Demirtaş: Erdoğan’ın bugün yaptığı bir tür devleti ele geçirme operasyonudur

7 Ocak 2020
Demirtaş: Erdoğan’ın bugün yaptığı bir tür devleti ele geçirme operasyonudur

Savunmasında Türkiye’de Hitler politikalarının uygulandığına dikkat çeken HDP önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Erdoğan’ın tam da kurmak istediği sistem bu. Kaos düzeni. Kaos içerisinde oldu bittiyle her şeyi yapabilmek. Muhalefeti tümden şok teorisi, şok doktrini ile etkisiz hale getirmek. Bunun adı Anayasal sistemin tasfiye edilmesidir. Bunun adı bir tür devleti ele geçirme operasyonudur” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın tutuksuz yargılandığı ana davası Ankara 19’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmasında savunmasına devam etti.

Türkiye’de devlet içindeki yapılanmaya karşı geldiği için muhalefetin susturulmaya çalışıldığını kaydeden Demirtaş, “En son Temmuz ayında sizinle duruşma yapılabildik. Temmuz ayından bu yana Türkiye’de ne oldu? Devlet içindeki çetenin yargı ayağından tutun da medya ayağına, bürokrasi ve siyasi ayağına kadar bunların kurmaya çalıştığı rejim tam olarak ne yapıyor. Bir hatırlatma yapayım. Bizi halen cezaevinde tutan yargı Temmuz’dan bu yana ne yaptı. Her duruşmada ben bunları tutanağa geçiyorum ki yarın bir gün ‘Türkiye’de o dönem tutukluluk esastı herkes tutuklanıyordu’ denmesin diye. Bilenler bilir bilmeyen benim ağzımdan duysun. 30 yıl kesinleşmiş adli hapis cezası alsaydım bugünkü infaz rejimiyle onda birini kapalı cezaevinde geçirirdim ve açık cezaevinde geçerdim. Yani 3 yılı aşkındır beni kapalı yüksek güvenlikli cezaevinde tutuyorsunuz, bu şu demektir adli bir suç işlesem ve 30 yıl kesinleşmiş hapis cezası alsaydım onun infazını yaptırmış olurdunuz. 30 yıllık cezanın infazını yattım ben adli suçlar için” dedi.

 YARGI SİSTEMİNİ ELEŞTİRDİ

Türkiye’deki yargı sistemindeki adaletsizliğe dair de konuşan Demirtaş, siyasetçilere, muhalif gazeteciler ve avukatlara uygulanmayan yargıyı da şu sözlerle özetledi: “Bana ve diğer milletvekili ve belediye başkanı arkadaşlarıma, Osman Kavala’ya, ÇHD’li avukatlara, Selçuk Kozağaçlı’ya bu hukuku reva gören yargı ne yaptı? Örneğin 18 Ağustos’ta Kırıkkale’de koruma altında olan Emine Bulut çocuğunun gözü önünde katledildi. Yargı ve hükümet koruyamadı. Beyoğlu’nda İTÜ Elektrik Mühendisliği mezunu 23 yaşındaki Halit Ayar, kendisinden zorla para isteyenlere para vermediği için bıçaklandı, katledildi. Kimler katletti isimleri önemli değil. İyi halli oldukları için birkaç gün önce cezaevinden salıverildikleri ortaya çıktı. Yargımıza göre bunlar iyi halli biz kötü halliyiz.

TEK ADAM REJİMİN YARATTIKLARINDAN DOLAYI İNSANLAR İNTİHAR EDİYOR

Ve şu anda el birliğiyle korumaya çalıştığınız bu tek adam rejiminin yarattığı ağır ekonomik kriz, yolsuzluktan, plansızlıktan, tavandan kaynaklı ekonomik kriz nedeniyle insanlar toplu olarak intihar etmeye başladı. Kasım 2009’da İstanbul Fatih’te 4 kardeş siyanür içerek intihar etti. Ondan bir gün sonra Antalya’da 4 kişilik Şimşek Ailesi borçları nedeniyle baba eşine ve çocuklarına siyanür içirerek intihar etti. 15 Kasım’da Bahattin Delen aşırı borçlarım var ödeyemiyorum diye intihar etti. O günden bugüne Meclis’te iki intihar girişimi gerçekleşti, dışarda da 50’den fazla borç batağı ve açlık nedeniyle intihar vakası gerçekleşti. Bakın, intiharlar kadar trajik bir şeyden söz ediyorum; Uşak’ta 13 Aralık’ta bir kişi açlıktan bayıldı ‘üç aylık çocuğum var’ dedi ‘işsizim ve karnım aç’ dedi, açlıktan bayıldı. 2019 Türkiye’sinde kurulmak istenen düzen bu.

ÖĞRENCİLERE HINÇLA, KİNLE NASIL VURULABİLİR?

İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü üçüncü sınıf öğrencisi Sibel Ünli; şimdi çarpıtıyorlar psikolojik sorunu vardı, şu vardı, bu vardı diye. Sosyal medya mesajları ortada, yemek yiyemediği için, cebinde parası olmadığı için ekonomik krizle birlikte bunalıma girip, gencecik bir kadın intihar etti. Ve o üniversitenin kapısı, sizler de üniversite okudunuz bizler de. O üniversitenin kapısında ‘ücretsiz ya da düşük fiyata, indirimli yemek yemek istiyoruz’ diyen öğrenciler güvenlik güçleri tarafından, dayak demeyeceğim, aleni, canlı yayında işkenceden geçirildi. O görüntüleri birkaç saniye televizyonda gördük sonra avukatlarım anlattı. Böyle bir ruh hali böyle bir psikolojiyle nasıl dövebilir üniversite öğrencilerini polisler? Onların da ruh hali iyi değil demek ki. ‘Ucuz yemek istiyoruz’ diye kendi üniversitesinin kapısında dilekçe vermeye çalışan öğrencilere bu kadar hınçla, bu kadar öfkeyle, kinle nasıl vurulabilir? Yaratmak istediğiniz, koruduğunuz, bizi içeri atarak var olsun dediğiniz sistem bu.

BIRAKIN ONLARI TACİZLERİNE, KATLİAMLARINA DEVAM ETSİNLER

Başka bir karar; sevgilisini darp etti, dokuz kişiyi arabayla ezdi, pompalıyla bir kişiyi yaraladı. Görkem Sertaç Göçmen. Dün tahliye edildi. Birkaç ay tutuklu kaldı. Ne demiş mahkeme: ‘tutuklu kalması mağduriyetine yol açabilir’ Tabi neden mağdur olsunlar ki? Olmasınlar. Çıkıp dışarda tacizlerine, katliamlarına devam etsinler. Onlar bu sistemin adamı, biz bu sistemin adamı değiliz. Bu sistemin insanları bunlar. Ne oldu? Rize’de Besim Güngör, 27 Temmuz. Rabia T. isimli genç kadını sokak ortasında öldüresiye dövdü. Sulh Ceza Hakimi’ne götürdüler, serbest bırakıldı. Medyada kıyamet kopunca gerisin geri gözaltına alıp tutuklamak zorunda kaldılar. Ben hem hukukçu hem de siyasetçi olarak tutuklamadan yana değilim, illa tutuklayacaksınız demiyorum ama biz tutukluyken neler yapılmış onları anlatmaya çalışıyorum.

4 Eylül 2019, Eskişehir’de eşine 15 bıçak darbesiyle saldırıp yaralayan kişi tutuksuz yargılanıyor, bir gün cezaevine girmedi, hala tutuksuz yargılanıyor. Eşi dedi ki ‘ben öldükten sonra mı onu Ağır Ceza’da yargılayacaksınız’ çünkü hafif yaralamalara asli cezada dava açılıyor. İstanbul’da 16 yaşındaki çocuğu silah kabzasıyla başından vurup öldüren bir polis tutuksuz yargılandı, yedi buçuk yıl ceza aldı, tutuksuz olarak dosyanın Yargıtay’a gönderilmesine karar verildi. İstanbul’da Kartal’da 21 kişinin hayatını kaybettiği Yeşilyurt Apartmanı’nın çökmesine sebep olan kontrolöründen tut yetkililerin hepsi en fazla üç ay tutuklu kaldılar ve tahliye edildi. Tek bir tutuklu yok dosyada. 

HUKUKÇU OLARAK VİCDANINIZA GÜVENMİYORUM

İzmir’den boşanmak isteyen eşini beş yerinden bıçakladı mahkeme şunu sordu sanığa; ‘seni öldürmek istediyse bıçak neden derine yani vücuduna girmedi’ diyerek, mağduru sorguluyor. Sanığın tahliyesine karar verdi. Üç yıl boyunca 5 ve 8 yaşlarındaki iki çocuğa cinsel istismar da bulunduğu için 30 yıl ceza alan sanığın İstinaf’daki dosyası 1700’lü esaslarda olmasına rağmen 900 esaslardaki dosyaya bakılmadan bir ay içinde istinaf bu dosyayı ele aldı bozdu ve tahliye etti.  Ceren Özdemir davasına hepiniz in izlemişsinizdir ben hepinizin vicdanına insan olarak, hukukçu olarak vicdanınıza güvenmiyorum da hiç değilse insan olarak içiniz yanmıştır. Bu adam açık cezaevine çıkabildi bu adam 12 ayrı suçu var ve ‘iyi halli’dir deyip açık cezaevine gönderdiler ve oradan elini kolunu sallayarak gitti ve biz hapisteyiz.

Demirtaş, Uluslararası Demokraside Seçim Destek Kurumu’nun her yıl hazırladığı raporun 2019 yılına dair belirlemelerine de değindi. Demirtaş, Uluslararası Demokraside Seçim Destek Kurumu kitapçığında yer alan rapora göre dünyada insan haklarının en düşük seviyede olduğu iki ülkeden birinin Türkiye birinin de Haiti olduğunu belirtti.

AİHM DURUŞMASI

Demirtaş, AİHM’de görülen duruşmasına dair de bilgiler paylaştı. AİHM’de Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komisyonu Yüksek Komiseri’nin sözlü sunum yaptığını aktaran Demirtaş, mahkemede Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komisyonu Yüksek Komiseri Milatoviç’in AİHM’de sunduğu savunmayı okudu.

Demirtaş’ın okuduğu savunma şöyle: “İnsan Hakları konularının bir üyesi olarak bu davanın önemi nedeniyle bu yargılamaya katılmaya karar verdim. Ofisim yani Avrupa Konseyi İnsan Hakları Ofisi Türkiye’yi bilhassa da Türk yargı sistemindeki tutuklama yargılama konusunu yakından takip ediyor. Başlarken selefimin bu davaya ilişkin 2017 yılının Kasım ayında sunduğu yazılı görüşün ilk haline harfi harfine katılıyorum. Öte yandan bu duruşma vesilesiyle bahsettiğim yazılı görüşü son çalışmalar temelinde tamamlamak istiyorum. Bu yılın Ocak ayında Kavala vs Türkiye davasına yazılı görüşlerimi sundum ve Türkiye’deki tutuklu yargılama ve daha genel olarak ceza yargılamalarına dair kaygılarımı mahkeme ile paylaştım. Daha yakın zamanda yani Temmuz ayının başında diğer konuların yanı sıra yargının bilhassa da ceza yargılama sisteminin işleyişi yargının bağımsızlığı konularına özel olarak odaklandığım bir program ile Türkiye’ye bir ziyaret gerçekleştirdim. Hukuki olmayan gözaltı ve tutuklama iddialarıyla ilgili olan mevcut dava, yani Demirtaş davası istisnai olmaktan son derece uzaktır. Ofisim bu mahkeme önünde devam eden çok sayıdaki parlamento üyesinin, gazetecinin ve az öncede ifade ettiğim gibi insan hakları savunucularının davalarına 3’üncü taraf olarak müdahil olmuştur. Bu davalar insan haklarına ilişkin temel kaygılarımızı ortaya çıkaran yaygın bir modeli temsil etmektedir. Bu davalarla ilgili asli kaygılarım arasında Türk mahkemelerin tutuklama, gözaltı ve yargılamaya ilişkin 5’inci maddenin gerekliliklerini yerine getirmedeki sistematik başarısızlığıdır.

TUTUKLULUK YAYGIN HALE GETİRİLMİŞ DURUMDA

Tutuklama ve tutukluluk halinin devamına ilişkin özellikle AYM’nin kararları özü itibariyle soyut ve seromotif olma özelliğini ki bu durum sulh ceza hakimlerinin kararlarında da bilinmektedir, sürdürmektedir. Bu kararlar çoğunlukla makul şüpheye ilişkin güvenli kanıt sunmak, davanın olgusal temellerini ve şüphelinin bireysel durumunu ele alma konusunda başarısız olmaktadır. Benzer şekilde mahkemeler kişi özgürlüğünden mahkum bırakmayı gereklilik ve orantılılık temelinde gerekçelendirmekte başarısız olmaktadır. Ayrıca tutukluluğu gerekçelendirmek için kullanılan kanıtların sadece beyanlar ve şiddet içermediği açıkça belli olan fiillerde ki, bunlarda sözleşmede bilhassa 10’uncu maddede zaten korunması gereken haklardandır. Bu durum giderek yaygınlaşmaktadır. Bu durum mahkemenin Türkiye ile ilgili 20 yıldan uzun bir süredir çok sayıda ifade özgürlüğü ile ilgili tespit ettiği çok sayıda içtihadına rağmen Türk savcıları ve mahkemeleri uygun bağlamsal analiz yapmakta ve böylesi kanıtların var olan yerleşik içtihatlar ışığında süzmekte başarısız olmaktadır. Dahası şüphelinin tutukluluğa itiraz etme imkanı da sınırlı. Önemli bir sorun da hakimlerin çalıştığı sistemin kapalı devre sistemi olmasıdır.

Bir diğer sorun ise uygun bir gerekçelendirme olmaksızın soruşturma dosyasına erişim engelidir. Erişimin kısıtlanması Türk hukuk sisteminde istisnai olmaktan ziyade neredeyse otomatik hale gelmiştir. Böylesi bir dosyada bu koşullarda bunun gibi kısıtlamaların neden son derece gerekli olduğunu kanıtlamanın yetkililere ait olduğunu düşünüyorum. Yargı denetiminin hızlı bir şekilde yapılması sorunları ile ilgili olarak bu mahkeme de daha önce öne sürdüğüm gibi Türk yargı sisteminin tutuklu yargılama dosyalarını incelemesini etkileyen gecikmeler bireysel başvuru sistemini etkilediği ile ilgili ciddi şüpheler doğurmaktadır. Diğer derece mahkemelerinin AİHM içtihatlarında belirlenen prensipleri de göz ardı etmeye devam ederken AYM’nin tutuklu dosyalarının tamamını incelemesi bakımından ne kapasitesi olduğunu ne de bir temyiz mahkemesi gibi hareket ettiğiyle ilgili bir rolü olmadığını düşünüyorum. Tüm bunların birleşimi ve diğer faktörler tutuklamanın de-facto bir cezalandırma aracına dönüştürüldüğü bir durum ile sonuçlanmaktadır. Aralarında başvurucunun yani Demirtaş’ın da olduğu parlamento üyeleri bakımından ise uzun tutukluluğun Türkiye’deki nüfusun önemli bir bölümünün demokratik temsiliyetinden mahkum kalması gibi belirgin bir sonucu vardır. Tutukluluğun sözleşmede belirlenen dışında bir başka bir amaçla kullanılıp, kullanılmadığına ilişkin olarak selefim şu ifadeleri kullanmıştır: Türkiye’de ceza hükümleri ve yargılamaları muhalif sesleri susturmak için kullanılmaktadır. Daire 18’inci maddede ihlal tespit ederken bu görüşlere önemli bir ağırlık atfetmiştir.

10 BİN YARGI MENSUBU İKTİDARIN POLİTİKALARINA YAKIN

Türkiye’de sadece parlamenterlerin değil aynı zamanda insan hakları savunucuları, gazetecileri, akademisyenleri ve toplumun diğer muhalif seslerini etkileyen bu problem hala devam etmektedir. Bu kişiler şiddet içermeyen beyanları nedeniyle çoğunlukla herhangi bir kanıt olmaksızın sadece varsayılan niyetlere dayanarak düzenli olarak yargı süreçlerine maruz kalmaktadır Şu konuda net olalım. Bu problem tutuklamanın ötesine geçmekte ve bir bütün olarak ceza yargılamalarını etkilemektedir. Aslında son yıllarda birçok insan bu şekilde müebbet hapis cezası da dahil ciddi cezalar alarak hüküm giymiştir. Türkiye’ye gerçekleştirdiğim son ziyaretimde mevzuattaki çok geniş terörizm tanımı ve yargının bu tanımı daha da esnetmesinden kaynaklı olarak bu uzun süreli problemin artık öngörülememiş düzeylere ulaştığını söyleyebilirim. Bahsettiğim ziyaretim sırasında kanıt olarak kullanılanların kimi zaman o kadar tutarsız hale geldiğini gözlemledim ki bunu fiillerin hukuki sonucuna ilişkin iyi niyetle öngörebilmek neredeyse imkansız hale gelmiştir. Yargının içinde bulunduğu duruma dair gözaltına alınan 3 bin 600, meslekten çıkarılıp gözaltına alınıp tutuklanan da dahil 4 bine yakın yargıç ve savcı ve onların yerine atanan 10 bin yeni yargı mensubunun da iktidarın politikalarına yakın olabileceğini dikkat çekiyorum. Mahkemeye HDP’li bir milletvekilinin tutuklanmasının Türkiye’deki resmi politikalara karşı eleştirel olan farklı gruplara yönelik daha yaygın bir modelin bir parçası olduğunu beyan etmiştir. Örnek olarak kendilerine yönelik ceza soruşturmalarını göstererek belediye başkanlarının görevden alınması ve yerlerine seçilmemiş kamu görevlilerinin getirilmesi gösterilmiştir. Bu uygulama halen devam etmektir. HDP milletvekillerinin neredeyse tamamı, CHP milletvekillerin de bazılarını bu ceza yargılamaları etkilemiştir. Çünkü savcılık bahse konu milletvekillerinin esas olarak beyanlarını hedef alarak onlar hakkında ‘terör örgütü propagandası’, ‘halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek’ ve ‘cumhurbaşkanına hakaret’ varsaydıkları konularda soruşturma açma konusunda orantısız bir biçimde aktif. Bu yargılamaların çoğu Türkiye aleyhine olan bir çok davada açıkça dile getirdiği gibi Türkiye’nin sözleşmenin 10’uncu maddesi kapsamındaki yükümlülüğüne sistematik olarak uymadığını tekrar etmek gerekir. Bu koşullarda ceza yargılamasının seçici bir biçimde kullanıldığı ve kullanılmaya devam ettiği, ceza soruşturmalarının, gözaltı ve tutuklamaların muhalif kesimi susturmak, toplumda eleştiriye dair cesareti kırmak gibi açık bir amacı olduğu argümanına güvenememek zordur. Bu durumun yarattığı caydırıcı etki son derece vahimdir. Umuyorum yorumlarım mahkemeye yararlı olacaktır.”

‘SİZ KAOS REJİMİNİ İNŞA ETMEYE YARDIMCI OLUYORSUNUZ’

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin köklü bir devlet olduğunu söyleyen Demirtaş, savunmasına şöyle devam etti: “Devlet teorisine, devletin her türlü baskıcı zulüm uygulamalarına eleştirilerim bir tarafa, bunların hepsine muhalif bir politika yürüttüğüm bir tarafa ama şunu bilirim Türk devleti bunu kendisine yapanın yanına kar bırakmaz. Benim için değil. Demirtaş’ı sevdiği için değil. Benim kara kaşım kara gözüm için değil. Ama benim tanıdığım Türk devleti kendisine bunu yapanın yanına bırakmaz. Mutlaka bunun da yargı önüne taşınacağı günler gelir. Anayasa ters yüz edilirken, anayasa askıya alınırken, devlet bir aile tarafından hanedan tarafından yönetilirken, devletin bütçesi kanunları pratik bürokratik uygulamaları tamamıyla bir hanedan tarafından yönetilirken, buna sessiz kalan, onay veren, destekleyen bütün ayaklar ortaya çıkan hesap sorulmadan zaten Türkiye Cumhuriyeti bir gıdım ileriye gidemez. Bizim hedefimiz ve amacımız bu yüzleşmenin demokrasi lehine olmasıdır. Bu yüzleşmeden demokrasinin ortaya çıkmasıdır. Sizin yapmaya çalıştığınız kaos düzenini inşa etmeye yardımcı olmaktır. Benim, avukatlarımın, partimin ve diğer muhalefetin yapmaya çalıştığı da bu yüzleşmenin demokrasinin gelişmesine yarar sunacak şekilde ortaya konulması için mücadele etmektir, direnmektir.”

Demirtaş, AİHM’de görülen davada sorular yöneltildiğini belirterek, “Ben şahsen heyet üyesi olsam çok merak ederdim hatta canlı izlerdim çünkü siz yargılıyorsunuz. Bakın ne sormuşlar hükümet sizin adınıza ne cevap vermiş. Hangi ülkeden olduğunu bilmiyorum yargıç söz almış soru sormuş: ‘Çok teşekkür ederim sayın başkan. Yalnızca 3 sorum var. İlk olarak duruşmanın devam etmesi için kesinlikle gereken bir konuya dönmek istiyorum. Tarafların sundukları savunmadan davanın sonucuna ilişkin duygusal beklentileriyle ilgili hemfikir olmadıkları gözükmektedir. Savunmasının 144’üncü paragrafında başvurucuya göre parlamenter dokunulmazlıkların kaldırılmasının ardından herhangi bir AKP veya MHP milletvekilinin de dokunulmazlıklarının kaldırılmış olmasına karşın bu partinin üyelerine yönelik bir ceza soruşturması açılmamıştır. Hükümetin sunduğu savunmanın 90’ıncı paragrafına göre ise parlamenter dokunulmazlıkları kaldırıldıktan sonra 5 AKP, 1 MHP üyesinin de hüküm giydiği ve ceza aldığı ifade edilmektedir. Hükümetin mahkemeye bu konuda açıklık getirmeye davet ediyorum. Özellikle parlamenter dokunulmazlıklar kaldırıldıktan sonra ceza alan herhangi bir AKP veya MHP üyesi bulunmakta mıdır? Türk ceza sisteminde uygun tarafların bir konuda mevzuat oluşturması için davet edildiği bir durumda tutuklu yargılanan bir milletvekilinin bir kanun teklifinde bulunması mümkün müdür? Yani parlamenter faaliyetlerine cezaevinde iken devam etmesi mümkün müdür?” Çünkü hükümetin böyle bir iddiası var. Tutukludur ama hiçbir parlamenter faaliyeti kısıtlanmamıştır şeklinde cevap verdiği için bu soru sorulmuş” ifadelerini kullandı.

‘TÜRKİYE HÜKÜMETİ İLE AİHM TÜRK YARGICI ARASINDA BAŞKA İLETİŞİM KANALI MI VAR?’

AİHM duruşması öncesi kendisi hakkında verilen tahliye kararını da Demirtaş, şu sözlerle eleştirdi: “Neden tahliye kararı verdiniz biliyor musunuz? Biraz sonra okuyacağım AİHM’deki Türk yargıcı şu soruyu sorabilmesi için; ‘Başvurucunun avukatları mahkeme ye 11 Aralık 2018 tarihli bir belge sundu. Bu belgeye göre başvurucu 7 Eylül 2018’den itibaren 4 yıl 8 aylık cezasını çekmeye başlamıştır. Şimdi bu kanıtın ışığında başvurucu hakkında verilen hüküm sonrasında kendisi bugün itibariyle sözleşmenin 5’inci maddesinin bir alt fıkrası amaçları açısından özgürlüğünden yoksun bırakma bakımından halen tutuklu yargılanan bir kişi olarak mı yoksa hükümlü olarak mı değerlendirilir?’ Türk yargıcının sorduğu soru bu. Yani diyor ki Demirtaş şu anda tutuklu mu hükümlü mü? Bunu söyleyin diyor. Yargıçlar heyetine de şunu hatırlatıyor. ‘Demirtaş şu an tutuklu değil ha haberiniz olsun hükümlüdür başka bir dosyadan. Dolayısıyla 5-1-A konusuna girmenize gerek yok’ diyor. Neden çünkü o sırada siz tahliye kararı vermişsiniz duruşmadan birkaç gün önce. Benim bu dosyadan tahliye olduğuma dair bilgiyi AİHM’e biz sunmadık, hükümet de sunmadı. Türk yargıcı nereden biliyor? Bu yargıç sizin gibi sürekli medyayı takip edemez heral de. Siz medyadan duymuşsunuz ya avukatlarımın gelmeyeceğini. AİHM’deki bir yargıcın işi benim Türkiye’deki dava safahatımı takip etmek de olmadığına göre ciddi ciddi şüphelerimiz var. Türkiye hükümeti ile AİHM’in yeni Türk yargıcı arasında başka bir iletişim kanalı mı var?”

‘TEK DELİL KARAYILAN’IN TWEET ATMASI MIYDI?’

Türk yargıcının ikinci sorusunun da trajikomik olduğunu belirten Demirtaş, savunmasının devamında şunları söyledi: “Avrupa da diyor bir parlamenterin tutukluyken diyor temsilen gidip parlamentoda oy kullanabildiğinin bir örneği var mı ki siz Demirtaş için bunu istemişsiniz?’ Tabi ki onun cevabını peşinen söyleyeyim; çok doğrusunuz bunun bir örneği yok çünkü Avrupa tarihinde görevde tutuklu olan hiç milletvekili yok. O yüzden örneği yok. Ve Türk yargıcın bundan haberi bile yok. Görevdeyken tutuklanmış ve görevi süresince tutuklu kalmış tek milletvekilleri biziz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin önündeki dosyalarla belirtiyorum; o yüzden örneği yok. Ve Prof. Dr. Başak Çalı, şunu söylüyor ‘haklısınız, böyle bir örnek yok, biz de bulamadık, tek örnek Türkiye’dir’ diye sorarsanız hiç olmamış bu ucubelik sadece Türkiye’de olmuş. Başka bir yargıcın sorusunu size okumak istiyorum cevabı sorudan ilginç. Terör örgütü üyeliği bakımından merak ettiğim; ‘Bu şüphe hangi suç unsurlarına dayanmaktadır?’ Başvurucu savunmasının 32. paragrafında bu şüphenin sadece aşağıdaki gerekçelere dayandığını iletmektedir. Okuyorum; ‘HDP tarafından atılan bir tweet ile PKKli Murat Karayılan tarafından atılan bir tweet ki hesabın sahte olduğu kanıtlanmıştır arasındaki benzerlik’ Şimdi iki şeyi merak ediyorum; bu gerçekten sahte bir hesap mıydı?  Bu şüphenin dayanağı nedir? .Yani 31. fezlekenin gerekçesi ile ilgili halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek suçlamasıyla ilgili mahkeme heyeti soruyor; diyor ki ‘elinizdeki tek delil bu muydu?’ Daha doğrusu örgüt üyeliği bağlantısının nedeni bu muydu?

YASAMA DOKUNULMAZLIĞINA DAİR İTİRAZ ETMEDİĞİMİZİ SÖYLÜYORLAR

Hükümete yasama dokunulmazlığı 83/1 sorusunu yani mahkemenizin ilk uydurmasının ilk anından itibaren belirttiğimiz tarafların ve benim ısrarla sorumsuzluk diye tabir ettiğimiz meclis içinde yapılmış konuşmalarımızın dışarıda tekrarından oluşan bütün konuşmaların ayıklanması talebimiz mütemadiyen 1 değil 2 değil 3 değil 3’ten fazla defa tarafınızdan ara kararlarla reddedildi. Peki hükümet adına bu soruya cevap veren Adalet Bakanlığı temsilcisi ve çuvalla para verip Almanya’dan getirdikleri yerli milli alman profesör, hukukçu profesör ne dedi biliyor musunuz, ne dedi? Dedi ki; ‘Başvurucunun anayasa 83/1. maddeye dair hiçbir aşamada talebi ve itirazı olmamıştır. Tekrar ediyorum; başvurucunun yani benim sorumsuzluk, 83/1’e dair hiçbir aşamada itirazı ve talebi olmamıştır. Şimdi bir hükümet neden AİHM’in 17 yargıcı önünde ispatlanması çok basit bir yalana başvurma gereği duyar, neden yalan atar, bir hükümet, 3 dakika sonra ortaya çıkmış çünkü avukatlarım hemen biz defalarca itirazda bulunduk, evraklarını hemen çevirtip mahkemeye ibraz edeceğiz, mahkeme de tamam bekliyoruz, demiş bu itirazlarınızı. Neden bir hükümet yalana sığınır? Bak sizin adınıza orada savunma yapıyorlar, diyorlar ki Demirtaş 83/1 itirazını hiçbir aşamada, oysa savcılıkta, duruşmada, anayasa mahkemesinde ve AİHM, her aşamada ilk itirazımız budur.

17 ÜLKENİN YARGICININ GÖZÜNE BAKA BAKA YALAN SÖYLÜYORLAR

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti birkaç yıl sonra yüzüncü yılını dolduracak bir Cumhuriyet adına, bir devlet adına 17 ülkenin en üst düzey yargıcı önünde gözlerinin içine baka baka ucuz, basit, pespaye bir yalan söyledi, neden? Az önce anlatmaya çalıştığım kaos düzeni tek adam düzeni nedeniyle devlet yok çünkü. Ortada bir devlet ciddiyeti yok, kimsenin birbirinden haberi yok, kurumlar işlemiyor o anda akıllarına gelen ilk yalan neyse onu söylüyorlar. Kimsenin birbirinden haber yok kimse ne hesap sorabiliyor ne bilgi belgeyle ilgili tahkikat yapabiliyor. Her şey saraya bağlı, sarayın da bir tane hedefi var, Demirtaş’ı suçlu gösterin gözlerinin içine baka baka yalan söylüyorlar.

BEN MAHKEMEYE ÇIKMAK İÇİN 16 AY BEKLEDİM

Şimdi başka bir yargıç bir soru daha sormuş. Burada konuştuğumuz tartıştığımız her şey ileriki aşamalarda yargılamanın konusu başlığı haline gelir diye bu soruları özellikle o yüzden tutanağa geçirmek istiyorum. Diyor ki AİHM yargıcı ilk sorum başvurucuya. Hükümet müvekkilinizin kendisinin tutukluluğu hakkında karar veren mahkemeye çıkmayı reddettiğini iddia etmektedir. Şayet durum böyle ise başvurunun bu tutumu yargılamanın toplam süresi içindir. Yani hükümet AİHM’e savunma sunarken ya da savunmalarına cevap sunarken bir yalan daha söylüyor. Diyor ki Demirtaş’ın kendisi mahkemeye çıkmayı kabul etmiyor. O yüzden tutukluluğu sürüyor. Bariz yalan. Oysaki ben mahkemeye çıkabilmek için tam 16 ay bekledim. 16 ay sonra siz huzurda bulunmak istediğimi önceden bildirdiğim bir hale rağmen SEGBİS’le savunmaya zorladınız. Ben de bizzat katılmak istediğimi belirterek SEGBİS’le çıkmadım o zaman. Bu bundan ibaret ama hükümet yine bu konuda çarpıtarak aleni yalan söylüyor. Diyor ki Demirtaş kendisini tutuklayan mahkemeye çıkmayı kabul etmediği için süre uzadı.

ÇÖZÜM SÜRECİ SEÇİMDE BARAJI GEÇMEME KOŞULUYLA MI YAPILDI?

HDP yetkililerinin Şubat 2015’te Dolmabahçe Sarayı’nda bir araya gelerek açıkladı ve İmralı çözüm sürecinin neticeleneceği, neticelendirildiğini gösteren mutabakat metnini kastediyor. Diyor ki Dolmabahçe Mutabakatı’nın yayınlanmasından kısa bir süre sonra Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan bir hükümetin terör örgütüyle herhangi bir anlaşmaya varmasının söz konusu olamayacağını söyledi. 7 Haziran genel seçimlerinden birkaç hafta önce Başbakan Yardımcısı Sayın Akdoğan basına şu demeci verdi; ‘Şayet HDP barajı geçerse ki bunun anlamı parlamentoda temsil edilmesi de ve AKP hükümeti iktidarı kaybederse çözüm süreci olmayacaktır’ Muhalif bir siyasi parti ile yürütülen çözüm sürecinin temsilcilerinin barajı geçmemesi koşuluyla yapıldığı anlamına mı gelir? Böylesi beyanatlar serbest seçim bağlamında nasıl yorumlanmalıdır? Yani hakim sorusuyla şuna dikkat çekiyor. Çözüm sürecinin bitirilmesiyle HDP’nin ve başvurucunun suçlanması bağıyla ilgili ne düşünüyorsunuz. Birileri istediği kadar kafasını deve kuşu gibi kuma gömsün. Her şey belgeleriyle süreçte ortaya çıkmış efendim gelişmeleriyle kayıtlara geçiyor ve bir gün yüzleşmek için yargı önünde hesaplaşmak için de süresini zamanını bekliyor.”

‘GÜÇLÜ YIKICI OLANLAR HİÇBİR ZAMAN BÜYÜK BİRER İNSAN OLAMAZ’

Sebastian Haffner’in “Hitler Üzerine Notlar” kitabı üzerinden şuan da Türkiye’de kurgulanmakta olan sistem arasındaki benzerlik ve farklılıklara dair Demirtaş, şöyle konuştu: “Diyor ki onu (yani Hitler’i) büyük insan olarak adlandırmak muhakkak ki zor geliyor insanlara. Ve bu çok anlaşılır bir durum. Sadece güçlü birer yıkıcı olanlar hiçbir zaman büyük birer insan olamaz. Biliyoruz ki Hitler güçlü bir yıkıcı olarak rüştünü ispatlamıştır. Ve icraatları açısından ağır bir kof olduğunu ve hiç şüphesiz sadece yıkıcılıkla değil her konuda kanıtlamıştır. Yani Hitler’den söz ederken bir dikta rejimi, tek adam rejimi anayasayı askıya almış, anayasasızlık ve kaos düzenini örgütlemeye çalışmış bir liderin yıkıcılığından söz ediyor.

Bir başka yerde şunu söylüyor. Bakın hitler 38 Kasım’ında Alman gazetelerinin başyazarlarına verdiği demeçten alıntı yapıyor. Hitler’in konuşması bu diyor ki ‘Şartlar beni yıllar boyunca sadece beni barıştan söz ettirmek zorunda bıraktı.’ Yani Hitler pişmanlık duyuyor. Şartlar diyor, yıllarca boyunca beni sadece barıştan söz etmek zorunda bıraktı. Tıpkı bizdeki gibi uzun yıllar barış görüşmeleri ve barış süreçleriyle kamuoyunu mecburen kerhen zorunlu olarak oyalaması gibi. Devam ediyor Hitler, ‘Sadece Almanların barış iradelerini barışçıl niyetlerini durmaksızın tekrarlayarak alman ulusuna silahlanma imkanı verdim ki o da bir sonraki adımın ön koşulu olarak elzemdi. Bu şekilde seneler boyu sürdürülen barış propagandasını da sakıncalı tarafları var tabi. Çünkü birçok insanın beyninde bugünkü rejiimin her koşulda sulhu korumak kararı ve iradesiyle özdeşleştiği düşüncesini kolaylıkla yerleşmesine neden olabilir. Bu durum sadece bu sistemin kendisine koyduğu hedefin yanlış değerlendirilmesine neden olmaz daha da önemlisi Alman ulusunun uzun vadede mağlubiyeti kabullenmesine yol açabilecek ve bugünkü rejimin başarılarını onun elinden alabilecek.’ Şimdi bütün o barış söylemi ve sürecinin tamamını Almanları silahlandırmakla savaşa hazırlıkla geçirdi Hitler. Hitler’in 1938’de bir halefi yoktu. Kendisi iktidarda düşse ya da yaşamını yitirse yerine gelecek kimse yok. Bir halefin seçilmesine yön verecek bir anayasa da yoktu ortalarda. Keza bir halef ortaya çıkaracak tartışmasız haklara sahip herhangi bir kurumda yok. Anayasa çoktan kalkmış ama yerine bir başka anayasa konmamıştı. Dolayısıyla devlet aygıtı kendisine bir reis seçme imkanlarından yoksundu. 

HİTLER DEVLETİN İŞLERLİĞİNİ KENDİ MUTLAK İKTİDARI İÇİN YIKMIŞTI

Hitler’in yerine geçebilecek olan halef namzetlerinin hepsi devlet içinde bir devlete yaslanmıştı. 1938 Eylül’ünde bir askeri darbe için neredeyse hazır olan bir ordu vardı. Yani topyekün bakıldığında sadece Hitler’in şahsının bir arada tuttuğu ve onun ortadan kalkmasıyla bütün çıplaklığıyla gözler önüne serilecek bir devlet kaosudur. Ve bu kaos bizzat Hitler tarafından yaratılmıştı. Yani bir anlamda onun icraatıydı. Sürecin sonunda daha kapsamlı bir yıkıma karışıp gözlerden saklandığı için bugüne kadar fark edilememiş bir yıkım icraatıdır. Hitler devletin işlerliğini, kendi mutlak iktidarı ve ikame edilemezliği lehine bilerek ve isteyerek yıkmıştır. Hem de en başından itibaren.

HİTLER DE HER TÜRLÜ ANAYASAYI YOK ETTİ

Bir devletin işlerliği bir anayasa üzerine bina edilir. Bu anayasa yazılı olabilir ya da olmayabilir. Ama 3. Almanya Cumhuriyeti en geç 1934 sonbaharından beri yazılı olan ya da olmayan herhangi bir anayasaya sahip değildi. Ne devletin gücünü vatandaşlar karşısında sınırlayan temel hak ve özgürlükleri tanıyor ve uyguluyordu ne de en zaruri düzeyde olsa bile bir anayasayı yani farklı devlet organlarının yetkilerini birbirlerine karşı sınırlayan ve bunların faaliyetlerinin mantıklı bir şekilde birbirine eklemlenmesini sağlayan bir iç yönetmeliği vardı. Tam aksine, Hitler bilerek ve isteyerek en farklı müstakil muktedirlerin herhangi bir sınır olmaksızın birbirleriyle rekabet içinde olduğu, yollarının kesiştiği yan yana ve karşı karşıya durduğunu bunların tepesinde sadece kendisinin olduğu bir statüko yaratmıştı. Sadece bu şekilde sahip olmak istediği yönlerde sınırsız ve mutlak hareket özgürlüğünü sağlama alabilirdi. Bu yüzden her türlü anayasayı yerine bir şey koymadan yok etti. 

HİTLER, DEVLETİ BİR KAOS İLE İKAME ETMİŞTİ

O devletin bir numaralı hizmetkarı olmak istemiyordu. O, Führer, mutlak efendi olmanın peşindeydi ve kesinlikle doğru olan şu tespiti yapmıştı: Mutlak iktidar sağlam ve işleyen bir devlet yapılanmasında değil sadece sağlam ve dizginlenmiş bir kaos ortamında mümkündür. İşte bu yüzden de daha en başından devleti bir kaosla ikame etmişti. Napolyon’la yapılacak bir karşılaştırmada Hitler’in durumu öğretici olacaktır. Napolyon da tıpkı Hitler gibi fatih olarak başarısızdır ama bir devlet adamı olarak icraatlarından bir çoğu muhafaza edilmiştir. Sadece bir felaketle sonuçlandıkları için değil zaten hiçbir zaman bir nihailik düşünülerek gerçekleştirilmedikleri için de öyledir. Hitler salt icraat performansı açısından Napolyon’dan daha güçlü bir atletti ama hiçbir zaman bir şey olamamıştır: O da devlet adamı. 

KURULMAK İSTENEN SİSTEM HİTLER ALMANYASI’NDAKİ TEK ADAM REJİMİ

Kurulmak istenen, sizlerin de elbirliğiyle, bu davalar aracılığıyla yardımcı olduğunuz sistem, aşağı yukarı Hitler Almanya’sında kurulmak istenen tek adam rejimi. Bugünkü uygulamalara uzun uzun örnek vermeyeceğim ama heyetinizi birkaç dakika çok dikkatli dinlemeye davet ediyorum. Okuyacağım şeyler çok önemli. Gönül gözüyle dinleyin. Hitler’in kurduğu ve devletin yerine ikame ettiği kaos düzenini de unutmadan bunları dinleyin. 

TEK ADAM NE PARTİSİNİ NE DE DEVLETİ YÖNETEBİLİYOR

Ortada bir kurum yok, yargı yok. İyi veya kötü ortada işleyen bir yargı vardı, artık yok. İyi veya kötü işleyen bir bürokrasi vardı, artık yok. Her şey tek adama bağlı. Tek adam ne partisini yönetebiliyor ne devleti yönetebiliyor. Bunun zekayla, kapasiteyle alakası yok. Bana da bağlasanız yönetemem. Siz de yönetemezsiniz. Ama Erdoğan’ın tam da kurmak istediği sistem bu işte. Kaos düzeni. Kaos içerisinde oldu bittiyle her şeyi yapabilmek. Hiçbir şeyi yaptırmamak, kimsenin, kendisinden ve etrafından hesap soramaz hale getirmek, muhalefeti tümden şok teorisi, şok doktrini ile etkisiz hale getirmek. Bunun adı Anayasal sistemin tasfiye edilmesidir. Bunun adı ‘bir tür devleti ele geçirme operasyonudur.’ Ve bu operasyona HDP’ye yönelik kapsamlı tutuklamalarla düğmeye basılmıştır. Dokunulmazlıkların kaldırılması bunun bir aşamasıdır. Dokunulmazlıkların kaldırılması bunun bir aşamasıdır. Tutuklanmamız bir aşamasıdır. Diğer muhalefet üyelerinin, insan hakları savunucularının, gazetecilerin tutuklanması bu amaçladır. Darbe gerekçesinin arkasına sığınarak, muhalif yayınların, gazetelerin, televizyonların, internet sitelerinin kapatılmasının amacı budur.

Üç yıldır avukatlarımla birlikte size anlatmaya çalıştığımız ve sizin koruduğunuz, sizin devletin bekası diyerek ‘Demirtaş içerde kalmalı, yoksa devletin bekası için tehdit olur’ gizli saiki budur. Korktuğunuz beka budur. Bu bir kaos düzenidir. Irkçılığa, faşizme, ranta, hırsızlığa , talana dayalı bir düzendir. Ve bunu gerçekleştirmiş olanlar, bakın devam edeyim. 

Benimle ilgili bu operasyonun bizatihi yürütücüsü olan Ankara Cumhuriyet Başsavcısı. Başsavcının kendisi ve yardımcıları, bu operasyonun bir parçası haline geldiler. Nasıl? İkinci tutuklamayı bizzat örgütleyerek. Şimdi dedim ya,  bir sürü itirafçı geliyordur veya pişmanlık için geliyordur. Aralarında hakim var,  HSYK üyesi var, yüksek yargı üyesi var. Efendim bu insanlar onursuzdur demiyorum. Pişmanlık duymuştur ve gelip belirtiyorlar. Size diyorum ki ‘daha bugünden pişmanlık duyanlar var, anlatanlar var’. İkinci tutuklamamın nasıl yapıldığının bütün detaylarını biliyorum. Bütün detaylarını biliyorum. Bulunduğum yüksek güvenlikli bir cezaevinden biliyorum." Mezopotamya Ajansı

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…