Gelinen noktada toplum giderek diyalektik ikili bir kamplaşmaya doğru akmaktadır. Bir yanda milliyetçi-ulusalcı-İslamcılar diğer yanda kadınlar, emekçiler, Aleviler, Kürtler, aydınlar, ötekileştirilenler ve demokratlar.
Ülkemizdeki toplumsal ırmak ne yazık ki yüz yıldır kendi yatağında değil farklı bir mecrada akıyor. Toplumsal doku 1919-24 dönemini saymazsak tam yüz yıldır parçalanmaya çalışılıyor. Sağ ve ‘sol’ Muktedirlerin görünüşte zıt fakat özde mükemmel bir uyum içinde olduklarını tespit ediyoruz.
Ancak bunun aksine tabanda küçük bir azınlık dışında kalan geniş kitlelerin yukardakilerle ayrı bir kampı oluşturduklarını fakat çaresizlikten yukardakilere tutunarak ayrıştıklarını görüyoruz. Çünkü kitlelere öncülük edecek olan sosyalistler siyasi sahneye çıkamayacak şekilde sakatlanmış durumda.
Gelin duruma bir bakalım.
Ülkemizde tamamlanmayan yarı olma hali var: laiklik Diyanet İşleriyle birlikte yürüyor; yine, büyük şehirlerimiz gecekondular ve gökdelenlerle yanyana; dahası, başımızda bir yasal Anayasa, bir de Siyaset Belgesi adı verilen yasa dışı Kırmızı Anayasa bulunmakta; bir görünen devlet bir de görünmeyen derin devlet var; çocukları istismar eden, kızları öldüren veya tecavüz eden milliyetçi-İslamcılarla, çocuk istismarını tiksintiyle lanetleyen ve İslami yaşam biçimini tümden reddeden kitleler ülkemde birlikte yaşıyorlar.
Bir yanda tüm sanat ve kültürleri sevenler diğer yanda bunları yok eden, yıkan ve yakanlar; bir yanda emekçilere, ezilen halklara, kadınlara ve farklı olanlara saygılı, hoşgörülü, destek verenler, diğer yanda onlara şiddet uygulayanlar; bir yanda tarımı ve hayvancılığı yok edenler diğer bir yanda ise buna canhıraş karşı çıkanlar; doğayı talan edip gökdelen diken, nükleer vb. santraller kuranlar ile buna direnenler birlikte yaşıyorlar.
Ülkemizde cumhuriyet var fakat yok, insan hakları var fakat yok, laiklik var ama yok. Hatta yasal Anayasa ve yasalara uymayan bir iktidarımız bile var. Tıpkı aydınlarımız ve demokrasimiz gibi her yerde ve her kesimde yarım ilişkiler, kültürler ve gelişmemişlik hâkim.
Bu yarımlık ve tamamlanmamışlık özünde demokratik devrimimizin yarım kalmasıyla yakından ilgili. Nasıl ki laik sistemde din ile devlet işleri birlikte olmazsa, tıpkı onun gibi yukarda saydığım zıt yaşam biçimleri de cumhuriyetlerde uzun müddet bir arada var olamaz.
Gelinen noktada toplum giderek diyalektik ikili bir kamplaşmaya doğru akmaktadır. Bir yanda milliyetçi-ulusalcı-İslamcılar diğer yanda kadınlar, emekçiler, Aleviler, Kürtler, aydınlar, ötekileştirilenler ve demokratlar. İlginçtir ki bu tarihi kamplaşmada kendine sosyal-demokrat diyen CHP Yönetimi birinci kampta yer almakta. Her ne kadar devletin zoruyla birinci kampta yer alınıyor algısı verilse de bu,gerçeği örtmek için uydurulmuş kusursuz bir yalandır. Çünkü bu tercih gönüllü yapılıyor: kimse sana Cumhurbaşkanı adaylığına Faşist birini çıkaracaksın, kimse sana belediye başkanlığı için Feodal-faşist birini aday göstereceksin, MHP ile İYİ PARTİ ile ittifak kuracaksın demiyor. Hem barıştan yanayız diyeceksin hemde Suriye’nin İşgal edilmesini aslanlar gibi savunacaksın.
Devletin derinliklerinden hem AKP’ye, hemde CHP’ye belli bir plan dikte ediliyor. Bu da; sinsi ve tehlikeli bir kutuplaştırma yani kitleleri emek ve demokrasi cephesinden uzaklaştırıp Milliyetçi-İslamcı cepheye yakınlaştırma stratejisidir. Bu stratejide esas rol Ulusalcılarda toplanıyor. Her ne kadar Ulusalcıların militarist kesimleri Irkçı ve İslamcı iktidarla açıktan ittifak içine girmişse de, reformcu kanadı (CHP Yönetimi+Sözcü gazetesi+Oda Tv+Halk Tv ve bazı yazarlar) oldukça geliştirilmiş Türk-İslam Sentezi ürünü olan ideolojik ve siyasi bir stratejiyi hayata geçiriyorlar. Bu strateji aslında, geçmişten gelen sağ ve ‘sol’ egemen sınıf partileri (İttihat ve Terakki-Hürriyet ve İhtilaf, CHP-DP, CHP-AP, CHP-ANAP) arasında süregelen kayıkçı kavgasının bir devamı. Bugün CHP yönetimi ve diğer Ulusalcı kesimlerle AKP+MHP arasındaki kavga da bu tarihsel gelişimin son versiyonudur. Bu sahte kavganın orkestra şefi de ERGENEKON’dur. Stratejinin özü: kitleleri iki kampta toplayarak birbirilerine karşı düşman haline getirmek! Biliyorlar ki bu kamplaşma olmazsa hepsi de tarihin çöplüğüne gidecektir.
Tarafların aralarındaki kavgayı gerçekmiş gibi göstermelerini sağlayan taktiklerine takip eden yazıda göz atacağız.
Yazarın Dİğer Yazıları
2.ci 'Allahın büyük lütfu' yaklaşıyor mu?
19 Şubat 2020Yüzbaşı İlyas Aydın: Devrimin iyileşmeyen yarası
23 Ocak 2020Ülkemizin sosyo-ekonomik, siyasi yapısı-1
26 Kasım 2019Aydınların Sefaleti
22 Ekim 2019Kitleleri birleştiren iki güç: Demirtaş ve İmamoğlu
19 Eylül 2019Erdoğan nereye koşuyor?
24 Temmuz 2019Devrimci hareketin can alıcı sorunu
13 Temmuz 2019İmamoğlu'nun cesareti nereden geliyor?
20 Mayıs 2019CHP: umut mu yoksa çaresizlik mi?
24 Mart 2019Erdoğan'ın (ve AKP'nin) krılma noktaları ve HDP
12 Mart 2019Bidon Kafalılar ve Chape varya Chape
27 Şubat 2019Devrimci ve Sosyalist kamuoyuna
21 Haziran 2018Normal ve anormal insan profili
15 Kasım 2017Adalet Yürüyüşü ve Ortak Mücadele Anlayışı Üzerine
8 Temmuz 2017Ya biat ya mevt ya da ortak hareket!
4 Ağustos 2016R.T. Erdoğan'ın 12 Eylül'lünün sonu mu?
7 Temmuz 2016Türkiye'de sağ partilerin paradigması ve AKP'nin geleceği
9 Mart 2016Enseyi karartmak yok!
5 Kasım 2015AKP'nin düşüş eğrisi
26 Ekim 2015