Marx üretkenci mi yoksa ekolojinin öncüsü mü? – Michael Löwy

8 Mayıs 2018
Marx üretkenci mi yoksa ekolojinin öncüsü mü? – Michael Löwy

Ekolojik konuların Marksist kuramda önemli bir yer tutmadığını kabul etmek gerekir ve Marx ve Engels’in insan toplulukları ve doğa arasındaki ilişkilerle ilgili yazıları tek-anlamlı değildir ve farklı yorumların konusu olabilir. Diğer yönden, Marx ve Engels’in eserlerinde eko-sosyalizm için önemli patikaların olduğu da kesindir

Birçok ekolojist Marx ve Engels’i üretkenci [prodüktivist] olmakla suçluyorlar. Bu suçlama doğru mu? Hayır. Çünkü hiç kimse üretim için üretimin kapitalist mantığını, sermayenin, zenginliğin ve metaların birikimini kendinde bir amaç olarak Marx kadar eleştirmedi. Sosyalizmin düşüncesi –bürokratik değersiz düzmeceliğinin aksine– kullanım değeri üretmenin, insan ihtiyaçlarını karşılayan malların üretiminin düşüncesidir. Marx için teknik ilerlemenin ulvi amacı malların sonsuz birikimi (sahip olmak) değil ama çalışma süresinin azaltılması ve serbest zamanın artırılmasıdır (var olmak). Marx’ın üretkenciliğiyle ilgili sözde diğer kanıt ise, Ricardo’yu izleyerek değer ve zenginliğin kökenini, doğayı ihmal ederek insan emeğine bağlamasıdır.

Bana göre bu eleştiri yanlış anlamadan kaynaklanıyor. Marx, kapitalist sistem çerçevesinde değişim değerini açıklamak için emek değer kuramını kullanır. Buna karşın, doğa gerçek değerlerin oluşumuna katılır ki bunlar değişim değeri değil kullanım değerleridir. Bu sav, Marx tarafından Gotha Programının Eleştirisi adlı eserinde Lassalle ve arkadaşlarının düşüncelerine karşı belirgin biçimde açıklanmıştır. “Emek zenginliğin tek kaynağı değildir. Doğa da emek kadar kullanım değerlerinin kaynağıdır (ki bunlar gerçek zenginliktir) ve emek de sadece insanın emek gücünün doğal gücünün ifadesidir”.

Bununla birlikte, Marx ya da Engels’te (ve daha sonraki Marksizm’de) sermayenin yarattığı sanayi üretimi konusunda çok da eleştirel olmayan bir tavır söz konusudur ve ilerlemenin tek taşıyıcısı “üretici güçlerin gelişmesi”dir. Marx’ın kimi yazılarında, üretici güçler “nötr” olarak görünür ve devrimin amacı da üretici güçlerin sınırsız gelişmesine ayak bağı olan üretim ilişkilerini lağvetmektir. Örneğin, Engels’in Anti-Duhring‘inin kimi bölümlerinde, sosyalizm, üretici güçlerin sınırsız gelişmesiyle eşanlamlıdır: “Üretici güçlerin genişleme gücü kapitalist üretimin bağlamış olduğu zincirleri koparıp atar. Zincirlerden kurtulma kesiksiz olarak üretici güçlerin gelişmesi için tek koşuldur ve hızla ilerleyerek üretimin kendisinin de sınırsız artışına yol açar”. 

Bununla birlikte, sosyalist programın ekolojik boyutunu dikkate alan ve kimi ilginç yolları açan yazılar da vardır. Peki Marx ve Engels, ekolojinin öncüleri olarak ele alınabilir mi? John Bellamy Foster’ın Marx’ın Ekolojisi (Amsterdam, 2011) adlı eserinde başarıyla geliştirdiği sav budur.

Ekolojik konuların Marksist kuramda önemli bir yer tutmadığını kabul etmek gerekir ve Marx ve Engels’in insan toplulukları ve doğa arasındaki ilişkilerle ilgili yazıları tek-anlamlı değildir ve farklı yorumların konusu olabilir. Diğer yönden, Marx ve Engels’in eserlerinde eko-sosyalizm için önemli patikaların olduğu da kesindir.

Marx ve Engels’in dikkati, tarıma ve toprak ve ormanların tahribine odaklanmıştır. Ama çözümlemeleri daha genel soruları da ortaya koyar:

  • Kapitalist üretimin metabolizmada yarattığı kopukluk (stoffwechsel), yani insan toplulukları ve çevre arasındaki maddi değişimler her üretimin  “yaşamın doğal yasalarına” ve “sonsuz doğal koşullarına” zarar verir.
  • Hemen kâr mantığıyla kapitalizmin muhakemesi ve daha uzun bir zamansallık ve çevreye saygı gösteren sürdürülebilir bir bakış açısı üzerine kurulu rasyonel tarım arasındaki çelişki.
  • Kapitalist ilerlemenin tahrip edici özelliği ve doğal çevrenin bozulması ve tahribinde “ilerleyen” sistem (özellikle toprakta).
  • Emekçilerin tükenmesiyle doğanın tükenmesi arasında kurulan koşutluk; “kör açgözlülüğünün” sınır tanımadığı büyük sanayi ve kapitalist tarımın talancı mantığının sonucudur.
  • En son olarak, insan toplulukları ve çevre arasında, gelecek kuşakların var olma koşullarına saygı gösteren maddi değişim ve ortak üreticilerle rasyonel egemen olan sosyalizm.

Marx, kimi yazılarında, doğal çevrenin korunmasının sosyalizmin temel görevi olduğunu ileri sürer. Örneğin, Kapital‘in III. cildi, toprağın sömürülmesi ve savurganlığı üzerine kurulu büyük tarımsal üretimin kapitalist mantığına karşı sosyalist mantığı koyar: “Sonsuz ortak mülkiyet ve var olmanın devredilemez koşulu ve birbirini izleyen kuşakların yeniden üretimi olarak toprağın rasyonel olarak bilinçli işlenmesi”. Birkaç sayfa sonra benzer bir muhakeme görülür: “Bir toplumun tümü, bir ulus ve hatta genelinde tüm çağdaş toplumlar toprağın mülkiyetine sahip değillerdir. Sadece işgal ederler, yararlanırlar ve gelecek kuşaklara daha iyi şekilde bırakmak zorundadırlar”. İnsan etkinliğinin doğal çevresiyle ilgili gerçek duyarlılıkta başka örnek bulmak zor değildir. Ama yine de Marx ve Engels’te bütünün ekolojik bir bakış açısı eksiktir.

Bununla birlikte, ekonomi politikasının Marksist eleştirisini, sermayenin sınırsız birikiminin yol açtığı yıkıcı mantığını dikkate almadan çağdaş meydan okumalar düzeyinde eleştirel bir ekoloji düşünmek olanaksızdır.  Marksizm’i atlayan ya da küçümseyen ve malın fetişist eleştirisini dikkate almayan bir ekoloji, kapitalist üretkenciliğin “aşırılıklarını” düzeltmeye mahkum olur.

Sonuç olarak, Daniel Bensaid’in Marx, Vakitsiz (Fayard, 1995) adlı eserinde ileri sürdüğü, bana akla yatkın görünen bir öneriye yer vermek istiyorum: Marx’ı zamanının “ilerici” ya da “özgürlükçü” kuruntularından bağışık tutmak kadar aşırı sanayileşmeye methiyeler düzen biri olarak görmenin aşırılık olduğunu kabul ederek, daha yararlı bir yöntemi bize önerir: Marx’ın çelişkileri içine yerleşmek ve bunları ciddiye almak.

[Humanité gazetesinin “Marx, le coup de jeune” adlı ekindeki Fransızca orijinalinden İsmail Kılınç tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…