Askeri darbeye de sivil diktaya da hayır!

11 Mart 2020
Askeri darbeye de sivil diktaya da hayır!

Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği (ADAM-DER), 12 Mart faşist darbesini 49. yılında lanetleyen bir basın açıklaması gerçekleştirdi.

Basın açıklamasında 1971'de ''NATO paşaları “Fırtına” ve “Balyoz” operasyonlarıyla devrimci gençleri, aydınları, sanatçıları işkenceden geçirip zindanlara doldurdular, kurşuna dizdiler, darağaçlarında ipe çektiler, sol yayınları yasakladılar, gerici faşist yayınları devletin tüm olanaklarıyla desteklediler.'' şeklinde ifadeyle 12 mart darbesini ''sol kırımcı'' bir darbe olarak nitelediler.

Kadıköy İskele Meydanı'nda yapılan basın açıklaması, Adam-Der YK Başkanı Çetin Ali Nergis'in konuşması ile başladı. "12 Mart darbecileri hayatta değiller, ama darbeleri üreten sistem hala ayakta" diyen Nergis, darbecilerden hesap sorma ve hak arama mücadelesine devam ettiklerini, darbe dönemlerinde hakları gasp edilenlerin sadece askerler değil bütün bir toplum olduğunu, bu nedenle toplumsal mücadelede tüm güçlerle yanyana omuz omuza geldiklerini ve gelmeye devam edeceklerini söyledi.


Daha sonra Adam-Der Genel Sekreteri S.Kemal Çakıroğlu tarafından basın açıklaması okundu. Açıklama sırasında,
"İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek" , "Darbeciler Halka Hesap Verecek", "Yaşasın Halkların Kardeşliği", "Savaşa Hayır, Barış Hemen Şimdi" sloganları atıldı.

Basın Açıklamasının tam metni şöyle:

Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği ADAM-DER çatısı altında toplanmış, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbecileri tarafından sol görüşlü olduğumuz için Türk Silahlı Kuvvetleri’nden atılmış askerler olarak,

Solkırımcı 12 Mart 1971 darbesini 49’uncu yıldönümünde bir kez daha lanetliyoruz.

Kırk dokuz yıl önce, NATO Paşaları, “sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı” diyerek darbe yaptılar, sol muhalefeti sıkıyönetim balyozuyla ezdiler.

NATO paşaları “Fırtına” ve “Balyoz” operasyonlarıyla devrimci gençleri, aydınları, sanatçıları işkenceden geçirip zindanlara doldurdular, kurşuna dizdiler, darağaçlarında ipe çektiler, sol yayınları yasakladılar, gerici faşist yayınları devletin tüm olanaklarıyla desteklediler.

NATO generalleri ülke çapında solkırımla kalmadılar, kışla içinde de solkırım yaptılar; 600 dolayında subay, astsubay ve öğrenci askeri işkenceden geçirip, işsizler ordusunun saflarına attılar.

***

Darbecilerle hesaplaşılmadığı ülkemiz hep ABD ve NATO patentli darbelere maruz kaldı.

27 Mayıs 1960’da “NATO’ya sadakat” yeminiyle darbe yaptılar.

12 Mart 1971’de darbe yapanlar ilk icraat olarak, ABD yönetiminin isteği doğrultusunda haşhaş ekimini yasakladılar.

12 Eylül 1980 darbesi daha Türkiye’de resmen ilan edilmeden, CIA Türkiye İstasyon Şefi tarafından dönemin ABD Başkanı’na “Bizim çocuklar başardı” müjdesiyle haber verildi.

28 Şubat 1997 sürecinin general ve amiralleri, NATO ve ABD yönetimi açık darbeye izin vermedikleri için örtülü darbe ile yetindiler.

***

Ülkemiz tarihi ne yazık ki hep darbeler tarihi olarak yaşandı, yaşanıyor. Nihayet 15/16 Temmuz 2016 gecesi ülkemiz Cumhuriyet tarihinin en kanlı askeri darbe girişimine maruz kaldı.

Ne yazık ki, 15 Temmuz askeri darbe girişimi siyasi iktidar tarafından “Allah’ın lütfu” sayıldı; demokrasiyi inşa etmenin değil, kendi darbesini gerçekleştirmenin fırsatına çevrildi. Sonuçta asker darbesinin yerini sivil darbe aldı, tek adam diktatörlüğü kuruldu. Bunun sonucu olarak ülkemiz bugün korku imparatorluğu atmosferinde nefes alıp vermektedir.

***

Bütün darbecilerin öncelikli eylemi, emek örgütlerini baskı altına almak, hak arama yollarını kısıtlamaktır.

12 Mart darbesinin Genelkurmay Başkanı “sosyal uyanışın ekonomik gelişmeyi aşmasından” yakınmıştı.

12 Eylül 1980 darbesinin Genelkurmay Başkanı da “Garson benden fazla maaş alıyor” diye yakınmış; patron sendikasının başkanı ise “Eskiden işçiler gülüyordu, biz ağlıyorduk; şimdi gülme sırası bizde” demişti.

Post-modern darbe olarak tarihe geçen 28 Şubat 1997 sürecinin general ve amiralleri de laikliği maske edinmişlerdi; her birinin adresi farklı holdinglerde çıkmıştı; “holding paşaları” olarak tarihe geçmekten hiç utanmadılar.

Bugün de “sivil” darbe döneminde yürütmenin başı, “Grev tehdidi olan yere anında müdahale ediyoruz” diyerek yerli yabancı sermayedarlara kompliman yapmaktadır.

***

Darbe dönemleri hukuksuzluğun, devlet terörünün, işkencenin, emek sömürüsünün, baskı ve sansürün, yolsuzluğun, farklı kimlik inanç ve kültürleri inkâr ve asimilasyonun, ayrımcılık ve nefretin zirveye çıktığı dönemlerdir. 

Bütün darbecilerin en bariz bir eylemi de, TBMM’yi işlevsizleştirmek, yargıyı bağımlı hale getirmek, üniversiteleri, medyayı ve sivil toplumu tahakküm altına almaktır.

Bugün TBMM, ancak 12 Eylül darbesi dönemindeki Danışma Meclisi kadar etkilidir. TBMM’nin işlevsizliği (cılız da olsa) iktidar ittifakı içerisinde bile eleştirilere yol açmıştır. İstiklal Harbi’nde bile TBMM’nin baskı altına alınmadığını anımsatıyoruz!

Yargının ne denli bağımlı hale geldiği, hukuka aykırı kararlar ve tutuklamalarla hemen her gün ortaya çıkmaktadır. Bugün ülkemiz ancak askeri darbe dönemlerinde görülebilecek zorbalık, keyfilik ve hukuksuzluk atmosferinde nefes alıp vermeye çalışmaktadır. Askeri darbe dönemlerinde olduğu gibi temel hak ve özgürlükler askıdadır. İnsanlar gelişigüzel tutuklanmakta, işkenceye tabi tutulmaktadır. Medya kuruluşları ve sivil örgütler neredeyse tümüyle iktidarın denetimi altındadır; aykırı haber ve görüş yayan gazeteciler keyfi olarak tutuklanmaktadır. Cezaevlerindeki gazeteci sayısı son tutuklamalarla 91’e ulaşmıştır.

***

Geçmiş darbelerden farklı olarak sivil darbe ve korku imparatorluğu döneminde Türkiye’miz ne yazık ki sınırlarımız dışında bir savaşın da içindedir. ABD emperyalizminin “Büyük Ortadoğu Projesi”nin ortağı sıfatıyla Afganistan, Irak ve Libya’daki cinayetlere katkıda bulunan iktidar, yine Amerikan emperyalizminin taşeronu olarak Suriye’de körüklediği iç savaşın doğrudan tarafıdır.

Savaşlarda en ağır zarara uğrayan bir mesleğin mensupları olarak vurguluyoruz: Komşu ülkelerde iç savaşları körüklemek, nihayet Amerikan ve Rus emperyalistlerinin izniyle bir bölgeyi cihatçı örgütlere teslim etmek üzere Suriye’ye asker göndermek, emperyalizme karşı Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Kurtuluş Savaşı ile kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışmamaktadır. Kuruluş anısına saygı gereği Türkiye Cumhuriyeti’ne düşen görev, komşu ülkelerde iç savaşları körüklemek değil, bölgesel ve küresel barışa sahip çıkmaktır. Küresel emperyalistler “Türkiye’nin en iyi ihraç malı askeridir” diye rol vermiş olsalar bile, savaş ve terör borsalarında satılacak bir tek askerimiz, yoktur. Tüm yabancı güçler Suriye’den çekilmeli, Suriye halkı kendi kaderini kendisi tayin etmelidir.

***

12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbecileri tarafından sol görüşlü olduğumuz için Türk Silahlı Kuvvetleri’nden atılmış, işkence edilerek sorgulanıp yargılanmış, işsizliğe ve açlığa mahkûm edilmiş askerler olarak, patronları güldürmek için yapılmış darbeleri lanetlediğimiz gibi patronları rahat ettirmek için gerçekleştirilmiş tek adam darbesini de tel’in ediyoruz!

Darbelerin temel hak ve özgürlüklere, emek barış ve demokrasi güçlerine verdiği zararın bilinciyle, her türlü askeri/sivil darbeye, diktatörlüğe, savaşa karşı olduğumuzu, siyasal İslamcı faşizmin karanlığına teslim olmayacağımızı bildiriyoruz.

ADAM-DER olarak, kültürler ve halklar coğrafyası ülkemizin gerçekten demokratikleşmesi ve barışa kavuşması için, tüm emek barış ve demokrasi güçleri ile birlikte mücadeleyi sürdüreceğiz.

Saygılarımızla.

Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği

ADAM-DER YÖNETİM KURULU

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…