31 Mayıs Cumartesi saat 14.00 de Mersin Sanayi ve Ticaret Odası büyük salonunda KÜLTÜRLER ARASI DİYALOG ve BARIŞ İÇİNDE YAŞAMA "Farklı ama Eşit" başlığı altında bir panel düzenlendi. Paneli Başkan Ahmet Yıldız ve Bşk. Yrd. Ali Özveren öncülüğünde Mersin Sosyal Demokrasi Derneği düzenlemişti. Sanırım konunun ve katılan panelistlerin doğru seçimi nedeniyle katılım oldukça kalabalıktı diyebilirim. Öyle ki BDP'li arkadaşların Kürt sorunu temalı panellerinde topladıklarına eş bir kitle vardı. Dernek yöneticilerini kutlamak gerekir.
Panelistlerden Yrd. Doçent Dr. Meltem Yılmaz Şener ve Prof. Ahmet Özer konuya oldukça hâkim ve eğitici birer konuşma yapan iki akademisyendi. Üçüncü panelist ise artık herkesin tanıdığı kendilerini Anti-kapitalist Müslümanlar olarak tanımlayan bir grubun lideri İhsan Eliaçık'dı. Dikkatle dinlediğim kadarıyla geldiği çevreye ve dünyaya meydan okuyan bir içerik ve üslupla sorunları ele alıyordu. Öyle ki Alevilerle birlikte cem törenlerinde semah çekebilmiş ve empati kurmakta zirve yapmıştı. Fakat hem panelist hem de moderatör olan Prof. Burhan Şenatalar ise gerçekten herkese örnek olacak bir orkestra şefliği ve bilgisiyle izleyici-panelist uyumunu sergilerken konuşmasıyla da tüm konuşmacıların eksik kalan yanlarını tamamlıyordu. Tüm panelistleri kutlamak gerekiyor.
Emekçiler açısından tabi ki benim için de önemli olan; Türkiye'nin en temel ve acil çözümlenmesi gereken sorununu ele alan panele, CHP'nin bir Genel Başkan Yardımcısının hem yöneticilik yapması hem de konuşmasıyla (bu yönüyle) çözüm ipuçlarını vermiş olmasıydı. Örneğin sözüne başlamadan önce Mersin Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesinde kurucu Dekanlık görevi yapan Onur Bilge Kula'dan bahsetmiş olması oldukça anlamlıydı. Panelin konusuyla birebir uyumlu bir kişi gösterin dense sanırım o kişi O. Bilge Kula olurdu. Yazmış olduğu 634 sayfalık ANADOLU'DA ÇOĞULCULUK VE TOLERANS kitabı sanırım buna en büyük kanıt oluşturuyordu. Fakat daha da önemli olan, 1998 yılında Mersin Üniversitesi Rektörlüğü için yapılan seçimde en fazla oyu (81) almasına rağmen Cumhurbaşkanına sunulan üç aday arasında ismine bile yer vermeyen YÖK Başkanı Gürüz, Demirel'le birlikte Türk-İslam Sentezine uygun olarak Üniversitenin başına, önceden planlı olarak üniversiteye soktukları kadroların tercihiyle ancak 47 oy almış olan bir askeri getirmiş olmalarıydı. Burada sadece 120 yıllık Türk-İslam Sentezinin bir uygulamasını görmüyor aynı zamanda Anadolu Demokrasi Sentezinin yetiştirdiği Prof. O. Bilge Kula gibi bir bilge kişinin İslamcıların devlet kadroları arasında görev alması için sanki kasıtlı bir itilmişliğin varlığına şahit oluyorduk. Tıpkı Zafer Üskül, Ertuğrul Günay vb. gibi. Aslında bu, Emperyal sistemin Nazizm'in tekliği taktiği karşısında geliştirdiği YANLIŞLAR ARASINDA SEÇME ÖZGÜRLÜĞÜ aldatmacasıydı. Tıpkı ABD'de Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasında başka bir alternatifin olmaması gibi. Böylece geleceği kurtarabilecek kadrolar hiçbir zaman kendi çizgilerini oluşturamayacaktı vs.
İşte böylesine önemli bir konuya belki benim vurguladığım biçimiyle değil ama Türkiye Cumhuriyetinin siyasi dizaynında liyakatin değil partizanlığın (Ben ise bu konunun genel anlamda Türkçü veya İslamcı olmakla çerçevelendiğini düşünüyorum.) ne kadar önemli olduğu gerçeğine dolaylı da olsa değinmiş olması Sayın Burhan Şenatalar'ın önemli bir önsözüydü.
Panelistlerden Meltem Yılmaz Şener, kültür kavramını tarif ederek farklılıkların altını çizip bunlar arasındaki en büyük sorunun ön yargı oluşumu olduğunu örneklerle izah etmeye çalıştı. Etnik, cinsel, inanç vb. yapılar arasındaki ön yargıların, aşağılama, karşısındakini yok sayma ve nefret söylemi şeklinde kendini gösterdiğini belirtip bir sonraki adımın da şiddet olduğunu ve bunun kaçınılmazlığına işaret etti. Sayın Şener'i dinlerken içimdeki son milliyetçi kırıntılarının da ruhumu terk ettiğini fark ettim. Bir ‘eğer' kıyaslaması yapıp öngörüde bulunayım isterseniz. Eğer milliyetçi veya ulusalcı olsaydım sanırım içimdeki bu şeytandan kurtulmak için bu panelden sonra devrimci mücadelemdekine eş bir çaba içinde olurdum. Sanırım bu anlatımı tamamlayan Sayın Özer'in sunduğu tarihsel ve küresel anlatımlı düşünceleri de bana büyük destek sunardı. Fakat Sayın Şenatalar'ın anlattıkları ve yönetim biçiminin ise içimden kovulan milliyetçi ve büyüklük şeytanının geri dönme yollarını tümüyle tıkayacağını da itiraf etmeliyim. Bir panel gerçekten böylesine bir etki uyandırabilir mi? Eğer iyi niyetli ve kendinize karşı dürüstseniz ve anlatılanları can kulağıyla dinlemişseniz ister milliyetçi-ulusalcı isterse ırkçı olun bu anlatımlardan ve yönetim biçiminden etkilenirsiniz. İnsanlığı elbette ki sadece panellerle eğitemezsiniz. Özellikle ekonomik, sosyal ve kültürel açmaz ve geri yaşam biçimlerine sıkıştırılmış insanlar, esas olarak, alt-üst olan siyasi mücadeleler içinde gerçeklere biraz daha yaklaşacaklardır. Fakat bu tür toplantı, konuşma, seminer, panel vb. tartışma biçimleri olmadan da insanlığın yol haritasının asla çizilemeyeceğini de belirtmiş olayım.
Sonuç olarak yazının başlığının arka planını izah etmek istiyorum. Ne yazık ki ülkemizde gerçek anlamda bir Sosyal demokrasi hareketi oluşmuş değil. (Avrupa'dakilerin anti-faşizm üzerinden prim yaptıklarını ve çok az ülkede sosyal içerik kazandığını söyleyebilirim.) Bu yönde geçmişte çok büyük çabaların olduğunu biliyoruz. Aslında bana göre ülkemizdeki halkın %80'i demokrat ve sosyal bir yaşama evrilebilecek bir potansiyeli barındırıyor. Fakat 120 yıllık Türk-İslam Sentezinin ensemizde boza pişirmesi, 1919-23 Devriminin geliştirilip demokratik bir içerik kazandırılamamış olması, daha da önemlisi sağın 1950'lerden itibaren kesintisiz bir şekilde eğreti sosyal-demokrat bir görüntüyle siyasi sahnede yer alması hem ülkedeki bugünkü anti modern geri dönüşü hem de gerçek sosyal demokrat bir gelenekten yoksun kalış öyküsünü bize veriyor. Ve ilk defa CHP Genel Başkan Yardımcısının yukarıdaki başlık altında bir toplantıyı yönetmesi ve de umut veren konuşma yapmış olması bana göre ülkemizde gerçek bir sosyal-demokrasinin cılız da olsa ayak sesleridir. Öncelikle işçiler, emekçiler, aydınlar ve Kürt yurtseverler bu ve benzeri gelişmeleri izlemeli ve desteklemelidir. Mevcut İslami Cumhuriyet planlarının sonunu hazırlayacak ve bir daha geri dönmeyeceğinin garantisini verecek olan da işte bu demokrat ve sosyal olan etkinlik ve hareketlerin bir siyasi otoriteye ve eyleme dönüşmesinden başka bir şey değildir.
Sanırım gezinin yıl dönümünde bu ve benzeri tüm etkinlik ve mücadeleler bize şu mesajıveriyor olsa gerek: YÜZÜMÜZÜ, KENDİ DÜNYALIKLARI İÇİN ÇABALAYANLARA DEĞİL BAŞKALARININ DÜNYASI İÇİN KENDİLERİNİ FEDA EDENLERE ÇEVİRMELİYİZ.
Özgürlük, barış ve huzuru bunun dışında arayanlar için gerçekten acı çekiyorum...
Yazarın Dİğer Yazıları
2.ci 'Allahın büyük lütfu' yaklaşıyor mu?
19 Şubat 2020Yüzbaşı İlyas Aydın: Devrimin iyileşmeyen yarası
23 Ocak 2020Ülkemizin sosyo-ekonomik, siyasi yapısı-1
26 Kasım 2019Aydınların Sefaleti
22 Ekim 2019Kitleleri birleştiren iki güç: Demirtaş ve İmamoğlu
19 Eylül 2019Erdoğan nereye koşuyor?
24 Temmuz 2019Devrimci hareketin can alıcı sorunu
13 Temmuz 2019İmamoğlu'nun cesareti nereden geliyor?
20 Mayıs 2019CHP: umut mu yoksa çaresizlik mi?
24 Mart 2019Erdoğan'ın (ve AKP'nin) krılma noktaları ve HDP
12 Mart 2019Bidon Kafalılar ve Chape varya Chape
27 Şubat 2019Allahsız Müslümanlar ve İslamcı Laikler -1
14 Şubat 2019Devrimci ve Sosyalist kamuoyuna
21 Haziran 2018Normal ve anormal insan profili
15 Kasım 2017Adalet Yürüyüşü ve Ortak Mücadele Anlayışı Üzerine
8 Temmuz 2017Ya biat ya mevt ya da ortak hareket!
4 Ağustos 2016R.T. Erdoğan'ın 12 Eylül'lünün sonu mu?
7 Temmuz 2016Türkiye'de sağ partilerin paradigması ve AKP'nin geleceği
9 Mart 2016Enseyi karartmak yok!
5 Kasım 2015AKP'nin düşüş eğrisi
26 Ekim 2015