RÜŞVET ŞEREFSİZLİĞİ KİŞİNİN PEŞİNİ BIRAKMAZ --Erdoğan oğluna müteaddit defalar telefon ediyor ve evdeki paraları başka yerlere nakletmesini istiyor, buna rağmen oğlu evde hâlâ 30 milyon Avro’nun kaldığını söylüyordu. Tayyip Erdoğan’ın hayatının sonuna kadar unutamayacağı, öldükten sonra da onu takip edecek olan asıl olay budur..
2010 Referandumundan sonra Tayyip Erdoğan ve medyadaki hoparlörleri “vesayet bitti, ileri demokrasi geldi” diye tutturmuşlardı. Oysa o referandumun en önemli sonucu Tayyip Erdoğan’ın Yargı'da hâkimiyet kurması ve iktidarını “rejim” haline getirmesiydi.
Adı geçen politikacı o egemenliği şimdilerde “cemaat denilen” topluluğun 20 yılı aşkın zamandır Adliye’ye yerleşmiş olması ve çok sayıda 1. Derece hâkim - savcıya sahip olması sayesinde sağlamıştı. Çünkü Anayasa değişikliği önemli bir adli kurum olan (hâkim ve savcıların özlük işlerinde, terfi-tayinlerinde ve sicillerinde yetkili kurum olan) HSYK’nın 1.Derece yargıç ve savcıların oylarıyla seçilmesini öngörmekteydi.
HSYK iktidar tarafından ele geçirilince, hâkim ve savcıların mesleki kaderleri de ele geçirilmiş oluyordu. Başta bulunanlar bu sayede Emniyet’e kendi istekleri doğrultusunda kovuşturma talimatı verebiliyor, siyasal nitelikli adli soruşturmalar ve davalar açtırabiliyor, mahkeme kararları aldırabiliyorlardı.
Yargı üzerindeki merkezi siyasi kontrol (aynı zamanda intikam güdüsüyle ölçüsüzleşen ve usulsüzleşen) politik nitelikli davalarda önemli rol oynadı.
O hâkimlerin ve savcıların Cemaate mi mensup bulundukları, yoksa sadece AKP muhibbi mi oldukları önem taşımamaktaydı. Yapılan her şey "Tayyip Erdoğan rejimi" içindi.
7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarının savcılık tarafından sorguya çağrılması ile Tayyip Erdoğan irkildi. Zira bu celp sadece onun emri dışında değildi, ona karşı yapılmıştı. Bunun üzerine alelacele bir kanun çıkartılarak her hangi bir MİT mensubuna dokunulması Başbakanın müsaadesine bağlandı.
RÜŞVET ŞEREFSİZLİĞİ KİŞİNİN PEŞİNİ BIRAKMAZ
Tayyip Erdoğan Cemaatin gelir kaynaklarından dershaneleri kapatma kararına yönelince, asıl çıngar koptu,17 Aralık 2013’te rüşvet ve yolsuzluk kovuşturması geldi. Tayyip Erdoğan’ın dört bakanı, bir kamu bankası genel müdürü hedefteydi.
Üstelik kovuşturma şimdi ortaya atılan ne idüğü belirsiz “makul şüphe” ye dayanmıyordu: Ortada teknik takiple elde edilmiş dinleme kaydı, fotoğraf gibi mutlak kanıtlar vardı.
Polis baskını sırasında kundura kutları içinden çıkan tomar tomar dolarlar, iddiaları doğrulayan resmi evrak vardı.
En önemli olay baskın sabahında Tayyip Erdoğan’ın oğluyla yaptığı telefon görüşmelerinin kayıtlarının kendi seslerinden medyaya verilmesiyle yaşandı: Tayyip Erdoğan oğluna müteaddit defalar telefon ediyor ve evdeki paraları başka yerlere nakletmesini istiyor, buna rağmen uzun günün sonunda oğlu evde hâlâ 30 milyon Avro’nun kaldığını söylüyordu.
Tayyip Erdoğan’ın hayatının sonuna kadar unutamayacağı, öldükten sonra da onu takip edecek olan asıl olay budur.
İçeride (duyarsız, tepkisiz, sahtekârlığa alışkın) seçmenlerinden ne kadar oy almış olursa olsun, dünyada itibarını sıfıra indirmiş olan da aynı olaydır.
Kendisini Cumhurbaşkanı seçtirdikten sonra yıllardır yanıp tutuştuğu yeni ünvanıyla çalım satacağını sanarak BM Genel Kuruluna gittiğinde (çünkü daha önce BM yıllık açılış toplantılarına gitmeyi boykot etmişti), kürsüye çıkar çıkmaz Genel Kurul salonunun boşalması17 Aralık 2013 günü oğluyla arasında geçen konuşmaların bütün dünya devletleri tarafından bilindiğini gösterir. O toplantıda hazır bulunanlar sadece devletlerin BM delegeleri değildir, o devletlerin hükümet ve devlet başkanlarıdır. [Yalaka ve sahtekâr medya kesimlerinin fotoshop’la salonu doldurup, ses efektleri ekleyerek Tayyip Erdoğan’ı alkışlatmaları onun hayran kitlesini kandırabilir, fakat olay boyuna pohpohladıkları liderlerinin dünya devletleri nezdinde hiçbir prestijinin bulunmadığının ispatıdır.]
17 Aralık’tan sonra 25 Aralık’ta da yeni kovuşturmalar yapılacakken rejim bunu polis zoruyla önlemiştir, Yargıya bağlı çalışması gereken Emniyet Yargıyı bastırmıştır. Binlerce Emniyetçinin, yüzlerce savcının, hâkimin yeri değiştirilmiştir.
Panikleyen "dünya lideri" alelacele askerin postalına sarılmıştır. Bugün Başbakan Yrd. olan o zamanki AKP Gen. Bşk. Başdanışmanı Yalçın Akdoğan hemen refleks verip” milli orduya kumpas kurulmuş olduğunu” söylemiştir. (Yeni Şafak, 26 Aralık 2013).[Demek ki, bütün o darbe iddiaları, Deniz K. Komutanı Özden Örnek’in günlükleri, Jandarma Gen. K. Şener Eruygur ile Cumhuriyet Ankara Bürosu Şefi Mustafa Balbay’ın konuştukları ya da aynı gazetecinin “Genç Subaylar rahatsız” diyen imzalı büyük manşeti, Danıştay Hâkimi Mustafa Yücel Özbilgin’in öldürülmesi, Ümraniye bombaları, vb. kumpastı, öyle mi?]
Dün suçlu ilan edilenler bugün kumpas mağduru olmuşlar, onları kovuşturulmasında ve yargılanmasında rol alanlar bugün “paralelci, vatan haini” damgasını yemişlerdir.
YAZ-BOZ YARGISI
Adli yasalarla ve mevzuatla iktidardakilerin menfaatlerine göre oynanmış, Yargı yasaları yaz-boz tahtasına dönmüştür. Mesela dün HSYK’nın seçimle oluşmasını Referandumun “ileri demokrasi” zaferi ilan edenler, bugün CHP’ye ”gelin Anayasayı değiştirelim, HSYK seçimlerini kaldıralım” demektedirler.
Yasalar değiştirilmiş, (adli hataları düzeltmek için değil, Ergenekon ve Balyoz sanıklarını hoşnut ederek yeni işbirliğinin gereğini yapmak için) yeni yasalar çıkartılmış, (bu arada nesebi gayet sahih Veli Küçükler, Kemal Kerinçsizler dâhil) Ergenekon ve Balyoz sanıklarının tahliyesi sağlanmış, “Yok kanun, yap kanun” dermiş, bugün de öyle yapılmaktadır. Gece yarısı kanunları, torba yasalar AKP’nin huyu hâline gelmiştir.
Tutuklu eski Gen.Kur. Bşk. cezaevinden çıkmadan bir gün önce onca gazete arasından havuz başına mülakat vererek kumpası tekrarlamış ve Cemaate karşı mücadeleyi başa koymuştur (Sabah, 6 Mart 2014).
Askere karşı Cemaatten istifade etmiş olan siyasi iktidar, şimdi de Cemaate karşı askerden faydalanma peşindedir. Eskiden askerler darbeciydi, şimdi Paraleller darbeci oldu.
Mazlum ve masum Tayyip Erdoğan’a gene mağduru oynamak düştü.
Şimdi “paralel yapı”ya karşı tedbirler Milli Güvenlik Kuruluna getirilmekte ve devletin kırmızı kitabı denilen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi adlı gizli anayasaya o önlemler yazılacaktır. O metni adı üstünde Milli Güvenlik Kurulu hazırlar.
RÜŞVETİN ADI 'USULSÜZ HEDİYE KABULÜ' OLDU
Bu ayrıntıları niçin hatırlattık? Tayyip Erdoğangilin emrindeki adliyenin (17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk kovuşturmasından alınan savcının yerine atanmış) olan Ekrem Aydıner 53 zanlı hakkında takipsizlik kararı verdi de, ondan.
Adı geçen Cim Savcısı “rüşvet alma” suçunun oluşabilmesi için “taraflar arasında menfaat temin edildiğine dair anlaşma olması gerektiğine” hükmederek iddianamede geçen isimlerin kamu görevlileriyle anlaşma yaptığına dair delil olmadığını, dolayısıyla da rüşvet suçundan bahsedilemeyeceğini belirtti. Daha da önemlisi rüşvet sanıkların aldıkları rüşvet için “usulsüz hediye kabulü” ifadesini kullandı.
Suçlanan şahıslar hakkında dava açılması için daha fazla ne olması lazımdı? Eğer o bakanlar temiz idiyseler Tayyip Erdoğan onları neden istifa ettirmek zorunda kalmıştı?
Bu toplum, rejimin adliyesine neden güvensin, inansın? Güvenmez, inanmaz, ama Tayyip Erdoğan’a gene de oyunu verir. Çünkü AKP teşkilatlarından torpil bulan milyonlarca seçmen devletten para yardımı almaktadır. Yani rejimden para menfaati olanlar sadece suyun başında duranlar değildir. [“Olsun, çalıyorlar ama bize de veriyorlar, ya, sen ona bak! Bunlar giderse bu parayı alamayız.”]
Bilcümle milletvekili, bakan, danışman, Yargı mensubu, öğretim üyesi, Tübitak’çı ve dahi yalaka medyacı bu olağanüstü rüşvet ve yolsuzluk hadisesini örtbas etmek, olayı kapatıp unutturmak için 17 Aralık 2013’den bu yana seferber olmuşlardır.
Tayyip Erdoğan’ın sesini ayan beyan herkes tanıdığı halde, o önce dublaj demiş, sonra montaja çevirmiştir. Yurt dışındaki iki uzman kuruluş kayıtları inceleyip montaj olmadığını açıklamış, ama TÜBİTAK utanç verici bir şekilde kayıtların hece hece (kelime kelime değil, hece hece) montaj edilmiş olduğunu iddia etmiştir.
AKP -bakanları, milletvekilleri, bürokratları ve medyacıları ile- utanç verici bir tutum sergilemiştir. Onlardan herhangi biri -menfaati var veya yok- baştaki şahsı beğendiği için, politikalarını benimsemiş olduğu için onu savunabilir, ama hırsızlığını, yolsuzluğunu bile bile, hâlâ ona hizmet ediyorsa, canla başla onu savunuyorsa, bu bir siyasi tercih değildir, menfaat gereğidir.
O şahıs esas olarak ahlâksızın, şerefsizin biridir. Çünkü ortada fikir yoktur, para vardır. Kocabaşlar deveyi hamuduyla yutarlar, yalakalara da kemik sıyırmak düşer.
Fakat; sizin medyacı ona da razıdır. Çünkü lûgatında şerefiyle para kazanmak yoktur. “Utanmıyor musun?” diye soracak olsanız, kimisi “evlâd u âyâl” diyecektir, kimisi üniversitede üç çocuk okuttuğunu söyleyecektir, kimisi de evin taksitlerinin ağır olduğundan yakınacaktır. Tamamına yakını ise yıllardır beraber olduğu, hatta sık sık toplantılarına katıldığı Hizmet Hareketinin darbe girişiminden dem vuracak, oluşumla uzak yakın hiçbir ilişkisi olmamış size “Paralelci” diyecektir.
Cemaate bağlı bir kaç Milletvekili dışında, AKP’lilerin hemen hemen tamamı hırsızlığa, rüşvetçiliğe göz yummuştur. Aralarından namuslu, haysiyetli çıkmamıştır.
HAYSİYETSİZLİĞİN SINIRI YOK
Tersine, Cemaat’in yurt içindeki 1. No.lı sözcüsü olan zât çürük yumurta olduğunu göstermiş ve Tayyip Erdoğan’cı kesilmiştir. Takındığı tutum politik bir tartışmada taraf tutmak değildir, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet ve irtikâptan yana olmak demektir.
Son çıkartılan takipsizlik kararı da Yargı için utanç vericidir. İşbaşındaki siyasetin ahlâksızlığının, Yargıyı nasıl kullandığının yeni bir belgesidir.
Karar karşısında sessiz kalan toplumun yarısı işbaşındakilerin hırsızlığına aldırmamaktadır, olaydan hoşlanmayanlar ise “böyle gelmiş, böyle gider” neme lazımcılığı içindedir.
Diktatörlük ülkelerinde yolsuzluk, hırsızlık ortaya çıkmaz, birileri cezalandırılsa bile, hadise ya gizli kalır veya çekişen iki rakipten (kişi veya gruptan) güçlü olanı diğerinin açığını yakaladığı için vurur yahut da iktidardan düşen politikacı hakkında yolsuzluk davası açılabilir.
Türkiye’de rüşvetten yargılanan ilk bakan (Yavuz-Havuz davasında) Bahriye Vekili İhsan Bey idi.
Şahıs 1924’te Yavuz Zırhlısının bakım ve onarımı vesilesiyle Fransız şirketinden rüşvet aldığı için 1928’de Divan-ı âli’de yargılanmış ve hapis cezası almıştı. Davanın yankıları o kadar uzun zaman sürmüştü ki, 1950’li yıllarda yetişen bizim kuşak bile olayı bilirdi. [Sıradan ve küçük bir rüşvet olayı bile unutulmuyorsa, Tayyip Erdoğan’ın oğlunun ve bakanlarının milyarlarca dolarlık rüşvet ve yolsuzluk hadisesi hiç unutulmayacaktır.]
Şimdikilere gelince, zamanın Başbakanının oğlu –hâkim ve savcılar babası tarafından değiştirildikten sonra— takibattan kurtulmuştur, tutuklananlar kısa zamanda serbest bırakılmıştır, 4 bakan hakkında düzenlenmiş fezlekeler yok edilememiş ve Meclis'e gönderilmiştir, ama Başkan Cemil Çiçek önce prosedür oyunlarıyla fezlekeleri oyalamış, sonra bakanlar hakkında soruşturma komisyonu kurulmuşsa da, çalıştırılmamıştır.
Komisyon ilk toplantısını yeni yapmış, görev süresini iki ay uzatmıştır. Genel Seçimlerle bu yasama döneminin sona ermesi, yeni dönemde komisyon kararının kadük olması beklenmektedir. Yani Cemil Çiçek adlı --Özal zamanından kalma—politikacı da rüşvet ve yolsuzluk olayında kaç kırat olduğunu ortaya koymuştur.
İşte size, rejimin Yürütmesi, işte Yasaması, işte Yargısı ve işte medyası.
İşte Yeni Türkiye...
Yazarın Dİğer Yazıları
1 Kasım 2015 manzaraları...
5 Kasım 2015Kanlı ortam kime yarıyor?..
22 Ağustos 2015Asıl suçlu canileri beslemiş, büyütmüş olanlardır!
27 Temmuz 2015Savaş tamtamları da AKP’yi kurtarmaz!..
8 Temmuz 2015Seçim 2015: Hiçbir seçim böyle kanlı olmamıştı...
2 Temmuz 2015Bir demokrasi suçlusu: Süleyman Demirel
17 Haziran 2015Oy gaspı ve namus...
3 Haziran 201512 Eylül 2010 Anayasasıyla kurulan Yargı düzeneği
19 Mayıs 2015Soykırım zihniyeti 100 yıldır sürüyor
24 Nisan 2015Bu kez de siyasi nitelikli hayvan katliamı...
3 Nisan 2015Siyasi iktidarın çocuk katliamları...
8 Şubat 2015Hırsızın hiç mi kabahati yok?
11 Ocak 2015Papa Türkiye'de: Konuk, eski bir darbeci...
1 Aralık 2014Bir demokrasi suçlusu: Süleyman Demirel
3 Kasım 2014Erdoğan rejiminin asıl hedefi IŞİD değil, Rojava’nın işgalidir...
28 Eylül 2014Işid şeriklerinin saltanat ve sadaret merasimi...
4 Eylül 2014Erdoğan'ın 'taht'a çıkmasına yardım edenler
23 Temmuz 2014Tayyip Erdoğan’ın cülus töreni
7 Temmuz 2014Fıtratında aşağıya doğru sürüklenme de var!
25 Mayıs 2014