AKP Faşizmi, ant-faşist cephe, HDP, BHH ve CHP

Mehmet Özgen

5 Ocak 2015
AKP Faşizmi, ant-faşist cephe, HDP, BHH ve CHP

AKP FAŞİZMİ: Sermayenin en saldırgan kesiminin iktidarı --AKP’nin 'Kristal Gecesi'--AKP ırkçılığı: 'Farkçı-Irkçılık'--‘’Üst-akıl’’-‘’Taşeron akıl'' ve 'millet aklı'  --AKP’nin çözüm süreci, Sunni İslam federasyonuna tabidir..

Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildiğinden bu yana yeni bir sürecin köşe taşlarını döşüyor. En önemli hamlesini 1923 Cumhuriyeti’yle bağlarını kopardığını simgesel şekilde Çankaya’yı reddedip 1150 odalı sarayına taşınarak gösterdi. Selçuklu-Osmanlı tarzından esinlenen mimarisi, modern teknoloji donanımlı akıllı binaları, büyük toplantı salonları, hitabet meydanları ile Ak Sarayın. israfın uç bir örneği olmasının ötesinde başka bir anlamı var.

Tıpkı Roma imparatorluğundan esinlenen, Romalıları arı ırk kabul edip ‘ecdadı’ sayan onların stillerini örnek alarak neoklasik yapıların yapılmasını teşvik eden Adolf Hitler gibi, Erdoğan da Osmanlı imparatorluğuna hayranlığını - Osmanlıcayı zorunlu ders haline getirerek de- ortaya koyuyor. Nazi Almanyası gibi, Yeni Türkiye de ideolojisinin ruhuna uygun totaliter ve anıtsal yapılar inşa etmeyi ‘’itibar’’ kaynağı sayıyor..

Alman Der Spiegel dergisi Ak Saray’a ilişkin haberinde “Binada gizli kaçış tünelleri, dinlenmesi mümkün olmayan odalar, nükleer ve kimyasal saldırılara karşı güvenli sığınak olduğunu” yazmıştı; yalanlanmadı..

Neden 1150 oda sorusunu yanıtlayan Erdoğan ‘’O ofisler yeni teşkilat şemamızla personelimizin çalışabilecekleri, hizmet üretebilecekleri mekanlar olarak kullanılacak" diyerek başkanlık sistemini fiilen kurmakta olduklarını ima etti. Siyasi danışmanı eski ulaştırma bakanı Binali Yıldırım, ‘Şu anda fiilen yarı başkanlık sistemi var’ diyerek bu süreci teyit etti.

Yeni teşkilat şeması devletin yeniden örgütlenmesi demek.. Şimdiden, başbakanlığı işlevsiz kılan, iç güvenlik, dışişleri, savunma, yatırımlar ve enerji gibi temel konular için başkanlıklar oluşturuldu..

Belli ki, devleti tek bir şefin sultası altına almanın yanısıra, iç savaşı hesap eden, onun korkusuyla yapılan bir planlama var ortada..Aksaray bir faşist devlet merkezi olarak inşa edildiği kadar, aynı zamanda bir korkunun da abidesidir.

AKP FAŞİZMİ: SERMAYENİN EN SALDIRGAN KESİMİNİN İKTİDARI

Tarihteki faşist rejimler, verili toplumsal yapılara, o toplumların tarih ve kültürlerine bağlı olarak, gelişme özellikleri ve ideolojik biçimlenişleri (faşizm, nazizim, falanjizm) bakımından farklılık gösterirler. Ama bunların ortak yanı karşı-devrim olarak gerçekleşmeleridir.

İtalya ve Almanya’da devrimlerin yenilgisi ile, İspanya’da cumhuriyetçi halk cephesi iktidarının Hitler ve Mussolini’nin desteklediği Falanjistlere karşı iç savaşı kaybetmesinin ardından faşist rejimler gelip yerleşti.

Işçi sınıfı ve emekçileri dizginsiz bir sömürüye tabi kılmak için, işçi ve işvereni bir araya getiren ve böylece sınıf çatışmasını zorla bastırmanın aracı olan korporatist devlet. işletmedeki işçileri şirketin çıkarlarıyla bütünleştiren dikey (hiyerarşik) sendikacılık, faşist rejimlerin diğer önemli özelliği.

Türkiye’de ise, 12 Eylül öncesi devrimin imkanları varken bu imkanı gerçekleştirme iradesinin yokluğu nedeniyle faşist darbeye yenildik. Devrim tehlikesini bertaraf eden12 Eylül rejiminin kurduğu sistem devam ediyor.. Darbeciler, bu sistemle sivil faşizmin yolunu döşedi.. Darbenin yaratığı kurumlarla birlikte, dünyanın hiç bir demokratik ülkesinde olmayan yüzde-on seçim barajı bu yolun en belirleyici güvencesini oluşturdu..

Faşist rejimlerin bir başka temel özelliği sermayenin en saldırgan kesiminin iktidarı olarak gündeme gelmesidir.. Ya da 12 Eylül’ün diğer bir başat nedeni olan, işbirlikçi büyük sermayenin, emperyalist sistemin isterlerine tabi olarak, yeni bir sermaye birikim stratejisine gereksinim duyması ve bunun için de, emekçi sınıfların örgütlü gücünü ve direnişini açık zorla tasfiye edilmesi ihtiyacıdır. 24 Ocak Kararları ancak 12 Eylül askeri faşizmiyle hayata geçirilebilmiştir.. Brezilya (1964), Şili (1973), Arjantin (1976) askeri faşist darbeleri aynı kategoridendir. Hepsi uluslararası sermayenin dayattığı neo-liberal politikaların açık zorla uygulanmasına dayanır.

AKP iktidarı Anadolu sermayesi (veya yeşil ya da islami sermaye) diye adlandırılan ticaret sermayesinin ekonominin bütün alanlarında hakimiyet mücadelesine dayanıyor.. Bu sermaye, kendi rakiplerini rekabetle değil, devlet mekanizması ile tasfiye ediyor. Bugüne kadar sermayenin el değiştirmesi TMSF ve BDDK yoluya gerçekleşti. Cem Uzan, Halis Toprak, Mehmet Emin Karamehmet, Dinç Bilgin, Aydın Doğan gibi işadamlarının mallarına TMSF ve BDDK yoluyla el koyuldu. İhaleye çıkartılan firmaları hep Erdoğan'ın damatları, çocukları ya da yandaşı ya da İmam Hatip'ten sınıf arkadaşı, hemşehrisi, veyahut eşi ve kendisinin akrabalık bağı olduğu iş adamcıkları aldı. Ceplerinde para olmayan bu adamlara devlet bankalarından halkın parası kredi olarak aktarıldı. Firmalar bir bir Erdoğan'ın yakın avanesine ihale yoluyla verildi.

Çarpıcı bir örnek verelim.. 18 Mayıs 2013’te Mehmet Emin Karamehmet'in patronu olduğu Çukurova holdingin 440 milyon dolar borcundan kalan 75 milyonun ödenmemesi nedeniyle, TMSF tarafından Skyturk360, Show TV, Akşam Gazetesi ve BMC şirketlerine el konuldu. 950 milyon lira değer biçilen ve otomotiv sektöründe dünyanın 4'üncü büyük üreticisi BMC, 751 milyon TL’ye Emine Erdoğan’ın kuzeni Etem Sancak’a satıldı. Sancak, Skyturk360 ve Akşam gazetesini de satın alan kişiydi..

TMSF’nin, sermayenin el değiştirmesinde hukuk dışı zorun bir aracı olarak rol oynadığını gösteren başka bir örnek.. TMSF, bankacılık krizinde el koyduğu Erol Aksoy’un Boğazköy’deki-bugünkü değeri 100 milyon TL olan- 55 bin metrekarelik arsasına 2008’de 37 milyon 72 bin lira değer biçiyor. 2011’de 27 milyon TL düşürüp 10 milyon 789 bin TL.ye BİM’e satıyor. Aksoy ihalenin iptali davası   açıyor ve kazanıyor. Ama TMSF’den “Kamuya olan güven zedelenir” denilerek, mahkeme iptal kararında Arsanın değerini düşürmek kamuyu zarara sokar’ demesine ragmen “Mahkeme kararını uygulamayacağız” cevabını alıyor. (1) Kısacası arsa, değerinin onda-bir fiyatına, neredeyse bedavaya, İslamcı BİM’e verilmiş oluyor..

Kamu kuruluşlarının özelleştirmelerle yine aynı çevrelere, kısmen Arap sermayesi ortaklıklarıyla peşkeş çekilmesi ise ayrı bir başlık konusudur..

Cumhuriyet tarihinde, 1942 yılında Varlık Vergisi Kanunu ile gerçekleştirilen transferden sonra en büyük servet ve sermaye transferidir bu. Resmi gerekçesi, "olağanüstü savaş koşullarının yarattığı yüksek kârlılığı vergilemek" olarak dile getirilen bu kanunu, faşist Şukrü Saraçoğlu hükümeti Ermenilere, Yahudilere ve Rumlara uygulamıştı. Gayri resmi açıklamasında ise şöyle diyordu: ‘’Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz." (2)

Şimdi aynı şeyi bu kez sermayeyi ‘İslamileştirmek’ adına yapıyorlar..

AKP’NİN ‘KRİSTAL GECESİ’

Bugün bunun da ötesine geçip ‘el koyma’yı açık bir yasa haline getirdiler. AKP’nin meclisten geçirdiği yeni yargı kanununda yer alan ‘makul şüphe’ sadece siyasi faaliyetlere değil, sermayenin diğer kesimlerine de yöneliktir. Yani makul şüphe ile bir işverenin mal varlığına el konulabilecek, hapse atılabilecek. AKP’lilerin ‘peygamber dostu bir yargı’ (yani İslami yargı) diye anlattığı bu hukuk anlayışıyla, kendilerine göre dost olmayan kesimler cezalandırılacak, işine, evine, malına, sermayesine el konulacak.. Bu yöndeki ilk örneğin Zaman Gazetesi ve STV’ye yapılan polis baskınları ve tutuklamaların ardından yaşanması muhtemeldir..

Bu yasayla tamamen devre dışı bırakılan hukukun yerini ideolojik-politik kriterler alacaktır. Faşizmin pratğini bundan daha somut bir uygulama anlatamaz. Çünkü faşist diktatörlüklerin temel bir özellği de hukuk tanımazlıklarıdır, hukukla kendini sınırlamayan, dolayısıyla, açık bir diktatörlüktür.

Varlık Vergisi, hukuk ve yasa ile maskelenmiş azınlıklara yönelik bir sermaye transferiydi.. Menderes iktidarının organize ettiği 6-7 Eylül pogromu ise, Hitleri'n Kristal gecesi'ni andırır.

9 kasım 1938 gecesi Alman nazileri yahudilere ait ev, işyeri ve sinagoglara kanlı bir saldırı düzenler.. Gerekçe Paris'teki Alman Büyükelçili'ğini basan bir Yahudinin, önüne çıkan ilk kişi olan büyükelçi yardımcısını vurmasıdır. Goebbels, bunun planlı bir Yahudi komplosu olduğu ve Alman ırkının öcünü alması gerektiği, olayların çıkması halinde ise müdahale etmeyecekleri propagandası ile kitleleri provoke eder. Ardından saldırı gerçekleşir. Gecenin sonunda 99 yahudi öldürülmüş, 7500 işyeri yağmalanmıştir.

6-7 Eylül olayları da Selanik’teki Atatürkün evine bomba atıldı yalan haberinin yayılması üzerine aynı şekilde gerçekleşti. Rumlara yönelik misilleme sözkonusuydu ama Ermeniler ve yahudiler de hedef alınmıştı. 4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5.317 mekân saldırıya uğramıştır.

Maraş Katliamı da aslında bir ‘Kristal gece’ydi.. Katliamda Alevilerin evleri ve işyerleri de yağmalandı. Özellikle Ecevit’in uyguladığı tarım destekleme politikası ile zenginleşen kırsal alandaki Aleviler Maraş merkeze göçerek kent içi ekonomik etkinliği ele geçirmişlerdi. Alevilerin hem zenginleşmesi, hem de sosyal yaşama katılması zengin sunnileri ‘tedirgin’ etmişti. Tedirginlik zaman zaman “Maraş sağcıdır, burada sol barınamaz” şeklinde dışa vurdu. Katliam öncesi kenti gezen ABD Büyükelçiliği 1. Kâtibi Alexander Peck, “Yakında Aleviler size yiyecek ekmek bile vermeyecekler!” diyecekti…

Kadroları böyle bir gelenekten süzülüp gelen AKP iktidarı, daha ileri bir adım atarak, çıkardığı yargı ve güvenlik yasalarıyla, bu provokasyon örneklerini resmi devlet poltikası düzeyine taşıyor. 6-7 Eylül olaylarında Seferberlik Tetkik Kurulunun (özel harp), Maraş katliamında kontrgerillanın rolü hatırlanırsa, IŞİD içinde birlikleri olan Özel Harp dairesinin provokasyonları ihtimal dışı değildir..

AKP IRKÇILIĞI: FARKÇI-IRKÇILIK

Faşizmin diğer bir özelliği olan ırkçılık ise, AKP için farklı bir çervede sözkosudur. Bugün kapitalist dünyada, özellikle Avrupa’da uzunca bir süredir biyolojik ırkçılığın yerini sosyo-kültürel-simgesel farklılıkların doğallaştırılmasına dayalı bir ırkçılık almaktadır., Samuel Huntington’ın Medeniyetler Çatışması’da öne sürdüğü, Soğuk Savaş sonrasında,1990 'lı yıllardan itibaren uluslararası ittifak ya da ihtilaflarda belirleyici olan unsurun politik ya da ekonomik ideolojiler değil, medeniyetler olmaya başladığı ve 21. yüzyılda da bu trendin devam edeceği yolundaki –Bush dönemi politikasına yön veren- tezi bu doğallaştırmanın önemli bir etkeni olmuştur. Sovetler Birliği'nin yıkılması için ABD ve NATO’nun uygulamaya soktuğu yeşil kuşak projesinden deneyim kazanan emperyalizm, bu kez medeniyetler çatışması tezinden hareketle BOP çerçevesinde Ilımlı İslam projesini gündeme soktu.

Bu farkçı-ırkçılık* insan uygarlığını oluşturan kültürlerin çok sesli birliğine karşı daha büyük bir tehlikedir. Eş zamanlı olarak, farklı medeniyetlerin var olduğu kurgusu tek bir dünya kapitalist sisteminin varolduğu gerçekliği ile bağdaşmaz. Batı sadece mevcut (burjuva-) uygarlığın aktüel temsilcisi, öncüsüdür. Bütün farklı kültürler dünya kapitalist sistemi tabanında tek bir uygarlık çatısı (batı kültürünün ve burjuva ideolojisinin hegemonyası) altında çelişkin bir eklemlenme içinde ve etkileşim halindedirler. Farklı kültürleri farklı uygarlıklar olarak kurgulamak ister istemez kapitalizm-öncesi dünyanın kültürel kodlarını bugüne taşıma sonucunu verir. Başka bir anlatımla, tek bir dünya sisteminin varolmadığı koşullarda mümkün olan ama bugün kültürel kalıntıya / mirasa dönüşmüş uygarlıklara fiili bir kimlik atfetmek, dünya ölçüsünde gericiliği yaygınlaştırmak, egemen kılmaktır. Bu bakımdan, Lenin’in, emperyalizmin ayırd edici eğilimlerinden biri olarak analiz ettiği siyasal gericilik, eğilim olmaktan çıkmış, günümüzde tayin edici temel bir karakteristik halini almıştır. ‘Yeni orta çağ’ nitelemesi tam da bu bağlamda anlam kazanır.

 Bir ırka üstünlük atfetmekle, belirli bir kültüre ya da din veya mezhebe mutlak doğruluk ve üstünlük atfetmek arasında özde bir bir fark yoktur. Batının, klasik sömürgecilik döneminde olduğu gibi, kendisini yeniden üstün bir konuma oturtması, karşı-eşbiçimini de doğurmaktadır. Sovyetler Birliği’nin, sosyalist bir uygarlığı temsil etmekten çok, modernizmi aşmak yerine onun bir versiyonu olarak kalması, Afganistan işgali gibi emperyal politikaları, Batılı modernleşmeyi örnek alan bölgedeki yönetici sınıfların başarısızlığı ile birlikte, moderniteyi topyekün reddeden bir ortam oluşmasına yaradı. İran İslam devriminin alternatif bir uygarlık iddiası ile ortaya çıkması bu ortamın bir sonucudur. İran’ın devrimi ihraç etme girişimleri ile birlikte, emperyalizmin Büyük Ortadoğu Projesi devreye girmiş ve mezhep çatışmasını kışkırtan bir yol izlemiştir. Bu da sonuçta Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da inanç ve kültür farklılıklarına dayalı islamcı ırkçılığı gündeme getirmiştir. IŞİD’in vahşet içeren çizgisi bunun en sert örneğidir.

AKP, özellikle Alevilere yönelik asimilasyon politikalarıyla bu çizgiyi şimdilik daha yumuşak bir biçimde uyguluyor. Diğer yandan bu tür bir (farkçı-) ırkçılık, AKP’ye, biyolojik ırkçılığın temsicisi MHP’ye karşı, kendi kültürel / mezhepçi ırkçılığını perdeleme imkanı vermekte ve hegemonik bir üstünlük sağlamaktadır. 

‘’ÜST-AKIL’’-‘’TAŞERON AKIL’’ VE ‘’ MİLLET AKLI’’

Yakın zamanda Erdoğan’ın kimi tespitleri ve argümanları ulusal ve global medyada alay konusu oldu.. Bilimi ve aklı rehber edinenler, tarihi bilenler için bu açıklamalar elbetteki komik. Ama Erdoğan’ın, Amerika kıtasını ve dünyanın yuvarlak olduğunu müslümanların keşfettiğini ileri sürmesi, gündemi kaçaksaray gibi konulardan uzaklaştırma amacı taşımakla birlikte asıl olarak, konuştuğu platform dikkate alındığında (1. Latin Amerika Ülkeleri Müslüman Dini Liderler Zirvesi), hem dünya müslümanlarının liderliğine soyunma (‘’Türkiye İslam dinin sancaktarlığını yapıyor’’) ve hem de kendi tabanına özgüven aşılama amacı taşıyor.

Osmanlının gerileme döneminde Batı karşısındaki yenilginin yarattığı eziklik, 20.yüzyılın başında batıyla özdeşleşme stratejisiyle aşılmak istendi. 1923 devrimi bunu hedefledi. Ancak modernleşme politikalarının sentezleyici olmaktan çok ‘kendini yoksayarak öteki (Batı) olma’ anlayışı ile pratikleşmesi, toplumsal bir şizofreniye, ikili bir kültüre de yol açtı. Bu ikilik şimdi yine benzer bir anlayışla aşılmak isteniyor. Bu kez, modernleşmeyi yok sayarak kendisi olma şeklinde. Bu, topluma deli gömleği giydirmek demek..

Şöyle bir tasnif yapıyor Erdoğan: Üst-akıl, taşeron akıl ve bu ikilinin karşısına koyduğu millet aklı.. Bu millet de Sunni mezhebinden başkası değildir. Üst akıl’dan kastedilen ise Batıdır. Taşeron akıl ise cumhuriyetçiler, demokratik ve özgürlükçü bir moderniteden yana olan, Kürt özgürlük hareketi dahil seküler temelli sol siyasi hareketler, kültürler.. Siyasi aklın (yani Erdoğan’ın) entelektüel aklı öncelediğini belirten AKP’nin entelektülleri, ‘geleceğimizin 20. yüzyılın defterini dürmekten geçtiğini, bu vesayet dediğimiz üst aklı ve onun içerideki gönüllü taşeronlarını silmekten, etkisizleştirmekten’ geçtiğini yazabiliyorlar...20.ci yüzyılın defterini dürmek.. Nedir bu? Modernleşme ve demokratikleşme yolunda atılan adımlar.. 1923 burjuva devriminin getirdikleri.. Laiklik, dil devrimi, modern eğitim, kadın hakları, seküler yaşam tarzına dair ne varsa.. Bunların hepsi, şimdi ya tasfiye edilmekte ya da cendereye sokulmuş durumda.

 19. Milli Eğitim Şurası’nın açılışında, Bizim bazı sıkıntılarımız var hâlâ. Bu sıkıntıları anaokulundan başlayarak bir hayat tarzı sunarak yeneceğiz” sözleriyleyeni nesil dizaynı” mesajı veren Erdoğan, hedefe somutluk kazandıran şu sözlerle devam ediyor: ‘’İki yüz yıldır eğitimin formatlama aracına dönüştüğü bir sistem ne yazık ki kendisine yabancı bireyler yetiştiriyor ve bunu da cesaret edip hiç kimse sorgulamıyor, sorgulayamıyor. İşte bizim en başta bu dönüşümü gerçekleştirmemiz gerekiyor.’

Kapitalizmin çözülme ve başkalaşım döneminde olduğu, burjuvazinin aydınlanmanın değerlerini çoktan terkettği, kültürel değerleri pazar değirmeninde öğüttüğü, insani erdemleri metelaştırarak yozlaşmayı derinleştirdiği, kısacası hem insanlığı hem de doğayı kendisiyle birlikte yıkıma götürdüğü bir süreç yaşıyoruz. Bunu burjuva uygarlığının, burjuva toplumunun çöküşü olarak da okuyabiliriz. İşte Erdoğan’ın partisi ve medyasının propagandistleri bu çöküşü kullanıyorlar. Tıpkı Hitler'in modernizmin ilk krizini kullandığı gibi. Bu bakımdan, nazizmin siyasal ve ideolojik inşası ile siyasal islamın inşası arasında, tarihsel ve toplumsal koşullar dışında pek fark yoktur.

Yaşadığımız şey, açık faşizmin, faşist diktatörlüğün, faşist bir toplumun tedrici olarak inşa edilmesi ve geliştirilmesidir. Siyasal İslam aslında geniş ortadoğu toplumlarına özgü bir faşist harekettir. Neoliberal kapitalizme hizmet, polis-devleti formu, lidere sorgusuz itaat, boyun eğmeyi empoze etmek için kullanılan öncü kuvvetler kurmak, değerlerin zorla islamileştirilmesi, muhalefete yönelik tasfiye politikaları ile faşizmin temel karakteristikleriye uyuşur. AKP iktidarı, bu doğrultuda devleti yeniden biçimlendirmiştir. Geriye devletin kabuğu, yani parlamenter demokrasinin karikatüre dönüşen varlığı, sembolleri kalmıştır. Bunun yanısıra siyasal ve toplumsal muhalefetin mevcudiyeti ve bu mevcudiyet içinde Kürt özgürlük hareketinin önemli bir engel olarak özel konumudur..

AKP’NİN ÇÖZÜM SÜRECİ, SUNNİ İSLAM FEDERASYONUNA TABİDİR

AKP, Kürt özgürlük hareketinin bu konumunu bildiği için, çözüm sürecini, laik-cumhuriyetçi çevrelerle Kürt özgürlük hareketinin iletişim kurmasını engellemekte bir silah olarak da kullanmaktadır. Bu, Erdoğan’ın korkularından biridir ve bunu Gezi isyanında ortaya koydu.. (‘Çok ilginç bakıyorsunuz terörist başının posteri, yanında Atatürk ve yanında Türk Bayrağı. Ey ulusalcılar siz nasıl izlediniz bunu..’ (3)

Bir yandan bayrak indirme provokasyonları, öte yandan Dersim katliamını –‘devlet arşivlerini aç’ çağrılarına sessiz kalarak- ikide bir gündeme getirme, hem ulusalcı kesimi Kürt Hareketine karşı provoke etme hem de Kürtlerin acılarını istismar etme.. Bu oyun her zaman olduğu gibi, Kürt egemenleri ile birlikte yürütülüyor. Genellikle AKP’nin aynı zamanda Kürt egemen sınıfını içeren bir ittifak olduğu gözardı edilmektedir. Neo-Osmanlıcı bir çerçeveye oturtulan bu ittifak sadece Türkiye Kürdistanı halkını sömürmekle kalmıyor, Güney Kürdistanı da (yeni-) sömürgeleri haline getirmektedirler..

Bu nedenle AKP açısından çözüm süreci. emperyal heveslerinin ideolojik ifadesi olan yeni-Osmanlıcı siyasetin temel bir bileşeni olarak işlemektedir. Kürt emekçi halkını bu siyasete razı etmekten başka bir şey değildir. Rıza yoluyla olmazsa, 6-7 Ekim ayaklanmasından sonra devlet terörüne başvuracağını valilere gözaltına alma yetkisi veren yeni kamu güvenliği paketiyle ilan etmiş bulunuyor.

Özellikle Gezi isyanından itibaren artan bir ivmeyle faşist bir rejim inşa edilmekte olduğu gün gibi açık. Ana doğrultusu bu olan bir devlet iktidarından demokratik hamleler ummak paradoksal bir çelişkidir. Bu paradoksu gören Aysel Tuğluk, AKP’inin, Kobani önlerinde ‘düştü, düşecek’’ diye rengini ve çizgisini çok net sergilediği günlerde şu tespiti yapıyordu: ‘’AKP kesin bir şekilde partner olmaktan çıkmıştır.. AKP çizgisi Türkiye’nin bütünü için şu an yürürlükteki en büyük tehlikedir. Bizzat IŞİD ideolojisi ve yaşam anlayışının AKP eliyle toplumun dokularına nüfuz etmesinden söz ediyorum. Bu anlamda bölge için her türlü gericiliğin kaynağı haline gelen bu çizgiye tüm kürt güçlerinin tutamak olmasına son verilmelidir.’’ (4) Aslında KCK da uzun bir süredir durmun farkında. “Erdoğan sorunu çözecekmiş gibi yaptı, hep bundan söz etti, ama hiçbir zaman çözüm sürecine girmedi. Hep beklenti yarattı, oyaladı, zaman kazandı, kendi iktidar amaçları için her şeyi kurban ettiler.” tespitini yapan Cemil Bayık, müzakere sürecinin 15 Mart’a kadar, yani seçimlerden önce tamamlanması gerektiğini belirterek, ‘’Öyle müzakereye başlayıp, zaman yetmedi, seçimlere girdik, artık seçim ortamında müzakere yapılamaz, seçimlerden sonraya kalsın, biçimindeki bir yaklaşımı biz kabul etmiyoruz. Eğer müzakereyi kabul etmezlerse veya takvimlere göre yürütmezlerse bir politik oyalama, bir aldatma olarak değerlendireceğiz ve bunu aynı zamanda bir savaş hazırlığı olarak değerlendireceğiz.’’(5) dedi. 

Yine de, resmen savaşı başlatan taraf anlamına gelebilecek ‘’biz bu oyunda yokuz’’ demeden, Kürt halkını bir beklenti içinde tutan genel politik hattan, çözümü faşizme karşı ortak mücadele çerçevesine hızla taşıyan bir hata geçişin elzem olduğunu söylemek durumundayız. Çünkü 15 Mart’ta bir ‘mucize’ olmayacağı gibi, akabinde gündeme gelecek savaş konsepti de, bölünme paranoyasını körükleyecek çok daha büyük bir şovenist dalga için gerekçe oluşturacaktır. Bir başka deyişle, Erdoğan’ın –özellikle CHP’yi parçalamaya yönelik bir pazarlığa dayanan- Silivri ulusalcılarıyla ittifakı genişleme imkanı bulabilecektir.

2023 hedefinin, birleşik ya da federal İslam devletinin ilan tarihini ifade ettiği yeterince açıktır. Bu, esasta sunni Türk-Kürt federasyonu olarak şekillenmektedir. Erdoğan’ın bölgedeki en sağlam müttefikinin Barzani yönetimi olduğu bilinen bir gerçek. Bu ittifakı Kobani savaşı bile sarsamadı, aksine Kobani’ye IŞİD’i saldırtmakla, Rojava devrimini etkisiz kılmanın imkan ve araçlarını geliştiriyorlar. PYD’yi sıkıştırıp Duhok anlaşmasına razı ettiler.. Rojava’da Barzanici partiler, yönetimin eşit paydaşı oldu. Bu anlaşmayla ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin IŞİD mevzilerini bombalamaya başlaması eşzamanlı oldu. Peşmerge güçleri Kobani’ye girdi.. Öte yandan IŞİD’in güneydeki mevzileri de bombalanarak, Barzani’nin ilerlemesi ve güney Kürdistan’da kontrolü elde etmesi sağlandı.. Kısacası, Rojava’daki kanton yönetimini IŞİD ve işbirlikçi Kürtlerle birilikte yıkmak isteyen Erdoğan ve AKP’nin, Türkiye Kürtleri için demokratik bir çözüm düşünebilmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu  Frankenstein'ın yaratığının normal insana dönüşümünü mümkün görmek gibi bir şey olur.

Başkanlık sistemini inşa etmeleri, 2023 hedefiyle dogrudan ilişkilidir. Başkanlık sistemi ve Osmanlıcılık siyaseti, sunni federasyonun inşası için gerekli yapılar. İki yüz yıllık modernleşme hareketinin reddi ise kurulacak rejimin ne olduğunu gösteriyor.. İslamcı faşist diktatörlük, kurucu irade rolü oynayacak.. Dolayısıyla, seküler temelli Kürt özgürlük hareketinin bu denklemde yeri yok. Bir yandan müzakere görüşmeleri sürdüren AKP’nin çözümü’nün bir aldatmaca olduğu şurdan belli. Sözkonusu eğitim şurasında, tartışması dahi yokken Osmanlıcanın zorunlu ders olmasına ‘’isteseler de, istemeseler de’’ mantığı ile karar verildi. Peki, yıllardır tartışma gündeminde olan ve artık CHP’nin de ciddi olarak üzerinde düşünmeye başladığı ana dilde eğitim konusunda adım atmaya engel ne kalmıştı?

ANTİ-FAŞİST CEPHE

Acilen faşizme karşı bir mücadele stratejisi geliştirilmesi kaçınılmazdır. Söylemeye gerek yok, anti-faşist bir cephe inşa etmek ve barış sürecini de bu cephe siyasetinin temel bir ögesi kılmak olması gerekendir. Barış süreci, bu noktadan sonra esas olarak Türk halkının demokratik özerklik ve bu kez eşitlik temelinde demokratik bir cumhuriyete ikna edilmesi süreci olarak işlemelidir.

HDP bir yandan Türkiye partisi olma iddiası yolunda önemli adımlar atmıştır.. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde izlenen hat, kapsayıcı ve etkili bir adımdı.. Ancak bunu sürdürdüğünü söylemek zor. Parti olarak seçimlere katılacağını ve yüzde-10 seçim barajını aşacağını açıkladı. HDP şimdi anti-faşist bir strateji izlerse gerçekten Türkiye partisi olabilir ve barajı aşabilir. Bu da faşist devletle müzakere sürdürmeyi ana politkası olmaktan çıkarmayı gerektirir.

HDP şu ana kadar demokratik özerklik-demokratik cumhuriyet formulasyonunu bir bütünlük olarak pratiğe geçirmedi.. Demokratik cumhuriyet talebi havada duruyor.. Demokratik cumhuriyet için HDP içindeki sosyalistlerin örgütlü olarak inisyatif alması gerekir. Kürt hareketinin kendi özgül programı için DBP’yi kurması HDP’yi bir cephe örgütü konumuna getirdi zaten.. Eksik olan HDP içindeki sosyalistlerin örgütlülüğüdür.. Bu eksiklik şimdilik sosyalist bir koordinasyonla doldurulabilir.. Anti faşist cephenin oluşmasında bu koordinasyon inisyatif yüklenebilir, yüklenmelidir.

Demokratik cumhuriyet, kapitalist moderniteye karşı demokratik moderniteyi esas alan bir ideolojik siyaset geliştirmeyi gerektirir. Mesele sadece ulus-devleti aşmak değildir. Laikliği, seküler toplumu bu çerçevede sahiplenmek.. Siyasi İslamla, statükocu ulusalcılarla ideolojik mücadele ve samimi ulusalcıları, kemalistleri kazanma mücadelesi.. Bunun için kurtuluş savaşındaki birliği savunmak gerekir. İki halkın gönüllü birliğini tesis etmenin tarihsel dayanaklarından biri. emperyalizme karşı verdikleri ortak mücadeledir. Cumhuriyeti tümüyle olumsuzlayıcı bir tutum ne bilimsel olarak doğrudur, ne de bir fayda saglar. Bundan nemalananın esas olarak siyasi islam olduğu artık anlaşılmalıdır..

Demokratik özerkliği, ‘’Cumhuriyetin kuruluş felsefesine uygun bir şekilde yeni bir toplumsal sözleşme’’nin temel bir unsuru olarak parti programına yazabiliyorsak, bunu politik bir düzeye de taşımak gerekir.. Kürt özgürlük hareketinin lideri Öcalan, asli olarak Türk ve Kürt halkları olmak üzere halkların ittifakıyla kazanılan kurtuluş savaşı, ’’emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı bir demokratik ulusal devrimdi.’’ tespitini yapar. ‘’Bu devrime önderlik eden M. Kemal’in o dönemdeki bütün demeçleri bu gerçeği ifade eder.’’ diye devam eden Öcalan, bir komplo ve darbe örgütü olarak tanımladığı İttihat Terakki Cemiyeti’nin ‘1919-1922 ulusal devrimine nasıl sızdıklarını, özellikle İngiliz hegemonyasıyla işbirliği içinde olanların komplo, suikast ve darbelerini de çok iyi bilmek gerektiğine’’ işaret eder.(6) Öcalan’ın bu tespitleri, demokratik ulus ve demokratik cumhuriyet taleplerine tarihsel bir köken arayışını ifade eder ki, doğru olan da budur.

Bugün AKP faşizminin karşısına tarihsel kökeni bu olan bir demokratik cumhuriyet şiarıyla çıkılmalıdır. Buna uygun bir ideolojik siyaset geliştirilmelidir. Açıkçası cumhuriyetin kazanımları, komplekse kapılmadan sahiplenilmelidir. Bu faşizme karşı ideolojik mücadelenin gereğidir. Eğitim sistemi tümüyle sunnileştirilirken, okullar kuran kurslarına dönüştürülürken, Osmanlının son yüzyılından bile daha geri götürülürken susulamaz. (Batıda okulların İmam-Hatipe dönüştürülmesine aileler karşı çıkarken neden Doğudan bir ses yükselmiyor?) Kaldı ki, AKP iktidarı Kürt illerinde gericiliğin önünü alabildiğine açarak bu açılımdan Hizbullah partileşme fırsatını yakaladı, IŞİD taban buldu. Şimdi de Hüda-Par’ı kürt halkının üzerine saldırtıyor..

Bu yönde atılacak adımlar, Birleşik Haziran Hareketiyle stratejik güçbirliği yapmayı da kolaylaştıracak, ulusalcı-kemalist çevrelerin şovenist eğilimlerini kısmen yumuşatacak ya da ayrıştıracaktır. Diğer bir anlatımla, statükocu, eski düzen yanlısı, faşizan ulusalcıların tecrit edilmesi de mümkün olacaktır. Türk halkını, Kürt halkının haklı taleplerine karşı düşmanca bir tutumla manüpüle eden; IŞİD’le PKK’yi, dahası Kobani’yi ve Rojova’yı IŞİD çetelerine karşı savunan PYD ve YPG’yi de eşleştirip ‘yesinler birbirlerini’ diyen paranoid siyasetin karşısına Kurtuluş savaşındaki birlikle karşı çıkalım. 1921 Anayasasını, Meclisin gizli oturumunda aldığı Kürtlere özerklik kararını yüzlerine çarpalım.. Sonraki ihanetleriyle yüzleşmeye zorlayalım.

Bu cenah, tıpkı komünistlere karşı izlediği düşmanca politkalarla Hitler nazizminin yükselişinde önemli rol oynayan Alman sosyal-demokratlarının rölünü oynamaktadır. Alman sosyal-demokrasisinin komünizm korkusu faşizm korkusuna baskındı. Bunların da bölünme paranoyası faşizm korkusuna baskın. Ancak sosyal-demokratlar kendi politikalarının altında bizzat kendileri kaldılar.. Öte yandan, Alman komünistlerinin 3. Enternasyonalin yalnış politikalarını izleyerek sosyal demokratlara karşı sekter bir tutum almasının faşizmin işine yaradığını da unutmayalım.

Öte yandan Birleşik Haziran Hareketinin ortaya çıkması ve hızla örgütlenmesi olumlu bir gelişmedir. Ama eğer politik bir varlık olarak etkinliğini sürdürecekse, Kürt halkının taleplerini sahiplenmeli ve Kürt özgürlük hareketiyle yakınlaşmayı ve dolaysıyla, HDP ile anti-faşist birliği hedeflemelidir. Bugün hiç bir devrimci, sol bir talep, kurtuluş savaşı döneminde Mustafa Kemal’in, Kürtlere muhtariyet (özerklik) vaadinden, bunu Meclis kararı haline getirmesinden daha geri olamaz. Dolayısıyla bu birlik, işin bu noktasından tutulduğunda, CHP’yi de anti-faşist cephenin içine çekmekte en büyük kaldıraç olacaktır..

Demokratik cumhuriyete giden yol budur..

Dolayısıyla HDP demokratik cumhuriyet hedefi ile ilgili. formülasyonun ötesinde, somut talepler öne sürmelidir.. Daha açık bir ifadeyle Türkiye’nin bütünü için bir devrimci geçiş programı inşa edilmelidir. Bu, Haziran Hareketiyle birlikte bir cephe programı olarak da inşa edilebilir. Geçiş talepleri cephe siyaseti ile birleştirildiğinde Türkiye’de bütünleştirici bir devrimci politik strateji gündeme girmiş olacaktır.

-----------------------------------------------------

!. Çiğdem Toker, Cumhuriyet, 27 Aralık 2014

2. Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları, Ayhan Aktar, İletişim Yayınları

* Kavramı Fransız marksisti Etien Balibar kullanıyor. Bkz. Irk-Ulus-Sınıf, Metis yayınları

3. 21 haziran 2013, Kayseri konuşması

4. https://t24.com.tr/yazarlar/aysel-tugluk/kobaneden-sonra-cozum-sureci-ve-akpnin-tukenisi,10494

5. https://www.evrensel.net/haber/100197/akpnin-sureci-secime-feda-etmesine-izin-vermeyiz

6. Abdullah Öcalan, Demokratik ulus çözümünde Demokratik kurtuluş ve özgür yaşam, https://www.demokratikmodernite.com/aocalan.html

Yazarın Dİğer Yazıları

  1. Fareler, Muktedirler ve Seçim
    ''Ancak halk iradesinden, tarihin kenefine süpürülmekten korkan bu gasp ve soygun çetesi her şeyi yapabilir. Çünkü Nazım'ın dediği gibi 'hiç bir korkuya benzemez halkını satanın korkusu.' Satmanın dışında, cinayetlerle, katliamlarla…
  2.  TİP’in kararı, HDP’nin Çengiz Çandar Tercihi
    TİP’in seçimlere İttifak içinde, Yeşil-Sol Partiden ayrı olarak kendi logosuyla girme kararı, buna karşılık HDP’nin Hasan Cemal’i ve özellikle Cengiz Çandar’ı aday göstermesi üzerine tartışmalar devam ediyor. Bu tartışmalar, yakın…
  3. Faşizm ve İç Savaş
    Faşizm ve İç Savaş
    30 Haziran 2022
    Erdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze alan bir politika izledikleri bugün daha net görünüyor. Emareler, eğilimler daha belirgin. Elbette ki iç savaş iki karşıt…
  4. Devrimci durum ve Emek Cephesi
    Devrimci siyaset kurulu düzen içinde ‘’daha iyi bir toplum’’ mücadelesi yürütmek değildir. Böyle görüldüğünde mücadele ve siyaset rutin bir prosedüre ya da protestoculuğa indirgenmiş olur. Devrimci siyaset verili olanı daha…
  5. Kurucu Meclis, Halk ittifakı ve HDP
    Bugün bizde 2001’in Arjantin durumu yok; mafyala?m?? fa?ist bir rejim var. Bu nedenle, böyle bir otokratik rejimin cenderesindeki bir ülkede Kurucu Meclis, sadece bir anayasa yap?m yöntemi olamaz. Ülkenin ve…
  6. Mihri Belli’den kalan: Devrimin güncelliği
    ''Geçmişin devrimcilerini, sosyalist eylemcilerini, sadece yaşamlarını devrime adadıkları için değil, örnek mücadeleleri ve harekete düşünsel ve pratik katkıları ile de değerlendirmeli ve anmalıyız. Bu, öncelikle, onların pratiklerini eleştirel süzgeçten geçirerek…
  7. Güzel bir insan, kararlı bir devrimci: Şaban Ormanlar
    Şaban Ormanlar entelektüel birikimi olan, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde özverili katkıları kadar marksist hareketteki teorik tartışmaları da takip eden onurlu, dürüst bir insan ve kararlı bir komünistti. Onu ilkin TRT…
  8. Faşist MHP Kapatılmalıdır!
    Bu partinin mafya liderleri ile, eski kontrgerilla artıkları ve Susurluk çetesi ile iç içe geçtiği, dolayısıyla, hem insanlığa karşı, hem de mafyatik suçların ODAĞI olduğu görünen bir gerçek. Peki, bunlar…
  9. Finale  Doğru
    Finale Doğru
    26 Nisan 2021
    Biliyorsunuz iktidarın, içeriği artık ayan beyan olan 2023 hedefi var.. Cumhuriyeti 100. cü yılında ilga edip onun yerine otokratik islamcı bir devletin ilan edilmesi. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ya da tek-adam…
  10. Yeni-Osmanlı Galaksi İmparatorluğu:)
    Kainatın efendisine naçizane teklifimiz şudur ki, Aya gidecek ilk kafile, Hz. Nuh’un kendisine inanmayarak gemiye binmeyen oğlunu ikna etmek için ‘’cep telefonu ile görüştüğünü’’ ortaya koyan İÜ Deniz Bilimleri Fakültesi…
  11. Seçimler Amerikan toplumundaki yarılmayı açığa çıkardı
    Pensilvanya’daki seçimleri önde bitirmesiyle 20 delege daha kazanması kesinleşen Biden, 46. ABD başkanı olarak anılmaya başlandı bile. Şimdiki tartışma, Trump’ın White House’tan nasıl çıkartılacağı üzerine. Bilindiği gibi, 65 milyonu aşkın…
  12. Egemen paradigmanın içindeki ‘Muhalefet’
    Öznel müdahalenin öncelikle yönelmesi gereken hedeflerden biri, bütün hareketlerde, ama özellikle emek hareketinde emekçi demokrasisini (proleter demokrasiyi) örgütlemek yerine kendi grupsal iktidarını örgütleme anlayışıdır. Bunun devrimci Marksizmle bir alakası yoktur.…
  13. Devletin emperyalist siyaseti, faşizm ve Kürt sorunu
    Krizin görüngülerinden biri ABD hegemonyas?n?n çökmekte olu?u. Büyük ihtimalle hegemonya krizi çoklu seçeneklerle uzun süre devam edecek. Bu seçenekler ?imdilik Çin, Rusya, Hindistan olarak görünüyor. Bölgesel hegemonya mücadelesi içinde olanlar…
  14. Dayanışma
    Dayanışma
    21 Mayıs 2020
    Sosyalist politika, geleceği bugüne izdüşüren bir yaklaşımla hareket eder. Bir başka deyişle onun temeli, alternatif bir toplumsal ilişki biçimini geliştirmektir. Bu ilişki biçimi, egemen ilişki tarzına karşıt alternatif nüve olarak…
  15. AKP-MHP’li vekiller deyyusların ‘siyasi’ temsilcileri mi?
    Bu iktidara kar?? direni? anayasal bir hakt?r ve me?rudur. Ait oldu?u yere, tarihin çöplü?üne gönderilmesi ya?amsal oldu?u kadar art?k ahlaki bir sorundur. Fezlekesini yazman?n zaman? çoktan geçti bile.. ?nfaz yasas? koronavirüse…
  16. Cumhuriyeti mi, tasfiyesini mi kutluyorsunuz!
    Zira Cumhuriyetin ilkeleri, başta laik sistem, onun birincil uygulama alanı eğitimin akla ve bilime dayalı temelleri yok edilmiş durumda. Devlet aygıtları islamileştirilmiş, cumhuriyet ordusu, Son Suriye harekatının da gösterdiği gibi,…
  17. Marksist Devrimci olarak Mihri Belli
    16 Ağustos 2011'de aramızdan ayrılan Mihri Belli'yi, devrimci eylemin önde gelen simalarından ve önderlerinden biri olarak anıyoruz.. Aşağıdaki yazı O'nun yoldaşlarından Mehmet Özgen'e ait. Özgen, bu yazıyı Mihri Belli'nin ardından 2012…
  18. Cumhur ittifakı değil Cürüm ittifakı
    Demokrasiye, özgürle?meye en çok ihtiyac? olanlar, elbetteki emekçi s?n?f ve katmanlard?r, kad?nlard?r.. Bu nedenle, Emek ve Kad?n Cephesi, anti-fa?ist mücadelenin, kürt halk?n?n da taleplerini kapsayan demokratik cumhuriyet mücadelesinin itici gücü olarak…
  19. İkili kriz: hem iktidar hem muhalefet
    Ortada giderek gerçekli?i su yüzüne ç?kmakta olan bir iktisadi kriz olmas?na, bunun da diktatörlü?ü beka endi?esine sürüklemesine ve toplumun her türlü hile ve bask?ya ra?men direncini sürdürüyor olmas?na kar??n, muhalefet…

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…