AP Yeşiller Grubu: Erdoğan bir diktatör, Türkiye daha da kötüye gidecek

1 Ağustos 2018
AP Yeşiller Grubu: Erdoğan bir diktatör, Türkiye daha da kötüye gidecek

AP Yeşiller Grubu Eşbaşkanı Lamberts: Erdoğan'ın İŞİD'le işbirliği yaptığı çok açık. --Avrupa’nın Türkiye tavrı utanç verici..--Erdoğan Türkiye’nin AB üyesi olmasını istemiyor. AB’nin çoğunluğu da Türkiye’yi üye olarak görmek istemiyor.

Avrupa Parlamentosu’nun küçük ancak sesi her zaman çok çıkan gruplarından Yeşiller Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini en güçlü destekleyen partilerin başında geliyor. Yeşiller, Türkiye’deki demokratik gerilemeyi, insan hakları ihlallerini de en sert eleştiren siyasi grup.

Ahval’e konuşan Yeşiller Grubu Eşbaşkanı Belçikalı Philippe Lamberts, 24 Haziran’da Türkiye’nin ilk başkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan’la ilgili çok ağır eleştiriler getiriyor. 

Lamberts’e göre Erdoğan bir diktatör ve Türkiye’yi hızla AB’nden uzaklaştırıyor. Erdoğan yönetimindeki Türkiye’nin Rusya ve Çin’e benzediğini ancak AB ile hiç bir ilgisinin olmadığını vurgulayan Lamberts, Brüksel’in Türk hükümetine yönelik yaptırımlar uygulamasını destekliyor. Belçikalı siyasetçi, 24 Haziran seçimlerinin ‘adil ve hür’ olmadığını vurguluyor.

Ancak Lamberts, Türkiye’nin bu hale gelmesinde AB’nin payını da unutmuyor ve AB’nin Ankara politikasını ‘utanç verici ve iki yüzlü’ olarak değerlendiriyor. Kanal İstanbul’u ise yerden yere vuran Lamberts’e göre proje ‘delilik alameti’ ve engellenmesi gerekiyor.

Philippe Lamberts

Lamberts’in sorulara cevapları şöyle:

- 24 Haziran seçimlerini kazanan Erdoğan artık dünyanın en güçlü başkanlarından biri. Brüksel’den bakınca AB’ye aday ülke Türkiye nereye doğru gidiyor?
 
Diktatörlük olmasa bile otoriterliğe doğru gidişat Türkiye’de durdurulamadı. Erdoğan’a diktatör deniyor mu bilmiyorum ama bir süredir ben kendisine diktatör diyorum zira ülkede her şey bir kişinin heveslerine göre yapılıyor. 

İnsanları işlerinden kovmak istiyorsa kovuyor. Birini bir makama getirmek istiyorsa, hemen yapıyor. Her şeye kendisinin karar verdiği çok açık. Bu, Rus ve Çin modellerine çok benziyor ama Avrupa modeliyle hiç alakası olmadığı aşikar. Bu kadar demokrat Türk tanıdığım varken, ülkede yaşananlara çok üzülüyorum.

Erdoğan’ın iktidara geldiği ilk yılları hatırlıyorum. Avrupa’daki imajı gayet olumluydu. Demokrasi ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir devlet yapılanması için ileri politikalar uyguluyordu. Orduyu kışlasına gönderdi, PKK ile barış görüşmelerine başladı.

Türkiye’yi AB standartlarına yaklaştırıyor ve AB üyeliğini zorluyordu. İlk yıllarına baktığımda ve geçmişteki Türk liderleri ile mukayese ettiğimde ilerici bir demokrattı. Ama iktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar. İktidarda çok uzun süre kalırsanız ve yatkınlığınız da varsa, otoriterliğe giden yol kısalır.

Şu an kendi partisinde bile denge ve fren mekanizmaları yok. Önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül gibileri yaptıklarından pek memnun değildi. Bu insanlar ya susturuldu ya da susmayı içlerine sindirdiler. Kendi partisinde bile demokrasinin olmadığı bir kişinin Türkiye’yi yönetmesi ciddi bir sorun. İlgisiz kalamayız. Türkiye dünyanın öbür ucunda değil, dibimizde.

- İlk yıllardaki olumlu imaja ne oldu?

Bu sorunun cevabı insanların ne kadar açık konuşmak istediklerine bağlı. Çoğu insana göre artık bir diktatör ve çok otoriter bir lider. Brüksel’de bu konuda açık bir tartışma yapmak yani Erdoğan’la problem yaşamak istemeyenler de var tabi. Zira AB sınırlarının korunması meselesini kısmen ihraç etti ve sınırlarınızı koruyan insanlarla doğal olarak kavga etmek istemezsiniz.

- Yani mülteci anlaşması hala çok önemli.

Ortada anlaşma filan yok. Unutmayın ki bu bir anlaşma değil. Sözlü bir uzlaşma, hukuki hiç bir değeri yok. Hukuki bir değeri olsaydı, Avrupa Adalet Divanı’ndan geri dönerdi. Dolayısıyla hukuki bir belge değil. Ama hala çok önemli. 

Ortadoğu’da savaşlar bitmedi. Suriye ve Irak’a bakın. Erdoğan Avrupa’yı acıtmak isterse, mültecilerin tekrar Avrupa sahillerine ulaşmasına yardımcı olabilir. Erdoğan’ın İŞİD’le ne yaptığını biliyoruz. Hiç bir ilkesi yok, tamamen ilkesiz bir siyasetçi. Sadece mesele kendi iktidarına gelince çok ilkeli oluyor. İŞİD’le işbirliği yaptığı çok açık.

- İŞİD’le işbirliği yaptığına mı inanıyorsunuz?

Kesinlikle. Türkiye’nin desteği olmasaydı İŞİD petrolünü nasıl satabilirdi, sizce? Türkiye İŞİD’le mücadele etmek isteseydi, bunu gösterebileceği çok sayıda fırsatı oldu. Kısaca, Avrupa Erdoğan’ı bypass edemediği için iyi geçinmek zorunda.

- Aslında diyorsunuz ki Erdoğan’ın Avrupa üzerindeki yaptırım gücü, Avrupa’nın Türkiye üzerindeki gücünden daha fazla.

Bilmiyorum. Türk ekonomisi çok iyi durumda değil. Erdoğan’ın da AB’ye ihtiyacı var. Herkesi neredeyse kendine düşman ettiği için dostlara da ihtiyacı var. Nedense burada eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun ‘komşularla sıfır sorun’ siyasetini hatırlıyorum. Rusya ile ilişkiler iyi ama Rusya çok yardımcı olamaz. Rusya’nın tek arzusu Türkiye’yi NATO’ya karşı kullanmak ve ittifakı elinden geldiğince zayıflatmak.

- Yeşiller olarak Türkiye’yi hem en sert eleştiren hem de AB üyeliğine en çok destek veren partisiniz.

Doğru. Zannediyorum doğru bir niteleme bu.

- Yeşillerin lideri olarak bu kadar kuvvetlenmiş bir Erdoğan’la ilişkilerinizi nasıl yürüteceksiniz?

Ben ekonomik yaptırımlar uygulanmasından yanayım. Mesela Gümrük Birliği’nin güncellenmesi kartını ben olsam çok sert oynarım. AB’nin çoğu GB konusunda yumuşak ama şu an elimizdeki tek kart ta bu. Diğer konularda da sertleşebiliriz. Müzakereler durdurulabilir, mesela. Avrupa Parlamentosu’nun en büyük grubu Hristiyan Demokratların müzakerelerin tekrar başlamamak üzere tamamen durdurulmasından yana olduğunu duyuyorum.

- Bu yeni bir tavır mı?

Liderleri Manfred Weber ile geçtiğimiz günlerde yaptığım bir sohbette konu gündeme geldi. Türkiye’nin AB’nde yeri olmadığının açık seçik kamuoyuna açıklanması gerektiğini söyledi bana.

- Bunu nasıl yapacaklar?

İyi bir soru. Tavuk mu yumurta mı sorusu gibi. Erdoğan Türkiye’nin AB üyesi olmasını istemiyor. AB’nin çoğunluğu da Türkiye’yi üye olarak görmek istemiyor. Ama fişi çekmek isteyen de yok. Söylediğim şu: eğer AB olarak ciddiysek, Türkiye’yi sıkıştırmalıyız. Ekonomide sert yaptırım kararları almalıyız. Erdoğan bizi mültecileri göndermekle tehdit ederse, göçmenleri kabul edecek kadar güçlü olmalıyız. Ama tabi Avrupa siyasetinin şu an merkez üssünün nerede olduğunu biliyorsunuz. Avrupa siyasetini şu an sağ değil aşırı sağ belirliyor ve aşırı sağ için mülteciler hiç bir surette Avrupa’ya kabul edilemez.

- Almanya Başbakanı Angela Merkel aşırı sağcı değil ama…

Değil tabi ama aşırı sağa rehine şu an. Macaristan, Avusturya, İtalya gibi ülkelere de bakmak gerekiyor. Macaristan bu ekibin lideri.

- Orban, Erdoğan’ı çok seviyor.

Tabii ki çok seviyor. İkisi de demokratik kurumlardan hazzetmiyor, demokrasiyi aşağılıyor, ikisi de güçlü liderlikten yana.

- Geçen yıl AP üyeleri olarak hazırladığınız Türkiye raporunda dediniz ki eğer başkanlık sistemi yürürlüğe girerse üyelik müzakereleri askıya alınmalı. Başkanlık sistemi şu an uygulanıyor.

Diyalog kanallarını açık tutmalıyız ama tango için iki kişiye ihtiyaç var. Ben hala demokratik bir Türkiye’nin AB’nin menfaatine olduğuna inanıyorum. Ama Türkiye AB’nin tersine gidiyor, tam tersine. Türkiye’nin şu anki mevcut kurumları ile AB üyesi olması mümkün değil.

- Türkiye’nin hala demokrasi olduğuna inanıyor musunuz?

Tabii ki inanmıyorum. Seçimler tek başlarına hiç bir sistemi demokratik yapmaz. Demokrasi halkın, halk için, halkı yönetmesidir. Türkiye halkı tarafından yönetilmiyor. Bir kişi tarafından yönetiliyor.

- Ama daha yeni seçimleri kazandı.

O zaman seçimlerin şeffaf ve adil olması gerekir. Yargı ve yasama şu an tamamıyla yürütmenin emri altına girmiş durumda. Yürütme de tek kişiden oluşuyor.

- 24 Haziran seçimleri adil ve hür değil miydi?

Değildi tabi. Türkiye’de özgür medyanın olmaması seçimlerim adil olmadığına yeter de artar bir delil. Çok az istisna dışında basın kontrol altına alınmış durumda ki basın da kontrol ve denge sisteminin çok önemli bir parçası. Yargı da kontrol altında. Bu durumda seçimlerin hür ve adil olduğuna nasıl hükmedebiliriz? Herkes Reis’in (Türkçe ‘reis’ ifadesini kullanıyor) iradesine teslim olmuş durumda.

- Basın hürriyeti konusunda ne diyorsunuz?

Bir çok gazeteci hapiste. Basın ya Erdoğan’ın yakınları tarafından satın alınıyor ya da gazeteciler ‘asıl patronun’ hoşuna gitmeyen haberler yaptığında hapse giriyor.

- Eğer Türk demokrasisi bu kadar kötü durumdaysa AB neden Türkiye hala müzakereci aday ülkeymiş gibi yapıyor?

Az önce dediğim gibi kimse fişi çekmek istemiyor. Hiç bir taraf diğerine ‘arkamızdan hançerlendik’ deme fırsatı vermek istemiyor. Fiş çekildiğinde Erdoğan hemen kameralara koşup ‘Avrupa zaten bizi hiç bir zaman istememişti’ diyecek. Bu durumda bir miktarda haklı olacak çünkü hatırı sayılır sayıda AB üyesi ülke Türkiye’nin üyeliğini hiç bir zaman istemedi. Hiç bir Avrupalı bugün çıkıp ta Türk demokrasisinin bugünkü durumunda hiç bir sorumluluğumuz yok diyemez.

- O zaman bazıları da AB utanç verici şekilde ilkeleri üzerinden Türkiye ile pazarlık yapıyor diyebilir.

Tabii ki Avrupa’nın Türkiye tavrı utanç verici. Hem de bir çok açıdan. Sadece Türkiye ile ilişkilerinde de değil. AB kendi içinde bile temel ilkelerine sahip çıkmıyor. Fransa’da hakim kararı olmadan herhangi birinin ev hapsinde tutulabildiğini biliyor musunuz? Bir çok AB üyesi hukukun üstünlüğü gibi ilkelerle dalga geçiyor. Bu konuda dürüst olmalı ve AB’nin bir çok konuda ikiyüzlü olduğunu kabul etmeliyiz.

- Türk yetkililer sık sık Türkiye’deki OHAL ile Fransa’daki uygulamaları mukayese edip, Avrupa’dan farkımız yok diyorlar.

Fransa ile Türkiye’yi mukayese etmek mümkün değil ama bazı benzerlikler var tabi. Fransa, Avrupa’daki son monarşi. Her şey, her karar bir tek adamdan çıkıyor. Ama Fransa’da çok kuvvetli denge ve kontrol mekanizmalarının olduğunu unutmamak gerekiyor. Mesela Macron sevmediği gazetecileri istediği zaman hapse atamaz. Bunu asla yapamaz. Yargı evet Fransa da baskı altında ama hala oldukça bağımsız.

- Türkiye’deki ‘Gulaglar’ gibi bir laf ettiniz sanki…

Evet, Türkiye’de tutuklu olmak istemezdim. Daha da kötüye gidecek. Türkiye tabi ki Stalin Rusya’sı ya da Çin değil, henüz oralarda değil ama o yönde gidiyor.

- Erdoğan’ın bir rüya projesi var: Kanal İstanbul. Seçim kampanyasında da seçilirse bu rüyasını gerçekleştirmeye söz verdi. Yeşiller ne diyor Kanal İstanbul projesine?

Bu tamamen delilik alameti. Bu kadar güce ulaşınca, kadir-i mutlak olduğunuza inanır ve tabiatı bile değiştirebileceğinizi düşünmeye başlarsınız. Bu hep böyle olur. Çin Komünist Partisi’ne bakın. Türkiye de aynen Çin gibi fay hattı üzerine nükleer santral yapmaya çalışıyor. Bu tam bir delilik. Bu şu demek: ben her şeye kadirim ve artık doğayı da istediğim gibi şekillendirebilirim.

- AB tavır alabilir mi? Bir şey yapabilir mi?

Son söz tabi ki Türk halkında. Asıl tepkiyi Türklerin göstermesi gerekiyor. Biz elimizden geleni yaparız ama öncelikle Türklerin bu projenin korkunç risklerinin farkında olması gerekir. Biz üzerimize düşeni yapacağız, bu konuda Avrupa Parlamentosu olarak bir karar alabiliriz.

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…