yaşta yatılı okula vermişlerdir. Okula kapatılmayı hücreye kapatılmakla bir tutar. “Beni getirip bırakmışlardı oraya. Yapayalnız kalmıştım ve gözaltındaydım.”[5]

Hep getirip çocukluğuna dayandırdığı güçsüzlüğünü, korkaklığını gözaltında daha derinden duyumsar. Alevli bir şehvetle ölmek istediğini, dik durabilmek için kendi kendine telkinin yarar sağlamadığını anlatır: “Ölüme dimdik yürüyenleri, ölümle alay edenleri; ipleri, kurşunları, cellatları hiçe sayarak, ölümü kahkahayla karşılayanları düşünerek yüreklendirmek istiyordum kendimi. Ama bir türlü özdeş olamıyordum onlarla. Bir buzlu cam giriyordu onlarla arama.”[6]

Büyük Gözaltı’nda çocukluğuyla hücre arasında gidip gelir ve noktayı koyar: “Ben aslında ipekböceğini kozasının içindeyken öldürmüştüm.” Öldürdüğü sosyalist Çetin Altan’dır.

Viski’de kurguladığı “Rezil Köpek”in hayatı ve devrimciliğiyle Çetin Altan’ın hayatı ve devrimciliği arasındaki paralellik de dikkat çekicidir. Hayatındaki travmaları, dönüm noktalarını romanda “Rezil Köpek”e de yaşatır. “Rezil Köpek’in yolu bir okula düşer. Dershaneyi, yemekhaneyi, yatakhaneyi dolaşır ve kolu bacağı kopmuş bir çocukla karşılaşır. Çocuk, ‘Rezil Köpek’e içini döker: “Beni buraya geldiğim gün linç ettiler.”

Roman kurgusu içinde evde ve küçücük yaşta bırakıldığı yatılı okulda çektiği yalnızlığı ve mutsuzluğu anlatmaktadır. “Nallı Böcek” adını verdiği çocuk, tıpkı Galatasaray Mektebi’ndeki Çetin gibi yalnız ve mutsuzdur. Hafta sonlarında öteki çocukların anneleri babaları gelip çocuklarını götürürler, Nallı Böcek kendi kendisiyle baş başa kalır. Gidecek yeri yoktur. Harçlığı varsa sinemaya gider, tekrar okula döner. Büyüyünce çok güzel bir karısı olacak, çocuklarını yatılı okula göndermeyecek, anasız babasız bırakmayacaktır…

Çocukluğunu romanda “Nallı Böcek”e yaşattığı gibi sosyalistliğini de “Rezil Köpek”e yaşatır. “Rezil Köpek” “enayilik” etmiştir. “Önce evinin içini düzelteceğine dünyayı düzeltmeye” kalkmıştır, karısının ömrü ise “sarhoş beklemekle geçmiştir.” Sonuçta enayiliğinin cezasını görmüş, kurtarmak istediği halk tarafından linç edilmiştir. “Onun payına düşen ceza daima işkenceydi…”[7]

Dün kendisini alkışlayanları artık başka gözle görmektedir: “Üstüne doğru yüzlerce kişi geldi mi? Hem de kurtarmak istediğin yüzlerce kişi. Kafana taşlarla sopalarla vurdular mı, beynini parçaladılar, kollarını bacaklarını kopardılar mı? Beni her seferinde linç ederler. Her seferinde kollarımı bacaklarımı beynimi toplar, yerli yerine yerleştiririm. Ve uzaktan bakarım kanımı yalayan köpeklere.”[8]

Artık alkış almadığına göre enayiliğin lüzumu kalmamıştır! Kasketli işçinin ağzından “Boş ver ağabey, bana ne, ben mi kaldım dünyayı düzeltecek?” diye iç hesaplaşmasını yapar, “Rezil Köpek”. Sonrası, kendisini alkışlasın alkışlamasın, halka nankörlük ve düşmanlıktır: “Onlar bizi linç ettikçe biz de onları linç edeceğiz.”[9]
Gerçekten de linç ettiği, intikamını aldığı söylenebilir. Sınıfsal sömürü ve baskının, sömürgecilik ve emperyalizmin bütün geri ülkelerde yaptığı insani tahribatı, açtığı toplumsal yaraları sadece Türklere özgüymüş gibi abartarak, halkı sürekli aşağıladı. Diyalektik nedenselliği tersine çevirerek, köylerde tenis kortu ve kuaför olmadığı, satranç ve briç oynanmadığı için ülkenin geri kaldığı, halkın yüzde 80’inin mesleksiz olduğu gibi absürd tezleri süslü sözlerle yineleyip durdu.

Halkı da kendisiyle birlikte Viski kadehinde eritip “yağlı kaygan bataklığa” gömmekle kalmadı Çetin Altan. Neo-liberalizm devrinde André Gorz, Elveda Proletarya diyerek, işçi sınıfını tarihe gömdü! Sınıflar kalmadığına, tarihin sonu geldiğine göre sınıf ve devrim mücadelesi de kalmamıştır, kaldıysa bile en devrimci sınıf burjuvazidir. Artık aslolan devrim değil değişim, uyum, istikrar ve reformdur. Çetin Altan, André Gorz’dan geride kalacak değildi, o da işçi sınıfını süpürüp tarihin çöp sepetine attı: “İşçi sınıfı artık ilerici bir sınıf değil. (...) Evrensel değişimin bayrağı bugün önce bilimcilerin elinde. Sonra da, işçi sınıfını tarihe doğru süpürerek, yeni teknolojilerle üretim yapanların elinde. Türkiye’de değişimin bayrağına TÜSİAD sahip çıkmaya uğraşıyor.”[10]

“Elveda Sosyalizm” Merhaba Emperyalizm

Dönek ahlakının parametreleri “aldatma, sadakatsizlik, ikiyüzlülük ve ihanet” diye sıralanır.

Aldatma, sadakatsizlik, ikiyüzlülük ve ihanet ezilen sınıfadır, mazlumadır. Muhabbet ve biat ise artık burjuva sınıfınadır. Ne ki dönek ahlakının yönelimi en güçlü olanadır. Bu yüzden dönmenin, düşmenin sonu gelmez. Devir, emperyalizmin küreselleşme devridir. Döneklik menzilinin son durağı ise emperyalizmdir.

Türkiye’nin kıdemli döneği de bu kuralın dışında kalmadı; o da yerli sermayedarın kapılandığı güce, yani emperyalist burjuvaya kapılandı. Türk Sosyalistinin El Kitabı’nda diyordu ki, “Batı’da emekçi sınıflarına taviz verecek ve sınıflar arası dengeyi az çok sağlayacak yeteneği vardır burjuva sınıfının. Sermayesini iki yüz yıl öncesinden bütün yeryüzünü sömürerek biriktirmeye başlamıştır.” (s. 56).

Hızını alamayarak, iç sömürünün dış sömürüden ayrı tutulamayacağını, sadece dış sömürüye, yani emperyalizme karşı çıkmanın yeterli olmayacağını, her iki sömürüyü birlikte def etmek gerektiğini vurguluyor, “Gerçekten Türkiye’nin bağımsızlığını isteyenler, bunun içerde devam edecek bir sömürü düzeniyle mümkün olamayacağını anladıkları ölçüde cepheyi güçlendirir ve zaferi yakınlaştırırlar” diyordu (s. 73).

Hidayete erip önce yerli halkı, sonra işçi sınıfını “yağlı kaygan bataklığa” gömdükten sonra, kendisini en çok alkışlayacak efendiyi Türkiye’nin dışında buldu. “Emperyalizm nedir?”, Türk’ün bunu bilmediğine fetva verdi: “Türkler, ‘emperyalizmi, kapitalist devletlerin, yoksul ülkeleri sömürmesi sanıyorlar... Öyle değil mi? Değil. ‘Emperyalizm, yoksul ülkelerin sömürülmesi değil, gelişmesini engellemektir. Endüstri üretimine geçemesinler de, kapitalistlerin üretimlerini almayı sürdürsünler, diye. Küreselleşmenin, ‘emperyalizmin yeni bir çehresi’ olduğunu iddia edenler var. Sen ne diyorsun buna? ‘Monizm’den, yani ‘komünizm’den, hiçbir şey anlamamış olmak, diyorum. Yeni teknolojilere dayalı bir üretim modeli, dünyadaki 5 milyar yoksulu zengin etmek zorunda. Yoksa hızla artan üretimi kim emecek? Marx’ın vaktiyle saptadığı bir gerçek, şimdi uygulamaya giriyor.”[11]

Kıdemli dönek, emperyalist burjuvazinin dünyadaki tüm yoksulları zengin edeceği müjdesini(!) vermekle ve küresel burjuvaziyi aklamakla kalmamış, küresel faşizmin Irak halkı üzerine çullanmasını kadeh kaldırarak kutlamaya da çağırmıştı:

“ABD Başkanı Bush, kendine özgü birtakım değişik çıkar hesaplarıyla da saldırsa Saddam’a; 20 – 25 yılın sonunda, bambaşka bir tablonun ortaya çıkmasına neden olacaktır Yakındoğu’da... (…) Türkiye de, küreselleşme sürecinin içindedir ve gitgide daha çok saydamlaşacaktır. Enseyi karartmayın ve 2003 yılını, ‘evrensel değişim’e kadeh kaldırarak kutlayın...” [12]

“5 yıl süreyle Diyarbakır’da 80 bin Amerikan askerinin konuşlanmasından da ne çıkar yani? (…) Mehmetçik’in de büyük katkısı dokunacak Saddam’ın devrilmesine...” [13]

“Irak savaşını da, fazla büyütmeyin gözünüzde. Şayet çıkarsa, daha da hızlı saydamlaşır Türkiye...”[14]

Türkiye’nin ezilen insanlarından sonra Ortadoğu’nun zavallı halklarını da yağlı kaygan bataklığa gömen kıdemli dönek, bağımsızlık fikrini ve halkların kendi kaderlerini tayin hakkını karalamaktan da geri durmadı. Bağımsızlık hareketleri silah fabrikatörlerini zengin eden sözde kurtuluş hareketleridir. Fransız İhtilali’yle ortaya çıkan ulus-devlet modeli ucube olarak doğmuştur. Yer küresinin 5 kıtasında pıtırak gibi 200’ü aşkın ulus-devlet kurulmuştur. Ama sonuçta 7 milyarlık dünya nüfusunun 4 milyarı yoksul, 1 milyarı da açlık sınırının altındadır. Türkiye’de yağmanın durmasını Türkler değil, Amerikalılar istemektedir. Türkiye 20’nci yüzyılı ıskalamıştır, ama 21’inci yüzyılı ıskalamasına izin verilmeyecektir. Türkiye, ABD ve AB eliyle demokratikleştirilecek ve Ortadoğu’nun eksen ülkesi yapılacaktır! Enseyi karartmaya lüzum yoktur (Çetin Altan’ın hemen hemen her yazısı).

Döndüğünü kabul etmeyip Marxizmi tekeline alsa ve emperyalizmin dünya ölçeğinde sömürü düzeni olmayıp yoksulları zenginleştireceğini, Türkiye’yi saydamlaştıracağını savlasa da hayat kıdemli döneği doğrulamadı, doğrulamayacak da. Ne dünya yoksulları zenginleşiyor, ne Irak halkı Saddam’dan kurtulmakla rahata erdi ne de Türkiye saydamlaştı. Saydamlaşması komşu bir halkın katledilmesine bağlıysa, Türkiye saydamlaşmasın daha iyi!

Döneklik yeterince utanılası bir düşkünlüktür. Dönüp düşmenin sonu yoktur. Varsa bile Sigmund Freud ve Haydar Dümen’in uzmanlık alanına girer ki, ayrı bir yazı konusudur.


Okuyucuya not: Bu yazı DEVŞİRMELER DÖNEKLER adlı kitabımda, Çetin Altan hakkındaki iki yazıdan ilkidir.

[1] Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 12 Ekim 1997.
[2] Ahmet Tulgar, “Hazin bir hikâyedir benim hayatım”, Milliyet Pazar, 7 Nisan 2002.
[3] Solmaz Kâmuran, İpek Böceği Cinayeti, Inkılap Kitabevi, İstanbul 2006, s. 27.
[4] Çetin Altan, Onlar Uyanırken, Bilgi Yayınevi, Ankara 1967, s. 79.
[5] Büyük Gözaltı, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1999, s. 183.
[6] Büyük Gözaltı, s. 183.
[7] Çetin Altan, Viski, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1998, s. 263.
[8] Çetin Altan, Viski, s. 21.
[9] Çetin Altan, Viski, s. 62.
[10] Çetin Altan, Sabah, 8 Temmuz 2001.
[11] Çetin Altan, Sabah, 8 Temmuz 2001.
[12] Çetin Altan, Milliyet, 27 Aralık 2002.
[13] Çetin Altan, Milliyet, 26 Aralık 2002.
[14] Çetin Altan, Milliyet, 4 Ocak 2003.

Yazarın Dİğer Yazıları

  1. Can'ları Bağlıyorlar İtleri Salıyorlar
    ''Mevcut Cumhurbaşkanı, Anayasa’nın yorum gerektirmeyecek açık hükmüne, yani bir kimsenin en fazla iki kere seçilebileceği hükmüne karşın üçüncü kez aday oldu; şaibeli seçimle tekrar seçildi. Milletvekili seçilen Can Atalay da,…
  2. Vatan Haini Bile Sayılmamıştık
    Kaç haftadır çeşitli tarihsel kişiler üzerinden vatana ihanet tartışması yapılıyor ya. Tam 40 yıl önce vatana ihanetle suçlanmıştık. Hatta, vatan haini bile sayılmamıştık. Devir 12 Eylül faşizmi devriydi. Solcu yani…
  3. Askeri Faşizmden Dİnci Faşizme Cezaevleri
    ''Cezaevlerinde dünden bugüne, askeri faşizmden İslamcı faşizme, özde değişiklik yok. Hukuku vicdandan adaletten insandan bu denli uzaklaştırmak, İslamcı iktidara nasip oldu. Bir kere daha anlaşıldı ki, cehalet ve kötülük iktidarı,…
  4. 'Müslümanların Ahlakla İmtihanı'
    Prof. Dr. Hüseyin Çelik, İslam coğrafyasında ahlakın zerresinin kalmadığını, İslami Hayat Endeksi’ne göre dünyanın en iyi ülkelerinin Yeni Zelanda, İzlanda, Hollanda, Finlandiya, İsveç, Norveç, Kanada gibi ülkeler olduğunu; Türkiye’nin 100’üncü sırada…
  5. Müslümanların Ahlakla Bitmeyen İmtihanı
    AKP iktidarı döneminde memleket tarihte hiç olmadığı kadar Müslümanlaştı ama hayatın hemen her alanında o ölçüde yozlaştı çürüdü, yarım yamalak da olsa var olan aklını ahlakını yitirdi. Gün geçmiyor ki…
  6. Gazze İçin Timsah Gözyaşları
    ''Her şeye karşın İsrail destekçisi Batı ülkelerinde halklar İsrail’in gaddarlığını, hükümetlerinin İsrail’e desteğini protesto ediyorlar. Yahudi sermayeli şirketlerde işçiler greve gidiyor. Protesto gösterileri çoğu kez polis tarafından dağıtılıyor; “liberal demokrasi”…
  7. Kutlanacak Cumhuriyet Kaldımıki?
    Cumhuriyet, egemenliğin cumhura yani halka ait olduğu devlet biçimi demek. Böyle bir devlette halk, egemenliğini ya doğrudan ya da seçtiği temsilciler aracılığıyla kullanır. Bu yönetim tarzı demokrasi olarak adlandırılır. Yani…
  8. Firanvunlardan Netanyahu'ya ve Erdoğan'a
    ''Akıl ve tarih, ırkçı dinci ümmetçi milliyetçi politikaların ve politikacıların halklar arasında düşmanlık ve vahşet dışında bir sonuç üretmediğini, bu politikacıların pençesine düşen halkların gün yüzü görmediklerini, başka ulusları ezen…
  9. Dİnci Faşizmin Kabusu Gezi Direnişi
    Hapishaneden dışarıya adımını atmak, yani tahliye olmak, bir insanın yaşayabileceği en derin sevinç ve mutluluklardan biridir. Ancak yaşayanlar bilir. Ne var ki siyasi mahpuslar, bu sevinci doyasıya yaşayamazlar, mutlulukları yarım…
  10. Ordu gözbebeğimizdir!
    Ordu gözbebeğimizdir!
    28 Eylül 2023
    CHF ALLAHKULU’NU KURTLARIN ÖNÜNE ATTI: “Ordu milletimizin gözbebeğidir. Allahkulu Sezgin Bey’in sözleri şahsi görüşüdür, fırkamızı bağlamaz. Gözbebeğimiz şanlı ordumuzu töhmet altında bırakan ifadeleri kabul edilemez. Bu konu yetkili organlarımızda görüşülecektir.” Tayyiban…
  11. İslam Temizlik Diniyse Neden Ortalığı..?
     Söz temizliğe gelince, bizden temizi yoktur. İslam temizlik dinidir, Peygamber’in deyişiyle “Temizlik imanın yarısıdır, cennete ancak temiz olanlar girecektir.” Rivayet odur ki, Peygamber’in nasihatine uygun olarak atalarımız hamamda yıkanırdı, misvak kullanırdı,…
  12. Barış da Düşman Ceza Hukukunun Kurbanı
    ''Barış Pehlivan son yazısında, “Siyah kölelerin yargılandığı bir düzen bu. Beyaz olsaydım, zengin olsaydım, dalkavuk olsaydım içeride olmazdım” demiş.'' Okur yazar herkes Barış Pehlivan’ı bilir herhalde. Şahsen tanışmak kısmet olmadı; ben…
  13. İslami Magandalık
    İslami Magandalık
    15 Ağustos 2023
    ''Nazım’dan bu yana değişen sadece lümpenleşme ve magandalaşmanın İslam ile ambalajlanması oldu. İslami lümpenleşmenin ve magandalaşmanın en acı sonucu kadınlara, çocuklara ve doğaya yönelik saldırganlıktır ki, ne yazılsa eksik kalır'' “Türkiye…
  14. Maganda Politik
    Maganda Politik
    7 Ağustos 2023
    ''Zaten doğru düzgün bir feodalizm yaşamadığımız gibi hızlandırılmış alaturka-arabesk lümpen (ve dahi artık abdestli) kapitalizmle birlikte kültürel doku çürüdü; kitabına uygun bir burjuva-proleter ayrışması olmadı; değer yargıları alt üst oldu; magandalık…
  15. Mizah Bahçelerindeki Sararmanın Hüznü
     Mizah, alışılmış sıradan hayata ve olağan düşünceye kurulan tuzaklarla gülümsetmek, gülümsetirken düşündürmek demek. Tuzağın temel malzemesi zıtlıklardır, talihsiz rastlantılardır. Ancak, herkesin gözü önünde cereyan eden bir zıtlığı kopyalayıp temsil etmek…
  16. Halkçı Hayal Kırıklığı
    ''CHP yanlısı medyada da durum farklı değil. Kılıçdaroğlu’nun başını istemeyen kanal ya da köşe yazarı yok gibi. CHP genel başkanlığından istifa etmedi diye neler neler demiyorlar Bay Kemal için. “Haysiyetsiz”,…
  17. Şu Zalim Zamcının Ettiği İşler
    ''Vergiyi ve fiyatları tayin eden Allah olunca, imanı kuvvetli emekçiye şükretmekten başka bir şey kalmıyor. Oysa, imanı kuvvetli emekçi, merkezin solunda sayılan Ecevit’i bir kalemde silip atmıştı. Hatta Demirel bile,…
  18. Tayyip NATO'yu Dİze Getirdi!
    ''1950’lerde Başbakan Adnan Menderes’in Amerika gezisini izleyen Anadolu Ajansı Genel Müdürü’nün haberi(!)  “dalkavukluk başyapıtı” olarak basın tarihine geçmiştir. Genel Müdür’ün yazdığına göre Menderes Amerikalıları öyle etkilemişti ki, “Amerikalılar 'Allahım, bize neden böyle…
  19. Osmanlı Nasıl Savaşıyordu, Rus Nasıl Savaşıyor?
    ''Wagner, ezici çoğunlukla, savaşmak üzere cezaevlerinden salıverilen mahkumlardan oluşuyor. Kurucusu Yevgeniy Prigojin Sovyet döneminde gasp ve hırsızlık suçundan 10 yıl hapis yatmış. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra sosisli sandviç satışıyla yola…
  20. Merdan'a Namerdan Hukuk
    Merdan'a Namerdan Hukuk
    4 Temmuz 2023
    ''Merdan Yanardağ, düşman ceza hukukunun son kurbanı olarak tutsak edildi. Tutuklamanın resmi gerekçesi “terör örgütü propagandası yapmak” diye açıklansa da biliniyor ki Merdan, Cumhur İttifakı iktidarının Abdullah Öcalan ile yeniden…

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…