'Hayata Dönüş' Katliamı

Rahmi Yıldırım

19 Aralık 2020
'Hayata Dönüş' Katliamı

Cezaevlerinde 20 yıl önce “Hayata Dönüş” adıyla katliam yapılmıştı. Katliam, kendisi de defalarca hapse girmiş çıkmış Bülent Ecevit’in siyasi sorumluluğu altında yapılmıştı.

Cezaevlerinde 20 yıl önce “Hayata Dönüş” adıyla katliam yapılmıştı. Mahkûmlarla görüşmelerde çözüme yaklaşıldığı saatlerde 20 cezaevinde birden başlatılan katliamda cezaevi duvarları dozerlerle yıkılmış, gaz bombaları ve zırh delici silahlarla gerçekleştirilen katliam canlı yayınlarla izlettirilmişti. Gazete manşetlerinde ise, katliam kurbanlarının ömür boyu unutmayacakları başlıklar atılmıştı.

Koğuş sisteminden F-tipi cezaevlerine geçişi protesto için başlatılan ölüm oruçlarına son vermek gerekçesiyle yapılan katliamda 32 kişi öldürülmüş, yüzlerce tutuklu ve hükümlü yaralanmıştı. Katliam, kendisi de defalarca hapse girmiş çıkmış Bülent Ecevit’in siyasi sorumluluğu altında yapılmıştı. Katliam öncesinde tutuklu ve hükümlüler ile siyasi yetkililer arasındaki görüşmelerde arabuluculuk yapan Zülfü Livaneli diyor ki: “1996 ölüm oruçlarında tutukluların isteklerini Refah Partisi hükümetine bile kabul ettirebilmiştik ama 2000’de Ecevit hükümeti kabul etmedi.

Derin bir iradenin eseri katliamdan üstlerinin emirlerini uygulayan erler sorumlu tutuldular. F tipi cezaevlerinin mimarlarından olan ve Operasyon sırasında Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü görevinde bulunan Ali Suat Ertosun’a ise 2004 yılında AKP hükûmetinin kararıyla 'Devlet Üstün Hizmet Madalyası' verildi.

Aşağıdaki yazı katliamın 6’ncı yıldönümünde kaleme alınmıştı.

***

İnsanın Zulmüne Dayanmaz Yürek

İçinde yatmamış olana cezaevini anlatabilmek olanaksızdır. Ne anlatılırsa anlatılsın, dinleyene inandırıcı gelmez. İçeriye dair yazılı metinlerde ve sanat yapıtlarında anlatılanlar da inandırıcı bulunmaz, en iyimser yorumla abartılı bulunur.

Cezaevleri, toplumda suçlu duruma düşen kimselerin ceza olsun diye toplumdan koparılıp kapatıldıkları yerler.

Hukuk dilinde, ceza suçun bedelidir; cezadan amaç, suçlunun topluma kazandırılmasıdır. Yasalar, anayasalar, uluslararası sözleşmeler, kimsenin insan onuruyla bağdaşmayan cezaya tabi tutulamayacağını, mahkûma ve tutukluya işkence ve eziyet edilmeyeceğini söyler.

Ne ki, yasaların, insan hakları sözleşmelerinin diğer hükümleri ne kadar geçerliyse, cezaların infazı ile ilgili hükümleri de o kadar geçerlidir.

Çünkü, cezaevi, toplumun gerçek aynasıdır; sömürü düzeni ve yabancılaşmanın tortusu cezaevlerinde dibe çöker. Cezaevinin dışı nasılsa içi ondan beterdir. Egemen sınıfın diğer sınıfları sömürmesi ve ezmesiyle nitelenen kültürlerde toplumsal çelişkiler, içeride insanın yaşama hakkını tanımamaya varan ölçülerde vahşileşmiş biçimler altında yaşanır.

Toplumun varsılları soyluları, içeri düşmemenin yollarını bilirler; kazara düşseler bile, içeride de bir elleri yağda bir elleri balda olurlar ve ne yapar eder, dışarı çıkmanın yollarını bulurlar.

Cezaevi koğuşlarını, dışarıda en temel maddi-manevi gereksinmelerini karşılama olanağından yoksun yurttaşlar, işçiler, köylüler ve mevcut kültürü aşmak isteyen muhalifler doldururlar.

Birçok benzerleri gibi ülkemizde de cezaevleri ve cezalandırma politikası ilkel bir öç alma ve hınç güdüsüne dayalıdır. Verili kültür, dışarıda insan yerine koymadığını içerde hayvan yerine bile koymaz. Mademki içeri düşmüştür, serbestliğini elinden almak, kapatmak yetmez. Mademki içeri düşmüştür, ezilmelidir, aşağılanmalıdır, ıslah bahanesiyle dövülmelidir, havasından – güneşinden – sağlığından – kültürel gelişme olanaklarından yoksun bırakılmalıdır. Hatta, kötü muamele görmeme ya da en basit ihtiyaçlarını karşılama bedeli olarak sömürülmelidir.

Hele bir de sermaye düzenine karşı gelmişse, sömürüye – zulme karşı sesini yükseltmişse, çok daha ağır suçludur; mümkünse öldürülmeli, öldürülemiyorsa ölmekten beter edilmelidir. Sanki düzenin kaymağını hapishane personeli yemekte, içeri düşenler bu kaymağı ellerinden almaya kalkışmışlardır; öylesine ezilmeli ki, ya “ıslah” olur ya “geberir” ya da “gebertilir”. Nitekim çok “geberttiler”.

***

Mamak, Metris, Diyarbakır

Oysa çok şey istememişti 12 Eylül tutsakları. İnsan olarak muhatap alınmak, özel yaşamına ve kişiliğine saygı, yeterince beslenebilmek, hastalandığında tedavi edilmek, yatacak bir yatağı olması, kitap gazete, yeterince havalandırma, savunma hakkının kısıtlanmaması, yakınları ve avukatı ile görüşebilmek ve haberleşebilmek, keyfî ceza ve nakillere ve işkenceye maruz bırakılmamak…

Bunlar olanaksız şeyler değildi. Faşist Mussolini’nin cezaevlerinde bile mahkûmlar bundan daha ileri koşullarda yaşamışlardı. 12 Eylül buldozerinin ezdiği Türkiye’de Mussolini faşizminin pençesindeki İtalya’ya bile rahmet okundu.

 “Gebertme” politikası Türkiye’de 12 Eylül faşizmi döneminde kurumsallaştı. Devir, ABD’nin “our boys” diye sırtını sıvazladığı yerli Pinochet’nin “asmayıp da besleyecek miyiz?” dediği devirdi. ABD’nin Guantanamo, Vietnam’da  Paulo Condor, Irak’ta Ebu Garip cezaevleri modeli, Türkiye’de ilk, 12 Eylül döneminde uygulandı; Diyarbakır, Mamak ve Metris zindanları, en çok göze batan merkezler oldu. Amaç, siyasi tutsakları kişiliksizleştirmek, onursuzlaştırmak, ideallerinden vazgeçirmek, arkadaşlarına ihanete zorlamak, son çare olarak da punduna getirip fiziken yok etmekti.

Rutin hale gelen işkence ve dayak, açlık grevindeyken bile öldüresiye dövmek, havalandırmaya ve görüşe çıkarmamak, kitap ve gazeteden yoksun bırakmak, savunma hakkını kısıtlamak, kulakları sağır edercesine günün her saatinde marş dinletmek, arama adı altında tahrip ve yağma, muhbirliğe ve itirafçılığa zorlamak…

İnsan olanın aklına gelmeyecek aşağılık zulümler olarak, sırayla foseptik çukuruna indirip yedirmek, cinsel organlarından birbirlerine bağlayıp trencilik oynatmak, kıçına sokup çıkardığı copu arkadaşına yalatmak, birbirlerinin ağzına işemeye zorlamak, birbirlerinin kıç deliklerine yakılmış sigara sokturup sönmesini beklemek, kadın tutuklulara cinsel taciz…

Sonuç, ölüm oruçlarında ya da “operasyon” adı verilen katliamlarda ölen öldürülen onlarca tutsak. Sağlığını, ruhsal dengesini, yaşama enerjisini yitirmiş on binlerce insan kalıntısı. Yanı sıra, “Zincirin zulmün kâr etmediği, kırbacın kâr etmediği büyük tahammül” (Enver Gökçe) ile zulme teslim olmayıp birbirlerine ve ideallerine tutunarak hayatta kalabilen binlerce devrimci insan. Diyarbakır’daki zulmün, dışarıya adımını atar atmaz dağa çıkmak dışında seçenek tanımadığı binlerce militan…

12 Eylül faşizminin Mamak, Metris, Diyarbakır zindanları mazide kalmadı. İzleyen “sivil” iktidarlar döneminde, cezaevlerinde pasifikasyon politikasının dozunda eksilme olmadı; Ulucanlar ve Diyarbakır cezaevlerinde 12 Eylül dönemindekini aratmayacak nitelik ve nicelikte katliamlar yapıldı, onlarca insan öldürüldü. Hem de kendileri de cezaevinde yatmış Başbakanlar döneminde.

Diyarbakır Cezaevi’nde 1996 yılında 10 kişinin demir çubuklarla öldürüldüğü tarihte Başbakan Necmettin Erbakan’dı.

Ulucanlar Cezaevi’nde 1999 yılında 10 kişinin vahşice katledildiği tarihte Başbakan Bülent Ecevit idi. Oysa Ecevit, defalarca hapse girip çıktığı 12 Eylül döneminde diyordu ki: “Türkiye'de yönetimler istese de istemese de öteden beri 'geleneksel' olarak işkence yapılır. Açık rejimlerde yönetimler kararlılıkla üstüne yürürlerse işkence azalır. Kapalı rejim dönemlerinde ise büsbütün yaygınlaşır. Bu gerçekler bilinmezlikten gelinemez...” (Arayış Dergisi, sayı: 7)

***

Şimdi de F Tipi

Cezaevlerindeki katliamlara Başbakan sıfatıyla siyasi sorumlu olarak onay verirken ne Erbakan hatırladı bir zamanlar kendisinin de hapis yattığını ne de Ecevit.

Bülent Ecevit, bir zamanlar kendisinin de hapis yattığını unutmanın da ötesine geçti. Ömrünün son deminde son kez Başbakan olur olmaz ilk aklına gelen, “Hayata Dönüş” operasyonu oldu. Operasyonun hazırlığı bir yıl sürdü. Nihayet, 19 Aralık 2000 tarihinde 20 cezaevine birden baskın yapılarak, 32 tutuklu ve hükümlü öldürüldü; sağ kalanlar F tipi cezaevlerine dolduruldu. Ölüm oruçlarında ölenlerle birlikte ölü sayısı 122’yi buldu.

Mamak, Metris ve Diyarbakır’ın ilhamı ABD’den alınmıştı. F tipinin ilhamı ise daha çok AB’den. AB’nin ilhamı da ABD’den. F tiplerinin atası sayılan cezaevi modeli ilk, ABD’de bağımsızlığın hemen ardından 1778 yılında uygulanmış, sonra Avrupa’da daha çok geliştirilmişti. Kapitalizmin ihtiyaç duyduğu insan modeli, bireyci insandı. İki yüz yıl sonra Türkiye rotasını Avrupa’ya çevirdiğinde, tutuklu ve hükümlüyü, birey olarak diri diri mezara koyan F tipi cezaevi modeline en büyük desteği AB verdi.

Yasada “yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları” olarak adlandırılan F tipi cezaevlerinin en önemli özelliği, tutuklu ve hükümlünün yasadaki ifadesiyle “teknik, mekanik, elektronik ve fizikî engellerle donatılmış, oda ve koridor kapıları sürekli kapalı tutulan (…) bir veya üç kişilik odalarda” barındırılması. “Barındırılacak” olanlar devletin güvenliğine veya anayasal düzene karşı suç işleyenler. Bir mitinge veya yürüyüşe katılmak, afiş asmak, yazı yazmak, bu suçu işlemek için yeterli sayılıyor. Bu “oda”ya kapatılmak için hüküm giymek de şart değil, henüz yargılanırken tutuklanmak yeterli. Dava beraatla sonuçlanırsa da geçmiş olsun.

Devlete sorulursa, “otel odası” konforunda. Soğuk, havasız, bir parça gökyüzünün bile yasaklandığı, içinde tuvalet, bir ranza ve masa-sandalye dışında hiçbir şeyin olmadığı, kapalı demir kapısıyla, ışığı bile geçirmeyen  mazgalıyla, kapının altında köpeğe verilir gibi ayakla itilen yemek tepsisiyle, “otel odası” ...

Sayıma gelen gardiyan ve yemek dağıtımında kapıdaki ızgarayı açan görevliden başka kimse yok. Yani, insan yok. Yine de, “iyileştirme” programına katılana, haftada beş saat süreyle, ortak mekânlarda en çok on kişiyle bir araya gelme hakkı(!). Kapının hangi saatlerde açılacağının keyfe bağlı olduğu bir hak. “İyileştirme” programları, bireyi köleleştirme, görüş ve ideallerinden vazgeçirmeye yönelik. Bedensel işkenceye açık, eziyet amaçlı aramalar, sürekli yanan lamba, tercih ya da reddetme olanağı olmayan dahili “müzik” yayını, sınırlı sayıda çamaşır, en fazla üç kitap…

Ortaçağ’da da vardı böyle “otel odası”. Ölmeden mezara koyarlardı, çürümeye terk ederlerdi. Feodalizm tarihe karışsa da, kapitalizmin senyörleri atalarının mirasını devraldılar. Düzen karşıtları ya yola gelecekler ya da intihar ederek veya çürüyerek ölecekler. Ölmeseler bile ölmekten beter olacaklar.

***

“Büyük tahammül” ve direnmenin onuru

Sermaye düzeninde cezaevlerinde amaç, cezayı çektirmek ve suçluyu topluma kazandırmak değil, intikam almak, siyasi tutukluları, hem kişilik olarak hem de fiziki olarak yok etmek. Dün Mamak, Metris ve Diyarbakır idi, bugün F tipi. Ama, zalimin zulmü varsa, direnmenin de onuru var.

İnsanları ölümü tercih etme noktasına getirecek derecede vahşi zulme karşı direnişte ölenler artık 100’lerle sayılıyor. F tipi zulme karşı direnişte ölenlerin sayısı 122’yi buldu. Sırada, tutuklu Sevgi Saymaz, tutuklu annesi Gülcan Gözoğlu ve Avukat Behiç Aşçı var; 270 gündür, F tipi zulme karşı ölüm orucundalar. Ömürlerini eksiltmeye koydukları direnişlerinde artık 30’lu kilolardalar.

Çok şey istemiyorlar. İtalya’da 19 yıl yattıktan sonra 8 ay önce Türkiye’ye gelen, cezaevinde sadece 29 gün kalan, hep hastanede yatan ve şimdi de 3 ay izinle evinde istirahat eden mafya ağası Oflu Süleyman’a tanınan türden ayrıcalık istemiyorlar. Tek istedikleri, BM Minimum Cezaevleri Standartları’nın kabul edilmesi, cezaevlerinin sivil izlemeye açılması, F tipi cezaevlerinde “tek kişilik ve 3 kişilik odalarda yatan 4 bin tutuklu ve hükümlünün birbirlerini daha çok görebilmesi için 3 kapı ve 3 kilidin gün içinde açık tutulacağına dair bir söz”. Hepsi bu.

Kabul edilmeyecek istekler değil. Ama, iktidarın vicdanı çoraklaşmış, kalbi taşlaşmış, kabul etmiyor. Yolsuzlukları ve yoksulluğu yenmek, emperyalizme bağımlılığı ortadan kaldırmak,  demokratikleşmek konusunda kararlılık sergilemek yerine IMF’ye, ABD ve AB’ye teslim olmuş, gücünü yalnızca cezaevlerine yetirebiliyor.

Sermaye iktidarının vicdanı çoraklaşmış, kalbi taşlaşmış. Ama, toplum da sessiz.

Suskunluk toplumu sarmalasa da, bilinmeli ki, geçmişteki ölümler herkes için bir sınavdı, yaklaşan ölümler de öyle.

Ölüme koşanlara tıkalı kulaklar hiç değilse Yaşar Kemal’in çığlığını duymalı.

Türkiye F tipiyle mücadele etmeli. Hapishaneye adam koyuyorsun, ikinci kez zulüm etmeye gerek var mı? Zaten zulümdür hapishane. Bu kadar zulümle Türkiye ayakta kalamaz! Türkiye insanoğluna karşı çok yanlış yapıyor. Türkiye daha merhametli, hoşgörülü, demokrat olmalı. Bana Kozan Hapishanesi'nde kara ekmek veriyorlardı yine de bugünkü hapisanelerden daha iyiydi. Hiç olmazsa arkadaşlarım beni görüyordu.” (Radikal, 18 Aralık 2006)

İçinde yatmamış olana cezaevini anlatabilmek olanaksızdır, ancak yatanlar bilir. Düzenin aktörü, figüranı, kemik yalayıcıları ise Başbakan olsalar bile bilmezler.

Bilinmeli ki, cezaevleri toplumun gerçek aynasıdır. İçerde ve dışarda ölüme yatanların anlattığı öykü, herkesin öyküsüdür.

Cezaevlerinde insanlar hâlâ ölüme yatacaklarsa, ölüme yatanlar ölecekse, ne yeni yıl kutlu olsun ne de Kurban Bayramı!

Yazarın Dİğer Yazıları

  1. Can'ları Bağlıyorlar İtleri Salıyorlar
    ''Mevcut Cumhurbaşkanı, Anayasa’nın yorum gerektirmeyecek açık hükmüne, yani bir kimsenin en fazla iki kere seçilebileceği hükmüne karşın üçüncü kez aday oldu; şaibeli seçimle tekrar seçildi. Milletvekili seçilen Can Atalay da,…
  2. Vatan Haini Bile Sayılmamıştık
    Kaç haftadır çeşitli tarihsel kişiler üzerinden vatana ihanet tartışması yapılıyor ya. Tam 40 yıl önce vatana ihanetle suçlanmıştık. Hatta, vatan haini bile sayılmamıştık. Devir 12 Eylül faşizmi devriydi. Solcu yani…
  3. Askeri Faşizmden Dİnci Faşizme Cezaevleri
    ''Cezaevlerinde dünden bugüne, askeri faşizmden İslamcı faşizme, özde değişiklik yok. Hukuku vicdandan adaletten insandan bu denli uzaklaştırmak, İslamcı iktidara nasip oldu. Bir kere daha anlaşıldı ki, cehalet ve kötülük iktidarı,…
  4. 'Müslümanların Ahlakla İmtihanı'
    Prof. Dr. Hüseyin Çelik, İslam coğrafyasında ahlakın zerresinin kalmadığını, İslami Hayat Endeksi’ne göre dünyanın en iyi ülkelerinin Yeni Zelanda, İzlanda, Hollanda, Finlandiya, İsveç, Norveç, Kanada gibi ülkeler olduğunu; Türkiye’nin 100’üncü sırada…
  5. Müslümanların Ahlakla Bitmeyen İmtihanı
    AKP iktidarı döneminde memleket tarihte hiç olmadığı kadar Müslümanlaştı ama hayatın hemen her alanında o ölçüde yozlaştı çürüdü, yarım yamalak da olsa var olan aklını ahlakını yitirdi. Gün geçmiyor ki…
  6. Gazze İçin Timsah Gözyaşları
    ''Her şeye karşın İsrail destekçisi Batı ülkelerinde halklar İsrail’in gaddarlığını, hükümetlerinin İsrail’e desteğini protesto ediyorlar. Yahudi sermayeli şirketlerde işçiler greve gidiyor. Protesto gösterileri çoğu kez polis tarafından dağıtılıyor; “liberal demokrasi”…
  7. Kutlanacak Cumhuriyet Kaldımıki?
    Cumhuriyet, egemenliğin cumhura yani halka ait olduğu devlet biçimi demek. Böyle bir devlette halk, egemenliğini ya doğrudan ya da seçtiği temsilciler aracılığıyla kullanır. Bu yönetim tarzı demokrasi olarak adlandırılır. Yani…
  8. Firanvunlardan Netanyahu'ya ve Erdoğan'a
    ''Akıl ve tarih, ırkçı dinci ümmetçi milliyetçi politikaların ve politikacıların halklar arasında düşmanlık ve vahşet dışında bir sonuç üretmediğini, bu politikacıların pençesine düşen halkların gün yüzü görmediklerini, başka ulusları ezen…
  9. Dİnci Faşizmin Kabusu Gezi Direnişi
    Hapishaneden dışarıya adımını atmak, yani tahliye olmak, bir insanın yaşayabileceği en derin sevinç ve mutluluklardan biridir. Ancak yaşayanlar bilir. Ne var ki siyasi mahpuslar, bu sevinci doyasıya yaşayamazlar, mutlulukları yarım…
  10. Ordu gözbebeğimizdir!
    Ordu gözbebeğimizdir!
    28 Eylül 2023
    CHF ALLAHKULU’NU KURTLARIN ÖNÜNE ATTI: “Ordu milletimizin gözbebeğidir. Allahkulu Sezgin Bey’in sözleri şahsi görüşüdür, fırkamızı bağlamaz. Gözbebeğimiz şanlı ordumuzu töhmet altında bırakan ifadeleri kabul edilemez. Bu konu yetkili organlarımızda görüşülecektir.” Tayyiban…
  11. İslam Temizlik Diniyse Neden Ortalığı..?
     Söz temizliğe gelince, bizden temizi yoktur. İslam temizlik dinidir, Peygamber’in deyişiyle “Temizlik imanın yarısıdır, cennete ancak temiz olanlar girecektir.” Rivayet odur ki, Peygamber’in nasihatine uygun olarak atalarımız hamamda yıkanırdı, misvak kullanırdı,…
  12. Barış da Düşman Ceza Hukukunun Kurbanı
    ''Barış Pehlivan son yazısında, “Siyah kölelerin yargılandığı bir düzen bu. Beyaz olsaydım, zengin olsaydım, dalkavuk olsaydım içeride olmazdım” demiş.'' Okur yazar herkes Barış Pehlivan’ı bilir herhalde. Şahsen tanışmak kısmet olmadı; ben…
  13. İslami Magandalık
    İslami Magandalık
    15 Ağustos 2023
    ''Nazım’dan bu yana değişen sadece lümpenleşme ve magandalaşmanın İslam ile ambalajlanması oldu. İslami lümpenleşmenin ve magandalaşmanın en acı sonucu kadınlara, çocuklara ve doğaya yönelik saldırganlıktır ki, ne yazılsa eksik kalır'' “Türkiye…
  14. Maganda Politik
    Maganda Politik
    7 Ağustos 2023
    ''Zaten doğru düzgün bir feodalizm yaşamadığımız gibi hızlandırılmış alaturka-arabesk lümpen (ve dahi artık abdestli) kapitalizmle birlikte kültürel doku çürüdü; kitabına uygun bir burjuva-proleter ayrışması olmadı; değer yargıları alt üst oldu; magandalık…
  15. Mizah Bahçelerindeki Sararmanın Hüznü
     Mizah, alışılmış sıradan hayata ve olağan düşünceye kurulan tuzaklarla gülümsetmek, gülümsetirken düşündürmek demek. Tuzağın temel malzemesi zıtlıklardır, talihsiz rastlantılardır. Ancak, herkesin gözü önünde cereyan eden bir zıtlığı kopyalayıp temsil etmek…
  16. Halkçı Hayal Kırıklığı
    ''CHP yanlısı medyada da durum farklı değil. Kılıçdaroğlu’nun başını istemeyen kanal ya da köşe yazarı yok gibi. CHP genel başkanlığından istifa etmedi diye neler neler demiyorlar Bay Kemal için. “Haysiyetsiz”,…
  17. Şu Zalim Zamcının Ettiği İşler
    ''Vergiyi ve fiyatları tayin eden Allah olunca, imanı kuvvetli emekçiye şükretmekten başka bir şey kalmıyor. Oysa, imanı kuvvetli emekçi, merkezin solunda sayılan Ecevit’i bir kalemde silip atmıştı. Hatta Demirel bile,…
  18. Tayyip NATO'yu Dİze Getirdi!
    ''1950’lerde Başbakan Adnan Menderes’in Amerika gezisini izleyen Anadolu Ajansı Genel Müdürü’nün haberi(!)  “dalkavukluk başyapıtı” olarak basın tarihine geçmiştir. Genel Müdür’ün yazdığına göre Menderes Amerikalıları öyle etkilemişti ki, “Amerikalılar 'Allahım, bize neden böyle…
  19. Osmanlı Nasıl Savaşıyordu, Rus Nasıl Savaşıyor?
    ''Wagner, ezici çoğunlukla, savaşmak üzere cezaevlerinden salıverilen mahkumlardan oluşuyor. Kurucusu Yevgeniy Prigojin Sovyet döneminde gasp ve hırsızlık suçundan 10 yıl hapis yatmış. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra sosisli sandviç satışıyla yola…
  20. Merdan'a Namerdan Hukuk
    Merdan'a Namerdan Hukuk
    4 Temmuz 2023
    ''Merdan Yanardağ, düşman ceza hukukunun son kurbanı olarak tutsak edildi. Tutuklamanın resmi gerekçesi “terör örgütü propagandası yapmak” diye açıklansa da biliniyor ki Merdan, Cumhur İttifakı iktidarının Abdullah Öcalan ile yeniden…

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…