Baydemir’den 2019 değil, OHAL’e karşı mücadele ittifakı çağrısı

26 Aralık 2017
Baydemir’den 2019 değil, OHAL’e karşı mücadele ittifakı çağrısı

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Urfa Milletvekili ve Eş Genel Başkan Yardımcısı Osman Baydemir, 2019 seçimleri için dillendirilmeye başlanan ittifak tartışmalarının bir tarafa bırakılması ve OHAL’e karşı bir mücadele ittifakının muhalefetin gündemine girmesi gerektiği görüşünde.

Selahattin Demirtaş’ın serbestçe siyaset yapamadığı bir atmosfer içerisinde Kılıçdaroğlu’nun ya da Akşener’in özgürce siyaset yapabileceğine inanmayı “gaflet” olarak tanımlayan Baydemir, hükümetin iktidarını kaybetmemek adına OHAL’e sarıldığını savunarak, “Seçim ittifakından önce OHAL’e karşı mücadele ittifakı” çağrısında bulundu.

“Birbirinden farklı düşünen iki siyasi partinin OHAL rejimine karşı birlikte bir yürüyüş ya da miting düzenleyemiyor olmaları başlı başına iktidarın manipülasyonuna boyun eğmedir” diyen Baydemir’e göre, bu hükümet kaybederse ülke kazanacak.

Baydemir'in, Ahval’de yayınlanan söyleşisi şöyle:

Meclis’te “Kürdistan” dediği için yaptırımla karşı karşıya kalan ilk milletvekili oldunuz. Bunun anlamı neydi?

Söylediğim bütün sözlerin arkasındayım. Söylediğim sözlerin hiçbiri alelade söylenmiş sözler değildir. Hayatının en az 25 yılı aktif bir demokrasi mücadelesi içerisinde geçen bir insanım.

AKP bu parlamentonun Kürtlerin parlamentosu olmadığını ve olmayacağını söylüyor. Aslında birey olarak benim şahsıma verilen bir ceza değildir.

Bu, milyonlarca Kürde verilen bir yanıttır. Ben böyle okuyorum. Benim açımdan bir onur vesikasıdır.

Bu kararı alanlar herhalde torunlarının sorularına bir cevap hazırlıyorlardır. “Kim birlikte yaşamak istemiyor” sorusuna verdikleri bu yanıt bir delildir, tarihi bir belgedir.

Bir diğer sıcak tartışma, 2019 seçimleri ya da olası bir erken seçime dair partiler arasındaki ittifak konusu. İttifak tartışmalarının bu kadar üst perdeden dillendirilmesinin nasıl değerlendiriyorsunuz?

Her şeyden önce bugünün Türkiye’sine baktığımızda öncelikle içerisinde yaşadığımız rejimin adı koymak gerekiyor. “Yaşadığımız ne değildir?” diye sorarsak; Yaşadığımız demokratik bir rejim değildir.

Yaşadığımız adil bir rejim de değildir. Türkiye genelinde OHAL rejimi ama Kürt coğrafyasında sıkıyönetim koşulları uygulanıyor.

Hal böyleyken biz bugünü konuşmadan 2019’u konuşursak büyük bir yanılgıya, hataya düşeriz. Bugün kimi demokrasi güçlerinin en büyük handikabı bugünü konuşmadan 2019’a hazırlık yapmasıdır.

Peki iktidar neden OHAL’e bu denli sarılmış durumda?

Dönüp bir iki yıllık analiz yapılmadan bu soruya da sağlıklı yanıt verilemez. Mevcut hükümet ve OHAL rejiminin uygulayıcıları, iktidarlarını kaybedeceklerinden tir tir titriyorlar.

Oysa demokratik rejimlerde bir siyasi parti hükümet olabileceği gibi günü geldiğinde halkın rızasıyla iktidarı devretmesini de bilmek zorundadır. Bu demokrasinin olmazsa olmazıdır, gereğidir.

Bir siyasi partinin hükümet kurması ne kadar heyecan vericiyse bayrağı başkasına devretmesi de demokrasi erdemidir.

Tek başınıza dilediğiniz kanunu çıkarabilirsiniz. Neden KHK’ye ihtiyaç duyuyorlar? AKP meclis çoğunluğu elinde olduğu için dilediği konuda dilediği kanunu çıkarabilir ama KHK’leri tercih ediyor, OHAL rejimini tercih ediyor.

Çünkü olağan rejim demek, demokratik yarış demektir. Olağan rejim demek, herkesin düşüncesini özgürce ifade etmesi demektir. Olağan demokratik rejim demek, köşe yazarlarının gazetecilerin cezaevinde değil, dışarıda olması demektir.

Olağan rejim demek, halkın hür iradesiyle sandık başına gitmesi demektir. Bütün bunlar olmasın diye ülke OHAL rejimi ile yönetiliyor.

Ama tek başına iktidar olamadığı 7 Haziran seçimlerini tanınmadı ve hükümeti kurdurmadı...

Haziran 2015’te halk 14 yıllık iktidar partisine, “Tek başına yönetmene yeter diyorum, senden vazgeçmiyorum ama tek başına yönetme, koalisyon kur. Türkiye’de parlamentoyu oluşturan siyasi partilerin dördüne de hükümet kurma ehliyetini vermiyorum, kendi içinizden bir koalisyon hükümeti kurun’’ dedi.

Erdoğan sadece tek başına iktidar olmak için çözüm masasını devirdi, çatışmayı başlattırdı. Açık söylüyorum, çatışmayı başlattırdı.

Bugüne kadar Türkiye sınırları içerisinde en az 3 bin insan yaşamını yitirdi. Bu insanların tamamı bu ülkenin insanlarıydı. Tek başına iktidar olma uğruna bu kadar gözü dönmüş bir siyasi anlayışla karşı karşıyayız.

Erdoğan 7 Haziran’da tek başına iktidar olamadığı için 1 Kasım’da seçimi tekrarladı. Aradan 6 ay geçmişti ve 258 olan sandalye sayısı 317’ye çıkmıştı. 6 ayda ne değişti de sandalye sayısı bu kadar değişti?

Çünkü toplum tehdit edildi. Topluma denildi ki “Sen istikrar istiyorsan tek başına iktidar ehliyetini bana vereceksin!” Kan dökülerek bir iktidar inşa edildi. Kan dökerek iktidar inşa edenler bu iktidarını nasıl bırakır? Benim sorum budur. Okurlarınıza soruyorum.

Ama muhalefet 2019’a ve ittifaklara odaklanmış durumda...

Bu ülkede seçim ittifakları konuşulmadan önce, seçimin olağan bir zeminde fırsat eşitliği sağlanarak herkesin hür iradesiyle sandık başına gidebileceği bir atmosfer yaratılmalıdır. OHAL rejiminin ortadan kaldırılması için mücadelede ittifak edilmelidir.

Tüm gazetecilerin özgürleşmesi için ittifak edilmelidir. Legal demokratik siyasetin yok edilmek istenen tüm kanallarının tekrar açılması için, örneğin Selahattin Demirtaş’ın özgürlüğüne kavuşması için ittifak edilmelidir.

Selahattin Demirtaş’ın serbestçe siyaset yapamadığı bir atmosfer içerisinde Kılıçdaroğlu’nun ya da Akşener’in özgürce siyaset yapabileceğine inanmak gaflettir.

Biz defalarca ‘Gültan Kışanak özgür olmazsa belediyesinin başına geçmezse Türkiye’nin batı yakasındaki belediye başkanları da hükümetin hışmına uğrar’ dedik.

Nitekim önce kendi içlerinde belediye başkanlarını istifaya zorladılar, akabinde CHP’li belediye başkanını görevden aldılar. Bunun devamı da gelecektir. O açıdan bir kez daha söylüyorum; Seçim ittifakından önce kimin başkan adayı, kimin ne adayı olacağının ittifakından önce olağan bir dönemin oluşumunun ortak mücadelesi verilmelidir!

DBP’nin 93 belediyesine kayyım atandı, CHP’li bir başkan görevden alındı ve AKP’liler istifa ettirildi. Belediye başkanlarına yönelik operasyonlar da devam edecek diyorsunuz. Bu hamleleri iktidarın yerel seçimlerle ilgili olası planları dahilinde okursak, nasıl değerlendirirsiniz?

AKP artık seçimleri bir demokratik yarış olarak görmüyor. Bu demokratik yarış içerisinde halkın teveccühü alınabilir veya alınmayabilir. Çünkü bu normaldir perspektifinden bakmıyor.

Kendisine oy verip destekleyenler ‘milli’ ve ‘millet iradesi’ iken; kendisine ‘hayır’ diyenlerin tamamı hangi partiden olursa olsun ‘vatan haini’ bunlar. Erdoğan, hastalıklı patolojik bir ruh haline sahiptir.

Anketler Kürt coğrafyasının büyük bir kısmında kayyım politikasının kaybettiğini gösteriyor. Kayyım politikası iflas etti. Yarın sandık kurulsa kayyımın atandığı tüm belediyelerde DBP birinci parti olacaktır.

Sandıklar kurulsun, kayyımın atandığı bütün şehirlerde halkın hür iradesiyle DBP birinci parti çıkacaktır ve tüm belediyeler geri alınacaktır. Hodri meydan! Ama seçime gideceklerinin garantisi yoktur. Çünkü kaybedeceklerini çok iyi biliyorlar.

Anketlere bakacaklar, manipüle araçlarına bakacaklar, kitlelerin duygularını sömürebilecekleri etmenlere bakacaklar…

Eğer tüm bu etmenler onlara avantaj sağlıyorsa bir baskın seçim her zaman bir plan olarak ellerinde vardır. Fakat bana göre, bütün bu sömürü alanları hükümet tarafından kullanıldı.

Dış politika kullanıldı, şimdi Kudüs kullanılıyor. Bir nevi kitlelerin duygusu sömürülerek toplum AKP etrafından konsolide edilmeye çalışılıyor.

Ama bütün bunlarla birlikte bir uyanış da var. AKP ve hükümetin politikalarına karşı, özellikle son 3 yıllık sistematik kötülük politikalarına karşı bir tepki var. Toplum çok önemli oranda artık “alternatif kimdir” diye bakıyor.

Tam da bu noktada topluma alternatif sunulmalı, o umut topluma verilmelidir. O alternatifi demokratik yollarla sonuca kavuşturmanın yolu da yine OHAL rejiminden kurtulmayla mümkün olabilir. Toplum rahatsız, insanlar mutsuz…

İnsanlara büyük bir korku yaşatılıyor. Seçimin adil bir ortam içerisinde geçebileceğinin garantisi yok. Çünkü 16 Nisan Referandumu bütün çıplaklığıyla ortada.

Benim çağrım; seçim ittifakından önce demokrasi için ittifak etmek. Adalet için ittifak etmek. Hukukun üstünlüğü için ittifak etmek!

Bahsettiğiniz tepki ve rahatsızlık konusunda muhalefet üzerine düşeni yapıyor mu?

Kaygıyla, korkuyla bu örgütlenemez. Ben olduğumdan farklı gösterilim endişesiyle bu başarılamaz. İktidarın algı operasyonlarına bir otokontrol getirmek zaten iktidarın başarısı hanesine yazılmış olacaktır.

Dolayısıyla, birbirinden farklı düşünen iki siyasi partinin OHAL rejimine karşı birlikte bir yürüyüş ya da miting düzenleyemiyor olmaları başlı başına iktidarın manipülasyonuna boyun eğmedir. Tam da iktidarın istediğidir.

Her fikir, her siyaset kendi öz varlığını korusun ve aynılaşmasın. Ama taleplerde ve ilkelerde ortaklaşma ekmek ve su kadar zaruridir.

Bir yandan 2018’de erken ya da baskın seçim iddiaları, diğer yandan gün aşırı açıklanan kamuoyu yoklama anketleri… HDP’nin önümüzdeki seçimlerde üstleneceği rolü ve topluma yönelik misyonunu nasıl tanımlıyorsunuz?

HDP’nin baraj sorunu yok. HDP bir ilke partisidir, bir halk hareketidir. Çoklu bir partidir. Toplumun her kesimini içeren bir fikriyattır, bir çatıdır. Bugün Türkiye’nin HDP fikriyatına olan ihtiyacı ve gereksinimi 2015 Haziran’ından çok daha fazladır.

Son üç yılda yaşadıklarımız HDP fikriyatının ne kadar elzem olduğunun ispatıdır. HDP fikriyatı, çoğulculuktur. Onlar ülkeye tekçiliği dayattı. Ülkenin yaşadığı tüm acıların esas nedeni olan ideoloji; tekçilik ideolojisidir.

İktidarın seçim yasasında değişiklik yaparak daraltılmış bölge sistemini getirmesinden bahsediliyor. Bu durum HDP’nin Türkiyelileşme iddiasının önüne geçerek, HDP’yi belli bölgeye hapseder mi?

Mesele o kadar basit değil. Bizim siyasetimiz, fikriyatımız, beyanatlarımız savunduğumuz değerler sadece milletvekili çıkardığımız yerlere ilişkin değildir.

Bütüne dair bir değerlendirmemiz var ve bütüne dair bir savunuculuğumuz var. TBMM bugünkü haliyle gerçekten milletin iradesi midir? Milletin iradesi gerçekten işliyor mu?

Bu mekanizma bu şekilde devam ederse sizin milletvekili olup olmadığınızın hiçbir kıymeti harbiyesi kalmıyor. Parlamentonun işlevi ortadan kalkıyor. Yasama organının yürütmeyi denetlemesinin imkanı ortadan kalkıyor. Yasama, yargı ve yürütme tek elde toplanmış oluyor.

Yani bir siyasi partinin daraltılmış bölgelerle sadece bir bölgeden milletvekili çıkarıyor olmasından çok daha büyük bir sorunla karşı karşıyayız. Yüzde 50+1’i alan kişi hükümeti dışarıdan kuruyor.

Dilediği kadar başkan yardımcısı atıyor, KHK’lerle ülkeyi yönetiyor. Parlamento formel iş olsun diye var olan bir mekanizmaya dönüşüyor. O zaman Türkiye’nin 81 ilinin 81’inden de vekil çıkarmanın ne anlamı olacak?

Vekilin zaten bir etki gücü olmayacak. Adamın böyle bir ihtiyacı olmayacak. KHK’lerle dilediği yasayı çıkarmış olacak. Tıpkı şu anda yaptıkları gibi! Örneğin, taşeron işçilerin kadrolaşmasını KHK ile getirecekler.

Çünkü eğer KHK ile değil de meclis üzerinden gelirse parlamento içerisinde tartışmalar olacak, toplum muhalefetin sesini duyacak, işçiler muhalefetin eleştirilerini duyacak. Mevcut durumda buna bile tahammülleri yok.

Muhalefetten 2019 adaylığına şimdiden isimler zikrediliyor. HDP’nin adayı olacak mı?

Yetkili kurullarımızda bu süreçler tartışılacaktır. En doğru kararı seçmenlerimiz ve bileşenlerimizle birlikte tüm dinamiklerimizle birlikte, o gün geldiğinde yeteri derece istişare ile en doğru karar alınmış olacaktır.

O güne gelmeden öncelikle yapılması gereken; bizi şu anda esas ilgilendiren, heyecanlandıran ve yapmakla kendimizi mükellef gördüğümüz halkın serbestçe sandığa gidebileceği bir zemini inşa edebilmek. Bizim öncelikle meselemiz budur.

Efrin’e dönük askeri hareketin bir hareketin hazırlığından bahsediliyor. Olası Efrin operasyonu nasıl sonuçları doğurur?

Hükümet bütün varlığını hem içeride hem dışarıda çatışma, gerilim ve krize bağlamıştır. Bir nevi kaostan beslene bir iktidarla karşı karşıyız. Bu kaosların faturası ülkenin tümüne çok ağır olmuştur. Tarih bunun örnekleriyle doludur.

Rusya uçağının düşürülmesiyle yaşanan krizden dolayı domates ihracı yapılamıyor.  Erdoğan ısrarla Rusya’ya ‘sen bizden domates al biz senden S-400 alalım’ diye dayatıyor. Biri domates biri S-400 satmak istiyor. Müthiş bir ticaret, müthiş bir pazarlık! Hükümetin yayın organlarına bakarsanız müthiş bir pazarlık! Gerçekte ise yerlerde sürünme halidir.

Ama bunun bir de iç piyasada bir alıcı kitlesi, taban kitlesi var. Buradaki mesele şudur; her bir krizin bir kaldırma kuvveti var. Bazı krizler var ki artık gemiyi batırır.

Benim hissiyatım Saddam’ın Kuveyt işgali nasıl bir sonuç doğurduysa AKP’nin olası Efrin işgali böylesi bir sonucu doğuran en önemli etmenlerden bir tanesi olacaktır.

Çünkü Ortadoğu her geçen gün biraz daha maalesef bataklığa dönüştürülüyor. O açıdan da bu işgal girişimin hiçbir kimseye faydası olmayacaktır.

Hükümetin ifade ettiğiniz 'işgal' girişimdeki ısrarı neden?

Temel beslenme kaynağı Kürt düşmanlığıdır. Bakın Kürt düşmanlığı politikası tarihten bugüne değin her zaman kaybettirmiştir. Son 3 yıldır çok aleni bir şekilde AKP hükümeti Kürt düşmanlığı politikasını ortaya koyuyor. Bu politikadan dolayı kaybedecektir.

Kürdistan’da tamamen kaybetti. Çok önemli bir oranda Kürtleri kaybetti. Ama esas büyük kayıp hem ekonomi de hem de uzun vadeli siyasette olacaktır.

Çünkü bu kırılma basit bir kırılma değildir. Kürt halkındaki hem AKP’ye karşı hem de devlete olan kırılma bir iki vaatle tamir edilebilecek kırılmalar değildir. AKP Kürdistan’da tabela partisi olmaya mahkumdur.

Türkiye toplumunun, özellikle AKP’ye daha düne kadar oy veren kesimin, çok açık ve net şekilde bilmesi gerekir ki cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir iktidar Kürtler açısında pirüpak değildir.

Lakin hiçbir hükümet insani ve demokratik değerlere bu kadar saldırmamıştı. Hiçbir hükümet bu son 3 yılda olduğu kadar Kürt düşmanlığı yapmamıştı.

Ama bir tarafta da çözüm sürecini yaşadık…

Hiçbir hükümet çözüme bu kadar yakınken çark etmemişti. En önemli husus da budur. Türkiye toplumunun yüzde 80’i aşkın bir kesimi çözüm istiyordu, müzakereyi destekliyordu. ,

Böyle bir atmosferde bu fırsattan savaş üretmek bu ülkenin bütün insanlarına ihanetin ta kendisidir. Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde böylesi bir fırsat yakalanmamıştı. Bu hükümet yakaladı ama bu hükümet tek başına iktidar olma uğruna bu politikasından vazgeçti.

Yeniden çözüm süreci benzeri bir sürece dönüş mümkün mü?

Gerçekçi görmüyorum. Hükümet varlığını Kürtlerin yokluğu üzerine, Kürtlerle savaş üzerine kurmuştur. Bu hükümet var olduğu müddetçe böyle devam edecektir. Sadece Rojava için değil bütün parçalar için de böyle.

Bütün Türkiye halkı bilsin ki, hükümetin kendi varlığını korumak için heba etmiş olduğu bütün bu değerler, kendi çocuklarının hayat hakkıdır. Sizin hükümete feda ettiğiniz sizin çocuklarınızın eğitim, sağlık ve güvenlik hakkıdır. Bu hükümet kaybederse bu ülke kazanacak!

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…