Dersim, CHP ve Faşizm

Mehmet Özgen

29 Aralık 2011
Dersim, CHP ve Faşizm

Eğer özür, tüm katliamların arkasındaki politik düşünceyle, yani tekçi-ulus anlayışı ile, zorla asimilasyonla hesaplaşmanın bir ifadesi olarak dile getirilseydi o zaman özür olurdu..

Bugün Ermeni "Soykırım"ini kabul etmeyenlere ceza öngören bir yasaya "Tarihimizde soykırım yoktur" diyerek tepki verirken 1915'in yüzbinlece kurbanını anmayan, Soykırım vardır diyeni (Hrand Dink'ı) "Türklüğe hakaret"ten yargılayıp ırkçı-faşistlere kurban eden, bu sicille Paris'e ifade özgürlüğü dersi vermeye kalkan bir zihniyet Dersim katliamı için "zulümdür, cinayettir" sözünü neden hatırlatıyor?

Dersim katliamı üzerine tartışma sürüyor. Başbakanın bu konuda "özür" dilemesine, "tarihi" bir olay nitelemesiyle, özellikle yandaş medyada kasideler yazıldı. CHP genel başkanı da bu özrü, Alevi topluluğunun bazı temcilcileri ve bazı yazarlar gibi ‘yetmez ama evet' tavrıyla karşıladı.

Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarının siyasal ve ideolojik amaçlarından soyutlayarak alırsak, Dersim katliamının, hangi vesileyle olursa olsun, başbakan tarafından bir gerçek olarak kabulü önemli bir gelişmedir.

Bu bir özür değildir!

Ancak buna "özür" demek aklı ve mantığı zorlamak olur.

Tarihe geçen önemli özür momentleri var. Bunlardan birisi Alman şansölyesi Willy Brandt'ın 7 Aralık 1970'de Varşova Gettosu Kahramanları Anıtı önünde diz çöktüğü fotoğraftır. Vahşetin sorumlusu olmayan, üstelik, nazi faşizmine direnmiş olan Brandt, kendi isteği ile Varşova Gettosu'na gitti ve orada diz çöktü. Diz çökmeye cesaret edemeyen herkes adına, Almanya adına. Kendisinin işlemediği bir suçu üstlendi, affa ihtiyacı yoktu, ama af diledi. Sessiz ama çok şey anlatan bir davranış..

Erdoğan'a gelelim. Özür dilemek ne vesileyle aklına geliyor? CHP milletvekili Hüseyin Aygün'ün, Cemaatin yayın organı Zaman gazetesine verdiği mülakatın, "Dersim katliamının sorumlusu devlet ve CHP'dir" başlığı ile Atatürk'ün ölüm yıldönümü olan 10 Kasım'da yayınlanması ve buna bir grup devletçi CHP'li vekilin tepki göstermesi üzerine. Nerede özür diliyor? Kendi partisinin toplantısında. Devlet adına özür dilemek, üstelik, anamuhalafet partisini köşeye sıkıştırma anlayışıyla yapılan bir konuşmada olabilir mi? Başbakan orada partisinin genel başkanı sıfatıyla ve polemik üslubuyla konuştu. Bu üslupda, yönettiği devletin geçmişte kendi halkına karşı işlediği insanlık suçundan ötürü gark olduğu, ideolojik ve siyasi amaçlardan arınmış, derin bir nedamet ve vicdan azabının nesnelleştiği ilkeli bir duruşun ifadesi mi vardı?

Dersimde katledilenlerin kimliği ve inancı belli. Onlar Aleviler ve Kürtler'dir.

Peki, başbakanın derdi; Desim halkının, Alevilerin ve Kürtlerin geçmişte yaşadıkları acıları toplumla paylaşıp, bütün farklı kesimler arasında kardeşliği pekiştirmek miydi? Bu duyguya sahip bir başbakanın, Alevilerin inanç ve kültürleri üzerindeki baskıların ortadan kaldırılması, Kürt halkının haklı demokratik taleplerini gündemine almış olması gerekmez mi?

Buna inanmak, ahmaklığın ötesinde gaflettir. Gerçeğin bunun tam tersi olduğunu kendiliğindenci aklın en sıradan biçimi bile kavrar. Alevi çalıştaylarının sonucu ortada.. Gizli bir asimilasyon-sünnileşitrme programı olduğu belli oldu.

Kürt sorununa gelince.. AKP-devletinin topyekün bir savaş stratejisini yürürlüğe soktuğunun sayısız göstergesi var.. Eline geçirdiği yargı ve emniyet güçleriyle Kürt siyasal hareketinin bütün olarak tasfiye planını; psikolojik harekat, dezenformasyon ve itibarsızlaştırma yöntemleriyle, kitlesel tutuklamalarla sürdürüyor. ABD'den, AB ülkelerinden siyasi destek dilenerek; teknoloji, istihbarat bilgisi alarak, pilotsuz uçaklar satın alıp takibat yaparak, ülke içi bombardımanlarla, sınır ötesi askeri harekatlarla ölüm saçarak, Kürt halkının özgürlük talebini yok etmeye çalışıyor,

Dersim katliamını gerçekleştirenlerle aynı akıl değil mi bu?

Durum bu iken Erdoğan ve AKP'nin amacı ne?

Bu soruya bütün demokrasi güçleri somut cevap vermelidir. CHP de Dersim tartışmasıyla birlikte yeni bir dönemece girdiğinin farkında olmalıdır. Çünkü bu mesele sadece yaşanan tarih karsinsındaki ideolojik tutumunun zamanın ruhuna ters düştüğünü göstermekle kalmıyor, Cumhuriyetin değerlerini savunan bir parti olarak da, bugüne dek olduğundan daha fazla bir sorumlulukla karşı karşıya bırakıyor. Bundan kaçışın yolu da yok artık.

Tarih bilinci ve Kemalist burjuva devrimi

Tarihi olayları zamanın bağlamından, maddi koşullarından soyutlayıp vakanuvis gibi aktarmak yaygın bir eğilim halini aldı. Bugünü anlamak için değil, bugünle geçmiş arasındaki sürekliliği ve adeta bugünün baskı ve zulmünü görünmez kılmak için. İslami ideoljinin egemenliğine tarihsel meşruiyet kazandırmak için. Diğer bir deyişle, resmi tarihe karşı, yeni bir resmi tarih kurgusu ile karşı karşıyayız.

Tarihe bir olaylar manzumesi olarak bakılamaz. Tarihte elbetteki bireylerin rolü vardır, ama onlar bu rolü devraldıkları koşullar içinde oynarlar. Yani toplumun maddi koşulları dediğimiz sosyo-ekonomik yapısı ve ideolojik evreni bu rolün sınırlarını çizer. Tarih, nesnel ve öznel koşulların karşılıklı etkileşiminin akıp gittiği bir zaman koridorundan geçer.

Mustafa Kemal ve arkadaşları Kurtuluş Savaşının ardından modern bir burjuva cumhuriyeti inşa etmeye giriştiler. Ancak kapitalist üretim tarzının son derece az geliştiği, burjuvazi ve proletaryanin da aynı ölçüde cılız olduğu, dolayısıyla feodal ilşkilerin, ya da kapitalizm-öncesi üretim ilişkilerinin baskın olduğu, savaşlardan yorgun düşmüş bir toplumda. Maddi koşulları bu olan bir toplumda modern bir devlet ve toplum yaratmak, üstelik emperyalizm çağının başladığı bir aşamada tabii ki çok zordur. Dolayısıyla, Fransız devrimi gibi, klasik bir burjuva devrimi değil bu. Asker-sivil bürokrasi eliyle yukardan aşağı geliştirilen bir devrim. Yani halka dayanan değil, halka rağmen bir devrimdir.

Bu nedenlerle hem gelişmesi farklı oldu, hem de hiç bir zaman tamamlanamadı. Bu karakterinin yanısıra, bugün kendi tükenişini de getiren bir başka özelliği daha vardır ki, bugünkü toplumsal ve siyasal gelişmeleri anlamamıza ışık tutar. O da şudur:

Cumhuriyeti kuran kadro; ulus-devleti, demokratik ve eşitlikçi bir anlayışla değil, tekçi bir zihniyetle kurdu. Yani toplumda baskın olan Türk unsuruna dayandırdı. Dolayısıyla zorla asimilasyon yöntemlerine başvurdu. Kürt halkını ve diğer etnik grupları Türkleştirmeye tabi kıldı. Öte yandan dini de kontrolü altına alarak sünni mezhebin devletçe egemen kılınmasına yol açtı. Böylece laiklik de farklı bir tarzda uygulandı. Dinin Osmanlı döneminde bir siyasal güç olarak kullanılması ve reformlara dine dayanarak karşı çıkılmasını dikkate aldığımızda kurucu kadronun dini bu şekilde kontrol altına alması anlaşılır bir şeydir.

Bütün bu nedenlerledir ki, modernleşme reformlarının uygulanması diktatörce yöntemlerle olmuştur. Bunda garip olan bir şey yoktur. Çünkü tarihte hiç bir devlet yoktur ki, kansız bir şekilde kurulmuş olsun. Devlet dediğimiz baskı aygıtı, kan üzerine kuruludur. Zira devlet, sınıflaşmanın, sınıf çelişkilerinin bir ürünüdür. Sınıflı toplumda, bir sınıfın diğer sınıf veya sınıfları zor ve şiddet yoluyla egemenliği altına alması devlet dediğimiz baskı aygıtıyla mümkündür. İlave olarak çok etnisiteli bir toplumda tek etnisiteye dayalı bir ulus-devlet kuruluyorsa şiddetin daha büyük olması kaçınılmazdır.

"Uygarlaştırma / Türkleştirme" politikası

Modern burjuva devletleri; kuruluş dönemleri, kapitalist sistem içindeki konumları gereği kendine özgü üsluplara sahiptirler. Kurucu ilkeleri; toplum, sınıf, yurttaş ilişkileri ve şiddete başvurma biçimleri birbirinden oldukça farklıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin kendine özgü üslubu ise Osmanlı modernleşmesi, İttihatçı düşünce ve pratiklerle süreklilik ilişkisi içindedir. Dolayısıyla, bu düşünce ve pratiklere yeni yöntem ve araçların eklenerek devralınmasıdır Cumhuriyetin farkı. Bu bakımdan Dersim'in uğradığı gazab, ‘İttihatçı' bir karakter taşır.

Bu üslubun dayandığı siyasal felsefe, positivist akıl ve bu akla dayalı toplum mühendisliği ile uygar ama monolitik bir ulus yaratma tasavvurudur. Bu bakış açısı, özellikle 1925'teki Şeyh Sait isyanından sonra dönemin yönetcilerinde somutlaşır. Çünkü bu isyan, ulusal karakteri olmakla birlikte, Türk-Kürt birlikteliğinin son simgesi olan hilafetin kaldırılmasına (1924) karşı İslam adına bir tepki hareketi olarak gelişmişti. Bu isyanda İngiliz emperyalizminin ne ölçüde rol oynadığı ayrı bir tartışma konusu, ama isyanla birlikte Kemalistlerin tutumunu sertleştirdiği ve bunun daha sonra bölünme paranoyasına yol açtığı bir olgudur. Takrir-İ Sükun bunun bir ifadesidir. Bundan sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yaşayan Kürtler, aşiretlere dayalı geri sosyal yapılarıyla toplumsal organizmadan kesilip atılması gereken bir ur olarak görülmeye başlar. Asimile edilerek uygarlaştırılmalıdırlar. Dönemin başbakanı İsmet İnönü aşımilasyon planını şu sözlerle ifade eder: "Vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları behemehal Türk yapmaktır. Türklere ve Türkçülüğe muhalefet edecek anasırı [unsurları] kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız evsaf [nitelikler] her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır" (Vakit, 27 Nisan 1925). Dolayısıyla, Kurtuluş Savaşının Kürtlerle birlikte verildiğine dair söylemler, Kürtler'e muhtariyet sözü, Lozan müzakerelerinin Kürtler ve Türkler adına yürütüldüğü beyanları unutulur. İsyanın ardından Şark Islahat Planı gündeme gelir. Dersim de bu planın içerisinde değerlendirilmiştir.

Dersim'in kalkık başı

Ancak Dersim'in farklı bir özelliği var. Türkiye Cumhuriyeti'nin hukuksal egemenlik alanı içerisinde yer alan, fakat dağların geçit vermemesi nedeni ile fiilen temas edilememiş bir coğrafyadır Dersim. Burada genel toplumsal yapı, feodal ağalık sisteminden görece farklı, dolayısıyla daha gevşek bir hiyerarşiye sahip aşiretler konfederasyonlarına dayalı tarım komünü karakterinde bir yaşama dayanmaktadır. Bunun yanında, "Tarihte pek çok halkın, kavmın, aşiretin ve milletin gelip yerleştiği Dersim bölgesi, uzun yüzyıllar içerisinde heterojen bir topluluk oluşturmuştur. Geçen yüzyılda Ermeniler, Alevi Zazalar, Alevi Kürtler, Alevi Türkmenlerin bir arada yaşadığı ve Ermenice, Zazaca, Kürtçe ve Türkçe'den oluşan en az 4 dilin konuşulduğu bu bölgenin halkı kendisine ‘Kırmanç', yaşadığı coğrafyaya da Kırmanciye" adını vermektedir. Kırmanç adı ile Dersimliler, Zazaca, Kürtçe, Türkçe veya diğer dilleri konuşan bölgedeki Alevi-Kızılbaş toplulukların tümünü kastetmektedir. Kırmanç, milli bir tanımdan çok inançsal bir Alevi-Kızılbaş üst-kimliği anlamına gelmektedir."(Hüseyin Aygün,Dersim 1938 ve Zorunlu iskan, s.23)

Bu ikili karakter hem Dersim'i Kürt sorununun genel belirleniminden görece farklılaştırır, hem de neden birinci derecede uygarlaştırmanın hedefi olduğunu açıklar. 19. Yüzyılın ortasından Cumhuriyete kadar, Osmanlı devletinin 11 askeri müdahalesinin arkasındaki algı; Dersim halkının, vergi ve asker vermeyen, ticaret bilmeyen, modernleşme sürecine ayak uydurmaktan uzak, kendi başına buyruk, asi, otorite düşmanı; eşkıya, cahil, ilkel, vahşi  gibi ifadelerle dile getirilen, ıslah edilmesi gereken toplumsal bir nesne idi. Ve bu kalkık baş ezilmeliydi. Kısacası Dersim'in Kurtluğunun tasfiyesinden çok, ayrıksı, komünal yapısının çözülmesiydi sorun.

Cumhuriyet döneminde andığımız plan çerçevesinde, Kurtluk de başat gerekecelerden sayıldı. Cumhuriyetin farkı, "sorun"un çözümü, yani Dersimliler'in ıslah ve uygarlaştırılması, zor'un ve şiddetin hukuksal çerçeveye ve yasallığa oturtulmasıydı. Bunun için, 1927' de Mecburi İskân Kanunu, 1934'de İskân Kanunu, Umumi Müfettişler Yasası, ‘Türkleştirme' Genelgesi, Tunceli Kanunu gibi yasalar çıkarıldı, genelgeler yayınlandı. Bütün bunlar, uygarlaştırma / Türkleştirme amacına yönelik tasfiyenin ön hazırlıkarıydı.1937-38 Dersim Harekatı' bu yasallığa dayanarak gerçekleştirildi. Ama en az 13 bin Dersimli katledildi. 1934-1939 yılları arasında ise 27 bin insan, asimilasyona tabi kılınacak şekilde yeni yerleşim yerlerindeki yüzdeleri hesaplanarak sürgün edildi, Sağ ve yetim kalan çocuklar, "uygar" insanlara evlatlık verildi. "Dersim'in Kızları" trajedisi böylece doğdu.

Cumhuriyet tarihinin en büyük devlet katliamıdır bu. Resmi tarih katliamı saklamak için, Dersim İsyanı'ndan sözeder. Ancak açıklanan belgelerde bir isyan olduğuna dair ikna edici unsurlar yoktur. Kaldı ki, örgütlü bir isyan olsa bile bu, katliamın gerekçesi olamaz. Bu nedenle, ‘İsyansa katliam meşrudur, değilse gayri meşrudur' gibi, bugünkü tartışmaların bir kısmında varolan içsel mantık, bırakalım barışseverliği, demokratlığı, insanı değildir. Kadın, yaşlı, çocuk demeden mağaralara sığınan insanların zehirli gazla, "fareler gibi" öldürüldüğü bir katliam, arkasında hangi nedenler olursa olsun, asla onaylanamaz.

Tarihle yüzleşmek, tekçi anlayışla hespalaşarak olur

Bugün Erdoğan ve iktidar medyası katliamın sorumluluğunu o dönem devleti tek başına yöneten CHP ve Mustafa Kemal'le yükleme eğilimde. Bunun bilinçli olarak tarihsel süreci tahrif etmek olduğunu söylemek durumundayız. Sistem tek-parti diktatörlüğüne dayanıyor. Ancak bu demek değildir ki, CHP homojen bir partiydi. Dönemin -Komünist hareket dışındaki- bütün siyasal-toplumsal eğilimleri bu partinin çatısı altındadır. Meclis'in, Mustafa Kemal dahil bütün siyasi ve idari yetkililerin konsensüsüyle Dersim'e harekât yapıldığı bir olgu. Daha sonra Demokrat Parti'nin kurucuları arasında yer alacak C. Bayar, dönemin başbakanı, Adnan Menderes ise CHP'nin parti müfettişidir. İslamcı muhafazakarların sembol isimlerinden Fevzi Çakmak, dönemin genelkurmay başkanı olarak Dersim Harekatını yöneten kişidir. Herhalde Harekatın katliam olarak gerçekleşmesinin öncelikli sorumlusu o olmak gerekir (Bu nedenle Genelkurmay arşivlerinin açılması önemlidir). Kısacası Kemalistlerle muhafazakar sağ akımın konsensüsü ve dolayısıyla ortak sorumluluğu söz konusudur.

M. Kemal, 1. Cumhuriyetin kilit taşıdır. Bu kilit taşı yerinden sokulurse, başta laiklik olmak üzere Cumhuriyetin reformlarını tasfiye etmek de kolaylaşacaktır. Bu yüzden, Erdoğan ve AKP'nin izlediği strateji, seçim öncesi İnönü döneminden başlattıkları eleştiriyi, Atatürk dönemine getirmek.. Dersim olayını gündemlerine almalarının asıl nedeni bu. Böylece, M. Kemal'i itibarsızlaştırma amaçlı bir tartışma nesnesi kıldıktan sonra 'Bir de İstiklal Mahkemeleri kayıtları açıklanırsa, kaç tane Dersim faciasının yaşandığını hep beraber göreceğiz'' diyen Bülent Arınç'ın bu sözlerinde içkin olduğu gibi, nihayet kendi gerici geleneklerini temize çıkarmak.

Elbette ki, hiç bir tarihsel özne, eleştirinin üstünde değildir. Mustafa Kemal'de dokunulmaz tanrısal bir varlık olmaktan çıkarılmalı, doğru ve yalnışlarıyla tarihteki gerçek yerini almalıdır. Tarihin karanlık sayfaları gün ışığına çıkarılmalı, tarihle yüzleşilmelidir. Demokrasi kültürünün ve özgürlüklerin gelişmesi önündeki tüm tarihsel önyargılar aşılmalıdır. Toplumun farklı etnik, dini ve kültürel kesimleri arasında barışı ve kardeşliği kurmak ve pekiştirmek için, geçmişteki bütün haksızlıkar teslim edilmelidir.. Kısacası, demokrasi ve özgürlüklukerin önündeki başat engellerden biri olan tekçi ulus-devlet yapısı ve zihniyeti, demokratik-ulus anlayışına doğru asılmalıdır.

Geçmişle hesaplaşma, yüzleşme bu anlayışla olur.

Peki iktidarın anlayışı bu olabilir mi?

İktidarın pratiği tamamen ters yöndedir. Eski anlayışı islami ideolojinin kalıbında yeniden-üretmektir.  Eğer özür, tüm katliamların arkasındaki politik düşünceyle, yani tekçi-ulus anlayışı ile, zorla asimilasyonla hesaplaşmanın bir ifadesi olarak dile getirilseydi o zaman özür olurdu. Oysa Başbakan Necip Fazıl'dan yaptığı alıntıda Dersim katliamıyla ulusal sorunu eşleştirmekten bile kaçınıyor: "Bakın burada Üstad ‘Kürt' dememiştir, ‘Ermeni' dememiştir... Necip Fazıl, Dersim'i ve Dersimlileri, din mazlumları sınıfına alarak, onlara sadece insan gözlüğüyle bakarak, insanı bir trajediyi bizlere aktarmıştır," diyor. Dersimliler "sadece insan" oldukları, "din mazlumları sınıfına mensup oldukları için" mi katliama tabi tutuldular?

Faşist bir propaganda taktiği ile özdeş bir kampanya ile karşı karşıya olduğumuzu görmek gerekir. Erdoğan'nın bu taktiğe 12 Eylül referandumu öncesinde de başvurduğunu, 12 Eylül darbecileriyle hesaplaşma havası yarattığını, faşist generallerin astığı devrimci ve ülkücülerin mektuplarını gözyaşları içinde okuduğunu hatırlayalım. Sonucun ne olduğunu, yetmez ama evetçiler de gördü.

Bugün Ermeni "Soykırım"ini kabul etmeyenlere ceza öngören bir yasaya "Tarihimizde soykırım yoktur" diyerek tepki verirken 1915'in yüzbinlece kurbanını anmayan, Soykırım vardır diyeni (Hrand Dink'ı) "Türklüğe hakaret"ten yargılayıp ırkçı-faşistlere kurban eden, bu sicille Paris'e ifade özgürlüğü dersi vermeye kalkan bir zihniyet Dersim katliamı için "zulümdür, cinayettir" sözünü neden hatırlatıyor?

CHP "majestelerinin muhalefeti" olmak istemiyosa..

Amaç bellidir. Mesele tarihle yüzleşmek, farklı kimlikler arasında barışı pekiştirmek asla değildir. Amaç,tarihen bütün ileri reformları, özgürlüğün ve demokrasinin başat dayanaklarından laikliği gözden düşürmek, özellikle onun en önemli toplumsal dayanağı Alevileri bu konuda kuşkuya düşürmek; öte yandan, içindeki ulusalcı, eski düzen savunucusu eğilimlere sahne açarak, CHP'nin demokrasi ve özgürlükleri sahiplenen bir doğrultuda yenileşmesini engellemektir. Böylece CHP'yi "majestelerinin muhalefeti" konumunda tutmaktır amaç.

Her ne kadar ortadaki belgeler, Dersim katliamını açıklamakta yetersizse de, katliamın arkasında sadece düzeni sağlamak değil, asimilasyon politikasının da rol oynadığı aşikardır. Bu da tekçi-ulus anlayışının bir yansımasıdır. Bu yüzden, eğer CHP, yeni olmak istiyorsa, gerçek bir sosyal-demokrat parti olacaksa ve AKP iktidarına karşı tutarlı ve etkili bir muhalefet yürütecekse, tekçi-ulus devlet anlayışını terk etmelidir. Dersim gibi bir olay karşısında, sol siyasetin alabileceği tek tavrı almak, yani mağdurların yanında olmak, "devleti kurtarmak" adına işlenen suçların hesabını sormak olmalıdır.

CHP, bunun için Meclis araştırması dahil bütün etkin araçları kullanmalıdır. "Arşivleri açın dedik, açmadılar" söylemi, en ılımlı deyişle, olayı savuşturmaktır. Bu söylemin, Başbakanın eğer, "literatürde varsa" diyerek gönülsüzce ve yarım ağız "özür" dilemesinden özde ne farkı var?

Bunun yanısıra, CHP, demokratik ulus olmanın gereği olarak, Kürt sorununu sahiplenmeli ve onun demokratik çözümüne katkı yapmalıdır. Bugün Kürt siyasetinin geriletilmesi, PKK-KCK etkinliğinin kırılması amacıyla yürütülen KCK operasyonlarının ulaştığı boyut CHP'yi rahatsız etmiyor. İlgi alanı içinde bu operasyonlarla getirilen fiili siyaset yasakları yer almıyor. Operasyonların son halkası olan 35 basın muhabirinin tutuklanması dahi gidişatın vahametini ona gösteremiyor. Dolayısıyla, bir ayağı iktidar blokunda, diğeri "yeni" yüzüyle ikircimli bir şekilde demokrasi blokunda olan CHP, bu duruşuyla, Erdoğan ve AKP'nin kurmakta olduğu tek-parti diktatörlüğüne dayalı islamcı-faşist düzenin sorumlusu olmaktan kaçınamıyacaktır.


 

Yazarın Dİğer Yazıları

  1. Fareler, Muktedirler ve Seçim
    ''Ancak halk iradesinden, tarihin kenefine süpürülmekten korkan bu gasp ve soygun çetesi her şeyi yapabilir. Çünkü Nazım'ın dediği gibi 'hiç bir korkuya benzemez halkını satanın korkusu.' Satmanın dışında, cinayetlerle, katliamlarla…
  2.  TİP’in kararı, HDP’nin Çengiz Çandar Tercihi
    TİP’in seçimlere İttifak içinde, Yeşil-Sol Partiden ayrı olarak kendi logosuyla girme kararı, buna karşılık HDP’nin Hasan Cemal’i ve özellikle Cengiz Çandar’ı aday göstermesi üzerine tartışmalar devam ediyor. Bu tartışmalar, yakın…
  3. Faşizm ve İç Savaş
    Faşizm ve İç Savaş
    30 Haziran 2022
    Erdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze alan bir politika izledikleri bugün daha net görünüyor. Emareler, eğilimler daha belirgin. Elbette ki iç savaş iki karşıt…
  4. Devrimci durum ve Emek Cephesi
    Devrimci siyaset kurulu düzen içinde ‘’daha iyi bir toplum’’ mücadelesi yürütmek değildir. Böyle görüldüğünde mücadele ve siyaset rutin bir prosedüre ya da protestoculuğa indirgenmiş olur. Devrimci siyaset verili olanı daha…
  5. Kurucu Meclis, Halk ittifakı ve HDP
    Bugün bizde 2001’in Arjantin durumu yok; mafyala?m?? fa?ist bir rejim var. Bu nedenle, böyle bir otokratik rejimin cenderesindeki bir ülkede Kurucu Meclis, sadece bir anayasa yap?m yöntemi olamaz. Ülkenin ve…
  6. Mihri Belli’den kalan: Devrimin güncelliği
    ''Geçmişin devrimcilerini, sosyalist eylemcilerini, sadece yaşamlarını devrime adadıkları için değil, örnek mücadeleleri ve harekete düşünsel ve pratik katkıları ile de değerlendirmeli ve anmalıyız. Bu, öncelikle, onların pratiklerini eleştirel süzgeçten geçirerek…
  7. Güzel bir insan, kararlı bir devrimci: Şaban Ormanlar
    Şaban Ormanlar entelektüel birikimi olan, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde özverili katkıları kadar marksist hareketteki teorik tartışmaları da takip eden onurlu, dürüst bir insan ve kararlı bir komünistti. Onu ilkin TRT…
  8. Faşist MHP Kapatılmalıdır!
    Bu partinin mafya liderleri ile, eski kontrgerilla artıkları ve Susurluk çetesi ile iç içe geçtiği, dolayısıyla, hem insanlığa karşı, hem de mafyatik suçların ODAĞI olduğu görünen bir gerçek. Peki, bunlar…
  9. Finale  Doğru
    Finale Doğru
    26 Nisan 2021
    Biliyorsunuz iktidarın, içeriği artık ayan beyan olan 2023 hedefi var.. Cumhuriyeti 100. cü yılında ilga edip onun yerine otokratik islamcı bir devletin ilan edilmesi. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ya da tek-adam…
  10. Yeni-Osmanlı Galaksi İmparatorluğu:)
    Kainatın efendisine naçizane teklifimiz şudur ki, Aya gidecek ilk kafile, Hz. Nuh’un kendisine inanmayarak gemiye binmeyen oğlunu ikna etmek için ‘’cep telefonu ile görüştüğünü’’ ortaya koyan İÜ Deniz Bilimleri Fakültesi…
  11. Seçimler Amerikan toplumundaki yarılmayı açığa çıkardı
    Pensilvanya’daki seçimleri önde bitirmesiyle 20 delege daha kazanması kesinleşen Biden, 46. ABD başkanı olarak anılmaya başlandı bile. Şimdiki tartışma, Trump’ın White House’tan nasıl çıkartılacağı üzerine. Bilindiği gibi, 65 milyonu aşkın…
  12. Egemen paradigmanın içindeki ‘Muhalefet’
    Öznel müdahalenin öncelikle yönelmesi gereken hedeflerden biri, bütün hareketlerde, ama özellikle emek hareketinde emekçi demokrasisini (proleter demokrasiyi) örgütlemek yerine kendi grupsal iktidarını örgütleme anlayışıdır. Bunun devrimci Marksizmle bir alakası yoktur.…
  13. Devletin emperyalist siyaseti, faşizm ve Kürt sorunu
    Krizin görüngülerinden biri ABD hegemonyas?n?n çökmekte olu?u. Büyük ihtimalle hegemonya krizi çoklu seçeneklerle uzun süre devam edecek. Bu seçenekler ?imdilik Çin, Rusya, Hindistan olarak görünüyor. Bölgesel hegemonya mücadelesi içinde olanlar…
  14. Dayanışma
    Dayanışma
    21 Mayıs 2020
    Sosyalist politika, geleceği bugüne izdüşüren bir yaklaşımla hareket eder. Bir başka deyişle onun temeli, alternatif bir toplumsal ilişki biçimini geliştirmektir. Bu ilişki biçimi, egemen ilişki tarzına karşıt alternatif nüve olarak…
  15. AKP-MHP’li vekiller deyyusların ‘siyasi’ temsilcileri mi?
    Bu iktidara kar?? direni? anayasal bir hakt?r ve me?rudur. Ait oldu?u yere, tarihin çöplü?üne gönderilmesi ya?amsal oldu?u kadar art?k ahlaki bir sorundur. Fezlekesini yazman?n zaman? çoktan geçti bile.. ?nfaz yasas? koronavirüse…
  16. Cumhuriyeti mi, tasfiyesini mi kutluyorsunuz!
    Zira Cumhuriyetin ilkeleri, başta laik sistem, onun birincil uygulama alanı eğitimin akla ve bilime dayalı temelleri yok edilmiş durumda. Devlet aygıtları islamileştirilmiş, cumhuriyet ordusu, Son Suriye harekatının da gösterdiği gibi,…
  17. Marksist Devrimci olarak Mihri Belli
    16 Ağustos 2011'de aramızdan ayrılan Mihri Belli'yi, devrimci eylemin önde gelen simalarından ve önderlerinden biri olarak anıyoruz.. Aşağıdaki yazı O'nun yoldaşlarından Mehmet Özgen'e ait. Özgen, bu yazıyı Mihri Belli'nin ardından 2012…
  18. Cumhur ittifakı değil Cürüm ittifakı
    Demokrasiye, özgürle?meye en çok ihtiyac? olanlar, elbetteki emekçi s?n?f ve katmanlard?r, kad?nlard?r.. Bu nedenle, Emek ve Kad?n Cephesi, anti-fa?ist mücadelenin, kürt halk?n?n da taleplerini kapsayan demokratik cumhuriyet mücadelesinin itici gücü olarak…
  19. İkili kriz: hem iktidar hem muhalefet
    Ortada giderek gerçekli?i su yüzüne ç?kmakta olan bir iktisadi kriz olmas?na, bunun da diktatörlü?ü beka endi?esine sürüklemesine ve toplumun her türlü hile ve bask?ya ra?men direncini sürdürüyor olmas?na kar??n, muhalefet…

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…