'Askeri darbeye de Tek-adam darbesine de hayır'

12 Eylül 2019
'Askeri darbeye de Tek-adam darbesine de hayır'

'Bütün darbecilerin en bariz eylemlerinden biri de, emekçi örgütlerini baskı altına almak, hak arama yollarını kısıtlamaktır. 12 Eylül darbesi döneminde patron sendikası başkanı “Eskiden işçiler gülüyordu, biz ağlıyorduk; şimdi gülme sırası bizde” demişti. Bugün “sivil” darbe döneminde yürütmenin başı AKP Genel Başkanı, “Grev tehdidi olan yere anında müdahale ediyoruz” diye övünmektedir'

, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbecileri tarafından sol görüşlü oldukları için Türk Silahlı Kuvvetleri’nden atılmış ve Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği ADAM-DER çatısı altında toplanmış askerler 12 Eylül faşist darbesinin 39.cu yıldönümünde Kadıköy-İskele meydanında basın açıklaması yaptı.
Basın açıklaması aynen şöyle:
Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki en köklü gericilik hareketi olan solkırımcı 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesini 39’uncu yıldönümünde bir kez daha lanetliyoruz.
Darbenin 39’uncu yılında ülkemiz 12 Eylül darbesini aşmak şöyle dursun, 12 Eylül darbesi kadar köklü bir darbe/karşı darbe bataklığındadır. 15/16 Temmuz 2016 gecesi yapılan askeri darbe girişimi bastırılmış olmakla birlikte ne yazık ki, bu girişim siyasi iktidar tarafından “Allah’ın lütfu” sayılmış, ülkemiz bu kez “sivil faşist” darbeye maruz bırakılmıştır. Siyasi iktidar 15 Temmuz girişimini demokrasiyi inşa etmenin değil, kendi darbesini gerçekleştirmenin fırsatına çevirmiştir.
***
Darbe dönemleri hukuksuzluğun, devlet terörünün, işkencenin, emek sömürüsünün, baskı ve sansürün, yolsuzluğun, farklı kimlik inanç ve kültürleri inkâr ve asimilasyonun, ayrımcılık ve nefretin zirveye çıktığı dönemlerdir.  
Bütün darbecilerin en bariz eylemi, TBMM’yi işlevsizleştirmek, yargıyı bağımlı hale getirmek, üniversiteleri, medyayı ve sivil toplumu tahakküm altına almaktır. 
Bugün TBMM, ancak 12 Eylül faşizmi dönemindeki Danışma Meclisi kadar etkilidir. TBMM’nin işlevsizliği (cılız da olsa) iktidar partisi içerisinde bile eleştirilere yol açmıştır. İstiklal Harbi’nde bile TBMM’nin baskı altına alınmadığını anımsatıyoruz!!!
Yargının ne denli bağımlı hale geldiği, hukuka aykırı kararlar ve tutuklamalarla hemen her gün ortaya çıkmaktadır. Yargı, geleneksel adli yıl açılış törenini kendi mekânında yapacak güçten bile yoksundur. Kürt halkının temsilcisi milletvekilleri ile demokratik muhalefetin temsilcileri 12 Eylül anayasasına bile aykırı şekilde hapsedilmektedir. 
Bugün ülkemiz ancak darbe dönemlerinde görülebilecek zorbalık, keyfilik ve hukuksuzluk atmosferinde nefes alıp vermeye çalışmaktadır. 12 Eylül darbesi döneminde olduğu gibi temel hak ve özgürlükler askıdadır. İnsanlar gelişigüzel tutuklanmakta, işkenceye tabi tutulmaktadır. Medya kuruluşları ve sivil örgütler neredeyse tümüyle iktidarın denetimi altındadır; aykırı haber ve görüş yayan gazeteciler, muhalif duruş gösteren yurttaşlar keyfi olarak tutuklanmaktadır. Cezaevlerindeki gazeteci sayısı 100’ün üzerindedir. 
Kürtler, Aleviler, farklı dil ve inançtan insanlar 12 Eylül faşizmi döneminde inkâr imha ve asimilasyon zulmü altındaydılar. 12 Eylül faşizminin politikası özünde değişiklik olmadan bugün sivil darbe döneminde sürmekte; Alevi inanç mekânları hoyratça baskınlara maruz kalmakta, Kürt halkının seçilmiş yerel yöneticileri keyfi olarak görevden uzaklaştırılmaktadır.
Bütün darbecilerin en bariz eylemlerinden biri de, emekçi örgütlerini baskı altına almak, hak arama yollarını kısıtlamaktır. 12 Eylül darbesi döneminde patron sendikası başkanı “Eskiden işçiler gülüyordu, biz ağlıyorduk; şimdi gülme sırası bizde” demişti. Bugün “sivil” darbe döneminde yürütmenin başı AKP Genel Başkanı, “Grev tehdidi olan yere anında müdahale ediyoruz” diye övünmektedir.
12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbecileri tarafından sol görüşlü olduğumuz için Türk Silahlı Kuvvetleri’nden atılmış, işkence edilerek sorgulanıp yargılanmış, işsizliğe ve açlığa mahkum edilmiş askerler olarak, patronları güldürmek için yapılmış darbeleri lanetlediğimiz gibi patronları rahat ettirmek için gerçekleştirilmiş “sivil” darbeyi de tel’in ediyoruz!
***
Geçmiş darbelerden farklı olarak sivil darbe döneminde Türkiye’miz ne yazık ki sınırlarımız dışında bir savaşın içindedir. Amerikan emperyalizminin “Büyük Ortadoğu Projesi”nin ortağı sıfatıyla Afganistan, Irak ve Libya’daki cinayetlere katkıda bulunan iktidar, yine Amerikan emperyalizminin taşeronu olarak Suriye’de körüklediği iç savaşın doğrudan tarafıdır. Hatırlatmalı ki, eski bir Başbakan Yardımcısı’nın ifadesiyle “Türkiye’nin Suriye politikası başından itibaren yanlışlıklarla doludur.” Bu itirafa karşın iktidar, yanlışta ısrar etmektedir. Çünkü, iktidarın saygısı ve muhabbeti, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi niteliğindeki “Yurtta barış dünyada barış” ilkesine değil, “Keşke Yunan galip gelseydi, ne hilafet yıkılırdı ne de şeriat kaldırılırdı” zihniyetinedir.
Darbelerin her türlü zulmünü yaşamış, savaşın nasıl bir felaket olduğunu bilen eski askerler olarak vurgulamak istiyoruz: Amerikan emperyalizminin bölgeye ilişkin projelerine ortaklık gereği Afganistan, Irak, Libya gibi Müslüman ülkelerde iç savaşı körüklemek, nihayet Amerikan ve Rus emperyalistlerinin izniyle bir bölgeyi cihatçı örgüte teslim etmek üzere Suriye’ye asker göndermek, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşı ile kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışmamaktadır. Kuruluş anısına saygı gereği Türkiye Cumhuriyeti’ne düşen görev, emperyalist güçlerin taşeronu sıfatıyla bölge ülkelerinde iç savaşları körüklemek değil, bölgesel ve küresel barışa sahip çıkmaktır. Küresel emperyalistler “Türkiye’nin en iyi ihraç malı askeridir” diye rol vermiş olsalar bile, savaş ve terör borsalarında satılacak bir tek askerimiz yoktur. Tüm yabancı güçler Suriye’den çekilmeli, Suriye halkı kendi kaderini kendisi tayin etmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine aykırı savaşçı dış politika ülkemizin iç barışını da tehdit eden bir seyir izlemektedir. Savaşçı iktidar bloku, diktatörlüğü sürdürebilmek uğruna, etnik ve dinsel farklılıklar üzerinden halklarımızı cepheleştirmekten, kendisine yandaş görmediği geniş halk yığınlarını ötekileştirmekten çekinmemektedir. Daha vahimi, savaşçı iktidar blokunun başı, kendisine biat etmeyen demokratik muhalefetin ülkeyi terk etmesi gerektiğini bile söyleyebilmiştir. Bu söylemin ülkemizi bir kin ve nefret cehennemine sürüklemekte olduğunu vurguluyoruz. Memnuniyetle kaydediyoruz ki, başta İstanbul olmak üzere, insanlarımız iktidarın ayrıştırma ve cepheleştirme söylemini son yerel seçimlerde güçlü şekilde reddetmiştir.
***
Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği ADAM-DER çatısı altında toplanmış, darbelerin her türlü zulmünü gadrini yaşamış askerler olarak, 22 Mart 2011 tarihli 6191 sayılı yasayla yapılan haksızlığın telafisini talep etmekten geri durmayacağımızı,
Kültürler ve halklar coğrafyası ülkemizin gerçekten demokratikleşmesi ve barışa kavuşması için darbelere, diktatörlüğe, hukuksuzluğa, devlet terörüne, baskıya ve sansüre, emek sömürüsüne, ayrımcılığa karşı mücadeleyi her meşru zeminde sürdüreceğimizi kamuoyuna duyuruyoruz. 
Saygılarımızla.
Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği
ADAM-DER YÖNETİM KURULU

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…