Osmanlı Türk'ü niye sevmezdi?

Rıza AYDIN

26 Eylül 2017
Osmanlı Türk'ü niye sevmezdi?

Osmanlı aristokrasisi ile Osmanlı münevveri Türkü sevmezdi, onların dilinde Türk bir küçümseme sözüydü. Hatta Osmanlı münevveri Türkçeyi de küçümsediği için, Türk sözünü Arap aksanıyla ifade ederek "TERK" derdi, "Terk" sözünün çoğulu Arapçada "ETRÂK" demektir; bunun için anlayışsız Türk'ler anlamında "İdrâki bi idrak" derlerdi.

Türk milliyetçi hareketinin kurucu önderlerinden Yusuf Akçura, Yeni Türk Devletinin öncüleri adlı kitabında kendisi ile Necip Âsım beyin, babı âli'de, Türk kelimesini ilk defa "Terk" şeklinde değil de "Vav" harfi ile "Türk" diye yazdıklarını övünerek şöyle anlatır: 

“Tarihlerimizde “etrâk-ı bî idrâk” yazdığını gördüğümden ve Osmanlılardan birçoğunun Türk’e hakaret ettiklerine şahit olduğumdan “Türk”i “vav”la yazdım. Niye böyle yazıyorsun? Diyenlere de “Etrâki bîidrâk” yazılmasın diye cevap verdim. Ve Bâbıâlî Caddesinde adım “Vavlı Türk” oldu”[1] der.

Fuat Köprülü’nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı kitabında, kendilerine toplumda imtiyazlı bir yer edinen medrese eğitimi görmüş kişilerin “Mevzû-i ilim-i edeb, kelâm-i Arb’tır”[2] diye düşünüp Türkçeyi küçümsemelerinden yakındığını görmüştüm. Yusuf Akçura’nın yazdıklarını bu bilgilerimle birleştirince, demek ki Arapçanın dil aksanına göre düşünen Osmanlı münevverleri de Türk’e “Terk” diye hitap ediyorlarmış “Etrâk”, sanıldığı gibi “Türk” sözcüğünün değil de “Terk” sözcüğünün çoğuluymuş bilincine ulaşmıştım.

Osmanlı devletinin son Şeyhülislamı Mustafa Sabri, “Dil ve Milliyet” adlı yazısında Osmanlıcıların Türk diline bakışını şöyle anlatıyor:

“Arap dili ne Türk diliyle ne de Çerkez diliyle kıyas kabul etmeyecek derecede üstünlüğe sahip olduğundan, insanın, milliyetin küçüğüne sahip olup da onunla iftihar edeceğine büyüğüne sahip olarak onunla iftihar etmesi daha karlı ve daha makul olur.

Yani mesela Türk iken Araplığı tercih eden, Müslümanlığa fazla bağlılığı saikasıyla tercih eder, milliyetçilikte müşkülpesentlikten değil… Nasıl ki Yavuz Sultan Selim de milliyetini din fikri içinde eritmek isteyen büyük bir İslamcı idi.

Benimde Araplığa temayülüm, Kur’an-ı Kerim ve hadislerin dilinden Arapça sayesinde Müslümanlığın daha iyi muhafaza edileceğine kani olduğumdandır”[3]. Osmanlı düşüncesinde olanların, Türk diline bakışını Mustafa Sabri’nin bu anlatımından daha açık anlatmak olmaz sanırım. Dil bir halkın, bir ulusun temelidir, başka bir dili konuşan halk ya da ulus kaybolup, başka bir halkın – ulusun içinde erir; işte buna genel manada asimile olmak deniyor. İslam girdiği ülkeleri böyle asimile edip Araplaştırmış, buna direnen çok az ulus olmuş.

Sonuç olarak, şöyle dersem yanlış olmaz sanırım: Osmanlı münevveri Türk halkının dilini de kendisini de sevmez, onu küçük görür aşağılardı; onların lügatin da Türk sözü, hakir görme, aşağılama deyimiydi.

Peki hal böyleyse, ki böyledir, bunun nedeni nedir? Bunu anlamak için Anadolu tarihine kısaca da olsa bir göz atmak gerekir.

1402 ANKARA SAVAŞI


Aslında Osmanlı devletinin iki ayrı dönemi vardır; hatta bu dönemlerini anlatmak için, iki ayrı Osmanlı devleti vardır dersem abartmış olmam. İşte bütün bunları anlamak için, Osmanlının bu tarihsel süreçlerini anlatıp, anlamız gerekiyor.

Timur 1402'de, Ankara savaşını kazanınca, resmen Osmanlı devletini yıkıyor. Osmanlı devleti bundan on yıl sonra tekrar kurulurken, Avrupa’nın Hıristiyan nüfusu içinden devşirilen, Yeniçeri unsurlarının öncülüğünde kuruluyor.

Ankara savaşında Osmanlı'nın Timur'a yenilmesinin en temel nedeni, Türkmen'lerin Timur'u destekleyip, savaş sırasında Timur'un safına geçmeleridir. Bu herkesin kabul ettiği bir hakikattir.

Ankara savaşından sonra yeniden oluşturulan Osmanlı devletinin yönetici kastı olan devşirmeler, bundan sonra Türkmenlere asla mı asla iyi gözle bakmıyorlar. Faruk Sümer hem Oğuzlar kitabında hem de Safevi Devletinin Kuruluşu kitabında, bundan sonra Osmanlı'nın Türkmenlere olan bu güvensizliğini çok güzel anlatıyor. Konunun daha iyi anlaşılması için yaşanan tarihsel sürece daha yakından bakalım.  *

Süreç öz olarak şöyle yaşanıyor:

Baba İshak İle Baba İlyas'ın manevi önderliğinde olan, Hacı Bektaş'ın[4] serasker olarak yönettiği Babalılar İsyanı diye bilinen ‘Babalıların huruç’u ile Moğolların baskısı sonucu dağılan Anadolu Selçuklu devletinin coğrafyasında 22 civarında beylik denilen denilen devleti kuruluyor; bunlar süreç içinde birleri ile mücadele etmeye başlıyorlar.

Beylik denilen bu devletlerin tümünde Babailerin hem katkısı hem de etkisi vardır; Osmanlı beyliğinin oluşmasında da bu etkinin olması normaldir, burada abartılacak hiç bir şey yok. Ancak Hacı Bektaş’ın efsanevi hayatının anlatıldığı Velâyetname’de Dulkadiroğlu oymağı ile bağlarının daha sıkı olduğu anlaşılıyor.

Hacı Bektaş'ın, efsanevi hayatının anlatıldığı Vileyet Namede: "Hacı Bektâş-I Velî, Rum ülkesine Türkmen içinde Zülkadirli ilinde Bozok'tan girdi" diye ifade edilir[5].

O zaman Dulkadirli ülkesi, Memluklu devletinin[6] himayesi altında ya da şöyle diyelim onların himayesinde oluşuyor[7].

Hacı Bektaş, Alevilerin Serçeşmesi olan Dergâhını Dulkadiroğlu oymağının etkin olduğu coğrafya içine oluşturuyor.

Hacı Bektaş'a, Dergâhın yerinin değiştirilmesi üç defa öneriliyor üçünü de reddediyor[8]

Osmanlı Beyliği, Bizans kralı ile Sırp kralı başta olmak üzere Avrupa güçler ile ittifaklar kurarak Rum diyarındaki bu Türkmen beyliklerini işgal edip ilhak etmeye başlıyor.

Bunun üzerine, ülkeleri Osmanlılar tarafından ilhak edilen Türkmen devletlerinin önderleri, kurtarıcı olarak Timur'a başvuruyorlar. Karamanoğlunun yazdığı mektup ile Timur'un “haki payına” [9] gidiyorlar. Timur ise mektup yazıp Elçileri ile bunu Yıldırım Beyazıd'a gönderiyor. Bu mektuplaşmalarda Yıldırım Beyazıd'ın sekter tutumundan dolayı Timur ile Beyazıd'ın ilişkisi tamamen bozulup, savaş kaçınılmaz hale geliyor.

Sonuç olarak Timur, Osmanlılar tarafından ülkeleri işgal edilen Türkmen devletlerinin (beyliklerinin) daveti üzerine, Yıldırım Beyazıd'dan bu beylikleri kurtarmak için Osmanlı'ya savaş açıyor. İki ordu 1402’de Ankara yakınlarında karşı karşıya gelip savaşıyor.

1402'de Beyazıd'ın etrafında Sırp kıralı, Bizans Prensinden oluşan bir Balkan federasyonu oluşurken, Timur'un etrafında Türkmen Cephesi oluşuyor. Reha Bilge 1514 adlı kitabında bu tabloyu şöyle anlatıyor:

Ankara savaşında "Osmanlı hükümdarı, Sırp kralı, Bizans veliahdı, Türkmenlere karşı birleşmiştir. Sanki ortada Türkmenlere karşı bir Balkan ittifakı vardır ve Saruhan, Germiyanoğulları, Aydınoğulları, Menteşe ve Hamit beyliklerinin hepsi bu hareketin hedefi olur” [10].

Savaş anında da Osmanlı ordusunda bulunan Türkmen askerlerinin, Timur'un safına geçmesi sonucu Ankara savaşını Timur kazanır.

Timur'un Urum diyarı denilen Anadolu'ya gelişinde ona en büyük yardımı Akkoyunlu federasyonunun temsilcisi olan Uzun Hasan'ın dedesi Yülük Osman yaptığı için, Tımur Diyarbekir ülkesini Akkoyunlulara veriyor[11].

Ankara savaşını kazanan Timur, Türkmen beylerine verdiği sözü tutup, bu beylere kendi ülkelerinde tekrar devletlerini kurduruyor. Dukas[12] , Şikarı[13], Aşıkpaşa[14], Hadidi[15], Solak Zade [16] Vb bütün tarihçiler bu tarihi aynen böyle anlatıyorlar. (Anadolu tarihinin gizlenen yanı başlıklı yazımda bu alıntıların tümü var[17])

Ankara Savaşında Türkmen'lerin Timur'u desteklemesi sonucu yıkılan Osmanlı devleti on ya da on bir yıl sonra tekrar oluşuyor.

Osmanlı Devletinin bu ikinci kuruluşu, devşirmelerin etkisi altında kuruluyor. Bu devşirmeler bundan sonra Türkmenlere asla mı asla iyi gözle bakmıyorlar; bu konuyu Faruk Sümer, Oğuzlar kitabında[18] çok güzel yazmış.

Osmanlı Devletinin ikinci kuruluşundan sonra genel olarak Türkmenler, özel olarakta Işık tayfesi denen Kızılbaşlar övey evlattan daha kötü bir muamele görüyor. İşte bu tarihten sonra, birini aşağılamak için ona "Terk" demek yetiyor, Terk Arap aksanına göre Türk demek, Terk'in çoğulu Etrak; etrâk-ı bi idrak böyle söyleniyor

Osmanlı Devleti ikinci kez kuruluşundan sonra, tekrar güçlenip Anadolu'daki bu devletleri tekrar işgal etmeye başlıyorlar. Bu işgallerden dört ya da beş yıl sonrada ülkesi işgal edilen Beyzade ailelerin önderliğinde Osmanlı'nın işgaline karşı bir başkaldırı oluyor; bu başkaldırılara o zaman "huruç etmek" deniyor. Bu isyanların tümü, ülkeleri işgal edilen yerel halkın başkaldırısıdır; din - iman savaşı değildir yani.

Osmanlı Devletinin en son işgal edip, ilhak ettiği ülke Dulkadirli ülkesidir (tarih 1522).

Dulkadiroğlu devleti, resmi olarak 185 yıl yaşıyor, 1522'yılında Osmanlı Devletince ilhak ediliyor.

Dulkadıroğlu devletinin ilhakından dört -beş yıl sonra, Önce (1526 yılında) Dulkadirli beyzadelerinden Baba Zünnün [19] önderliğinde bir başkaldırı (isyan) başlıyor, bundan bir yıl sonrada Deli Dündar ile Kalender Çelebi önderliğindeki Huruç eylemi başlayıp bu iki güç birleşiyor. Kalender Çelebi önderliğinde Huruç edenler, Osmanlı Ordusunu üç yerde yenip bozguna uğratıyor[20].

Bence Kalender Şah denen Kalender Çelebi, ne kadar manevi lider olsa da, Dulkadiroğlu beyzadelerinden Deli Dündar[21] bu hareketi örgütlüyor. Kalender Çelebi'nin bu Huruç eylemine (İsyana) katılması bu hareketin başlamasından sonradır. Yani Osmanlı'nın Kapıkulu yazarlarının dediği gibi, bu bir din - iman savaşı değildir, Osmanlı'nın işgaline karşı Dulkadiroğlu ülkesinin hanedan ailelerinin önderliğinde başlatılan bir kurtuluş savaşıdır; o zamanlar buna "huruç etmek" deniyor.

Bir kıyaslama yapmanız için şu bilgiyi de vermek istiyorum. Yavuz Sultan Selim ile Kanuni Sultan Süleyman’ın divan kâtibi olan, Celalzade Mustafa Çelebi, Muhteşem Çağ adıyla yeniden yayımlanan kitabında şu bilgileri veriyor. Osmanlı Devleti 1526'da Macaristan'ı işgal ettiklerinde toplam 150 askerlerinin şehit olduğunu söylüyor. Tam o tarihlerde başlayan Baba Zünnün isyanında ise ilk çarpışmada 400 er ile birçok komutanın şehit olduğunu söylüyor[22].

Sonuç olarak şunu diye bilirim: Osmanlı Devleti asıl zorluğu, kendisine karşı asıl direnişi, Anadolu'daki Türkmen devletlerini işgal ederken yaşıyor, en çok zayiatı da Anadolu'daki Türkmen beyleri karşısında veriyor. İşte öz olarak bu tarihsel süreçten dolayı, Osmanlı Türkü sevmiyor, Türkmenlere karşı düşmanca davranıyor. Türkmenler de Osmanlıyı sevmiyor. Bunun en güzel ifadesi şu türkünün sözlerinde vardır:

şalvarı şaltak Osmanlı,

eğeri kaltak Osmanlı,

ekende yok, biçende yok,

yemede ortak Osmanlı’

--------- 

[1] Prof. Yusuf Akçura, Yeni Türk Devletinin Öncüleri, 1928 Yılı Yazıları, Kültür Bakanlığı yayını Ankara 1981, sayfa, 88. Yusuf Akçura’nın bu kitabı birçok yayınevince yayınlandı, Türk Tarih Kurumunca 2009 yılında yayınlanan“Türk Yılı 1928” adlı derleme kitapta da var, bakınız sayfa 374. Yusuf Akçura, buraya koyduğu dip notta şu bilgiyi de veriyor: “Veledi Çelebi Efendi ise basılmamış bir eserinde “Türk” kelimesini ilk önce “vav”la kendisinin yazıp Necip Asım Bey’in onu takip ettiğini öne sürüyor.”

[2] Prof. Dr. Fuat Köprülü Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları altıcı baskı Ankara, sayfa 247. Mevzû-i ilim-i edeb, kelâm-i Arb’tır: Söz ilminin güzelliği Arap dilbilgisinde olur- vardır.

[3] Şeyhülislam Mustafa Sabri, “Din ve Milliyet”, Yarın Gazetesi, III, Sayı: 62 – İskece, 15 Zilkade 1348 / 14 Nisan 1930. TÜRKİYEDE İSLAMCILIK DÜŞÜNCESİ, sayfa 412- 413

[4] Ser: baş demek, serasker, ser gardiyan gibi deyim çoktur, burada askerin başı deniyor.

[5] Abdülbaki Gölpınarlı, Vilayet –Nâme, İnkılâp yayınevi, İstanbul 1995, Hacı Bektaş -İbrahim'i Hacı bölümü, s, 21- 22. Aleviler bu kitaba “Velâyetname” derler, ancak Arap alfabesinde sesli harf olmadığı için bu sözcük, “vilayet name” diye de okunulabilir “Velâyetname” diye de okunulabilinir A. Gölpınarlı kitabına “Vilâyet – Name” demiş.

[6] Memluklu Devleti (1250 – 1517) kendini “Et Devlet et Türkiye, “Türkiye Devleti” diye tanıtıyorlar. Altan Çetin’ın “Memluklu Devletinin Kuzey sınırı” adlı kitabından aktaran Reha Bilge 1514 sayfa 28. Anadolu’daki Dulkadiroğlu devleti ile Ramazan oğlu devletleri de Memluklulara bağlılar.

[7] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Dulgadir Ogulları devletinin oluşum sürecini şöyle anlatıyor:

“ibtidalarında (başlangıcında) Elbistan ve Maraş tarafında oluşmuş olan ve Oğuzların Boz ok kolundan bulunan Dulgadir Türkmenleri şecaat ve cesaretiyle tanınmışlardır. Bunlar, birçok, siyasi cerayandan istifade ederek 1339 da (Hicri 740) Maraş ve Elbistan tarafında Memlûk Devletinin yüksek hâkimiyeti altında olarak bir beylik kurmuşlar ve daha sonra hudutlarını genişleterek Malatya, Harput tarafına kadar genişletmişlerdir. Şu halde bu beyliğin başlangıç tarihi On dördüncü asrın ilk yarısı demektir. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu Karakoyunlu devletleri, Ankara 2011 sayfa 169.

[8] Abdulbaki Gölpınarlı, Vilayet Nâme,İnkılâp yayınevi, İstanbul 1995, Hırkadağı bölümü, s, 35- 36

[9] Haki pay, ayak bastığı toprak demek, bu edebiyatta daha çok ayak bastığı yere (haki paya) yüz sürdü diye kullanılır.

[10] Reha Bilge, 1514, Giza yayın evi, İstanbul 2010, sayfa 275.

[11] Walter Hınz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, Türk Tarih Kurumu yayını, Ankara1992, sayfa 112, . Timır’un, Şam’dan Semarkent’e götürdüğü aydın, sanatçı gurubu inçindeki insanlardan olan, İbni Arabşah, “Acâibu’l Makdûr” adlı esende şu bilgi veriliyor: “Timur, daha sonra Karayülük Osman’ı Amid şehrine hâkim tayin etti. Karayülük Osman, yalnızca Amid’in değil, aynı zamanda Mardin ve başka şehirlerinde hakimiydi.” İbni Arapşah, Acâibu’l Makdur, Selenge yayınları, İstanbul 2012, sayfa 279. Buna göre Diyarbakır’ın Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasanın dedesi Karayülük Osman’a verilmesi Ankara savaşından öncedir. Ayrıca bakınız Şerfeddin Ali Yezdî, Zafernâme, Selenge yayın evi, İstanbul 2013, sayfa 372,

[12] Dukas, Bizans Tarihi, İstanbul 1956, sayfa 34

 

[13] Şikari Karamanname, Karaman Belediyesi yayını 2005, sayfa 227

[14] Aşıkpaşaoğlu Tarihi, yayına hazırlayan Atsız, Ötüken yayınevi, Ankara1970, sayfa 81-82,

[15] Hadidi, Hadidi Tarihi, yayına hazırlayan Necdet Öztürk, İstanbul 2015, sayfa 362

[16] Solak-zâde Tarihi, 1. Cilt, Kültür Bakanlığı yayınları Ankara 1998, sayfa 90

[17] Anadolu Tarihinin gizlenen yanı yazımın linki: https://www.facebook.com/notes/r%C4%B1za-ayd%C4%B1n/anadolu-tarihinin-gizlenen-yani/1478248862217642/

[18]Faruk Sümer, Safevi Devletinin Kuruluşu, sayfa 72, Türk Tarih Kurumu yayını 1999.   Faruk Sümer, Oğuzlar adlı kitabında, Osmanlıda Türk’e reva görülen şeye birçok yerde değiniyor. Bunlardan bir kısmını burada anmak isteri: “Devşirme ocağı çok gelişmişti. Öyle ki Anadolu’daki en küçük askeri hizmetler bile bu ocağın mensuplarına verilmeye başlanmıştır. Sünni olsun Şi’i olsun Türk’e artık yalnız çiftçilik işi yapmak düşüyordu. Manisa’da şehzade iken II. Selim’in oğlu III. Murat’ın hizmetine her nasılsa girmiş olan iki kardeş, raiyyet, yani vergi veren köylü bir Türkün oğulları oldukları için şiddetli bir yazı yazılarak yerlerine kuloğulları alınmak üzere işyerinden çıkarılmaları emredilmiştir.”   Oğuzlar Sayfa 192, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı yayını 1999. Kitabın ileriki bir sayfasında da şöyle deniyor: “Bazı hadiseler yüzünden kendilerine güvenilmeyen Çepniler’in askeri hizmete alınmaları yasaklanmış ve evvelce alınmış olanların da çıkarılmaları emredilmişti.” Sayfa 202. Faruk Sümer’in şu tespitini bu ortamın ürünü olarak anlamak gerekir: “ Kızıl-Baş ulusuna mensup Türkler, bu devşirmelerden nefret ediyorlar ve onlara ‘Kara-Oğul’ diyorlardı.” Sayfa 175.

[19] Kemal Derin, “Büyük İsyan” adlı romanında, çok doğru bir biçimde Baba Zünnun’u şöyle tanıtıyor: “ Baba Zünnun, Bozok da yerleşik Zünnun oymağınıdan olup, korkusuz bir sipahiydi. O aynı zamanda Dulkadir hanedanından Hisar Bey’in oğluydu ve bir Dulkadir beyidi.” Kemal Derin, Büyük İsyan, Destek yayınları, İstanbul 2016, sayfa 25

[20] Ali Haydar Avcı, Kalender Çelebi İsyanı, LA yayın evi, Ankara 2014

[21] Deli Dündar, bazı kaynaklarda “Veli Dündar” diye geçiyor. Ben deli ile velinin Arap alfabesinde aynı şekilde yazılmış olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Anadolu’da atın iyisine “doru, yiğidin iyisine de “deli” derlermiş; sanırım bunun için Dündar beye, Deli Dündar denmiş.

[22] Celalzade Mustafa Çelebi, “Tabakâtü’l Mem’lik ve Derecâtü’l- Mesalik”, yeni baskıdaki adı Muhteşem Çağ, Kariyer yayınları, İstanbul 2011, sayfa 130. Kıyaslanmanız için şu bilgiyi burada analım, kitabın 121. Sayfasında, Bütün Macaristan’ı işgal ettiklerinde 150 askerin şehit olduğunu yazıyor.

Yazarın Dİğer Yazıları

  1. Erdoğan rejiminin tek dayanağı, korku siyaseti
    Machiavelli, hükümdarım diyor, eğer halk sizden uzaklaşacak olursa onları ezin, gözlerinin yaşına bakmayın, onları sürüm sürüm sürüdürün. Halk hükümdarı sevmezse, başına türlü uhubetlerin geleceğini çok iyi bilmelidir, o zaman halk sizi…
  2. Anayasa değişikliği ve kıçına kazık çakılan adam hikayesi
    Kendini aydın, halktan yana gören birinin, apaçık görülen bu tehlikeyi (diktatörlüğü) önemsizleştirmesi, mesela boykot sözünü ağzına alması AKP diktatörlüğüne destek olması demektir; bunun başka bir adı, lami cimi  olmaz. Bu işin şakası bile…
  3. Başkanlık rejimi savaş ve felaket demektir
    Şimdi düşünün, AKP'nin istediği başkanlık rejimi Türkiye'de oluşursa eğer, ne olacak? Meclis'in böyle bir yetkisi olamayacağı için, ABD şuraya asker gönder derse, bay başkan da gecikmeden bu isteğin gereğini yapacak.…
  4. Devletin Alevisi olmak ya da olmamak, asıl sorun bu
    ''Dergâhlar ile tekkeleri kapatan 677 sayılı yasada, Alevilerin hem tariksel olarak hem de toplumsal olarak dini önderleri olan Çelebilik, Dedelik, Dervişlik, Babalık gibi unvanları büyücülük, falcılık gibi şeylerle özdeş görüp yasaklamasa Aleviler…
  5. Kalender Çelebi'nin hurucu
    Kalender Çelebi'nin hurucu
    21 Haziran 2016
    "Avın tarihini avcılar değil de, Aslanlar anlatmaya başlarsa, bu başka bir tarih olacaktır", okuyucu bu kitapta, aslanların ağzından kendi ülkelerine saldıranlara karşı nasıl direndiklerinin destansı tarihini okuyacak. Okuyunca da Anadolu’nun…
  6. Laiklik sürecinin gelişimi
    Devletle birleşen din (Hıristiyanlık) özgür aklı dışlayıp, her şeyi kelamda aramaya başladı. Kutsal kitaba uymayan, onun dışında kalan her şey, örneğin eski kültürün tümü dışlanır oldu. Özgür aklın, bilimin, araştırmaları,…
  7. Marksizm ve devlet üzerine
    ''Toplumun azınlığını oluşturan egemen sınıfın, toplumun çoğunluğunu oluşturan sınıflar üzerindeki tahakkümünü sağlama aracı olarak muazzam bir şekilde örgütlenmiş yapılar toplamı olan devlet, emekçi sınıfların işine yaramaz, bu yüzden biz bu…
  8. İslamda Termidor
    İslamda Termidor
    24 Şubat 2016
    ''İslam’ın gelişiminde de, özellikle Hudeybiye antlaşmasıyla başlayan süreçte, o güne kadar İslam’ın gelişmesinin karşısında duran, “Beni Ümeyye soyu” ya da “Emevi oğulları” adıyla simgeleşen kesimlerin, İslam’a geçtik görüntüsü altında, iktidarı ele geçirip,…
  9. 'İnsan politik bir hayvandır'
    Köleci toplum içinde, şekil şimal olarak birbirlerine benzeyen, “köle” ile, “insan” denilen özgür yurttaşları birbirinden ayırmak için, bu toplumda yaşayan Aristo, “İnsan politik bir hayvandır” demiştir. Aristo bu meşhur sözünü,…
  10. AKP'nin Alevi hareketini bölmek için yeni hamlesi: İrfan evleri
    AKP, Alevilerin tarihsel süreç içinde yarattığı, demokratik Alevi örgütlülüğü ile bunun bir üst boyutu olan Cem evlerini toplumun gözünde itibarsızlaştırıp, bunların yerine kendisinin kurduğu “irfan evleri” adlı kurumları geçirmek istiyor. AKP…

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…