Koronavirüs sonrası yeni dünya düzeni nasıl olacak

11 Nisan 2020
Koronavirüs sonrası yeni dünya düzeni nasıl olacak

İtalyanlar, 'andrà tutto bene' (Herşey yoluna girecek) sözüyle bize düşünmeyi öğretti ama gerçekten her şey yoluna girecek mi? Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, ‘görünmez bir düşmanla karşı karşıyayız’ sözüyle anlattığı bir krizin ortasında, uzakta olan bir barışın politik ve ekonomik sonuçlarını şimdiden düşünmek erken olabilir. 

Ancak yine de dünya liderleri, diplomatlar ve jeopolitik analistler, çığır açan bir zamanda yaşadıklarını, bir taraftan günlük savaşı izlediklerini, diğer taraftan da bu krizin dünyaya ne katacağını anlamaya çalıştıklarını söylüyorlar. Rekabet halindeki ideolojiler, güç blokları, liderler ve sosyal uyum sistemleri dünya fikir mahkemesinde stres testine tabi tutuluyorlar.

Küresel bir köye dönüşen dünyada herkes kendine düşen dersi çıkarmaya çalışıyor. Macron, “Bu dönem bize çok şey öğretecek. Emin olduğumuz, inandığımız pek çok şey süpürüldü, bunlar sorgulanacak. İmkansız olduğunu düşündüğümüz birçok şey oluyor. Ertesi gün kazandığımızda, bir önceki güne geri dönüş olmayacak, ahlaki olarak daha güçlü olacağız. Sonuçlardan ders çıkaracağız.” diyor.

Almanya'nın eski Sosyal Demokrat Parti’li dışişleri bakanı Sigmar Gabriel ise “devleti 30 yıldır küçük gördük” dedi ve yeni neslin küreselleşme konusunda daha az naif olacağını öngörüyor. 

İtalya'da eski başbakan Matteo Renzi gelecekle ilgili bir komisyon kurulması çağrısında bulunuyor. Hong Kong'da bir grafitide şu yazıyor:

“Normale geri dönüş olmayacak, çünkü normalin kendisi zaten sorunun sebebiydi.”

ABD'de Richard Nixon dönemi Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, yöneticileri koronavirüs sonrası dünya düzeni için hazırlık yapmaya çağırıyor. 

Avrupa, ABD ve Asya'da tartışmalar çok geniş boyutlu olarak devam ediyor. Kamusal yaşam dursa da, kamusal tartışmalar hızlanarak sürüyor. Her şey tartışmaya açık; bitkin bir ekonomi ile halk sağlığı arasındaki denge, merkezi veya bölgesel sağlık sistemlerinin göreceli faziletleri, küreselleşmenin ortaya çıkan kırılganlıkları, AB'nin geleceği, popülizm, otoriterizmin doğasından kaynaklanan avantaj vs.

İngiliz The Guardian gazetesinde yayınlanan makaleye göre tüm bu tartışmaların eşiğinde pandeminin küresel liderlik için bir rekabete alanı oluşturduğu, krize en etkili şekilde cevap verecek ülkelerin rekabeti kazanmış olacağına dair görüşlerin ortaya atıldığı belirtiliyor.

‘’Boşaltılan büyükelçiliklerde çalışan diplomatlar, hükümetlerinin krizi ele alış biçimini savunmakla meşgul olurken ve gelen eleştirilerden derin bir suçluluk duygusuna kapılıyorlar. Ulusal gurur ve sağlık tehlikede iken her ülke komşusunun sorunla nasıl başa çıktığını görmeye çalışıyor.’’ denilen makalede The Crisis Group adlı düşünce üretme kuruluşunun, virüsün uluslararası politikayı nasıl kalıcı olarak değiştireceğini değerlendiren şu cümlelerine yer veriyor:

“Şimdilik rağbet gören iki rakip hikaye var - bir tanesi, Covid-19'u yenmek için ülkelerin bir araya gelmesi gerektiğini düşünenler, diğeri de ülkelerin kendilerini daha iyi korumak için ayrı durmaları gerektiğini savunanlar. Kriz ayrıca aşırı sosyal sıkıntıları daha iyi yönetmek için liberal ve liberal olmayan devletlerin iddialarını test etme imkanı da sunuyor.’’

Makaleye göre şu anda pek çok kişi bu savaşı doğudaki ülkelerin kazandığını düşünüyor. Güney Koreli filozof Byung-Chul Han, El País'te kaleme aldığı etkili bir araştırmada galiplerin 'Konfüçyizm’in kültürel geleneklerinden kaynaklanan otoriter bir zihniyete sahip Japonya, Kore, Çin, Hong Kong, Tayvan veya Singapur gibi Asya devletleri olduğunu savunuyor ve şu görüşleri dile getiriyor:

“İnsanlar Avrupa'dan daha az asi ve daha itaatkar. Devlete daha çok güveniyorlar. Günlük yaşamları çok daha organize. Her şeyden önce, virüsle mücadelede dijital gözetimi kabul ediyorlar.’’

Byung-Chul Han, Çin dijital polis devletini pandemiye karşı bir başarı modeli olarak satabileceğini ve sisteminin üstünlüğünü daha gururla sergileyeceğini de belirtiyor. Koreli filozof, güvenlik ve topluma öncelik veren Batı seçmenlerinin bu özgürlükleri feda etmeye istekli olabileceğini iddia ediyor ve ‘’Baharı kendi evinizde kapanmaya zorlanmakta çok az özgürlük var.’’ diyor.

The Guardian’a göre Çin gerçekten de kendisini suçlu pozisyonundan dünyanın kurtarıcısı durumuna ustalıkla yeniden konumlandırdığına inanarak bir tür zafer turu atıyor. Makalenin devamında şu görüşler dile getiriliyor:

‘’Yeni nesil iddialı genç Çinli diplomatlar ülkelerinin üstünlüğünü savunmak için sosyal medyayı kullanıyorlar. Institut Montaigne'de çalışan eski Fransız Büyükelçisi Michel Duclos ise, Çin'i “utanmadan ülkenin politik sistemini tanıtmak için“ virüse karşı kazandığı zaferden ”yararlanmaya çalışmakla suçluyor. Covid-19 perdesi altında yeni bir soğuk savaş yürütülüyor.”

Harvard uluslararası ilişkiler teorisyeni Stephen Walt, Çin'in başarılı olabileceğini düşünüyor. Foreign Policy dergisindeki yazıda Walt, “Koronavirus ile güç ve nüfuzun batıdan doğuya değişimi hızlanacak. Hükümetlerin Avrupa ve ABD'deki tepkisi çok şüpheci ve Batı markasının gücünü zayıflatması muhtemeldir.” diyor.

Sloven filozof Slavoj Žižek gibi Avrupalı pek çok solcu Batı’da insani bir yüzle yeni bir barbarlığın ortaya çıkmasından endişe ediyorlar. 

Hindistan'daki Ashoka Üniversitesi misafir öğretim görevlilerinden Shivshankar Menon ise tam tersi bir görüş dile getiriyor ve şimdiye kadarki deneyimlere göre otoriterlerin veya popülistlerin salgını idare etmede daha iyi olmadığını gösterdiğini belirtiyor. 

Amerikalı siyaset bilimci Francis Fukuyama da aynı fikirde: “Krize etkili müdahalede bölen bir tarafta otokrasileri, diğer tarafta demokrasileri yerleştirmeyecek. Performansta en önemli belirleyici rejimin türü değil, devletin kapasitesi ve hepsinden önemlisi hükümete duyulan güven olacaktır.” diyor ve buna örnek olarak da Almanya ve Güney Kore'yi örnek gösteriyor. 

Bu konuda Güney Kore de Çin’in aksine kendisini demokratik bir güç olarak adlandırıyor ve medya da Almanya’nın kendi modellerini örnek aldığını öne sürüyor. 

The Guardian’a göre şu anda kaybedenlerin başında ise Avrupa Birliği’nin olma riski var. Jacques Delors Enstitüsü Başkan Yardımcısı Nicole Gnesotto, “AB'nin hazırlık eksikliği, güçsüzlüğü, çekingenliği şoke edici.” diyor.

Avrupa Birliği üyesi ülkeler krizle birlikte ilk iş olarak sınırlarını kapatmış, ekipmanların satışlarını durdurmuş ve bağımsız ulusal bir plan izlemişti. Bu korku zamanında herkes kendi başına davranmış ve İtalya’yı yalnız başına bırakmıştı. 

The Guardian’daki makaleye göre anlaşmazlık ortak borcun düzenlenmesi veya kredi konusuna gelince güney ve kuzey arasında çirkin bir savaşa dönüştü, Hollandalılar ve Almanlar, İtalya'nın Lombardiya'daki krizi, borçlarını finanse etmek için kullandığını düşünmeye başladı. 

İtalya Başbakanı Giuseppe Conte AB’nin bu süreçte başarısız olması durumunda dağılabileceği uyarısında bulunuyor. 
Portekiz Başbakanı António Costa, Hollandalı bakan Wopke Hoekstra'nın “iğrenç” ve “aşağılık” yorumlarını anlatırken, İspanya Dışişleri Bakanı Arancha González gemi battığında Hollandalıların “birinci sınıf bir kabinin de batacağını anlamadıklarını belirtiyor. 

Eski İtalya Başbakanı Enrico Letta Hollanda'nın İtalya'ya yapılacak yardıma karşı çıkmasından korkarken Hollanda basınına şu açıklamayı yapıyor:

“Alman gümrük yetkilileri büyük miktarda maskenin İtalya’ya gelişini engellerken, yardım malzemeleri taşıyan Rus kamyonları Roma sokaklarında görüldü ve Çin'den milyonlarca maske gönderildi.”

Avrupa Birliği ciiddi bir hayatta kalma sorunu yaşarken peki ABD için durum nasıl? Bunu da AB Dışişleri Şefi Josep Borrell'in danışmanı Nathalie Tocci şu sözlerle ifade ediyor:

"1956 ‘daki Süveyş krizinin İngiltere'nin küresel gücünün nihai çöküşünü sembolize etmesi gibi, koronavirüsün de ABD için “Süveyş anı” olup olmayacağı bir merak konusu.’’ 

Ahvalnews

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…