Mücadele biçimleri açısından işçi hareketinde 1960-1980 dönemi

19 Temmuz 2015
Mücadele biçimleri açısından işçi hareketinde 1960-1980 dönemi

“Elvada Proleterya' denilerek, işçi sınıfının tarihsel rolünü tamamladığını iddia edenler oldu. Sınıf mücadelesi sosyalist solun gündeminden çıkarıldı. Etnik sorunlar, çevre sorunları, kadın sorunu vb sorunlar adeta işçi sınıfı mücadelesinin yerine ikame edilir oldu. Her biri çok önemli olan bu alanları işçi sınıfı mücadelesi ile birlikte, birbirini tamamlayacak şekilde ele almak gerekiyor.

Geçtiğimiz ay yayınlanan, Türkiye’de İşçi Hareketleri-1 isimli broşürün yazar ve derleyenleri Gülay Ünüvar ve Hayri Erol’a broşüre ve günümüz işçi sınıfı hareketine ilişkin sorular yönelttik. Gülay Ünüvar Özdeş; ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübünde yönetici olarak yer aldı. THKO ana kadrolarında bulundu. 2. THKO davasında yargılandı. 74 affından sonra bir süre TDY gruplarında yer aldı. 12 Eylül sonrasında 90'lardan 2010 yılına kadar Avrupa'da yükselen kapitalist küreselleşme karşıtı harekete aktif olarak katıldı. Hayri Erol ise, işçi hareketinin içinden gelen, 15-16 Haziran'ı Arçelik fabrikasında karşılayan; metal iş kolunda, PTT, İETT ve TCDD gibi hizmet sektörlerinde sendikal mücadele yürüten, MAden-İş ve Belediye-İş sendikalarında baştemsilcilik yapan bir aktivist..

PoliTez - Türkiye’de İşçi Hareketleri konusunda yazılmış birçok araştırma ve yayın var. Bu broşürde farklı olan nedir? Bu çalışmaya sizi teşvik eden sebep neydi?

Hayri Erol – Gerçekten de işçi hareketleri konusunda bugüne kadar yapılmış birçok değerli çalışma var. Bunlar, genel olarak tarihimizde yaşamış olduğumuz işçi direnişleri ve mücadelesinin nasıl geliştiğini, kitabi bir biçimde yazıya dökülmesini amaç edinmiştir. Kuşkusuz değerli çalışmalardır. Ancak örgütlenmenin ve sınıf mücadelesinin nasıl gelişeceği konusunda sınıfın içinden bir kavrayışla sosyalizm davasının fraksiyonlar üstü ele alınışına pek tanık olmadık.

Biz bu mütevazi çalışmamızla sınıf belleğini tazelemek istiyoruz. Sosyalist insanlarda dahi sınıf belleği konusunda ciddi kırılmaların olduğu bir gerçekliktir. Bu çalışmayla ve bizzat sınıf içerisinde pratik mücadeleyle bu karışık durumu aşarak, işçi sınıfı mücadelesinde altın çağ olarak tanımlayabileceğimiz 1960’la 1980 dönemini kendimizde ve işçi sınıfımızda, geçmişimizde yapmış olduğumuz eylem ve direnişlerle haklarımızı hangi yollarla aldığımızın bir kere daha bilince çıkarılması amaçlı bir çalışmadır.

Gülay Ünüvar – Dönemsel özellikleri de dikkate alarak birkaç bölümlük bir seri olarak düşündük bu çalışmayı. Ortalama bilinç düzeyindeki bir işçinin rahatlıkla okuyup kavrayabileceği bir dille yazdığımızı düşünüyorum. Birçok yerde tek bir cümleyle aktarmak zorunda kaldığımız bu eylemlerin her biri için büyük bedeller ödendi ve her birinin arkasında zengin mücadele deneyimleri var. Yüzlerce eylem içinden özenle seçip dönem için en karakteristik olanları aktarmaya çalıştık. Yine de mutlaka eksik kalan eylemler olabilir. Eksiklikler okundukça ortaya çıkacaktır. Bunu ve sonraki broşürleri de yine kolektif bir çalışmayla ileride daha da geliştirmeyi umuyoruz.

PoliTez- Sınıf belleğini tazelemekten söz ediyorsunuz. Türkiye’de işçi sınıfını kendi mücadele tarihinden koparan etkenler nedir? Benzer durumu solda da görüyoruz. Sosyalist solun, işçi sınıfı ile bağlarının zayıf olmasıyla bu durumun bir bağlantısı olabilir mi?

Hayri Erol – Ülkemizde hakiki bir işçi sınıfı öncülüğünün ve haklarımızı almak için ayağa kalkmanın ciddi bedelleri vardır. Burjuva demokrasisinin zayıf olduğu ülkelerde bile yüzyıllar önce alınmış hakları, Türkiye’de kazanabilmek uğruna açlığı, yoksulluğu ve can bedelini göze almak gerekmektedir. Türkiye’de burjuvazi, mücadeleyi engellemek için bütün tarihimiz boyunca polisiyle, askeriyle sivil faşist güçleriyle her türlü baskı ve zulmü yapmaktan geri durmamıştır. Buna rağmen işçi sınıfı, başta örgütlenme hakkı olmak üzere birçok hakkı elde etmeyi başarabilmiştir. Bu başarı, sınıfın birlikte hareket etmesiyle kazanılmıştır. Ancak bu büyük direnişlerin sonucunda binlerce öncü işçinin işini kaybettiğini biliyoruz. Son elli yılda biri postmodern olmak üzere dört askeri darbe yaşadığımız düşünülürse işçi sınıfı ve sosyalist hareketin nasıl büyük bir kavgadan geldiği daha iyi anlaşılır. Bütün bu baskılar, kopukluklar ve duraksamalar mücadele geleneğinin bir sonraki kuşaklara aktarılmasına epeyce engel teşkil etmiştir. Sistemli saldırılar, işçi sınıfının geçmişiyle bağlarını koparmıştır. Bunun üstüne sosyalist sol’un da 1965 – 1980 Dönemini dışarda tutarsak işçi sınıfıyla bağlarının zayıf olması bu olumsuz durumu iyice pekiştirmiştir. 

PoliTez- 60’dan 80’e üç darbe yaşandı ama özellikle 80 darbesinden sonra ayrı bir kopuş var denebilir mi?

Gülay Ünüvar –1960 darbesinden sonra işçi sınıfı hareketi 1970’e kadar sürekli yükseldi. Kitapta bunları örnekleriyle sıraladık. 15-16 Haziran’da 4300 işçi önderinin işten atılması işçi sınıfı hareketini zayıflatıcı bir rol oynamıştır. Hemen arkasından gelen 12 Mart 71 de büyük bir darbe olmuştur. Ama işçi sınıfı iki üç yıl içinde yeniden toparlanmayı başardı ve 70’li yılların ikinci yarısında birçoğu açıkça politik nitelik taşıyan kitlesel eylemler gerçekleştirdi. 12 Eylül 80’de daha ağır bir darbe yedi ama 80’lerin ortalarında işçi sınıfı hareketi yeniden güç kazanmaya başladı. 1980’lerin sonu, işçi sınıfı mücadele tarihinin en kitlesel eylemlerine, Bahar Eylemlerine tanık oldu. Bu eylemleri Zonguldak Direnişi izledi. 1992 yılında savaş nedeniyle işçi eylemlerinin yasaklanması yeni bir darbe oluşturdu. 92 sonrasında Tekel Direnişi gibi bazı direnişlere tanık olmamıza rağmen işçi sınıfı mücadelesinde daha önceki dönemlerde gördüğümüz yükselişi göremiyoruz. Sınıf belleği ve solun işçi sınıfıyla bağları niçin zayıflamıştır, sorusunun cevabını, bir de solun içine düştüğü ideolojik bulanıklıkta aramak gerekiyor. Nedir bu? “Elvada Proleterya” denilerek, işçi sınıfının tarihsel rolünü tamamladığı iddası ile ortaya çıkanlar oldu. İşçi sınıfı mücadelesi sosyalist solun gündeminden çıkarıldı. Etnik sorunlar, çevre sorunları, kadın sorunu ve başka sorunlar adeta işçi sınıfı mücadelesinin yerine ikame edilir oldu. Her biri çok önemli olan bu alanları işçi sınıfı mücadelesi ile birlikte, birbirini tamamlayacak şekilde ele almak gerekiyor.

PoliTez - Sürekli sınıfın birliğinden söz ediyoruz. Kitabınızın kapağında da “Gücümüz Birliğimizden Gelir” pankartını görüyoruz. Oysa ki, işçi sınıfı hem sendikal örgütlülük açısından, hem de sosyalist önderlik açısından çok parçalı bir görüntü veriyor. Kitabınızda geçmiş deneyimlerden verdiğiniz örneklerde, hem sınıf dayanışmasının hem de toplumsal dayanışmanın etkisinin görüldüğü büyük işçi eylemlerini aktarmışsınız. Bugün sınıfın birliğinin önündeki engeller nelerdir? Bunlar nasıl aşılabilir? 

Hayri Erol – Bir evvelki sorunuzda vurguladığım gibi askeri faşist darbelerin esas hedefi, sosyalist hareket ve işçi sınıfı olmuştur. İşçi sınıfına öylesine baskılar yapıldı ki; sendika hakkı olan ve toplu sözleşmeden yararlanan işçiler, (özellikle kamuda çalışan) işçi sınıfının adeta “mutlu azınlığı” oldular.

Günümüzde sendikalı işçiler taşeron sistemiyle tehdit altındadırlar. Taşeron sistemi AKP Hükümetleri döneminde doruk noktasına çıktı. Her türlü baskı ve tehdit altında kölece koşullarda çalışan taşeron işçiler ve kadrolu işçiler kamuda ve özel sektör fabrikalarında birbirlerine yabancılaşmış parçalanmış ve bölünmüşlerdir.

TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ içinde yuvalanmış olan sarı sendikacılar bu sisteme karşı mücadele etmek bir yana, mevcut üyeleriyle devlet ve patronlarla uyum içerisinde sınıf mücadelesinin önündeki en büyük engeli oluşturmaktadırlar.

Ülkede yolsuzluk ve ahlaksızlıklarla yarışan, büyük mal varlıklarına sahip bir sarı sendikacılar sınıfı oluşmuştur. Kamu işyerlerinin tasfiyesi boşuna yapılmamıştır. Kamu işyerleri, hem emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerinin çıkarları doğrultusunda tasfiye edilmiş, hem de yüzbinlerce kamu işçisi devre dışı bırakılmıştır. Sadece Tekel fabrikalarının kapatılmasıyla 30 bini aşkın işçi işsiz kaldı. Özelleştirilen ve tasfiye edilen kamunun bütününe baktığımızda bu sayının nereye vardığını siz düşünün. Bu, sermayenin çıkarları için aileleri ile birlikte yüzbinlerce insanın devlet eliyle açlığa mahkum edilmesinden başka bir şey değildir. Bütün bu olumsuzlukların yanında sosyalist hareketin dağınık ve parçalı hali, işçi sınıfı davasını kavramadaki yetersizlik bu olumsuz tablonun başta gelen nedenlerindendir.

Bizim çalışmamızda örnek verdiğimiz büyük direnişler, işçi sınıfının sınıf birliğini gerçekleştirdiği ve sosyalist hareketin sınıf mücadelesinin önünde ve içerisinde yer aldığı dönemlerde gerçekleşmiştir.

15-16 Haziran direnişini hatırlarsak, işçiler sokaklarda, mücadele alanlarında devrimci gençlikle, sosyalist parti ve örgütlerle birlikte hareket ediyorlardı. Üstelik taşeron sistemi gibi işçi sınıfını bölen, sömüren bir uygulamaya da örgütlü işçi sınıfı asla müsaade etmiyordu. 

Gülay Ünüvar – Sarı sendikaların esas işlevi, işçi sınıfını bölmek, sınıfı mücadeleden uzak tutarak zayıflatmak. Yani işleri bu... bizim sorunumuz, solun bunu aşamıyor olması. Aşamıyor, çünkü sosyalist hareket stratejik bir çizgi belirleyemiyor. Sürekli değişen gündem karşısında bu stratejinin gerektirdiği taktikleri geliştiremiyor. Niçin, çünkü sol, böyle bir strateji geliştirmeyi gündemine almıyor. Çeşitli gruplar, kendi gruplarının gelişmesine, kendi gruplarının etkin olmasına öncelik veriyor. Ve her konuda olduğu gibi sınıf çalışmasını da buna tabi kılıyor. Bu durum, sosyalist hareketin sınıfla bağ kurabilmesinin önündeki en büyük engellerden birisidir. Bakın Bursa’da Metal İşçilerinin tutumuna! İşçiler, siyasi örgütlere güvenmiyor, araya mesafe koyuyor. Sorunumuz işçi sınıfının mücadelesinin yükselmesi ise bu sorular üzerinde düşünmemiz, eleştiri ve özeleştiri yapmamız gerekiyor. 

PoliTez- Katliam ölçüsünde yaşanan iş cinayetleri ve taşeron düzeni, çalışma hayatının en önemli sorunları olarak öne çıkmış durumda. Bunlara ilaveten giderek ağırlaşan krizin etkisiyle ücretlerin daha da düşeceği ve işsizliğin daha da yükseleceği anlaşılıyor. İşçi sınıfı, siyasal ve sendikal örgütlenmenin zayıf kaldığı bu dönemde bu sorunların içinden kendi geleceği ve toplum için bir umut ışığı yaratabilir mi? 

Hayri Erol – Kesinlikle yaratabilir. Yaptığımız çalışmanın gerekçesi zaten budur. Sınıf belleğini tazelemek derken, tam da sizin sorunuzun cevabını arıyoruz. İşçi sınıfı o büyük direniş ve eylemleri gerçekleştirdiğinde, Türkiye bugünkü kadar kötü koşullarda yaşamıyordu. Sendikal örgütlülük bugünkü durumundan çok daha iyi bir konumdaydı. Örneğin, İşçi ücretleri ve ekonomik şartları bugünkü koşullarla kıyaslanamaz bile. O yıllarda, yılda toplam altı maaş ikramiye ve geçinebilecek ücretlere sahip olan örgütlü işçiler buna rağmen tüm bunları kaybetmeyi de göze alarak siyasi nitelikli eylemlere, örneğin DGM direnişlerine, Faşizme ihtar eylemi gibi devrimci gençlikle dayanışma eylemlerine kalkışabiliyorlardı. Bugün ülkemizde çalışarak yaşamını sürdüren işçi sayısı yirmibeş milyonun üzerindedir. Ancak sendikal haklardan ve örgütlülükten yoksundur. Öncelikle üzerine eğilmemiz gerek eksiğimiz buradadır. Dolayısıyla örgütlülüğümüzü tamamladığımızda doğru bir yaklaşımla mücadele bayrağını yükseltmenin koşulları geçmişe göre bugün daha fazladır.

Gülay Ünüvar – İşçi sınıfının mücadele tarihine baktığımızda, işçi sınıfımızın birçok dönemde üzerine düşeni yaptığını görüyoruz. İşçiler, hareketi yükseltebilecekleri yere kadar yükseltiyorlar. Ancak politik önderliğin olmadığı koşullarda, hareket her defasında inişe geçiyor. Yinelenen yenilgiler, işten atılmalar, uzun süreli işsizlikler, gözaltılar, tutuklamalar ve hatta ölümler moral bozukluklarına neden oluyor. Bu deneyimleri sınıfın belleğinde canlı tutacak ve hareketi bir üst aşamaya taşıyacak politik önderlik olsaydı, işçi sınıfı hareketinin durumu bugün çok farklı olurdu.

PoliTez - Gezi’den başlayıp, Rojava devrimi ve nihayet HDP’nin yaşadığı oy patlaması gibi yaşadığımız gelişmelerin Türkiye’de işçi sınıfı hareketine nasıl bir etkisi oluyor? Bu yaşananların Metal iş kolundaki isyana bir etkisinden söz edilebilir mi?

Hayri Erol – Rojava devrimi meselesinin Türkiye’deki sahici sol parti ve örgütlerce coşkuyla karşılandığı açıktır. Ancak ilerici ve gerçek bir laiklik anlayışı içinde olanlarda yeterince kavrandığı noktasında kuşkularım var.

Rojava meselesinin metal işçilerinin gündeminde olduğu kanısında değilim. Ancak Gezi Direnişinin metal işçilerinin öfke ve isyanında mutlaka rolü olmuştur Gezi Direnişi çok açıktır ki; faşist baskıya, gericiliğe, insan hayatına müdahaleye, haksızlığa ve işsizliğe karşı bir baş kaldırıydı. Bir başka özelliği de Cumhuriyet tarihinde ilk kez devrimci insanlardan daha fazla sayıda gençlik ve beyaz yakalı diye hitap edilen büyük bir kitle isyana damgasını vurmuştur. Gezi esasında büyük kentlerde laikliğin tehlikede olduğu kaygısıyla da onbinler sokağa dökülmüştür. Dolayısıyla Gezi direnişinin değil metal işçisini, ülkenin diğer bir ucundaki her hangi bir vatandaşımızı etkilediği de çok açıktır. Nitekim etkilemiştir de; yoksa seksen il’de günlerce süren bir eylemi neyle açıklarız. Ancak bu gelişmeler işçi sınıfı içerisinde yaygın bir şekilde ilk günden kavranmış bir mesele değildir. Biraz geç ama daha güçlü bir şekilde gelişebilir. 

Gülay Ünüvar – Gezi ayaklanması tarzı kitlesel eylemler, işçi eylemlerinin gelişmesi için uygun bir ortam yaratabilir. Ancak sürekli söylediğimi yine tekrar edeceğim; politik önderlikten yoksun eylemler sönmeye mahkumdur. Burada iki örnek vermek istiyorum. Birincisi, 68 Fransa’sından. 8-9 milyon işçinin grevlere gittiği ve fabrikaları işgal ettiği, Fransa’da öğrencilerin ve aydınların desteklediği başkaldırı bile politik önderlikten yoksun olduğu için yenildi. İkincisi, 1990’ların ortalarında gelişmeye başlayan ve 2000’lerin başında inişe geçen kapitalist küreselleşmeyi eleştiren harekettir. Bu hareket de aynı nedenle başarıya ulaşamamıştır. 

Hayri Erol – Devam edeyim... Metal iş kolundaki isyan, siyasi hedeflerle başlamamış olmasına karşın, dayanışma duygusu, sarı sendikaya karşı büyük öfkesi ve burjuvaziye karşı çok cesur çıkışıyla birçok olumlu yan içermektedir. Ancak nasıl bir yol tutturacağını bilememektedir. Bu eylem de bir kez daha gösteriyor ki, sınıfın dayanışmaya ve sınıf bilinçli öncülere ihtiyacı vardır. Metal işçilerinin mücadelesinin gerçek bir sınıfsal kimlik kazanması için bu meselenin Türkiye devrimci ve sosyalist hareketinin meselesi haline gelmesi gerektiğinin bilincindeyiz.

Bizim samimi çabalarımız bu yönde olacaktır.

 

 

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…