"Türk solundan bir şey çıkmaz" diye düşünenler, Gezi kalkışmasında şaşırıp kaldılar, ama ondan da hoşlanmadılar, zira Gezi'nin Tayyip Erdoğan'ı hedef almasından tedirgin oldular, olaylara "çözüm sürecini baltalamak için Kemalistlerin, Ergenekoncuların provokasyonu" diye baktılar.
HDP kurulurken solda fazla tartışma olmamıştı. ÖDP deneyinden yola çıkarak-- Solun birliğine yönelik girişimlerin sonuçsuz kalacağını düşünen - kendileri ise hiçbir şey önermeyen- kimseler vardı.
"Sol birleşsin, yeni bir parti kursun" da demiyorlardı, ÖDP'nin tekrarı derlerdi, "böyle parçalı kalsın, zamanla aralarında bir veya ikisi güçlenerek, Solun etkili hareketi haline gelir" diyecek olsanız, size Nasreddin Hoca'nın borcunu ödeme fıkrasının hatırlatabilirlerdi.
Ama Sol'un Türkiye siyasetinde etki kazanması için HDP girişimi bir kaldıraç olabilir mi sorusu da henüz ortadan kalkmış değil.
Şimdilik kesin olan HDP'nin varlığının iki halkın ortak mücadelesi için değer taşıdığıdır, milliyet, din, mezhep, cins, LBGT başta olmak üzere, her türlü ayrımcılığa karşı net olarak ses yükselten bir birliktelik oluşturmasıdır.
HDK'nin 2011'deki kuruluş kongresi bütün o ulusal, etnik, dinsel, sosyal grupların katılmasıyla yapılmış olması belki simgeseldi, ama Türkiye'de bir ilkti. Zaza, Asuri, Ezidi, Mehellemi, Nuseyri, Çerkez, Laz, Gürcü, Abaza, LBGT... gruplarından insanlar ilk kez bir siyasi toplantıda -bazıları ana dillerinden- birleşik topluluğa hitap etmişlerdi. [Ve Kongre Enternasyonal'le son bulmuştu.]
Her kongrede yönetici Meclis seçilirken o kontenjanlar gözetiliyor. Fakat aslolan simgesel (düşünsel) gücün maddi güce dönüşmesidir.
2014 seçim sonuçları HDP'nin -seçime girdiği 54 ilde- esas olarak Kürt seçmenlerden oy aldığını, hatta bazı illerde 1999'daki Halkın Demokrasi Partisi (HADEP)'ten geride -veya-- aynı kaldığını gösteriyor. 1999'da Ankara'da 1. ve 2. Bölgelerde Hadep'in oyları 17.6 + 14,9= 32,5 bin , [2002'de 29 bin] imiş. 2014'te ise HDP'ye o ilden 28,2 bin oy gelmiş.
Daha da önemlisi, 1999 itibariyle, aynı ilde ÖDP'ninkiler 19,5 + 11,5 = 31 bin olmuş. EMEP'e ise 1,7 + 1,7 = 3,4 bin oy verilmiş. 15 yıl önceki seçmen sayısıyla Ankara'da sosyalistlerin oy sayısı 35 bin imiş.
Göçmen tarım işçilerinin çok olduğu Manisa'dan 1999'da HADEP 25,1, ÖDP 4,8, EMEP 1,3 toplam 31,2 bin, 2014'te ise HDP 21,7 bin oy almış.
İzmir iki bölgede 1999'da HADEP 46,5 +32= 78,5 bin, ÖDP 12,8+ 13,0 = 25,8 bin, EMEP= 1,6 + 1,8 = 2,4 bin, toplam 106.7 bin iken, 2014'te HDP 81,7 bin.
Antalya,1999, sırasıyla aynı partiler 18,6 + 5,9 + 0,9 = 26,4 bin, bugün HDP 30,2 bin.
Kocaeli: 19,3 + 4,3 + 1,1 = 24,7 bin, bugün 24,0 bin.
Bursa: 19,2 + 7,4 + 1,4 = 28,0 bin, bugün 29,3 bin.
Hatay: 14,9 + 7.3 + 0,9 = 22,1 bin, bugün 11,0 bin.
Aydın: 18,9 + 3,4 + 1,0 = 23,3 bin, bugün 20,2 bin.
Adana:1999'da HADEP 62,4 + ÖDP 7,0 + 1,5 = 70,9 bin, 2011 Genel Seçimi BDP-Bağımsız 93,2 bin, Bugün HDP 89,1 bin.
Bu veriler TBMM arşivine ait. Karşılaştırmada 1999 kendi sonuçlarını almamızın nedeni o seçimde iki sosyalist partinin en yüksek oyların ulaşmış olmalarıdır.
O illerde -söz konusu partilerin oyları az olduğundan, mukayese için, oyların oranları değil sayıları önem taşımaktadır.
HDP'nin KÜRT MUARIZLARI
HDP'ye karşı çıkan bazı Kürt siyasileri ya da köşe yazarları oldu. Onlardan Altan Tan hem İslami açıdan, hem de HDP "küçük Sol gruplardan oluştuğu", kendisi de Sola karşı olduğu için eleştirdi. Seçimlerden sonra da tekrarladığı o görüşleri okumuşsunuzdur. (15 Nisan 2014). [BDP Milletvekili Tan: 'Seçimlerin mağlubu CHP ve HDP...']
Diğer karşı çıkanlar "Türk Solunu bırakın, hastalıklıdır" dediler. [Oysa Özgür Gündem'de "Türk Solu"ndan gelmiş böyle düşünmeyen yazar veya gazeteciler de vardı. Filiz Koçali, Eren Keskin, Hüseyin Aykol, Mustafa Yalçıner, Şaban İba, Veysi Sarısözen, Gençay Gürsoy akla ilk gelen isimler.]
"Türk Solu" dedikleri hareketin bölünmüşlüğü ve etkisizliği bu kanıya yol açıyordu.
"Türk solundan bir şey çıkmaz" diye düşünenler, Gezi kalkışmasında şaşırıp kaldılar, ama ondan da hoşlanmadılar, zira Gezi'nin Tayyip Erdoğan'ı hedef almasından tedirgin oldular, olaylara "çözüm sürecini baltalamak için Kemalistlerin, Ergenekoncuların provokasyonu" diye baktılar.
80 ilde 2,5 milyon insanın haftalarca geceli gündüzlü süren eylemliliğini, Türkiye tarihinin en yaygın kitle hareketini "komplo" olarak görüp reddetmek, şayet toplumbilim cahilliği değil idiyse, öyle diyenlerin sağlık sorunu olmalıydı.
Gezi eylemleri Parkın içinde ilk gece birkaç yüz kişinin sabahlamasıyla başladığında, hazırlıkları yapmış ve harekete geçmiş olan komiteye sözcülük yapan kişi - TİP İl Başkanı olan büyük amcası o doğmadan önce öldürülmüş- babası Türkiye İşçi Partisi'nde (TİP) yöneticilik, diğer amcası onun gençlik örgütünde yöneticilik yapmış, HDK kongrelerine katılan, kendisi de 2007'de İstanbul 1. Bölge milletvekili seçim çalışmalarında sabahlara kadar nöbetçi avukatlık yapıp karakoldan karakola koşmuş bir sosyalistti.
Komitedeki diğer bir kişi eski bir TİP üyesiydi. Bu eylemin park kısmıydı.
Polis saldırısından başlayarak Taksim'e, Beyoğlu'na ilk koşanlar sizin hastalıklı bulduğunuz Sol grupların her yaştan, evet her yaştan, mensuplarıydı.
Taksim'de, İstiklal Caddesinde, Talimhane'de, Elmadağ-Harbiye arasında, Gümüşsuyu'nda gecenin ileri saatlerine kadar direniş yapanlar, gaz yiyenler, su yiyenler, cop yiyenler arasında (HDP bileşenlerinden olan ve Tayyip Erdoğan'ın "marjinal gruplar" diye sövüp saydığı), sizlerin "Türk solu" adını verdiğiniz eylemciler çoktu. "Mustafa Kemal'in askerleri" de vardı, "Mustafa Keser'in askeri" de, "Zeki Müren'in askerleri" de. O denli çoğulcu bir kitleydi Gezi.
"ACININ DİLİ YOK, BİR YANIM LİCE, BİR YANIM TAKSİM..."
"Onlar bizim davamızla ilgilenmez" derdiniz, Lice'de Tayyip Erdoğan'ın TOKİ'sinin yeni karakol (kalekol) inşaatlarına karşı koyan BDP'li gruptan Medeni Yıldırım öldürüldüğünde, Türkiye'nin birçok kentinde direnişçiler dayanışma gösterileri yaptılar, ismini ve resmini Gezi kurbanları arasına koydular, ODTÜ'de gençler diploma töreninde onun pankartlarını taşıdılar, "Her yer Lice, her yer Taksim", "Acının dili yok, Bir yanım Lice, Bir yanım Taksim" dediler.
Çirkin medyanın "Beyaz Türkler" dediği Bağdat Caddesinde orta yaş ve üzeri kadınlar da cinayeti protesto için yürüdüler. O kadınlar sizin vebalı gibi bahsettiğiniz Kemalistlerdendi.
Eylem içinde politikleşme böyle olur, mücadelede değişik kesimlerin paydaşlaşması, dayanışması böyle gelişir.
Gezi direnişçileri heterojen bir kitleydi, asıl önemli yanı da budu. Parkın içindekiler çoğunlukla Sol parti ve gruplara -ama CHP'ye de- uzak kişilerdi, fakat o Sol gruplar da çadırlarda sabahladılar, stand açtılar, parkın içindeki tartışma toplantılarına katılılar.
Kemalist gruplar da vardı, kitleler halinde olmasalar bile, Kürt gençleri de eyleme katıldılar.
BDP flamalı bir gencin Atatürk ve Türk bayraklı bir genç kızla gaz bulutları içinden el el kaçtıkları fotoğraf kalesi belleklerden çıkmayacak.
İstanbul'da da, Ankara'da da, İzmir'de de, Eskişehir'de de emekçi semtlerinden kent merkezlerine akan, polisçe çok hırpalanan -ve önemli bir kısmı Alevi olan-gençler de eylemde yılmadan ve sürekli yer aldılar.
Onların hepsini harekette bir araya getiren Tayyip Erdoğan'ın hot-zotçu, kaba otoriter-totaliter ve saldırgan tek adam rejimine karşı olmaktı.
TAYYİP ERDOĞAN GİTSİN Mİ, KALSIN MI?
Gelelim, "Gezi tabanı"nın İstanbul'da 'CHP'ye oy vermesi' hikayesine. Parkın içindekilerin bazıları belki oy bile kullanmadılar, onlar Sol gruplara uzak oldukları gibi, CHP'ye de uzaktılar ve CHP Genel Başkanının gelmesini istememişlerdi. Pankartlarını gördüğümüz Sol grupların çoğu HDP'ye oy verdiler.
Alevilerden Kürt olmayanlar zaten CHP seçmeniydiler (üstelik CHP adayı da Aleviydi), akşamları tencere, çıngırak çalanlar CHP seçmeniydi. Ulusalcı grupların da oyları CHP'ye gitti.
Şaşılacak ya da fazla hayıflanacak bir durum yoktu. Hayıflanacak durum Gezi aylarında HDP'nin kamuoyunda bilinmemesi ve bileşenlerin kendi özsel kimlikleriyle, flamalarıyla harekete katılmalarıydı.
HDP tabanı Gezi tabanının içindeydi, ama Gezi tabanı HDP'nin tabanı değildi ki, gelip HDP'ye oy verseydiler. Hepsinin ortak özelliği Tayyip Erdoğan karşıtlığı idi, Gezi'de adı öne çıkan, sevilen ve muhtemelen o nedenle Büyükşehir Belediye Başkan adayı gösterilen ve medyatik de olduğu için ister istemez seçim ortamında partinin 1 no.lı sözcüsü olarak öne çıkan Sırrı Süreyya Önder, (17 Aralık 2013 "büyük rüşvet veyolsuzluk operasyonu" sonrasında yer yerinden oynarken, rejim kanunsuzluklar yaparken, diktatoryal adımlar atarken), Tayyip Erdoğan'la değil; Sarıgül ve Kılıçdaroğlu'yla uğraştı.
Sanki ülkenin meselesi onlarmış gibi ısrarla bunu yaptı. Siz politika yapıyorsunuz, gündemin baş maddesi ailecek ve kabinecek hırsızlık, yolsuzluk ve onu örtmek için yapılan rezalet iken, Sarıgül'ün 300 takım elbisesinden bahsederseniz, siyasi gündemi çekici halkasından tutmuş olmazsınız.
Mızrağın sivri ucunu Tayyip Erdoğan'a ve hırsızlığa, rüşvete çevirmek ve rejimin sınıf karakterinin o şahısta somutlandığını vurgulamak yerine, o konunun aday tarafından bir bakıma rafa kaldırilması "Gezi tabanı" dediğiniz kitle içinden HDP'ye oy verecek olan bazılarını uzaklaştırdı.
DEMEÇLERE ÖZEN
Örneğin "Eş Parti"nin tanınmış bir milletvekili 17 Aralık rezaleti konusunda dediğinde Kürt halkına sevimsiz bir propaganda yapmış, "o paralar çalınmasaydı bomba olup tepemize yağacaktı" demişti. (1 Şubat 2014). Ve de Roboski'de bombalama emrini veren Kürt sorununu birlikte çözeceğiz dediğiniz Tayyip Erdoğan'ın kendisi değil miydi?
Ve Sırrı Sakık'ın kendisi de bilir ki, askeri uçak almaya devlet nasıl olsa para bulur, hem de o uçakların satın alımı ayrıca rüşvet kapısıdır.
Selahattin Demirtaş; "Sırrı Sakık maksadını aşmış" dedi, Ertuğrul Kürkçü; "Sakık'ın yanlış anlaşıldığını, heyecanlı mizacı ve Türkçesinin ikinci dili olması nedeniyle ifadesinin yetersiz kaldığını" belirtti.
Gezi tabanı ise; Sakık'ın sözlerini aynı zamanda HDP hanesine yazdı. Çünkü o milletvekili Gezi Direnişi henüz sona ermeden, onları açıkça suçlamış ve "Bazı kesimler sandıkta yenişemedikleri iktidar partisini acaba farklı alanlarda nasıl devirebiliriz, ne yapabiliriz anlayışı içinde oldular. Biz AKP ile çatışırız, kavga ederiz; ama bunun yolu yöntemi sandıkta olur. Bir taraftan bayraklarla, bayrakların sopalarıyla linç operasyonu gerçekleştirenlerin art niyetli olduğunu görüyoruz. Özellikle ‘Mustafa Kemal'in Askerleriyiz' diyerek sokakları tetikleyenlerin ulusalcı milliyetçi kesimlerin aslında niyetlerinin iyi olmadığını biz de biliyoruz" diyerek (1 Temmuz 2013) hem Tayyip Erdoğan'a, hem de onun hükümetine arka çıkmıştı. İki demeç birbirine bağlandığında "Gezi tabanı" yolsuzluğu umursamamanın anlamını "Tayyip Bey başımızda kalsın" diye anladı.
Demek, Cumhuriyet tarihinin en yaygın kitle eylemi "sokakları tetiklemekmiş", Gezi kitlesi olan 2,5 milyon insan öyle yapmak yerine, Tayyip Erdoğan'ı rahat bıraksaymış da, AKP ve BDP sorunu sandıkta çözselermiş.
HDP yöneticileri bilmeliler ki, BDP sözcülerinin sözleri kamuoyunda HDP'yi bağlıyor. İşte Sakık'ın yeni sözleri, MİT müsteşarına teşekkür etmesi, hem de Parti Grubu adına konuşurken. Pervin Buldan reddetmeseydi, kabahat BDP'ye ve dolayısıyla HDP'ye yıkılacaktı. Tıpkı 17 Aralık'ı umursamayan sözlerini Demirtaş'ın kabul etmemesi gibi. [Kürkçü "Sakık'ın Türkçesi zayıf" deyip, o sözleri mazeret getirdiğine göre, HDP o Meclis konuşmasından rahatsızlık duymuş olmalı. Yani BDP HDP'yi bağlıyor.]
"SIRRI SAKIK'IN SANDIĞI"
3 Temmuz 2013'te bu ara başlık altında -Sakık'ın sözlerini ele alarak--şöyle yazmışım:
"Tayyip Erdoğan'ın medyadaki bu ve benzer sözcülerinin "Gezi"yi "Süreç"e karşı göstermelerinin yanında BDP'lilerin kuşkucu ve ikircikli demeçleri de aynı yönde oldu.
Bunlardan en vazıhı Sırrı Sakık'ınki oldu:
(...) Bu laflar tıpı tıpına Tayyip Erdoğangilin diskurudur. Sırrı Sakık doğru konuşmuyor: Gezi eylemcilerinin askere davetiye çıkardığını söyleyerek onu karalamaya çalışıyor. Resmi açıklamaya göre eylemlere tam 2,5 milyon insan katılmış. Nerede, kim askere davetiye çıkarmış?
"Mustafa Kemal'in askerleriyiz" diyenler Perinçekçi İP mensuplarıdır. Onların kıymet-i harbiyesi nedir?
Meydanlara sık sık çıkan, forumlarda konuşan yüz binlerce aktif eylemci arasında onlar kaç kişidir. Geniş bir kite ve onca hareketlilik içinde miniskül dahi sayılamayacak bir grubu kendine tanık göstermek Sakık'ın zayıflığını gösterir. Kendisini haklı göstermek için Tayyip Erdoğan'la ortaklaşmaktadır.
Ayrıca herkesin tebessümüne dönüştü: "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" diyenlere karşı eylemciler "Mustafa Keser'in askerleriyiz" deyince lafları ağızlarına tıkıldı. O slogandan vazgeçtiler. "Mustafa Keser'in askerleriyiz" istihzası şimdi de Sırrı Sakık'ın ağzına tıkılmış oldu. Sadece o kadar da değil, 30 Haziran'da İstiklal Caddesinde yürüyen LGBT bireylerinin sloganlarından biri "Zeki Müren'in askerleriyiz" idi.
Keza, meydanlarda, sokaklarda İP'liler dâhil hiç kimse orduya davetiye çıkarmadı.
[Sırrı Sakık, K. Kürdistan siyasi hareketi içinde burjuva unsurların önde gelen temsilcilerindedir. AKP ile kolayca bağdaşabilmesi de bundandır. Zaman zaman sevimsiz demeçler vermiştir. Örneğin mebuslara ek avantajlar sağlayan tasarı halkın tepkisiyle karşılaşınca, BDP imzasını çektiğinde Sırrı Sakık karşı çıkarak sınıfsal karakterini orada da göstermişti.]
OYLARIN SAHİBİ KİM?
Fakat kendisine bir realiteyi unutmamasını tavsiye ederiz. "Biz AKP ile sandıkta hesaplaşırız" diyor. Kendisi 1991'de DEP kontenjanından SHP milletvekili seçilmişti. Sonra bir süre hapiste yattı, 2007'den beri tekrar milletvekili. Acaba onun ve diğer arkadaşlarının karşı tarafla "sandıkta hesaplaşması"nı sağlayan koşulları kim yaratmıştı? Türk burjuva partileri gibi olağan seçim çalışmaları mı Sırrı Sakık'ı seçtirmişti?
Yani Tayyip Erdoğan gibi önümüze sandık koymasın. Parlamentoculuk oynamasın. Devlet BDP ile değil, PKK ile görüşüyor, hangi Meclis, hangi sandık? Öcalan o kadar söylediği halde, görüşmelere Meclis'te hukuki zemin oluşturulmuş değil. AKP korsan iş yapıyor. Görüşmelerin açıklaması, kaydı kuydu, resmi tutanağı veya belgesi var mı? Yok.
"Sandıktan çıkmış", fakat Meclis'ten alınıp cezaevine konulmuş Sırrı Sakık sandık sözünü söylememeliydi.
Kendisi oğlunu kaybettiğinden acılı olduğu için bazen ileri geri konuşuyor olabilir, fakat unutmasın ki, çocukları Gezi eylemlerinde ölmüş anneler ve (Gezi kitlesinin tamamı) evlatlarının Tayyip Erdoğan yüzünden öldüğünü biliyorlar. kanısındalar. "Emri ben verdim" diyen o, "polis destan yazdı" diyen gene o. Tıpkı Roboski katliamı gibi...
Geçmişte, Sırrı Sakık'ın kardeşleri, yakınları öldürüldüğünde başkası Başbakandı, şimdi Tayyip Erdoğan. 14 yaşındaki Gezi kurbanın suçlularını rejimin koruması ve seçimlerin hemen öncesinde yapılan 500 bini aşkın kişinin katıldığı cenaze töreni kitlesine Tayyip Erdoğan'ın kin kusması ona olan tepkiyi daha da arttırmıştı.
Tayyip Erdoğan rejimi şayet masaya oturduysa, sandıkla oturmadı. Sandıktan çıkan parlamento grubu dâhil, o sandığın arkasında 42 bin ölü ve binlerce faili meçhul cinayet kurbanı, binlerce KCK tutuklusu var. (Devam edecek...)
Yazarın Dİğer Yazıları
1 Kasım 2015 manzaraları...
5 Kasım 2015Kanlı ortam kime yarıyor?..
22 Ağustos 2015Asıl suçlu canileri beslemiş, büyütmüş olanlardır!
27 Temmuz 2015Savaş tamtamları da AKP’yi kurtarmaz!..
8 Temmuz 2015Seçim 2015: Hiçbir seçim böyle kanlı olmamıştı...
2 Temmuz 2015Bir demokrasi suçlusu: Süleyman Demirel
17 Haziran 2015Oy gaspı ve namus...
3 Haziran 201512 Eylül 2010 Anayasasıyla kurulan Yargı düzeneği
19 Mayıs 2015Soykırım zihniyeti 100 yıldır sürüyor
24 Nisan 2015Bu kez de siyasi nitelikli hayvan katliamı...
3 Nisan 2015Siyasi iktidarın çocuk katliamları...
8 Şubat 2015Hırsızın hiç mi kabahati yok?
11 Ocak 2015Papa Türkiye'de: Konuk, eski bir darbeci...
1 Aralık 2014Bir demokrasi suçlusu: Süleyman Demirel
3 Kasım 2014Rüşvete, yolsuzluğa takipsizlik..
22 Ekim 2014Erdoğan rejiminin asıl hedefi IŞİD değil, Rojava’nın işgalidir...
28 Eylül 2014Işid şeriklerinin saltanat ve sadaret merasimi...
4 Eylül 2014Erdoğan'ın 'taht'a çıkmasına yardım edenler
23 Temmuz 2014Tayyip Erdoğan’ın cülus töreni
7 Temmuz 2014Fıtratında aşağıya doğru sürüklenme de var!
25 Mayıs 2014