Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Diyarbakır buluşmasında Eroğanın sarfettiği "dağdakilerin inip, cezaevlerinin boşalacağı" cümlesine açıklık getirdi: "Terör bitsin, silahlar teslim edilsin biz de üzerimize düşeni yapalım".
Bu, AKP'nin bundan sonra izleyeceği politikanın anahtar cümlesidir.
Bugüne kadar PKK'nın ateşkes ve geri çekilme gibi somut adımlarına karslık "demokrasi paketi"nden çıka çıka türbanın kenar süsleri babında kimi kırıntılardı. KCK da bu durumda önce ikaz etmiş ve sonrasında da süreç bitti açıklamasını yapmıştı. Bu Erdoğan'nın seçime kadar oyalama politikasını zora sokmak anlamına geliyordu. Dolayısıyla AKP'ye oy veren Kürtleri tutmak daha da zorlaşacaktı. Zaten devletin 34 Kürt köylüsünü bombaladığı Roboski katliamından beri AKP'nin Kürt tabanından BDPye ciddi kaymalar sözkonusuydu.
Gezi direnişine karşı devlet terörü uygulayan; bu yüzden gerçek yüzü yalnızca Türkiye'de değil dünyada da ortaya çıkan bir iktidar. Suriye'de müttefikleriyle vekaletle yürüttüğü savaş'ta bataklığa saplanan, Ortadoğu'da yalnızlaşan, yalnızca Barzani yönetimiyle kalan. Osmanlıcı emperyal hevesleri kursağında kalan AKP ve Erdoğan. Genel tablo da buydu. El Kaide ve Nusra gibi çeteleri genel olarak Suriye'deki savaşta kullanması ve desteklemesi de hem onun cani şeriatçı-cihatçı bir gücü desteklemekle ılımlı-islamcılığının nememen bir şey olduğunu göstermekle kalmamış, bu güçlerin hem Suriye ordusu ve hem de PYD karşısında yenilgiye uğraması AKP ve Erdoğan'ı iyice zor duruma düşürmüştü. Bu Batı nezdinde de kendisine yönelik kuşkuları artırmıştı.
Kürtler açısından ise, Rojava'da El Kaide bağlantılı çeteleri Kürt halkına saldırtması, çetelere sınır açarken, zulme ve katliama uğrayan Rojavalı Kürtlere Türkiyeden, akrabalarından yardımı, dayanışmayı engellemek için İsrail'in Filistinlilere ördüğü duvar gibi bir utanç duvarı inşa etmeye başlaması tekileri yaygınlaştırıyordu..
Rojavada'ki devrimci süreç ise önlenemez bir şekilde özerkliğe gidiyordu. Ve üstelik laik-seküler temelde bir devrim yaşanıyordu. Üstelik bu devrime önderlik eden PYD, ideoljik olarak PKK ile paralel çizgideydi. Daha önce Barzani vasıtasıyla ABD ile işbirliği içinde bu devrimi engelleme girişimleri de başarısızlığa uğramıştı. BArzani bu gelişmeden oldukça rahatsız olduğunu Salim Müslim'in, oğlu AKP'nin desteklediği çeteler tarafından öldürüldüğü günlerde, güney Kürdistan'a girişini engellemesiyle ortaya koymuştu. Yani AKP'nin duvarına bir başka 'duvar'la destek veriyordu. Rojava'da çocuklar, kadınlar, yaşlılar El Kaide çeteleri tarafından vahşice katledilirken de çok sonra çıkan sesi cılızdı. En son Diyarbakır'a gelmeden önce Rojava devriminin bir devrim olmadığını, Suriye devletinin bıraktığı boşluğu doldurmak olduğunu, PYD'nin Esad'la işbirliğini ima eder şekilde açıkladı. Bu bir açık tavır alıştı..
İşte Diyarbakır buluşmasının öncesinde bu gerçekler var.. Bugüne kadar, ekonomik ve siyasi ilşkiler düzeyinde sürdürülen ilişkilere şimdi ideolojik birliktelik de katılmış oluyor. Böylece Kürt sorununun Sünni İslam kardeşliği çerçevesine sokulacağı da netlik kazanmış oldu. Daha önce "Kürtçe medeniyet dili değildir" diyen "mutedil" Bülent Arınç, şimdi kalkıp "Diyarbakır'ın asıl kimliği Müslümanlıktır" demesi niyetin ne olduğunu gösteriyor. Şivan Perwer'in Tatlısesle birlikte sahne alması ve Erodgan'a methiyeler düzmesi ise bir ideolojik propaganda niteliğindeydi. öte yandan buluşma vesilesi olan toplu nikah da BDP'nin bölgede yürütüğü kadın özgürlüğü mücadelesini en basitinden hiçe saymak, gerici bir hamleyle baltalamaktı.
Bundan sonra ne olacak?
Seçime 4 ay var.. Öncelikle AKP-Barzani ittifakının, BDP karşında kendi Kürt tabanını konsolide etme imkanı verdiğini söylemek gerekiyor. Bu ittifak temelinde KCK'ya ateşkes ve geri çekilme yetmez, silahları teslim et denecek. Beşir Atalay'ın açıklaması bu anlama geliyor. Atalay şöyle diyor: "Çözüm sürecinde İmralı'nın BDP'nin yeri var ama halkın yeri en büyük. Terör bitsin, silahlar teslim edilsin biz de üzerimize düşeni yapalım." Ve döne döne silahların teslim edilmesini vurguluyor.. Siyaset ondan sonra gerekeni yapacakmış..
KCK, somut bir adım atmadan silahların teslim edilmesi diye bir şeyin sözkonusu olamıyacağını bir kaç kez açıklamıştı. Aynı yönde açıklamalar BDP'den de gelmişti. Mesele KCK'nın devlete de AKP iktidarına da güvenmediği ile ilgili değil. Benzer sorunları yaşayan dünyanın başka yerlerinde böyle bir örnek de yok. Çünkü işin doğasına aykırı. Hiç kimse devlet somut bir adım atmadan, gerekli reformları yapmaya girişmeden silahlarını bırakmaz.
AKP ve Erdoğan barış sürecini seçim yatırımı olarak sömürdüğü ve böyle devam edeceği son derece açıktır.
Bu noktada soru şudur: AKP dışında hemen her kesimin hem fikir olduğu gibi, devleti ve toplumu, yaşam tarzını, totaliter yöntem ve politikalarla islamileştiren, tek-biçimlileştiren, bu yolda hukuku çiğneyen bir parti-devlet, Kürt sorununun barışçıl-demokratik çözümünde samimi olabilir mi? Bu bir paradoksal çelişki olmaz mı? Demokrasi ve özgürlükleri yok eden bir iktidar, nasıl olurda Kürt sorununun demokratik çözümü için adım atabilir? Nasıl olur da Batıda diktatör, Doğuda demokrat olabilir? Üstelik, bu konuda onca kurnazlık, manevra göstermiş, bol ve yönet politikası izlemiş bir iktidar?
Dün Diyarbakır 'buluşması"nda ilan edilen ittifak, karşılıklı çıkarlara dayanmaktadır. PKK lideri Öcalan ve BDP ile barış görüşmeleri yürüten Erdoğan, Barzani desteğini yanına alıp İmralı'ya ve Kandil'e karşı elini güçlendirme manevrası yaptı. Seçimlere kadar bununla gidecek. Bu nedenle, resmi söylemin bir yoksayma ifadesi olan "Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi" yerine Kürdistan adını kullandı. Erdoğan'ın, halkın mücadelesi ile fiilen ortaya çıkan tarihsel gerçekleri şimdi terennüm etmesinden heyecana kapılmanın anlamı yok.. PKK/BDP çizgisi ile arasında temelli ideolojik ve politik ayrımlar olan, şimdi de Suriye Kürdistanında karşısına PYD çıkan; Türkiye, Suriye, İran hatta Iraklı genç Kürtler arasında prestiji ve gücü sürekli duşen ve bu nedenle Ulusal Kürt Konferansı'nı sürekli erteleyen Barzani ise, bütün Kürtlerin lideri olma iddiası taşıyan kendi yol haritasına Erdoğan desteği sağlamış oldu. Yani bu, BDP/KCK'ya olduğu kadar aynı zamanda Rojava devrimine karşi da bir ittifaktir.
Bunun tersi olsaydı, yani amaç gerçek bir barış olsaydı BDP o sahnede olurdu. Şimdi Erodağan, seçim meydanlarında bu sahneyi arkasına alarak, dün o sahnede söylediği gibi BDP'yi "barışı istemeyenler" diye suçlayacak, kendisi de barış havariliği rolünü oynayacak. Biz de, Aziz Nesin'in Zübük adlı romanındaki baş karaktersiz İbrahimağa Zübük tarafından bin defa kandırılan saf kasabalılar gibi, bu rol değişiklikleri karşısında şallak mallak olacağız. Erdoğan böyle mi kuruyor acaba: Ne yapsam yer bu halk..Eğer Hasan Cemal gibi, bu buluşmayla, Erdoğan ve AKP'nin şu ana kadar sürdürdüğü Türkiye'nin bütününde şeriatçı faşist bir diktatörlük kurma mücadelesinden geri adım atabileceğini düşünürsek .. Evet, ne yapsa yemiş oluruz..
Yazarın Dİğer Yazıları
Fareler, Muktedirler ve Seçim
12 Mayıs 2023TİP’in kararı, HDP’nin Çengiz Çandar Tercihi
28 Nisan 2023Faşizm ve İç Savaş
30 Haziran 2022Devrimci durum ve Emek Cephesi
8 Kasım 2021Kurucu Meclis, Halk ittifakı ve HDP
23 Eylül 2021Mihri Belli’den kalan: Devrimin güncelliği
16 Ağustos 2021Güzel bir insan, kararlı bir devrimci: Şaban Ormanlar
13 Temmuz 2021Faşist MHP Kapatılmalıdır!
4 Temmuz 2021Finale Doğru
26 Nisan 2021Yeni-Osmanlı Galaksi İmparatorluğu:)
13 Şubat 2021Demokrasi Manifestosu, Geçici Hükümet’le Erdoğan’sız seçim!
11 Aralık 2020Seçimler Amerikan toplumundaki yarılmayı açığa çıkardı
11 Kasım 2020Egemen paradigmanın içindeki ‘Muhalefet’
3 Eylül 2020Devletin emperyalist siyaseti, faşizm ve Kürt sorunu
8 Temmuz 2020Dayanışma
21 Mayıs 2020AKP-MHP’li vekiller deyyusların ‘siyasi’ temsilcileri mi?
16 Nisan 2020Cumhuriyeti mi, tasfiyesini mi kutluyorsunuz!
31 Ekim 2019Marksist Devrimci olarak Mihri Belli
16 Ağustos 2019Cumhur ittifakı değil Cürüm ittifakı
13 Mayıs 2019İkili kriz: hem iktidar hem muhalefet
27 Şubat 2019