Düşük Yoğunluklu Barış*

Selçuk Ş. POLAT

5 Nisan 2013
Düşük Yoğunluklu Barış*

Devletin barış yapabilmesi, bunu kalıcı ve demokratik kılabilmesi için Milli Siyaset Belgesi'ni kaldırması ve bu Anayasaya bağlı olarak kurulmuş tüm legal ve yarı legal örgütlenmeleri fesih etmesi gerekir. Bu açıdan devletin taktik planda kalan geçici ve düşük yoğunluklu barış dışında yapacağı başka hiçbir şeyi yoktur. Kaldı ki Ak Parti gibi rantçı ve dinci bir yapıdan demokratik girişimler beklemek ABD'nin dünya devriminin öncüsü olduğunu öne sürmek gibi bir şeydir. 

‘Düşük Yoğunluklu Barış' tanımı, ülkemizin özel durumunu ve Öcalan'ın bildirisini dikkate aldığımızda kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Yüksek beklentiler içinde olanlarımız açısından bir hayal kırıklığı olsa da üzüntüyle belirtmeliyim ki Türkiye gerçeği buna işaret etmektedir. Barış sürecini sağlıklı izleyebilmek ancak karşı çıkış ve desteklerimizi bilinçli hale getirmemize bağlıdır. Bu açıdan konunun temellerine inip onu ele alıp incelemek gerektiğine inanıyorum. Türkiye'de gerçek bir barışın kısa vadede imkânsızlığı ve mevcut barış sürecinin iç ve dış dinamiklerinin nelerden oluştuğu ve nereye evrileceği yazımızın ana konusu ve ülkemizin de baş gündem maddesi olarak durmaktadır.

Önce negatif ve pozitif yanlarıyla dış dinamikler.

Obama yönetiminin görece farklılığına rağmen ABD dış politikasının ana yönelimi değişmeden devam etmektedir. Ne var ki Irak'a askeri müdahale politikası görülmüştür ki-Kürtlerle olan ilişkiyi saymazsak-bu ülkede tam ters sonuçlar vermiş ve İran yanlısı ve radikal İslamcı bir hükümetin işbaşına geçmesine yol açmıştır. Afganistan'da da çok farklı bir durum yoktur. Yine aşırı İsrail yanlısı politika, Filistin'de HAMAS gibi radikal İslamcı bir iktidarı geliştirmekten öteye gitmemiş, Türkiye'nin desteğini de meşrulaştırmıştır. Daha da ilginci Arap baharı olarak adlandırılan halk hareketleri ABD'nin izlediği bu politikaların sonucunda öncekileri aratmayan fakat radikal dinci olan iktidarlarla taçlanmıştır(!). En kötüsü de Libya'da USA silahlarıyla (CIA'nın verdiği silahlar.) ABD Büyükelçiliği basılmış ve Büyükelçi öldürülmüştür. Suriye politikası ise ABD ve Türkiye açısından tam bir felakettir. Erdoğan Yönetimi işi El-Kaide militanlarıyla işbirliğine kadar götürmüştür. Radikal dinci muhalefet güçlerine ABD yönetiminin müdahalesi ise Türkiye'ye rağmen olmuştur. Sonuçta görülmüştür ki, ABD'nin Büyük Orta-Doğu politikası çökmüştür.

Bu çöküş sonrası Obama Yönetiminin adımlarına bakalım derim.

Obama Yönetiminin ilk adımı genel olarak ve bölgede istikrarı sağlayabilmek için CIA Başkanını, Savunma Bakanını, NATO komutanını ve Dışişleri Bakanını değiştirmek olmuştur. Bu yöneticiler sadece Kofi Annan'ın barış girişimini sabote etmekle kalmamış aynı şekilde PKK ile yapılması planlanan silahsızlandırma girişimlerinin( Oslo Görüşmeleri.) de etkisizleştirilmesine göz yummuşlardır.

Bu yönetici değişimini ikinci bir adım takip etmiş ve Obama, İsrail Yönetimiyle bizzat kendisi görüşerek bölgede düşündüğü yeni politikayı anlatıp Türkiye'nin İsrail'in politikasından nasıl yararlandığını ve bölgeyi nasıl istikrarsızlaştırdığını anlatmıştır. İşte bundan sonradır ki "özür" dileme ve tazminat ödeme bir planın parçaları olarak devreye girmiştir.

Bu politikanın daha önceden bir parçası olsa da ‘PKK'nin silahsızlandırılması' artık üçüncü bir adım olarak devrededir. Bunun realize olması ise Öcalan'ın sürece dâhil edilmesiyle tamamen garanti altına alınmıştır. Öcalan'ın Bildirisini dikkatle okuyanlar Orta-Doğuda ki değişimleri onun yorumuyla okuyabilirler. Öcalan herkesin kabullenebileceği bir manifestoyla düşük yoğunluklu barış sürecini başlatmıştır.

Şimdi de iç dinamikler. İsterseniz negatif olanından başlayalım.

Ülkemizin tarihsel arka planını ve devletin yapısını özetleyerek işe başlayalım isterseniz. Barış değil savaş üzerine kurulu bir stratejimiz var. 500 yıllık bir fütuhat geçmişine dayanan devlet geleneği İttihat-Terakki iktidarıyla doruğa çıkmıştır. Mustafa Kemal'in dizginlediği bu gelenek onun iktidarı zamanında Kürtlere, Tarikatçılara ve Komünistlere yönelmiştir. 1946'dan itibaren ülkemiz Emperyal sistemle entegre olup onun Özel Harp taktiklerini benimseyerek kendi halkına ve çocuklarına karşı şiddet temelli fetih(!) politikasına devam etmiştir. Bu devlet politikası Türk-İslam sentezi olarak açıklanmış ve Kırmızı Anayasa denilen Milli Siyaset Belgesi'yle de son şeklini almıştır. Doğrudan Genel Kurmay Başkanlığına bağlı olarak yürütülen bu milli siyaset sonucunda; Sabahattin Ali'nin öldürülmesi, 6-7 Eylül olayları, Gazeteci İlhami Soysal'ın dövülmesi, Kültür Sarayı'nın ve bir geminin yakılması, bir yolcu gemisinin batırılması, sabotajlar, soygunlar, MİT müsteşarının zehirlenmesi ve sonuçta 12 Mart; Savcı Doğan Öz ve diğer ilerici aydınların katledilmesi, salt hukuka saygılı olduğu için Adana Emniyet Müdürünün katli, onlarca CHP'li yöneticinin öldürülmesi, Ecevit'e suikast, Milliyetçi Cephe'nin kurdurulması, 1977 1 Mayıs, Maraş, Çorum, Sivas, Malatya katliamları, Abdi İpekçi'nin ve 6 binden fazla insanın öldürülmesi ve sonuçta 12 Eylül; 1 milyona yakın insanın içeri alınması, yüzlerce insanın kaybedilip yüzlercesinin işkencelerle öldürülmesi, 50 kişinin asılıp binlerce insana cezaevlerinde Nazi vahşetinin yaşatılması: Mamak, Metris, Davultepe, Sağmalcılar ve Anadolu'da ki onlarca cezaevi. Ve  tabii ki dünyanın en aşağılık-vahşi ve sınır tanımayan şiddetiyle dünyanın ünlü üç hapishanesinden biri olan Diyarbakır Cezaevi. Gerilla savaşı ve karşı şiddet: binlerce gayrı meçhul cinayet, köy boşaltmalar ve kitlesel katliamlar ve milyonları kucaklayan önlenemez Kürtlerin özgürlük, devletin ise düşük yoğunluklu savaşı ve sonuçta Ak Parti iktidarı..

Barış yapma yetenek ve tecrübesine sahip olmayan T.C. devletinin işte bu nedenle bir barış planı yoktur. Erdoğan'ın açıkça söylediği gibi terörü bitirme çabası ve çözüm yolu vardır. Devletin barış yapabilmesi, bunu kalıcı ve demokratik kılabilmesi için Milli Siyaset Belgesi'ni kaldırması ve bu Anayasaya bağlı olarak kurulmuş tüm legal ve yarı legal örgütlenmeleri fesih etmesi gerekir. Bu açıdan devletin taktik planda kalan geçici ve düşük yoğunluklu barış dışında yapacağı başka hiçbir şeyi yoktur. Kaldı ki Ak Parti gibi rantçı ve dinci bir yapıdan demokratik girişimler beklemek ABD'nin dünya devriminin öncüsü olduğunu öne sürmek gibi bir şeydir. Çünkü Kırmızı Anayasa Kürt isminin yasalara girmesini yasaklamakta ve bunu vatan hainliğiyle eş tutmaktadır. Bu konuda tereddüdü olanlar TRT-6 ve Anadilde Savunma Yasalarına bakabilirler. Bu açıdan en önemli çabamız bu Mili Siyaset Belgesi'nin deşifre ve fesih edilmesi üzerine olmalıdır.

Pozitif unsurlara da bir göz atalım.
Benim Türk Gücü olarak adlandırdığım Türk Gladyo' su, barışın ABD tarafından da garanti altına alındığını düşünerek süreçten kendi çıkarlarını azami gözeten bir politika içine girme eğilimindedir. Garanti olmasa da bu güç içerdeki yoldaşlarını dışarı çıkartmak, yasa ve Anayasa'da varlık nedenlerini koruyabilmek, Kürtlerin bölgede daha fazla söz sahibi olmasını engellemek vb. amaçları olabileceğini düşünüyorum. Bu da sabotaj girişimlerinin askeri olandan sivil alanlara kaydırılacağını göstermektedir. Son 300 imzalı bildiriyi de bu çerçevede ele almak gerekiyor. Yakında devlet birimlerinin Bahçeli başta olmak üzere bu Güçlere brifing vererek tepkilerin kontrol edilmesi girişimlerine başlamaları da muhtemeldir.

Ülkemizin batısında emekçiler adına kitlesel bir destek olmasa da Kürtler arasında barış sürecini ilerletecek ciddi birikimlerin olduğu açık. Bu açıdan Öcalan'ın koşullara bağlı olarak imzaladığı son bildiri metni barış için bir umut yaratmayı bilmiştir. Yani bu barış bildirisinden ABD ve AKP Hükümetinden daha fazla Kürt halkı yarar sağlayabilir. Çünkü ülkemizde Kürtler başları suyun içine bastırılmış onlarca yıldır bekletilmektedirler. Bu bildiri onun içindir ki onlar için bir umut olmuştur. Bu metni eleştirmek, onun üzerinde kritikler yapmak kalbi durmuş bir insanın başı ucunda ona kalp masajı yapmaya çalışan doktorla yöntem tartışması yapmak gibi bir şeydir. Bırakın Doktor Apo kalp masajını yapıp hastayı ayağa kaldırsın. Hastayla birlikte ona bu acıyı yaşatanlara gereken cevabı vermek istiyorsanız hazırlıklarınızı iyi yapın. İşte bu nedenle barış süreci Kürtlere yasal bir statü vermese de yasal haklarını alabileceği ortamı hazırlayacaktır. Ayrıca AKP'den demokratik bir anayasa beklemek Erdoğan'ın bindiği dalı kesmesi olurdu ki bunu umut etmekte çaresizliğimizin bir şekilde açığa vurulması olarak değerlendiriyorum. Bunun için bu sürece Düşük Yoğunluklu Barış adını vererek şimdilik şu haklar dışında başka bir şey beklememek gerekir diye düşünüyorum.

1- KCK tutukluları salınacak. Yasal süreçleri kapatılmayacak.

2- Anayasa'nın yurttaşlık tanımında Kandil'i tatmin edecek fakat Türk Gücü'nü de yatıştıracak bir değişiklik yapılacak.

3- Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'na koyduğu şerhleri kaldıracak.

4- Yerel Yönetimler yasasına Vali'nin seçimle gelmesi, Trafik polisinin belediyeye bağlanması vb. maddeler eklenecek.

5- Ana dilde eğitim vb. sorunlu konular daha sonra çözülme vaadiyle ileri bir tarihe ertelenecek.

6- Gerillalar için genel af çıkacak. Öcalan'ın daha iyi koşullarda hapis yatması için düzenlemeler olacak. Özgürlüğü ileri bir döneme ertelenecek.

Eğer Kandil yukarıdakilere razı olursa işte o zaman Düşük Yoğunluklu Barış gerçekleşecek ve Türkiye'nin emekçi halkları siyasi alanda Ak Parti İktidarına karşı gerçekten ciddi ve kitlesel bir alternatifin yaratılmasında önemli bir avantajı yakalamış olacaktır. Hem de Kürt burjuvazisinin önemli bir kesiminin açık desteğini alarak. Silahsız ortam milliyetçiliğin batıdaki etkisinin zayıflaması siyasi İslam'a olan tepkilerin Ergenekon kanallarına değil demokrat ve sosyal olan platforma akmasının da yolunu açmış olacaktır. Yeter ki bu süreci yönetebilecek devrimci kadrolar kendi aralarında kavga etmesin. Kalıcı barış umuyorum ki bu mücadelenin sonucunda gelecektir.

Erdoğan İktidarı ise süreci dini çabalarına ek olarak doğuda düşündüğü ekonomik yatırımlar ve Başkanlık dâhil siyasi kazanımlarla yönlendirmeye çalışacaktır.
*---------------------
Düşük Yoğunluklu Barış yerine Post-Modern Barış tanımı da elbette ki kullanılabilir.

Yazarın Dİğer Yazıları

  1. 2.ci 'Allahın büyük lütfu' yaklaşıyor mu?
    RAND RTE’yi uyarmış: ordu içinde orta kademelerde bir potansiyel var aman dikkat et diye! Zaten Erdoğan da bu uyarıyı almış ki gerekli çalışmalara çoktan başlamış bile .. Orduyu önce Kürtlerle…
  2. Yüzbaşı İlyas Aydın: Devrimin iyileşmeyen yarası
    Bu yazıda, eti budu belli ve bir türlü belini doğrultamayan Türkiye devrimci hareketinden sadece İlyas Aydın örneğini vererek sol içi şiddetin saflarımızda açtığı yarayı sergilemeye çalışacağım.  Yüzbaşı İlyas Aydın, 1970’lerde…
  3. Ülkemizin sosyo-ekonomik, siyasi yapısı-1
    Bir yanda sosyal bir inancı savunan Alevi kesimlerle, onların kafasını kesmeyi arzu eden İslamcı teröristler aynı apartmanlarda ikamet ediyorlar. Ülkedeki bölünmüşlük sadece ilerici-gerici ekseninde seyretmiyor. İkinci büyük bölünmüş etnisite üzerinden…
  4. Aydınların Sefaleti
    Aydınların Sefaleti
    22 Ekim 2019
    İştirakçi Hilmi’nin liderliğini yaptığı ve uğruna öldürüldüğü mücadelesine 100 yıl sonra dönüp baktığımızda acı bir gerçekle karşılaşıyoruz. Dönemi belirleyen iki hâkim sınıf partisinden biri olan Hürriyet ve İhtilaf Fırkası (H.İ.F.)…
  5. Kitleleri birleştiren iki güç: Demirtaş ve İmamoğlu
    Diktatörlüğe karşı olan bizler, bu iki liderin eksiklik ve kurumsal pozisyonlarını abartmadan, onların aidiyetlerini, ‘aşil topuklarını’ bilerek, İmamoğlu’nun ısrarlı ve ahkâm kesmeyen tavrını ve Demirtaş’ın seçimlerde izlediği ‘büyük tehlike için…
  6. Erdoğan nereye koşuyor?
    Erdoğan nereye koşuyor?
    24 Temmuz 2019
    Bu soruya doğru cevabı verebilirsek sanırım iktidarın geleceğini de az çok tahmin edebileceğiz. Erdoğan iktidarı, ekonomik kriziyle, siyasi alandaki terör severliğiyle, ideolojik düzeyde ortaçağ zihniyetiyle ve de örgütsel olarak her…
  7. Devrimci hareketin can alıcı sorunu
    Temel Demirer, son seçimde, boş oy atan Sibel Özbudun ve kendisinin tutumlarını açıklayan yazılarına yaptığım eleştiriye öfkeyle cevap vermiş. Öfke duygu demektir. Tartışmalarda bilgi ve mantık yerine duygular geçiyorsa, o…
  8. İmamoğlu'nun cesareti nereden geliyor?
    Niye seçime girip yasal gözükecek hileler ve atraksiyonlarla uğraşıyor ki? Kayyum atasın olsun bitsin! Demek ki bu oyunda karşılıklı güçler devrede. İşte bütün bunlar diktatörlüğümüzün Madein-NATO olduğunu gösteriyor. 23 Haziran,…
  9. CHP:  umut mu yoksa çaresizlik mi?
    CHP ve sağ tabanının gözünü açacak olan ise, ekonomik ve siyasi kriz anıdır. Özellikle Erdoğan’ın iktidarı kaybetme korkusuyla CHP’ye yönelmesi örneğin CHP’li belediyelere Kayyum ataması vb. adımları bu kitleyi devrimci…
  10. Erdoğan'ın (ve AKP'nin) krılma noktaları ve HDP
    AKP’ye diş bileyen kendi seçmenini tüm anti-Kürtçü politikalarına rağmen Millet İttifakını desteklemeye yönlendiren HDP’nin bu hamlesi, sosyalist hareketlerin çok ötesinde bir gelişmişliğe işaret ediyor. Bu bölümde esas olarak AKP yani…
  11. Bidon Kafalılar ve Chape varya Chape
    Yukardaki başlık; ezilen, horlanan ve sömürülen kitlelerin bir araya gelmemesi için yürütülen kampanyanın şifresi. “Bidon kafalılar, cahiller, göbeğini kaşıyanlar, her yeri pisletenler” vb. ajitasyonlarla halkın bir kesimi aşağılanmakta ve bu…
  12. Allahsız Müslümanlar ve İslamcı Laikler -1
    Gelinen noktada toplum giderek diyalektik ikili bir kamplaşmaya doğru akmaktadır. Bir yanda milliyetçi-ulusalcı-İslamcılar diğer yanda kadınlar, emekçiler, Aleviler, Kürtler, aydınlar, ötekileştirilenler ve demokratlar. Ülkemizdeki toplumsal ırmak ne yazık ki yüz yıldır…
  13. Devrimci ve Sosyalist kamuoyuna
    68'liler Birliği Vakfı başkanının açıklamasına cevap: Devrimcilik ülkemizde ezilen halkların yanında olmak demektir; onların haklı ve meşru isteklerini desteklemek, acılarına ortak olmak ve onlara yapılan zulüm ve katliamlara karşı durmak…
  14. Normal ve anormal insan profili
    Diktatörlerin ilk işi, yargıyı yani az-çok çalışan vicdanı söküp atmaktır. Onun yerine kendi hastalıklı, monolitik beyninin ürettiği her kararı aynen onaylayan bir vicdan mekanizmasını yani vicdansızlığı ikame ederler.  İnsanda, davranışlarını,…
  15. Ya biat ya mevt ya da ortak hareket!
    İslami kurallar acımasız ve kesindir: ya biat ya da mevt.. İşte o noktaya hızla yaklaşıyoruz! Tehlike içinde olanlar: emekçiler, çalışanlar, seküler, laik ve modern yaşamdan yana olanlar, Kürtler, Aleviler, aydınlar ve diğerleri.…
  16. R.T. Erdoğan'ın 12 Eylül'lünün sonu mu?
    Erdoğan sınıf tahlilinden uzak, çıkarlarının ona verdiği içgüdüsel pragmatizimle, İsrail'le Ortadoğu'da işbirliğine girerek ABD’yi yumuşatmayı, Bharara’ya baskı yapmasını, Rusya'dan özür dileyerek hem ekonomik iyileşmeyi hem de Suriye politikasını ABD çizgisine…
  17. Türkiye'de sağ partilerin paradigması ve AKP'nin geleceği
    Eğer ekonomik istikrar bozulur veya Ergenekon ittifakı parçalanırsa bu güçler hiç tereddüt etmeden yeni bir sağ partiye doluşmakta tereddüt etmeyeceklerdir. Demek ki aşağıdan yukarı kitlelerin Erdoğan iktidarını alaşağı edeceği bir…
  18. Enseyi karartmak yok!
    Enseyi karartmak yok!
    5 Kasım 2015
    AKP ve Erdoğan’ın sonu, İslami cumhuriyet yolunda ki telaşlı ve yanlış adımları ile kendi içlerinde ki kurtçuklar ve ekonomik kriz vasıtasıyla olacaktır. Ama bu sonu hızlandıracak, dolayısıyla, bizim ihtiyacımız olan ise,…
  19. AKP'nin düşüş eğrisi
    Anketlerde AKP’ye oy vereceklerin oranı %40 civarında gösteriliyor. Fakat aynı halk, Başkanlık sistemini, Suriye politikasını ve diğer hükümet icraatlarını %70 civarında bir oy oranıyla kabul etmiyor. Bu da onun bir…

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…