Bu Ateş Sizi de Yakar!

Sevgican Dalga

7 Ağustos 2021
Bu Ateş Sizi de Yakar!

''Yeni acılarımız eski acılarımızı unutturuyor. Her gün yeni bir kötülüğe, yeni bir çirkinliğe, yeni bir şiddete, yeni bir cinayete, yeni bir katliama, yeni bir yangına uyanıyoruz. Acının rengi değişiyor ama şiddeti azalsın artık dediğimiz noktada daha da artıyor. Sanki yüreğimizin, vicdanımızın dayanma gücü, insanlığımızın, sabrımızın sınırları ölçülüyor.''

Günlerdir cayır cayır yanıyor yüreklerimiz; ormanlarımız yanıyor, “can”larımız yanıyor. Geçmişimiz geleceğimiz yanıyor. Hem de gözümüzün önünde, ellerimiz kollarımız bağlı, öyle çabuk öyle alevli öyle kavurucu, yakıcı ki. Geçtiği yerleri kül edip bırakıyor.

Günlerdir ağzımı bıçak açmıyor, gözümde her an akmaya hazır bir damla yaş, yüreğimde tarifsiz bir darlık var. Ne yapsam derin bir nefes alıp rahatlayamıyorum. Ciğerlerim ülkenin yanan isini çekiyor sanki hava yerine.

Yeni acılarımız eski acılarımızı unutturuyor. Her gün yeni bir kötülüğe, yeni bir çirkinliğe, yeni bir şiddete, yeni bir cinayete, yeni bir katliama, yeni bir yangına uyanıyoruz. Acının rengi değişiyor ama şiddeti azalsın artık dediğimiz noktada daha da artıyor. Sanki yüreğimizin, vicdanımızın dayanma gücü, insanlığımızın, sabrımızın sınırları ölçülüyor. Sanal bir oyunun içindeyiz sanki ve bize birileri  “kırk satır mı, kırk katır mı?” diye soruyorlar biz çıkış yolu aradıkça.

Bir yanda sel felaketleri, bir yanda yakın zamanda yaşanan depremler, bir yanda denizlerimizi ele geçiren örümcek ağı gibi müsilaj belası, bir yanda “yeter artık bitsin dayanacak gücümüz kalmadı!” dediğimiz ama bir türlü bitiremediğimiz covit19 ve türevleri.

Bütün bunlar yaşanırken diğer taraftan hiç bitmeyen ve her geçen gün daha bir vahşicesi yaşanan kadın cinayetleri…

“Doğal” olanlara, doğadan gelenlere, doğa ananın uyarılarına bir anlam verebiliyorum kendimce. “Bu kadar hor kullanırsan; yeşilin yerine betonu dikersen en korunması gereken yerlere, fabrika atıklarını hiç için sızlamadan akıtırsan binlerce canlıyı içinde besleyen  mavi denizlere, maden aramak için delik deşik edersen toprağını taşını, çekersen toprağın bağrından o vermeden suyunu, kontrolsüzce havaya salarsan dumanını, egzozunu, bilmem bin türlü zararlı gazını, binlerce yıllık dengesini bozar kendi çirkinliklerine alet etmeye kalkışırsan alıverir, işte böyle senden öcünü doğa ” diyorum kendi kendime. Her ne kadar son zamanlarda bu konuya “iklim krizi” adı altında dikkat çekmeye çalışılsa da gelinen noktada tedbir almakta geç kaldığımızı sanırım hep beraber görüyoruz.

“İklim krizi ya da değişikliği; karbondioksit gibi ısıyı tutan gazların atmosferde artmasıyla oluşan ve oluşturduğu düşünülen gazların sera etkisinin sonucunda da, dünya üzerinde yıl boyunca kara, deniz ve havada ölçülen ortalama sıcaklıklarda görülen artış nedeniyle dünya ikliminin değişmesidir” diyor uzmanlar. Her yılın en çok konuşulan kelimesini seçen Oxford Sözlüğü aynı zamanda iklim krizi ifadesini, "İklim değişikliğinin sebep olacağı geri döndürülemez hasarı durdurmak veya azaltmak için acil bir şekilde harekete geçilmesi gereken durum" olarak tanımlıyor.

İklim değişiklikleri miydi doğa anayı bu denli kızdıran ve insanlıktan öç alırcasına her geçen gün bir tarafları yerle bir etmesine sebep olan yoksa başka sebepler de var mıydı? Bilim insanlarının konusuydu bu ve konunun uzmanları kafa kafaya verip senden benden demeden, siyasi malzeme yapmadan bir an önce bu dengeyi yeniden kurmaya, hiç olmazsa korumaya yönelik çalışmaları yapmalıydılar, yapılmalıydı.

Ya doğadan gelmeyen acılara ne demeli, nasıl değerlendirmeliydik?

Hunharca işlenen, kanımızı donduran, insanlığımızdan utandıran kadın cinayetleri artık her geçen gün artıyor ve yine yetkililer caydırıcı cezalar vermekten imtina ediyor. Hatta kadını yaşatmak adına atılan olumlu hamlelerinden vazgeçiyor. Oysa kadın, hiç geri durmuyordu yaşamı var etmek için mücadele etmekten; su için, yeşil için, hayvan için, çocuk için, insan için, evi için, ekmeği için, özgürlük için hep en öndeydi dimdik, korkusuz. Kendi yaşamını dahi feda ederdi onların yaşamı için gözünü kırpmadan.

“Kahraman Türk Kadınımız” diye övülüyorken bazen, çoğu kez sesini çıkarmıyor, sahip çıkmıyordu yetkililer, yetkisizler kadın sokakta dövülüyorken.

Peki doğal mıydı bu yangınlar?

Günlerdir söndüremiyoruz coğrafyamızdaki yangınları, yüreğimizdeki yangınları. Yanıyoruz hem de cayır cayır. Giderek artan, büyüyen çapta. Ege ve Akdeniz başta olmak üzere çok sayıda farklı bölgelerde çıktı yangın hem de eş zamanlı olarak. Nasıl çıktı? Neden çıktı?  Burada bir oyun var mıydı insan eliyle yazılan yoksa ihmal miydi çoğu, tedbirsizlik mi? Ya da masum sebepler mi? Yoksa zalimce bir kasıt mıydı bazılarının iddia ettiği gibi. Bilinmez. Tabi ki şimdilik “bilinmez” olabilir, olmamalı. Öncelik yanan ateşi var olan güçle söndürmek olmalı. Sonrası elbette sebep olan ya da olanlar cezalandırılmalı, pek tabii gereği yapılmalı.

Neden günlerdir söndüremiyoruz bu yangınları ya da geç kalıyoruz? Havanın aşırı sıcaklığı, esen rüzgarlar ve geç gelen müdahale sonucu alevler kül edip geçiyor değdiği yerleri, içinde bin bir türlü çiçeği böceğiyle ormanları, hayvanıyla, ambarında buğdayıyla köyleri, evleri. Kül olup yitip giden sadece bunlar mı? Değil elbet koca bir geçmiş; alın teriyle tırnaklarla kazılarak yaratılan bir dünya, iyisi ve kötüsüyle yaşanan hatıralar, fotoğraflarda bile kalamayacak olan mutlu anılar, hayaller … Ya diğer görmediklerimiz; çiçeklere konan arılar, ağaçtaki kuş, kelebek, toprağın altındaki köstebek, toprağı havalandıran solucan, türlü türlü börtü böcek, pek çok canlının ev sahibi, besin kaynağı, nefesimiz olan ağaçlar, bitki örtüsü gözlerimizin önünde yandı bitti kül oldu.

Antalya’da küçükbaş hayvanlar yanarak telef oldu #4

 

Canlar yandı, canımız yandı, hayatlar yandı.

Peki biz ne yaptık yanarken? Ateş sadece düştüğü yeri mi yaktı? Yoksa bazıları saçlarını mı taradı ciğerlerimiz yanarken?

Ateş düştüğü yerde kalmadı, kalmaz. Her acı biraz böyle yaşanır. İnsan evladı o ateşin bir gün kendini de yakacağını bilmez, göremez. Oysa alev, söndürmezsen büyür, kor ateş olur bütün her şeyi her yeri yakar.

Yanan yerler değildi sadece, ülke yandı, dünya yandı. Tıpkı dünyanın diğer ucunda yanan pek çok ülke gibi. Dünyanın öbür yanında bir kelebek kanat çırpsa biz burada rüzgarını hissederiz demezler mi bu yüzden. Yaşadığımız, bize hayat olan başka bir dünya yok. Havamız, suyumuz ortak. Toprağa sınır çizersin belki ama havaya çizemezsin. İçtiğin suya, aldığın havaya, beslendiğin toprağa borçlusun hayatını.  Hor kullanmamalı, korumalısın. Zamanından önce yere düşen bir yapraktan, kanadı kırılan kuştan, bal yapan arıdan sen sorumlusun, sorumluyuz.

Peki sorumlular sorumluluklarını yerine getirdi mi, koruyabildi mi yitirdiğimiz canları, malları, hayatları? Giden mal yerine gelirdi belki ama sadece et değildi, taş duvar ev değildi, kalas, odun hiç değildi yanan, yanan candı, hayattı…

Ne kadar kısa zamanda ne kadar çok su dökülürse ateş sönerdi. Bu kadar açık ve net. Niye günlerdir yanıyor, niye hala söndürülemedi? Bir taraf yanıyor yanacak yer kalmayana kadar ve sonra söndürülüyor, söndürülebiliyor ancak. Ardından başka, daha başka yerler. Görmeye, dinlemeye yüreklerimiz dayanmıyor.

Etkili ve kısa sürede çıkan yangını söndürmek için “Bir an önce havadan müdahale yapılmalı, insanın, aracın giremeyeceği yerler” deniyor.  Niçin yetersiz kalıyoruz, niçin hep geç kalıyoruz? Niçin daha önce yaşananlardan ders çıkarmıyoruz? Niçin bu işleri anlayanlara yönetimi vermiyoruz, niçin işin uzmanlarına danışmıyoruz, akıl ve bilimden faydalanmıyoruz, niçin önceden planlı programlı tedbirler almıyor, gerekli kanunları çıkartmıyor, gereken düzenlemeleri denetimleri yapmıyoruz?

Niçin?

Eksiğimiz varsa- ki olduğu çok belli- niye ısrarla yokmuş gibi inatlaşıyoruz. Çok mu zor hatayı, eksiği kabul edip hemen gidermeye, onarmaya çalışmak. Yetmediğimiz yerde yardım istemek. Ayıp mı, günah mı? Hani birlikten beraberlikten bahsediliyor ya nerde o birlik beraberlik. Yardım eden de isteyen de engellenmeye çalışılıyor hatta hain ilan ediliyor, ne acı.

yataganda-yanginla-mucadele-003.jpg

Yangının başladığı ilk günden itibaren hem bölge halkı hem de başka bölgelerden gelen “gönüllüler” canla başla yangını söndürmeye, canları kurtarmaya çalışıyorlar. Yaşam mücadelesi veriyorlar. Gencinden ihtiyarına kadınından erkeğine, ünlüsünden ünsüzüne içinde insana, doğaya, tüm canlılara karşı azıcık sevgi, merhamet, vicdan olan herkes. Hem de yana yakıla, gözlerini kırpmadan, uyumadan, yemeden, içmeden. Her anın, her bir damla suyun hayat olabileceği ihtimali ile. Taşıma sularla bilmem kaç bomba gücündeki alevlerin üstüne giderek.

Ufak tefek orta yaşta bir gönüllü kadın bir TV kanalında “çaresizlikten güçlendik” diyor, gözleri doluyor konuşurken eminim pek çoğumuzda dinlerken olduğu gibi, “dayanmak mümkün değildi gördüklerimize o yüzden sırayla gittik. Evlerimizde oturup yangını ağlayarak seyredemezdik, bir şeyler yapmalıydık, çünkü yangın sönmüyor, giderek büyüyordu” diyor bir diğer gönüllü kadın.

Yine en öndeydi kadın yangında bile. Yüreklidir kadın, tehlike anında hele de yavrularıysa söz konusu, ya da en az onlar kadar sevdiği diğer canlılarsa, tabiatsa, ülkesiyse kaplan kesilir kimse duramaz önünde. Yaşatmak ister, doğurandır çünkü bilir acısını doğurmanın, yaşatmanın, büyütüp yeşertmenin. Bir canın, canlının kıymetini ondan daha fazla kim bilebilir. Ancak onun gibi hissedebilen belki.

Bütün bunlar yaşanırken gönüllüler, yangın söndürmede, su taşımada, hortum tutmada, toprağı kazmada, yaraları sarmada, karın doyurmada, gözyaşını silmede yardımcı olurken hatta çoğu yerde ilk yetişen olurken, haberlerde yangın bölgelerine “gönüllüler alınmayacak” diye duyuyorum ve kulaklarıma inanamıyorum. Nasıl yani bu insanlara “iyi ki varsınız, yanan ellerinize, yanan yüreklerinize sağlık” denileceğine saf dışı mı ediliyor? Bu çaresizliği, yetersizliği konuşmasınlar, yaşadıklarını anlatmasınlar diye öfkeli ve haksız değerlendirmeler yapılıyor. Yazık çok yazık…

Niye çaresiz kalıyoruz, çaresiz hissediyoruz? Başka ülkelere bile çoğu kez çare oluyorken, yardım edebiliyorken. Nasıl olur da kendi yangınımızı söndüremez, kendi derdimize çare olamayız? Biz çok güçlü, zengin hatta kıskanılan bir ülke değil miydik? Onun için mi yardım isteyerek küçük düşürüyorlar bizi bazıları. Zenginsek, güçlüysek, yeterliysek niye gereksiz sayamayacağım kadar çok olan harcamalar yapıyoruz da yangınımızı söndürecek kadar uçak, helikopter, araç gereç almıyor, gerekenleri yapmıyoruz. Çok mu zor, yoksa çok mu değersiz yananlar? Gerekli aracımız gerecimiz yoksa, yeterli değilse niye yardım istemekten geri duruyoruz, zaman harcıyoruz? Madem bu yangınlar bütün dünyanın başına geliyor, madem ki aynı dünyada yaşıyoruz, komşuyuz, paydaşız. Niçin yardım isteyenlere ateş püskürüyor sonrası da aynı yardım isteğini yapıyoruz? Niçin?

Anlayamıyorum…

Yangın yerinden bir köylü kadın feryat figan ağlıyor “Allahım bir yavrum vardı kendini ateşe attı. Onun da bir evladı var, ben ona mı yanayım, o evladına mı yansın. Allahım bana yardım et, nerde başkan nerde, bak yok nerde? Biz bir millet idik, nerde bir idik. Nerde? Çoluğumuz çocuğumuz yandıktan sonra mı gelecekler, evimiz barkımız yandıktan sonra mı? Biz onu baş tacı yaptık ama o bizi yerle bir etti. Böyle başkan olur mu? Bize su vereceğine çay atıyor insanlara… Söyle bunun ötesi olur mu?” diyerek yüreklerimizi kanatıyor...

Bunun ötesi olur mu? Olmasın, olmamalı. 

Telafisi olur mu?

Giden canlar geri gelmez biliriz, lakin ne kadar zamanda yerine gelir yenisi, doğa ana yine kucağını açıp yeşertir çoğaltır mı, insan eli yeter mi eskiyi yerine getirmeye, dikebilir mi, büyütebilir mi? Bilinmez.

Ama tüm dileğimiz bu.

 

Yazarın Dİğer Yazıları

  1. Bir Nefes İçin...
    Bir Nefes İçin...
    2 Ağustos 2023
    “Ne yaparsanız yapın gaz sıkın, dövün tartaklayın, isterseniz öldürün biz zaten öldük. Siz de  öleceksiniz, aslında hepimiz ölcez” diyordu günlerdir ormanını kurtarmaya çalışan, ağaçlarını teslim etmeyen Akbelen’in mücadeleci kadınlarından biri.…
  2. Sesimi Duyan Var mı?
    Sesimi Duyan Var mı?
    12 Şubat 2023
    ''Göçük altından bir kitap buluyor enkaz çalışmalarında görevli gençlerden biri. “Umut varsa gelecek vardır” yazıyor ilk sayfada yazarın el yazısı ile. Ve “bu sözleri okuduktan sonra daha bir umutla kazmaya,…
  3. Sanatın dikenli yolları
    Sanatın dikenli yolları
    19 Şubat 2022
    ''Ne istiyorlar bizden, sanatçıdan, kıskaca almaya çalıştıkları bu insanlardan? Diye sormuyorum çünkü ne istediklerini hepimiz biliyoruz, çok açık; sanat aydınlatır karanlıkta kalanları çünkü. Sanatla hem ruhumuz hem beynimiz aydınlanır. Sanat…
  4. Tarih 17 Haziran 2021
    Tarih 17 Haziran 2021
    20 Haziran 2021
    Bu ülkede insanlar tercihleri hatta tercih etmediklerinden bile ne çok suçluymuş. Tercih yapamadığımız cinsiyetimizden, tercih yapamadığımız etnik kökenimizden, tercih yapamadığımız ya da yapmadığımız inançlarımızdan suçluyuz, suçlusun… Tarih 17 Haziran 2021 Yine …
  5. Sınırsız Bir İmparatorluğun 'Sınırlı' Kadınları
    Devlet-i Aliye’nin bile ferman konusu oldu kadınların çarşafları. Başa geçen her padişah kadınların ne giyeceğine, nasıl giyeceğine, ne zaman, nereye gideceğine, nasıl gezeceğine, kimlerle nerelere girip giremeyeceğine ve daha pek…

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…