Kürdün Kürt, Türk'ün de Türk olarak, her milletten emekçi halkın kendi kimliğini gururla taşıdığı, inançlarını özgürce yaşayabildiği, ortak vatanın nimetlerini hakça paylaşan yurttaşları olmak için mücadele ettiği bir ülkede bölünme, soygun ve sömürü düzenini devam ettirmek için emperyalizmle kucak kucağa oturanlarla, çıkarı devrimden yana olanlar arasında olur ki, bu da hayırlı bir bölünme olur...
Özellikle son yıllarda güncelliğini yitirmeyen bir soru. Kobani’nin AKP iktidarı tarafından açıkca desteklenen IŞİD çeteleri ile kuşatıldığı ve çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu kent halkının bir katliamla yüzyüze bırakıldığı günlerde bu soru yine akıllara düştü.
80’li yılların sonlarına doğru Kürt köyleri basılıyor, köy meydanlarına toplanan kadınların önünde erkekler sıra dayağına çekiliyor, gerillaya destek verdiğinden kuşkulanılanlara dışkı bile yedirildiği oluyordu. Halkı sindiremeyen güvenlik güçleri bir süre sonra, köy yakmalara, zorla göç ettirmelere başlamış, yüzbinlerce Kürt köylüsü yerinden yurdundan edilip kent merkezlerine sürülmüş, kendi memleketlerinde mülteci durumuna düşürülmüştü. Yaygın gözaltıların ardından gözaltında işkencede kaybetmeler ve güpegündüz yol ortalarında infazlara başlanmıştı. Toplum o dönemde kaybedilenlerin isimlerini ve ne kadar büyük sayılara ulaşmış olduğuna bugün her hafta Cumartesi Anneleri vasıtasıyla yeniden tanık oluyor. İlginçtir, birçok kişi bu gerçekleri daha yeni öğreniyor.
Kürtler ne istiyor, niye isyan ediyor, bu güvensizlik niye, sorularına cevap aramak yerine, Türkiye bölünür mü, kaygısına düşmek, sorunu değil sonucu tartışmaktır.
Ana dilde eğitim hakkını tanımayacaksın, aynı devlet çatısı altında eşit ve özgür yurttaşlık talebini karşılayacak anayasal güvence isteğine kulak tıkayıp, egemen kimliğini ona dayatacak ve sonra da bölücülük yapıyorlar diyeceksin!
Soruyu şöyle sormak gerekmiyor mu; Kürtler nasıl oluyor da hala aynı devlet çatısı altında bir arada yaşamayı savunabiliyorlar?
Bu soruyu haklı kılacak son bir olayı yeniden hatırlayalım;
Bir kasaba üç cepheden, ağır silahlarla donatılmış ve girdiği her kentte kadınları ve çocuk yaşta genç kızları satan, erkeklerin kafalarını kesen çeteler tarafından saldırıya uğruyor. Dışarıyla temas sağlanabilecek, insani destek ve silah yardımı alınabilecek tek geçiş yeri de bu çeteleri destekleyen bir devlet tarafından kapatılmış. İnsan vicdanının kabul edemeyeceği, ancak bilim kurgu filmlere konu olabilecek bu felakete tanık olduk, olmaya devam ediyoruz. Kürtler, kendilerine kardeşiz diyen bir devlet tarafından ölüme terk ediliyor, dahası katillerle işbirliği yapılıyor.
Ve aynı devlet, halihazırda tıkanmış olan “çözüm süreci” ile Kürt sorununu çözebileceğini iddia edebiliyor. Açıkca bir sahtekarlık yapılıyor. Özel olarak Kürt halkına ve aynı zamanda tüm Türkiye halkına sürekli yalan söyleniyor. Bir tarafta sözde kardeşlik iddiası, öte yandan sürekli Türk milliyetçiliğini kışkırtan provokasyonlar.
Kürt Siyasi Hareketinin İmralı'dan verdiği mesajlarda iki halkın özgürlük ve eşitlik temelinde bir arada yaşama isteği Kürtler adına sıklıkla dile getiriliyor. Bu, Türk şövenizmini boşa düşüren, iki halkın bir arada yaşama iradesini güçlendiren önemli bir katkıdır.
Bu katkının tek yönlü olamayacağı açıktır. Devletin yüzyıllık baskı ve inkar politikalarının savunucusu AKP iktidarının, iki halkın eşitlik ve özgürlük temelinde birliğinden yana bir adım atmak istemediği 12 yıllık pratiği ile kanıtlandı. AKP’nin, kendi dinci hedeflerine uygun Osmanlı’ya öykünen planlarını daha da ileriye taşımak için genel seçimlere kadar durumu idare edecek bir oyalama sürecine girdiği anlaşılıyor. Bu durum, KSH ile görüşmelerin tıkamasına ve AKP eliyle toplum içindeki gerginliğin artmasına neden oluyor.
Kürt ve Türk Halkları arasındaki kardeşliğin ve bir arada yaşama iradesinin geliştirilmesinde önemli görev Türkiye soluna düşüyor. Ezen ulusun devrimcileri olarak ne yazık ki, bu güne kadar Türkiyeli emekçilerin sesi, vicdanı olabilecek çapta bir devrimci hareketi yaratamadık.
Türkiye sol hareketinin bir bölümü bilindiği gibi Halkların Demokratik Kongresi ve buraya katılanların büyük bir kısmı da Halkların Demokratik Partisi (HDP) içinde yer alıyorlar. Bunların dışında kalan bazı parti ve gruplar ve bir kısım sosyalist bireylerle bazı CHP milletvekilleri ve sosyal demokratların da içinde yer aldığı bir topluluk da, bir yıllık tartışma sürecinin ardından kendilerini Birleşik Haziran Hareketi (BHH) olarak adlandırdılar ve solda yeni bir oluşum başlattılar. Sayıca az olsa da bir kısım örgütler her iki kümelenmenin dışında kaldılar.
Türkiye Sol Hareketinin bu iki grubu arasında, Kürt Ulusal Hareketi ile ilişkiler ve bu hareketin nasıl değerlendirildiği konusunda farklılıklar var. Bu farklılık önemli, ancak bu, ayrı yerlerde bulunmanın tek gerekçesi de değil. Türkiye'nin ihtiyacı, bu iki önemli dinamiğin ve diğer muhalefet güçlerinin, gericiliğe, yağmacılığa, talana, yolsuzluğa, soygun ve cinayetlere karşı ortak bir adalet ve özgürlük cephesinde buluşmasıdır. Tıpkı 2013 Haziranında Gezi'de tanık olduğumuz gibi ve bunu da aşan biçimde bir cephe hareketine ihtiyacımız var. Bu cephe kurulabilir mi? Konu oldukça geniş. Bu ihtiyacın nedenlerini, 1908 den günümüze yaşadığımız süreci ve Türkiye solunun içinde bulunduğu duruma kadar bir yığın konuyu bütünlüklü olarak ele alıp tartışmak gerekiyor.
Hangi düzeyde olursa olsun, birlikte olmak, bir arada yaşamak ya da birleşik bir cephe hareketi olabilmek için karşılıklı saygı, sevgi ve güven duygusunu geliştirecek tutum ve davranışlarda, söz ve eylemlerde bulunmak, birbirinin değerlerine karşı saygılı ve dikkatli olmak, birbirini anlama gayreti içinde olmak gerekiyor.
Konuyla ilgili olduğu için bir tanıklığımı burada paylaşmak istiyorum. BHH nin ilçe ve mahalle toplantılarını takip etmeye çalışıyorum. 7 Aralık Pazar günü Gazi Mahallesi Cem Evi konferans salonuna toplantı saatini 5 dakika geçerek gittiğimizde salonun dolu ve kürsüden hitap edilmekte olduğunu görünce geç kaldığımızı düşünerek hemen bir yere oturduk.
Meğerse bir önceki toplantı, süresini aşmış devam etmekte.
Kürsüde iki kadın, biri hararetli bir şekilde Kemalizm ve kadın konusunda birşeyler anlatıyor. Kadın hakları Günü dolayısıyla yapılan bir toplantı olduğunu anlayıp dinlemeye devam ediyoruz. Kemalizmin kadına baskısını, bunun cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana devam ettiğini söylüyor.
Cumhuriyetin de tıpkı diğer kavramlar gibi bu düzende sahte olduğunu ifade ediyor.
Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kadını aynı potada değerlendirmesi bana ters geliyor. Konuşmanın başını dinlemediğim için bir yorum yapmanın yanlış olacağını düşünüp, söylenenlerin bir düzen eleştirisi olduğunu varsayıyorum.
"Atatürk, Osmanlı'ya damat olamayınca cumhuriyeti kurdu" diyor.
Not almak istiyorum ama o kadar hızlı ve bağlantısız cümleler kuruyor ki yetişemiyorum. Bu sunumda bir terslik olduğu duygusu pekişirken, konuşmacı o vurucu cümleyi sarfediyor; "Atatürk'ün en iyi takipçisi Tayyip Erdoğan'dır"
Salondan bir iki itiraz yükseliyor, birisi itirazını soruyla dile getirmek isterken, konuşmacıdan taraf olanların sesleri itirazları bastırıyor ve konuşmacı salonu yatıştırmak için "merak etmeyin her soruya verecek cevabımız var" diyor. Süresini aşmış olan toplantı uyarılar üzerine bitirilirken, salonda genç kadınların "ji jiyan azadi" sloganları çınlıyor, salon boşalıyor ve geride bir sürü soru kalıyor.
Kürsünün ardında bütün cemevlerinde görebileceğimiz büyük Hz Ali, Hacı Bektaşi Veli ve Atatürk posterleri asılı. Bektaşiliğin o derin hoşgörüsü içinde söylenenler dinleniyor ve önemli bir tartışma yaşanmadan salon bir sonraki toplantıya, BHH forumuna hazırlanıyor.
İki toplantının kitlesinin çok farklı duygular içinde olduğundan kuşkum yok. BHH toplantısında sunumların ardından söz alan bir dinleyici, bir önceki toplantıyı takip ettiğini belli eder şekilde, Mustafa Kemal'i konu alan bir soru yöneltince bir başka izleyici cevap vermek istediğini söyleyerek söz alıyor. Dersimli bir Alevi olduğunu söyleyerek söze başlayan kişi, cumhuriyet sayesinde Alevilerin daha özgür olduğu anlamında bir söz edince salondan coşkulu bir alkış yükseliyor.
İki farklı toplantı, iki değişik eğilim, ve iki ayrı örgütlenme. Her ikisi de özgürlükler için, adalet için mücadele ettiğini ve üstelik ikisi de solda olduğunu söylüyor. İki örgütlenmenin de hitap ettiği kitleler arasında önemli duygu ve düşünce ayrılıkları var.
Bu salonda kendini açıkca ifade eden bu iki farklı bakışta ortak olan, olayları kendi tarihsel dönemi içinde bütünlüklü olarak kavrayamamış olmaları. Marksizmden öğrendiğimiz, olayları ancak somut olgulardan yola çıkarak kavrayabileceğimizdir. İlk konuşmacı, cumhuriyeti tümüyle reddeden bir yaklaşım içindeyken, ikincisi onu sadece bir yanıyla ele almakta. Cumhuriyetle birlikte milli burjuvazinin, kapitalizmi yani ücretli köleliği geliştirmek için, her türlü muhalafete, işçi sendikalarına yasaklar koyduğunu, sola hayat hakkı tanımadığını, isyan eden kitleleri kanla bastırdığını biliyoruz. Ama aynı cumhuriyetin, kulluk düzenini yıkıp, sanayiden, eğitime, sanat kültürden toplumsal yaşamın her alanında çağa uygun modern kapitalist bir devlet kurmaya soyunduğunu da biliyoruz. Şimdi, ikisi de kölelik düzeni, ne farkı var diyebilir miyiz? Bu bakış bizi, "tarih boyunca ezen ve ezilen sınıflar vardı zaten, bunlar arasında ne fark var ki", ye kadar götürür.
Dersim katliamı ne kadar somutsa, Dersim'de devletin kulu olmaktan çıkmış yüksek okur yazar oranıyla anılan çağdaş, özgürlüklerine sahip çıkan bir halkın varlığı da o kadar somuttur. Her ikisi de cumhuriyet döneminin sonuçları değil midir? Bu çelişkili durumun içiçeliğini, toplumsal gelişme ile bağlarını anlatmak zorundayız. Bu bağları kuramazsak, halka kendimizi de izah edemeyiz.
Tarihe, kin ve intikam duyguları ile değil, sınıfsal perspektifle yaklaşacağız. Toplumsal gelişmeyi sağlayan, sınıf mücadelesini ileriye taşıyan ne varsa bunları bütünlüklü bir biçimde sahiplenerek tarihsel bir sürecin devamı olduğumuz gerçeği ile hareket edeceğiz. Bu sayede ayakları yere basan, halkıyla barışık bir hareket yaratabiliriz.
Türkiye'nin yoksulları, ezilenleri, dini, mezhepsel, bölgesel, etnik ve çok daha başka konularla birbirinden ayrı düşürülmüş durumda. Oysa ki, temel sorunlarımız ortak ve çözümleri de bir olmaktan, birlikte mücadele etmekten geçiyor.
Kürdün Kürt, Türk'ün de Türk olarak, her milletten emekçi halkın kendi kimliğini gururla taşıdığı, inançlarını özgürce yaşayabildiği, ortak vatanın nimetlerini hakça paylaşan yurttaşları olmak için mücadele ettiği bir ülkede bölünme, soygun ve sömürü düzenini devam ettirmek için emperyalizmle kucak kucağa oturanlarla, çıkarı devrimden yana olanlar arasında olur ki, bu da hayırlı bir bölünme olur...
Yazarın Dİğer Yazıları
Geleceğimizi, doğal afetleri toplu cinayete çevirenlerin elinde bırakmayacağız!
10 Şubat 2023Militarizm eleştirisi içermeyen bir demokrasi mücadelesi olur mu?
12 Kasım 2022Bir Seçime Yaklaşırken, İki Dernek, İki Farklı Tutum
23 Ekim 2021Demokrasi Konferansı; Yeniden Kuruluş İçin Halkçı Bir Seçenek Öneriyor
10 Temmuz 2021Gerici Kuşatma Karşısında Sanatın ve Sanatçının Sorumluluğu
26 Mart 2021Shakespeare'in Kralları'ndan Bugüne...
10 Şubat 2021Kim Bu ADAM'lar ?
8 Eylül 2020Saray Rejimi, Salgın Felaketini Büyütüyor
4 Nisan 2020Kaz Dağları’nda Ve Diğer Yerlerdeki Tüm Arama İzinleri İptal Edilsin
18 Ağustos 2019AKP Yönetiminde; Sosyal Devletten, Köleci Devlete
23 Eylül 2018Rejim son eşiği de döndü, diktaya Karşı yeni bir mücadele programı kaçınılmaz
4 Temmuz 2018Şimdi, yeniden 'Bu Daha Başlangıç..' demenin zamanıdır.
23 Haziran 2018Umut içimizde saklı
2 Ocak 2018Hayır'ı Örgütlemek
3 Şubat 2017Şimdi Karar Verme Zamanı!
15 Aralık 2016Ya Birleşik Mücadeleyi Öreceğiz, Ya da Faşizmin Karanlığında yok olacağız!
12 Mayıs 2016Gülay'ın ardından..
27 Kasım 2015Silahların susması yetmez, Türkiye ve Ortadoğu’nun başına bela bu iktidardan da kurtulmalıyız…
11 Ağustos 2015Ağrı Provokasyonu ve HDP’nin Kurşunlanmasının Ardından…
21 Nisan 2015Haziran Seçimleri; Türkiye Solu'nun imtihanı
2 Mart 2015