Cumhuriyet tarihinde ilk kez Cumhurbaşkanı seçimi yapılacak. Hayata sol’dan bakanlar, bu sürece çok zor koşullarda giriyoruz. Üzerimizden geçen 12 Eylül silindiri öyle genişmiş ki, hala ezmeye devam ediyor. Giderek bizi şaşırtma ve yanıltma gücünü de arttırıyor.
10 Ağustos’ta sistem seçimi yapılacak. Bütün “sağ” partiler gibi Erdoğan’ın da aklında hep başkanlık var. İstediğini yapsın ama mahkemeler veya bir başka kişi ya da kurum kendisine karışmasın istiyor. Meclisteki muhalefet de buna karşı çıkıyor.
Bizim cenahtan hemen ”özü değişir mi?” sorusu geliyor.
“Parlamenter sistem veya başkanlık olmuş, ne fark eder!”
Gerçekten öyle mi?
12 yıldır giderek artan baskı ve sömürünün “dizginlenmiş” bir hükümet eliyle sürdürüldüğü ve bu hükümetin bizim çok iyi bildiğimiz ve hatırladığımız gibi 12 Eylül yasalarını bile aratmaya başladığı düşünülürse, bu durumun sistematikleşmiş hali olacak olan “başkanlık sistemi” ülkeyi 12 Eylül’den bile geri ortama götürecektir.
Bize aslında bu seçimde Türkiye’deki yönetim sisteminin nasıl devam ettirileceği soruluyor. Bu soruya yanıtımız kesinlikle var. “Ben bu sistemin nasıl devam edeceğine cevap vermem; beni ilgilendirmez” şeklinde “sol”dan yanıt verebiliriz.
Ama hafızalarımızı zorlayalım. Faşizme Karşı Birleşik Cephe’de Dimitrof, faşist parti içindeki tüzük tartışmasını gündeme getirir ve orada parti içinde çalışan komünistlere “faşist parti organlarının seçimle yönetime gelmelerini” tercih etmelerini söyler. Bildiğiniz Bulgaristan faşist partisinden söz etmektedir. Adı üstünde faşist faşisttir. ”Nasıl gelirse gelsin” demez.
Ülkemizde, bu seçimlerde benzer bir durum söz konusudur. “Kendilerini nasıl idare ederlerse etsinler” demek gibi bir lüksümüz yoktur. Parlamenter sistem gerici devlet organizasyonunun en ‘gevşek’ halidir. Bizim için “tercih” gediği/açmazları daha fazla olan “parlamenter sistem” olmalıdır.
Böyle bir seçimle karşı karşıya kalmamız çok acıdır. Öne çıkan iki adaydan birini seçmek adeta “ölümlerden ölüm beğen” durumudur. Biri bildiğimiz Erdoğan diğeri de Aydınlar Ocağı’ndan “İslamcı” İhsanoğlu!
Tercih için elimizin kalkması çok güç. Bunun psikolojik işkence noktası olduğu ortada. Ama hayat acımasız.
Bu seçimde kimseyi seçmiyoruz.
Yapmamız gereken, Erdoğan’ın seçilmemesini sağlamaktır.
”Başkanlık istemiyoruz” demektir.
Ne yazık ki yaşam bizi MHP’lilerin de kabul ettiği birine oy vermeye zorluyor. 10 Ağustos’taki seçimde herkes gönlünce tavır alabilir. İsteyen boykot eder, isteyen de Demirtaş’ı destekler. Ama ikinci tura gelince ne olacaktır?
Kaçış yok.
Büyük olasılıkla, ya Erdoğan ya İhsanoğlu…
”Boykot ederim” demek çıkış değildir. Sonra tarih bize ”önünde iki farklı nüansta sistem vardı, sen hangisini tercih ettin?” diye soracaktır. Beğenmediklerimiz içinden en kötüsünde yaşamaya başlarız. Ortada derdimizi anlatacak hiç bir kurum ve kişi bulamayız.
Şakası yok!
Erdoğan “baş düşman”dır.
Baş düşmana karşı kimlerle ittifak yapılabileceği tarihte yazar.
”Düşmanımın düşmanı dostumdur.”
Yeter ki, Erdoğan seçilmesin.
Yeter ki Türkiye başkanlık sistemine doğru ilerlemesin.
Gidişat “açık faşizm”dir.
Hayal kurmanın alemi yok. Siyasette hayallere yer yok!
Yazarın Dİğer Yazıları
Sezon geldi!! Evlenenler, sünnet düğünleri..
6 Temmuz 2014Bir halk adamı daha linç ediliyor!
20 Kasım 2012Bütün Hackerlar birleşin, suyu kirleteni ifşa edin!
28 Temmuz 2012Sağlık Bakanlığı ne yapıyor?
30 Haziran 2012Çernobil'den Fukuşima'ya nükleer kıyımın geleceği tehdit eden sonuçları
22 Mart 2012