İstanbul’da Barış Mitingi: ‘OHAL ve KHK’ler ile yönetilmek istemiyoruz’

10 Eylül 2017
İstanbul’da Barış Mitingi: ‘OHAL ve KHK’ler ile yönetilmek istemiyoruz’

İstanbul Emek ve Demokrasi Koordinasyonu tarafından düzenlenen ve Dikilitaş’tan yürüyüşle başlayan ‘Barış Mitingi’, tüm coşkusuyla sürüyor. Bakırköy Özgürlük Meydanı’nda okunan ortak bildiride, “OHAL ve KHK’lerle yönetilmek istemiyoruz. Düşmanlaştırma politikalarına, icat edilen düşmanlar sayesinde şovenizmin kışkırtılmasına sessiz kalmayacağız” denildi.

İstanbul Emek ve Demokrasi Koordinasyonu tarafından organize edilen “Barış, özgürlük ve adalet” mitingi Bakırköy’de başladı.

“Barış, özgürlük, adalet; OHAL’e hayır; KHK’ler iptal edilsin” sloganıyla düzenlenen miting öncesi İncirli Caddesi üzerinden toplanan kortejler Bakırköy Özgürlük Meydanı’na yürüyüş düzenledi.

 

KESK İstanbul Şubeleri, “Darbelere, OHAL’e Hayır, barış hemen şimdi” pankartıyla yürüyüşe katılırken, ihraç edilen kamu çalışanları da yürüyüş kortejindeydi.  İstanbul Tabip Odası “Sağlığa giden yol barıştan geçer” pankartı, HDK İstanbul İl Meclisi ise “Barış, özgürlük ve adalet için direnişi birlikte büyütelim” pankartının arkasından yürüdü.

HDP İstanbul İl Örgütü “OHAL’e Hayır, KHK’lar iptal edilsin” pankartı açarken HDP Milletvekilleri Filiz Kerestecioglu, Hüda Kaya ve Ertuğrul Kürkçü de kortejde yer alan isimlerdendi. 

Yürüyüşün ardından kitle alana girerken, müzik grupları da sahne almaya başladı.

Alanda toplananlar sık sık, “Barış işçilerle gelecek”, “Faşizme ölüm halka hürriyet”, “İş, barış, özgürlük” sloganları attı.

Ortak bildiri

m736

Grup Munzur’un ezgiler seslendirmesi ardından miting, Kürtçesini HDP İstanbul İl Yöneticisi Xunav Altun ve Türkçesini EHP İstanbul İl Başkanı Özge Akman’ın okuduğu bildiriyle devam etti.

Ortak bildiride, şu ifadelere yer verildi:

Savaşın insanlığa faturası ölüm sürgün acı ve gözyaşı demek. 1939’da Hitler’in Polonya’yı işgal ettiği 1 Eylül gününü İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ‘bir daha bu faturayı ödemeyeceğiz’ diyerek Dünya Barış Günü ilan eden ezilenler, bugün yeryüzünün şu veya bu yerinde savaş ya da savaş tehdidi altında yaşamak zorunda bırakılıyorlar. Petrolü, doğal gaz ve madenleri, nüfuz alanlarını ele geçirmek veya halkların özgürlük çığlığını boğmak için devletler silah fabrikalarını tam kapasite çalıştırıyor; o silahları ateşliyor, her yere üsler kuruyor; kendileri adına savaşacak çetelere milyon dolarları akıtıp sırtlarını sıvazlıyorlar. Bugün Ortadoğu’da Ortaçağı diriltmek isteyen silahlı çeteler, arkalarındaki güçlerden de destek alarak milyonlarca insanı yerinden yurdundan etti, kadınları köle pazarlarında sattı, binlerce yıllık tarihi eserleri yağmaladı, hesaplanamaz ölçüde can kaybına sebep oldu. Şimdi Suriye’den Yemen’e, Filistin’den Nijerya’ya kadar uzanan acılı bir coğrafyanın ortasında yaşıyoruz.

Savaş bizim sadece komşumuz değil. Halkın büyük bir kesiminin bitsin istediği bir savaş müzakere masaları devrilerek alevlendirildi. Bunun bedeli de yüzlerce insanın ölümü, seçilmiş milletvekillerinin ve siyasetçilerin tutuklanması Kürtlerin belediye başkanlarının görevden alınarak kayyum atanması oldu.

Ülkenin bir yerinde savaş sürerken diğer bölgelerde yaşayanların barış içinde yaşaması mümkün değildir. Çünkü savaş bir ülkenin bütünü üzerinde kontrol sağlamak; işçileri, emekçileri, bu ülkede yaşayan her dinden milliyetten insanları, kadınları ve çocukları itaatkar yurttaşlar yaratmak için elverişli bir zemin yaratır. İktidar bu zemini gayet iyi kullanmıştır: Bugün bir biçimde sahip olduğu haklarını kaybetmeyen, kendisini tehdit altında hissetmeyen, baskı ve yıldırma taktiklerinden dolayı tedirgin olmayan hiç kimse yoktur. İçeride kendi yurttaşlarına savaş açan, hiçbir komşusuyla barışık olmayan siyasi iktidar iç politikada kullandığı dil ve üslupla Avrupa ülkelerine de sataşmakta, onların içişlerine karışmakta, orada yerleşik Türkiyeli kökenlilere verecekleri oyların rengini bile dikte etmektedir. Yönetimi sayesinde Türkiye, dünya halklarının gözünde kavgacı, sürekli didişip duran, geçimsiz ve saldırgan bir ülke haline getirilmiştir.

Bir diktatörlük tesis edilirken savaş ve çatışmadan güç almayan, iç ve dış düşmanlarını çoğaltmayan hiçbir rejim yoktur. Devletin, ortadaki pastayı paylaşamayan kesimlerinin çatışmasından çıkan toz duman arasında inşa edilen tek adam-tek parti rejimi de kendisine bu düşmanlardan bol miktarda yaratmıştır. 15 Temmuz darbe girişimini bir lütuf olarak gören hükümet, hemen ilan ettiği OHAL sayesinde kurtulmak istediği her kesimi terör etiketi yapıştırarak düşman ilan etmiş ve bunları etkisizleştirmek her yolu denemektedir. Kalıcılaştırılmaya çalışılan OHAL hukukun bertaraf edilmesi, ülkenin kaderinin bir tek kişinin ağzından çıkacak söze bağlı kalması, her türlü itirazın baskıyla sindirilmesi demek. Ancak bizler buna izin vermeyeceğiz: OHAL ve KHK’lerle yönetilmek istemiyoruz. Düşmanlaştırma politikalarına, icat edilen düşmanlar sayesinde şovenizmin kışkırtılmasına sessiz kalmayacağız.

Anaokullarından başlayarak savaş oyunlarında şehit olmaya veya şehidin arkasından gözyaşı dökmeye alıştırılan çocuklarımızı böyle bir sunağa kurban etmeyeceğiz; onların kindar bir nesil haline gelmesine izin vermeyeceğiz. Düşmanlarla çevrili bir ülkede değil içeride ve dışarıda barış ve huzur içinde yaşamak, özgür bir ülke inşa etmek için mücadele etmeye devam edeceğiz. Bu ülkenin emekçileri, halkları, kadınları ve gençleri olarak hiçbir faturayı can pahasına ödemeyeceğiz.

‘ÜNİVERSİTELERDE ÖZERKLİK KAYBOLMUŞ DURUMDA’

Barış akademisyenleri adına kürsüye KHK’yla akademiden ihraç edilen Özgür Müftüoğlu geçti. Müftüoğlu şunları söyledi:

“Türkiye’de bir rejim değişikliği gerçekleştirilmek isteniyor. OHAL düzeni bu rejim değişikliğinin bir aracı olarak kullanılıyor.  Gazeteciler tutuklanıyor. Halkın haber alma hakkı engelleniyor. Üniversitelerde akademik özerklik tamamen ortadan kalkmış durumda. Barış isteyen, hukuk isteyen akademisyenler hukuksuz bir şekilde KHK’larla ihraç ediliyor. Üniversitelerde iktidara karşı tüm seslerin kesilmesi ve biat edilmesi isteniyor.  Kamu emekçileri işsizlik tehditiyle iktidarın memuru haline getirilmek isteniyor. 100 binin üzerinde kamu emekçisi ihraç edildi.

Dernekler kapatıldı, sendikalar baskı altına alındı. İhraç edilenlerin neredeyse hepsi KESK üyesi. Bunun bir tesadüf olmadığını biliyoruz. KESK’e ve DİSK’e bir operasyon gerçekleştirilmek istenmekte. Parlemento işlenemez hale getirildi. Demokratik siyasetin önü kapandı. Milletvekilleri, belediye başkanları hapsedildi. Millet iradesi yok sayıldı.

2 bin 376 işçi hayatını kaybetti. Doğa talan edildi. Bizler her türlü baskıya rağmen insan hakları ihlalerinin karşısında susmadık, biat etmedik. Toplum için bilgi üretme görevimizi yerine getirdik. Türkiye’nin ortaçağın karanlığına itiraz ettik. Barış içinde yaşamak için 10 Ekim’de miting yaptık. Bombalandık. Katlettiler.

“Bu suça ortak olmayacağız” adlı bir metine imza attık. Akademiden ihraç ettiler.

186 gündür açlık grevinde olan Nuriye ve Semih’in ölümüne sessiz kaldılar. Bundan sonra da bedeli neyse öderiz ama bu ülkeyi, çocuklarımızın geleceğini bir adamın iki dudağı arasına teslim etmeyeceğiz. Eşit yurttaşlık temelinde mücadelemize devam edeceğiz. Bizim özgürlük mücadelemiz, adalet mücadelemiz Türkiye’nin yüzde yüzü içindir. Yüzde 40’ı,  yüzde 50’si için değil.”

Okunan bildirinin ardından KHK ile ihraç edilen akademisyen Özgür Müftüoğlu konuştu. Miting konuşmalarla sürüyor.

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…