'Kimse 100 bin cihatçının ilelebet İdlib’de kalmasına göz yummaz'

24 Eylül 2018
'Kimse 100 bin cihatçının ilelebet İdlib’de kalmasına göz yummaz'

Fehim Taştekin: İdlib’de Türkiye’nin üstlendiği rol Erdoğan eliyle tasfiye misyonudur. Bu misyon için Vladimir Putin, Tayyip Erdoğan’a şans tanıdı. Türkiye sözünü tutamazsa Rusya’nın operasyon planının önündeki gerekçe geçerliliğini yitirir. Şimdi top bir aylığına Türkiye’nin sahasında.

AKP’nin altı ay içinde Emevi Cami’nde namaz kılma hayali kurduğu Suriye iç savaşı yedinci yılına girdi. Esad’ı devirip Müslüman Kardeşler ideolojisine yakın bir Sünni iktidar oluşturmayı amaçlayan Ankara’ya savaşın insani, ekonomik ve güvenlik açısından çok ciddi bedelleri oldu.

Hükümetin verdiği rakamlara göre, Türkiye’de 3.5 milyon Suriyeli göçmen var. İdlib’e olası bir Suriye-Rusya müdahalesi sonucu bu sayıya bir milyon kişinin daha eklenmesi endişesi taşınıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yaptığı görüşmeler sonucu bu ihtimali bugün için en azından öteledi. Şu anda Türkiye’de ve dünyada bölge uzmanları 'Soçi Mutabakatı'nın başarı şansı ve olası sonuçlarını tartışıyor.

Ahval, bu soruları Türkiye’de bölge uzmanı olarak öne çıkan Fehim Taştekin’eyöneltti…

Heyet Tahrir Şam (HTŞ) silah bırakmayı reddediyor, bunun muhtemel sonuçları ne olur?

HTŞ içinde pragmatik kanatla radikal kanat arasında tutum farklılığı var. Radikal kanat peşinen silahları bırakmanın dine ihanet olacağını deklare etti. Türkiye ile işbirliği konusunda örgüt içi bir tartışma zaten vardı.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kontrol noktaları kurması sırasında koordinasyona yeşil ışık yakan örgüt lideri Ebu Muhammed el Colani, “Soçi Mutabakatı” çerçevesinde 15-20 kilometre derinliğinde tampon bölge oluşturma ve ağır silahları bırakıp çekilme konusunda henüz resmi tutum belirtmedi.

Bu da acaba görünüşte Soçi Mutabakatı’nı reddedip sahada farklı mı davranacaklar sorusunu akla getiriyor. Topyekün bir saldırıdan kaçınmak için 15 kilometre içeri kaymayı tercih edebilirler diye bir iyimser yaklaşım var. Çekilirken ağır silahlarını da beraberinde götürebilirler. Maslahat icabı bunu yapabilirler. Görünüşte silahsızlandırılmış bir kemer oluşur.

Ama sorun Türkiye sınırlarına doğru kaydırılmış olur. Türkiye buna göz yumabilir. Ama kimse illa böyle olacak da diyemez. Eğer çekilme senaryosu işlerse örgüt kendi içinde bölünmeler yaşayabilir. Halihazırda Türkiye ile işbirliğini reddedip farklı bir yolu tutturan “Hurras el Din” diye bir çatı örgüt var. Bunlar El Kaide çizgisinin keskin takipçileri. Bu kanat güçlenebilir.

Eğer HTŞ çekilmeyi reddederse muhtemelen Türkiye’nin nüfuz edebildiği Ulusal Kurtuluş Cephesi ve Suriye Ulusal Ordusu içindeki örgütler HTŞ’nin işini bitirmek üzere harekete geçer. HTŞ kolay bir lokma değil, İdlib’in yüzde 60-65’ini kontrol ediyor. Çetin bir savaş yaşanabilir. Geçen yıl Türkiye destekli gruplarla HTŞ arasında patlak veren iç çatışmada iki taraftan 1700 kadar savaşçı öldü. Ama HTŞ’yi sadece birkaç yerde geriletebildiler.

Bu kez Türkiye desteğiyle durum farklı olabilir. Ama bu tür bir müdahale her zaman mevcut yapı içinden daha keskin örgütler doğuruyor. O bölgede IŞİD hücreleri de var, onlar da dağılacak bu parçaları bir araya getirip yeniden çıkış yapma fırsatı kolluyor. Sorunu sadece HTŞ’ye indirgemek de yanlış. Soçi Mutabakatı’nı reddeden Türkistan İslami Parti gibi yabancı örgütler ve Ceyş el İzze gibi kendini ÖSO diye tanıtan yapılar da var.

Türkiye 15 Ekim’e kadar yükümlülüklerini yerine getiremezse Rusya ile ilişkiler nasıl etkilenir?

Yani İdlib’de Türkiye’nin üstlendiği rol Erdoğan eliyle tasfiye misyonudur. Bu misyon için Vladimir Putin, Tayyip Erdoğan’a şans tanıdı. Türkiye sözünü tutamazsa Rusya’nın operasyon planının önündeki gerekçe geçerliliğini yitirir. Şimdi top bir aylığına Türkiye’nin sahasında.

Türkiye dediğini yapamazsa top Rusya’nın sahasına geçecek ve Türkiye’nin yol haritasının başarısız olduğu ilan edilecek.

Türkiye, Rusya’nın karşısında fazla direnemeyecek. Diyelim tampon bölge kuruldu fakat buradaki örgütler uzlaşma sürecine girmeyi reddetti. Ki cihatçı rezerv alanına dönen İdlib uzlaşı mekanizmasını reddedenlerle dolu. İlelebed 100 bine yakın savaşçının burada kümelenmesine kimse göz yumamaz.

Tampon bölge kurulsa da eninde sonunda bu bölgeye bir operasyon düzenlenmesi kaçınılmaz gibi gözüküyor. Elbette bu operasyonun şeklinin ve çapının ne olacağını kestirmek zor. O vakte kadar belki direnecek potansiyel biraz daha erimiş olur. Bazı unsurlar silah bırakmaya yanaşabilir. Bilemiyoruz, kestirmek o kadar kolay değil. Bu biraz da Türkiye’den artık yardım görüp göremeyeceklerine bağlı.

Türkiye burada ikili oynuyor; hem rejimin olası saldırılarına hazır olun diyor hem müzakere sürecini teşvik ediyor. Özetle günün sonunda Türkiye de kendisinin en az zarara uğrayacağı bir yaklaşımla bu operasyona göz yummak zorunda kalabilir. Operasyon aşamasında Rusya ve Türkiye arasındaki ikili ilişkiler yeni bir test sürecine girmiş olacaktır.

İki taraf inişli çıkışlı gidişata rağmen ikili ilişkileri başka bir şeye feda etmeme eğiliminde. Malum ilişkiler kırılganlıklarına rağmen ekonomik boyutuyla derinleşiyor. S-400 anlaşmasıyla buna savunma ayağı da eklendi. Bu klasik ittifaklar konsepti açısından az bir şey değil. Türkiye AB-ABD cephesiyle bu kadar sorunlu bir dönemden geçerken Rusya ile bir çöküşü göze alamayabilir. Aynı şey Rusya için de geçerli.

Türkiye’nin Suriye sınırını Kürtlerden temizleyip Sunni Arap yapma projesi tutar mı?

Bunu yapamaz. Diyeceksiniz ki Afrin’e girdi ve YPG’yi uzaklaştırdı. Afrin kuşatılmış ve diğer bölgelerden izole bir yerdi. Orada başka dengeler Türkiye’nin işini kolaylaştırdı. Her şeyden önce Rusya yeşil ışık yaktı. Üstelik Rusya, Suriye ordusunun bölgeye sokulması seçeneğini son aşamada “Artık çok geç” diyerek önledi.

Türkiye Afrin’de demografik yapıya müdahale ediyor ama oluşturduğu yeni statükoyu kendi güçlerini o bölgede uzun süre tutmadığı sürede koruyamaz. Yarın asıl sahipleri geldiğinde sonradan yerleştirilmiş Arap nüfus gitmek zorunda kalacak. Türkiye’nin Afrin’de temizledik dediği bütün unsurlar TSK çekildiği an olduğu gibi geri dönecek.

Bu hiçbir sonuç garantisi olmayan bir müdahale türü. Üstelik halklar arasına düşmanlık tohumları bırakan bir politika. Türkiye, Suriye’nin kentlerine kendi kentiymiş gibi muamele ediyor. Bu heves oyalayan ve geleceği olmayan bir yol. Afrin’den sonra müdahale etmek istedikleri Kobani ve Cezire bölgeleri var.

Sanırım soru asıl burayla ilgili. İki bölge arasındaki bağı koparmak için Arap yoğunluklu Tel Ebyad’an girip bir yarık oluşturmayı düşlüyorlar. Burada caydırıcı faktör ABD. Amerikalılar, Ankara’nın gazını almak için Afrin’e ses çıkarmadı ama Fırat’ın doğusuna müdahalede aynı şey söz konusu olmayabilir.

El Bab sonrası Menbic’e müdahalede daha avantajlı bir konumdaydılar ve o plan ABD’ye takıldı. Washington’la bir yılı aşkın pazarlıktan sonra topu topu ortak devriye gezmek gibi bir seçeneğe razı geldiler. Kobani-Cezire hattına müdahalede Rusya ve Suriye’nin tutumu da önemli. Şu aşamada Şam ve Moskova Kürtleri müzakere yoluyla kazanmaktan yana. Türk müdahalesi her şeyi alt üst edebilir.

Ayrıca operasyon alanı genişledikçe Türkiye açısından riskler ve maliyetler artıyor. Türkiye mevcut ekonomik tablo ve sahadaki caydırıcı faktörlerle coğrafyayı hallaç pamuğu gibi atacak bir macerayı kaldıramaz. Türkiye’nin bu tür bir müdahalesi sadece Kürtler değil Araplar ve diğer halklar arasında da düşmanca görülüyor. Herkes Türk bayrağı gelsin şehirlerimizde dalgalansın diye beklemiyor. Bu iş MİT’in yönlendirdiği grupların Azez’de Türk bayrağı dalgalandırmasına benzemez.

Savaşın uzamasının Türkiye açısından muhtemel sonuçları ne olur?

İdlib’de cihatçılara kalkan olmanın yanı sıra Türkiye, Kürtlerle savaşı derinleştirmekte ısrar ediyor. Bir kere bu politikalarla içeride Kürtlerle barış zeminini de yok ediyorlar. Türkiye’nin bir sürü illeti beraberinde getiren hastalıklı Suriye politikasından ve takıntılarından kurtulması gerekiyor. Halihazırda zaten yeterince belayı kucağında bulmuş durumda.

İdlib cephesi açık kaldığı sürece Batı-Körfez blokunun bölgeye müdahale bahaneleri bitmeyecektir. Türkiye’nin kendi sınır hatları istikrarsızlaşıyor. Müdahale alanı genişledikçe istikrarsızlık artacak. İdlib’deki cihatçı bakiye de Türkiye’ye havale edilmiş oldu. Bu başlı başına bir bela. Son yedi yılda cihatçı unsur bir şekilde Türkiye’nin sınır bölgelerinde kendilerine paralel hayatlar da kurdular.

Türkiye’ye nüfus kabiliyeti artan bu unsurlar daha da yerleşik hale gelecek. Ayrıca Suriye savaşı Türkiye’nin İslamcı potansiyelini dönüştürüyor. AKP bu gidişata çok prim verdi. Türkiye vatandaşı binlerce kişi bu savaşta radikal örgütlerle birlikte yer aldı.

Yarın hepsi dönecek. Buna ilaveten yabancı savaşçılar da Türkiye’yi en korunaklı yer olarak görüyor. “Suriye’den çıkarsanız nereye gideceksiniz” diye sorulduğunda “Önce Türkiye’ye, oradan Avrupa’ya geçebilirsek geçeriz, olmazsa Türkiye’de kalırız” diyorlar. Rota bu.

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…