''Hadi diyelim, yanıt verdim. Bu defa başka biri tekbir getirdi, bir diğeri aynı şekilde Kur’an okumaya başladı, başka birileri ilahi terennüm ediyorlar... Kavga çıkıyor. Sürücü, otobüsü karakola çekiyor. Bir iki “mücahit” dine küfrettiğim yolunda ifade veriyor. Savcı yargıç...''
Her günkü gibi sabah evden çıktım, Kızılay’a gitmek üzere otobüs durağındayım.
Gölbaşı TOKİ semtinde, 11374 nolu duraktan 195 nolu Ankara EGO otobüsüne bindim.
Yolculuk en az yarım saat sürecek. Kitap gazete dergi okumak için güzel bir fırsat.
Ben de alışkanlıkla kitabımı açtım, okuyorum. Beni lafa tutacak geveze bir tanıdık çıkmasın diye de dua ediyorum. Şu sıralar, tesadüfen elime geçen ASLAR adlı kitabı okuyorum. Yazarı Hikmet Hikmet Arif Mapolar. Kıbrıs Türk halkının 1930’lardan itibaren verdiği mücadeleyi anlatan belgesel bir roman. Romanda, bu mücadelede öne çıkan kahramanlar, bu kahramanlar arasındaki rekabet ve fitne, İngiliz sömürge idaresi ile Türkiye Cumhuriyeti yanlıları arasındaki kavga, Rum halkının ENOSİS özlemi vs. akıcı bir dille anlatılıyor.
Bugünkü yolculukta 1949 yılında Kıbrıs Türk Cemaati liderlerinden Necati Özkan’ın İstiklal gazetesini yayımlamaya başlamasını okuyordum ki...
Galiba TOKİ Hilal Camii durağıydı, sıra dışı bir şahıs otobüse bindi, biner binmez yüksek sesle Allah’ın selamını verdi. Alan aldı almayan almadı vs...
Sıra dışı deyişim şundan: Adam hiç abartısız bir cemaat şeyhi kılığında. Başında beyaz sarık, onun altında yeşil mintan, en altta da siyah şalvar. Sakalı sünnete uygun, bembeyaz upuzun. Olabilir, memlekette giyim kuşam özgürlüğü var. Mesela son olarak Jandarma personeline de türban hürriyeti verildi değil mi?
Dediğim gibi cemaat şeyhi kılıklı adam otobüse biner binmez Allah’ın selamını verdi. Yetmiş yaşın üzerinde gösteriyor. (Laf aramızda, ben de altmış yaşındayım!) Otobüste başörtülü birçok genç hanım var. Oturan erkeklerin birçoğu da herhalde aynı inancın yolcusudur. Ama hiçbiri “Buyur amca” demedi. (Yine laf aramızda, dolmuşta otobüste gençler bana yer veriyorlar, mahcup oluyorum!!!)
Beyaz sarıklı adam oturacak yer bulamadı, ortaya doğru ilerledi. Bir iki durak geçtik geçmedik, beyaz sarıklı adam yüksek sesle önce besmele çekti, ardından euzu. Ardından Kur’an...
Kur’an diyorum, zira Arapça bilmiyorum, olsa olsa Kur’an diyorum. Camilerde televizyon ekranlarında Kur’an diye okutulan dinletilen mesaja çok benziyor. Kim bilir, belki de Arapça başka şeyler söylüyor, belki şarkı türkü söylüyor belki de küfrediyor...
Ben Kur’an okuduğunu düşündüm. Kur’an okuduğunu düşündüm ama rahatsız oldum. Öyle ya, inan ya da inanma, Kur’an her yerde okunmaz, tilavet edilmez. Okuyan abdestli midir, gerçekten mümin midir? Dinleyecekler aynı şekilde. Abdestli olanı vardır olmayanı vardır. Hepsinden evveli, belediye otobüsü Kur’an okunacak yer midir!
Ben bu düşüncedeyken ve de müdahale etsem mi etmesem mi diye tereddüt ederken, başı açık orta yaşlı bir hanımefendi, sıkışık yolcu kalabalığını yara yara öne doğru ilerledi, nihayet otobüs sürücüsüne ulaştı. Duyabileceğim bir ses tonu ile “Adama müdahale eder misiniz? Kimse bu adamı dinlemek zorunda değil!” diye uyardı.
Kaptanın ne dediğini duyamadım. Herhalde “Ben karışmam” demiş olmalı ki, ne otobüsü durdurdu ne de şeyh kılıklı adama yönelik bir şeyler söyledi.
Zaten kitap okumam kesildiğinden rahatsızım. Kadının otobüs sürücüsüne ricası karşılıksız kaldığı için daha da rahatsızım. Yüksek sesle ikaz etmekten kendimi alamadım:
- Hacı Efendi, burası cami değil, lütfen susar mısın!!!
Demez olaydım. Hacı Efendi öyle bir baktı ki, karşımda IŞİD cellatları var sandım.
Etrafıma bakındım, özellikle başörtülü genç hanımefendilerin “Hacı amca, burası Kur’an okunacak, dinlenecek yer değil” demesini bekledim.
Beklediğimi bulamadım. Adam sesini daha da yükselterek Kur’an okumaya devam etti. Kendimi tutamadım, tekrar ikaz ettim:
- Hacı Efendi, burası Kur’an okunacak yer değil, mezarlık değil, susar mısın?
Derken, yine bir başı açık hanımefendi “Şaklabanlık bu” diye ekledi.
Başörtülü hanımefendilerden ve aynı yolun yolcusu beyefendilerden yine ses çıkmadı.
Sessiz kalmaları, otobüste Kur’an okunmasına destek miydi yoksa böyle bir ortamda Kur’an okunmasına itiraz eden laiklere tepki miydi, anlayamadım. Konuşup anlama olanağı da yoktu!
Kafa bu düşüncelerle meşgul iken, otobüs Gölbaşı Mezarlık durağına gelmişti. Yüksek sesle Kur’an okuyan (belki de meczup) şahıs durakta indi, inerken özellikle işaret parmağını sallayarak tüm yolcuları kâfir ilan etti, cehennem ile cezalandırılacaklarını tebliğ etti. Bu anda etrafa dikkat ettim, başörtülü genç kızlar ve hanımlar hiçbir tepki vermediler. Adamı onayladılar mı onaylamadılar mı, anlayamadım. Yüksek sesle “Sanki sadece kendisi Müslüman. İslam bu gibi yaratıklar yüzünden gözden düşüyor” diye bağırdım, değişen bir şey olmadı.
Adam indikten sonra bir beyefendi benimle sohbet başlatmaya çalıştı. Müslümanlık bu değil, herkesin inancı kendine, böyleleri yüzünden din kötüleniyor, camide böylelerine yüz vermiyor filan... Doğrusu, ikili sohbete de heves edemedim, hı hı deyip kitaba daldım. Adam da ısrar etmedi.
Yolculuk sona erdi, kendi kendime düşündüm. Uluorta din istismarına önünü ardını düşünmeden tepki vermişim.
- Hacı Efendi, burası cami değil, lütfen susar mısın!!! demişim.
Kendimi sorguladım. Böyle bir tepki vermeye hakkım var mı?
Uzun ama çok uzun bir muhakeme sürecinin ardından diyorum ki,
Böyle bir tepki vermeye kesinlikle hakkım var.
Hakkım var da, benzer başka bir yolculukta sonuç ne olurdu, hikâye nasıl sonuçlanırdı?
Mesela, bu adam yalnız olmayabilirdi.
Beraberinde birkaç başka meczup da olabilirdi.
Ben itiraz ettiğimde biri veya mütedeyyin başka bir yolcu sesini yükseltebilirdi:
- Adam güzel güzel Kur’an okuyor, nesine itiraz ediyorsun?
Başka bir yolcu ekleyebilirdi:
- Sen Müslüman değil misin yoksa, niye rahatsız oldun?
Yanıtlasan bir türlü, sessiz kalsan başka türlü.
Hadi diyelim, yanıt verdim. Bu defa başka biri tekbir getirdi, bir diğeri aynı şekilde Kur’an okumaya başladı, başka birileri ilahi terennüm ediyorlar... Kavga çıkıyor. Sürücü, otobüsü karakola çekiyor. Bir iki “mücahit” dine küfrettiğim yolunda ifade veriyor. Savcı yargıç...
Daha vahimi, iş karakola savcıya yargıca kalmadan otobüste halloluyor...
Olmayacak şey değil. Burası Türkiye. Yani son otuz kırk yılda tarihinde hiç olmadığı kadar Müslümanlaşan bir coğrafya. Ayrıntısına girmeyeyim, IŞİD’e sempati duyanların yüzde 9’a ulaştığını belirtmekle yetineyim...
Anlattığım yolculuk hikâyesi aynıyle vaki.
Söyleyin dostlar!
Ne yapmalıydım?
Yazarın Dİğer Yazıları
Can'ları Bağlıyorlar İtleri Salıyorlar
3 Ocak 2024Vatan Haini Bile Sayılmamıştık
19 Aralık 2023Askeri Faşizmden Dİnci Faşizme Cezaevleri
13 Aralık 2023'Müslümanların Ahlakla İmtihanı'
7 Aralık 2023Müslümanların Ahlakla Bitmeyen İmtihanı
1 Aralık 2023Gazze İçin Timsah Gözyaşları
11 Kasım 2023Kutlanacak Cumhuriyet Kaldımıki?
1 Kasım 2023Firanvunlardan Netanyahu'ya ve Erdoğan'a
23 Ekim 2023Dİnci Faşizmin Kabusu Gezi Direnişi
12 Ekim 2023Ordu gözbebeğimizdir!
28 Eylül 2023İslam Temizlik Diniyse Neden Ortalığı..?
1 Eylül 2023Barış da Düşman Ceza Hukukunun Kurbanı
26 Ağustos 2023İslami Magandalık
15 Ağustos 2023Maganda Politik
7 Ağustos 2023Mizah Bahçelerindeki Sararmanın Hüznü
2 Ağustos 2023Halkçı Hayal Kırıklığı
28 Temmuz 2023Şu Zalim Zamcının Ettiği İşler
20 Temmuz 2023Tayyip NATO'yu Dİze Getirdi!
14 Temmuz 2023Osmanlı Nasıl Savaşıyordu, Rus Nasıl Savaşıyor?
11 Temmuz 2023Merdan'a Namerdan Hukuk
4 Temmuz 2023