Bugünden geçmişe bakınca ne denli acıyor içim bir kadın olarak; Antik Yunan’da vatandaş sayılmayan kadınlar, Roma’da kuluçka makinasından başka işlevi olmayan, yasal işlemleri için vasi tayin edilen kadınlar. Ortaçağ’da acımasızca yakılan kadınlar...
Virginia Woolf “ erkeklerin kadınların özgürleşmesine itirazının tarihi, kadının özgürleşme tarihinden daha enteresandır” derken nasıl aynı sızıyı hissettiyse Nezihe Muhittin de; “Davamızın zaferi için ölünceye kadar çalışmaya kararlıyız. Bizim ömrümüz buna yetmezse, hiç olmazsa bizden sonra gelenler için ortalığı temizlemiş oluruz” derken bu kuvvetli inanca eşlik eden o sızıyı hissediyordu zihninde muhtemelen ...
Aristofanes Kadınlar savaşı adlı eserinde; 27 yıl süren Peleponnes savaşlarının ülkeye ve insanlara getirdiği yıkıma karşı olan öfkesini, Antik Yunan’da yapılacak en son şeyi yaparak eleştirir. Ülkeye barışı kadınlar eliyle getirir. Barış olmadan asla erkekleriyle cinsel ilişkiye girmeme üzerine anlaşan kadınlar, bir nevi seks grevine giderler. Ayrıca Akropolis’i, Parthenon’da saklanan devlet yedek akçesini ele geçirerek, Atina’yı savaşları finanse etme gücünden mahrum bırakırlar. Eseri okurken, dilinin ne denli cinsiyetçi olduğunu düşünmek, Antik Yunan’da kadın olmanın aslında bir köleye eş değer sayılarak yok sayılmak olduğunu ve bu anlamda kitaplardaki dilin o dönem için ne denli normal olduğunu görmemek anlamına gelir zannımca. Zira, antik çağ tragedyalarının hemen hemen hepsinde kadının toplumdaki konumlanışına dair kadını yoksayan ve onu küçülten benzer cümlelere rastlamak çok olasıdır. Çünkü sınıfsal konum olarak; babası, erkek kardeşleri ve çocukları mülkiyet hakkına sahipken, kendisine mülkiyet hakkı verilmeyen kadınlar, bize Marx ve Engels’in “Mülkiyetin çekirdeği, ilk biçimi, kadın ve çocukların kocanın kölesi olduğu ailede yatar. Ailedeki bu gizil kölelik, ne kadar kaba da olsa, mülkiyetin ilk biçimidir “sözünü anımsatıyor. Bu durum mülkiyet hakkına sahip olmamanın vermiş olduğu güçsüzlükle aynı zamanda üretim araçları üzerinde kullanım hakkı olmayan kadını kocaya bağımlı kılmıştır.
Antik Yunan halkları Pagandılar. Çok tanrılı bir dinler sistemi olan Paganizmde, Tanrılar ve Tanrıçalar vardı. Bu Tanrı ve Tanrıçalardan hareketle mitolojik kahramanlara baktığımda; karşıma sadakat kavramı ile ilişkilendirilmiş bir Peneloppe çıkıyor. Homeros'un Odysseia destanında Odysseus'un eşi olan Peneloppe, Odysseus'un yokluğunda saraya yerleşen erkekler arasından yapacağı eş seçimini ertelemek için gündüz ördüğü örgüyü gece sökmesi ile bilinir ve bu davranışı sonucu sadakat imgesi olarak tanımlanırdı. Sonra hemen ardından Truva savaşının çıkmasına sebep olarak gösterilen güzelliği ile Tanrıçaları kıskandıran Helen’i anımsıyorum. Sanki bu yasak aşkta Truva Prensi Paris’in hiç bir payı yokmuşçasına savaşın ve Truva’nın yıkımının tüm suçu Helen’in üzerine atılıverir.
August Babel, Kadın ve Sosyalizm adlı eserinde İncil'deki on emrin tümüyle erkeğe seslendiğini yazar. Emirlerin dokuzunda, kadın evin hizmetçileri ve hayvanlarıyla bir arada sayılır. Erkeğin komşusunun karısına, erkek ve kız hizmetçilerine, öküzüne, eşeğine, komşusunun malı olan herşeye göz koyması yasaklanır. Kadın erkeğin malı olan eşyadan birşey, mülkiyetinden bir parçadır. Kimse başkasına ait olan bu mala yan bakamaz.
Sonuçta Paris, savaşta hayatını kaybetmiştir. Ülkesi için savaşmış şanlı bir askerdir o artık, Peki ya Helen? Tutkunun ve aşkın sarhoşluğu ile bir ülkenin feda olmasına neden olan tehlikeli ve bir o kadar kötü... Yeryüzüne bilumum kötülükleri getirdiğine inanılan güzeller güzeli Pandora’nın soyundan lanet edilesi bir kadın...
İlkçağ toplumlarının bilboardları olarak düşünebiliriz o dönem yazılan eserleri, ya da çanak, çömleklerin üzerindeki resimleri. Kadının nerede durması, nasıl davranması gerektiğini vazoların üzerindeki resimlerden okuyoruz ya da toplumun zihnine kazınmış bu mitolojik hikayeler aracılığıyla. İffetli, sadık, az konuşan, ortalıkta az görünen kadınlar ... Eril dünyanın “saygıdeğer” zevceleri kısaca...
Roma Medeniyeti’nde soy erkek üzerinden yürüyordu. Evlenen bir kız kendi gensinden çıkarak evlendiği kişinin ailesinin gensine girerdi. Roma hukukundan esinlenerek gelen bu kabul, günümüz toplumunda da soyun erkekten geçtiğini kabul eder. Hey gidi yıllar, hey... demek istiyor insan. Ama maalesef konu kadının kendi varlığını gerçekleştirmesi olunca, zaman denen mevhum hiç de hızlı ilerlemiyor.Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden muaf, kadınları hiçe sayan eril düşünce yapısından örülü sistem, buna izin vermiyor. Türkiyeli kadınlar daha henüz 2015 tarihinde açıklanan bir kararla, o da ancak “çocuğun üstün yararı” söz konusu ise boşanmış ve velayetini almış çocuklarına soy isimlerini verebilecekler artık...
Hristiyanlığın ilk yıllarında, Paganlara açılan savaşta “cadı” ilan edilerek acımasızca öldürülen bilimin neferi Hypathia’nın yerlerde sürüklenen bedeni ile Pagan Roma döneminde, Hristiyanlığa inandığı için gladyatörlerin savaştırıldığı Collesiumda aslanların önüne atılan Perpetua’nın kaderleri nerede kesişir dersiniz?
Ben bu kesişim noktasının anerkil sistemden ataerkil sisteme geçildikten sonra kuralları sistematik olarak belirlenmiş olan eril düzenin aktörleri eliyle çizilmiş olduğunu düşünüyorum. Simon de Beauvoir’in “Hristiyan ideolojisinin kadınların ezilmesine katkısı az değidir”, demesine ithafen; her dönem olduğu gibi din soslu hikayeler ve kutsal annelik mavralarıyla birlikte...
Kadınların içler acıtan hikayeleri sadece Antik dönemlerle mi sınırlı, tabi ki hayır? Ünlü heykeltıraş Rodin’le yaşadığı aşk yüzünden tam 30 yılını akıl hastahanesinde geçiren heykeltıraş Camille Claudel “bu kadar sene sessiz kalmak için ben ne yaptım” diye sormuştu. Sen sadece bir adamı sevdin Camille ama o adam bu eril düzenin aktörlerindendi ve yaşadığın dönemde sevdiğin bir adamla evlilik dışı bir ilişki yaşaman toplumdan ve hatta ailenden dışlanman için yeter ve artardı da...
Geçtiğimiz günlerde üniversiteyi yeni bitirmiş bir kadın, Zeynep Şenpınar, milli boksör Selim Ahmet Kaboğlu tarafından katledildi. Bu katliamın hemen ardından AKP’nin İBB ve Esenyurt Belediye Meclis Üyesi Hamdullah Arvas'ın “dikkat edin son yıllarda sosyal medyada özellikle Zeynep Şenpınar benzeri kadın ölümleri gündeme getiriliyor. Hikaye aynı; özgürlük düşkünü bir kadın ve gayrimeşru yaşantısı içinde geçen bir ölüm hikayesi. Sizce bu tesadüf mü, yoksa maksatlı yapılan bir algı yönetimi mi? Edep yahu” sözleriyle bu cinayeti nasıl mesruşlaştırdığını gördük.
Truvalı Helen ile Türkiye’li Zeynep Şenpınar ve Fransız Camille Claudel’in hayatları nerede kesişir sizce...?
Evet yüzyıllar geçecek üzerinden, bizlerin artık hayatta olmadığımız o yıllarda bugünler tarih olarak anılacak, kadın mücadelesi her zaman olduğu gibi gene olacak. Kadın çalışmaları, kadın hak mücadelelerini anlatırken, bunun yanısıra kadınların hayatta kalma mücadelelerini de anlatacaklar..
Bir zamanlar bir yerlerde kadınlar satırlarla doğranarak öldürülürlermiş, kıyafetleri üzerinden ahlakları belirlenir, gülmeleri, çalışmaları istenmezmiş, sokak ortalarında yakılırmış, yüzlerine asit atılırmış o kadınların diyecekler. O dönemki iktidarlar kadın hak mücadelesi için çabalayanları tutuklarken, kadın katillerinin cezalarını siler, suçluları toplumun içine salarmış diyecekler. İçinde bir dolu kötülüğün olduğu bir masal gibi anlatacaklar, bugünkü kadınlar da tarihin içindeki nice diğerleri gibi gözlerini artık çoktan yumduklarında...
Kahramanları da anlatacaklar elbet. Kahramanın adı olmayacak bazen, ama kırmızlı kadın dendiğinde herkes anlayacak kim olduğunu. “Kadının yeri devrimdir” diyen Sudan’lı Ala Salah’ın adını hatırlayamazlarsa beyazlı kadın diyecekler ona da. Tüm kadınların kurtuluşu için polis copuna, biberine, gazına, diyerek kadınların haklı mücadeleleri için çalışan mora boyanmış kadınlar anlatılacak ...
Belki de yukarıdaki soruyu daha da genişleterek şöyle sormak lazım. Geçmiş dönem kadınları ile günümüz kadınlarının evrensel ve tarihsel düzlemde kesiştikleri yer neresidir sizce?
Yazarın Dİğer Yazıları
Çölde Vaha Misali Bir Etkinlik
8 Ağustos 2023Afetler Ayrımcılık Yapmaz, İnsanlar Yapar
13 Şubat 2023Afgan kadınlar köleyken biz özgür olabilir miyiz?
13 Ocak 2023Suçlu bulundu : İç Barışı Tehdit Eden Kadınlar!
25 Kasım 2022Kafeslere sığmayan bedenler
11 Temmuz 2022Savaş, Hafıza ve Toplumsal Cinsiyet
10 Nisan 2022Fıs Fıs İsmail, Will Smith ve Bir Süreklilik Teması Olarak Ataerkillik
3 Nisan 2022Eril Aktörlerin Yitik Kurbanları
27 Mart 2022Dünya emekçi kadınlar gününde elleri düşünmek
7 Mart 2022Metaverse dünyasında kadınlar ve taciz.
12 Şubat 2022Sen Ne Çektin Be Havva
26 Ocak 2022Başarılı kadınların enselerinde vızıldayan erkekler
12 Ekim 2021İşgal ve İç Savaşın Ardından, Gericiliğin Kıskacında Afgan Kadınları
17 Ağustos 2021Peki ya insanın ürettiği kesin olan şiddet virüsünün aşısı?
11 Ağustos 2021Özgürlüğe Pedallayın Kadınlar!
5 Haziran 2021Kadın Katillerini Yetiştiren Kim?
1 Nisan 2021Kadınların Sahnesi Yeni Başlıyor
27 Mart 2021Hepimizin İçinden Yükselen Seslerin, Soruların Yankılandığı Bir Kitap; Uğultular
1 Mart 2021Makbul Analık Sorgusu
9 Şubat 2021Bir Sonra Katledilecek Kadın Ya Sen İsen?
5 Şubat 2021